İÇ ve DIŞ
BURJUVALAR
(Ekonomik iktidar sahipleri)
DEVLET (Siyasi iktidar sahipleri)
İKTİSATÇILAR
(1) (4)
(2) (3)
(5) (2)
ULUS-ÜSTÜ
KURUMLAR
(Uluslararası siyasi iktidar)
(6) (4)
(3)
(1) : Kaynak aktarımının serbestleştirilmesi talebi.
(2) : Kredi talebi.
(3) : Danışmanlık talebi.
(4) : Para ve şöhret talebi.
(5) : Piyasa ekonomisinin ve demokrasinin kurumsallaştırılması talebi.
(6) : Ekonomik güvenlik ve ulus-devlete baskı talebi.
(7) : Danışmanlık ve toplumsal görünümü (şöhreti) akademikleştirme talebi.
İnsanlar ile iktisatçılar ve iktidarlar arasındaki ilişkilerin odağında devlet yer almaktadır. Ulus-devleti ve onun bir boyutu olan refah devletini etkinsiz ve devre dışı bırakan küreselleşme sürecine rağmen, devlet hâlâ önemlidir. Ancak, bu önem, Francis Fukuyama’nın Devlet İnşası adlı çalışmasıyla yeniden gündeme getirmek istediği tarzda bir ulus-devlete ilişkin değildir ve olmamalıdır. Fukuyama bu çalışmasında, devletin, yoksulluk, terör, insan ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi konularda yeniden işlev ve sorumluluk üstlenmesinin önemine değinmektedir19. Ne var ki; gelişmiş Batı toplumlarının kaynak aktarma amaçlı olarak icat ettikleri, ideoloji hâlini almış küreselleşmenin sağlamlaşması ve sürdürülebilmesi için, küçük ulus-devletlerin, büyük ulus-devletlere yardım etmesi, hattâ aralarında stratejik ortaklıklar kurulması öngörülmektedir. Bu ortaklıklar gereğince; kendi icatları olan küreselleşme-serbestleşme sürecinde bizzat Batılılar’a da bulaşabilecek olan terör, kaçakçılık, yoksulluk gibi hastalıkların küreselleşmemesinin ulus-devlet yapılanması sayesinde sağlanması istenmektedir. Fukuyama’nın yaklaşımının arka planında aslında böyle bir sav vardır. Fukuyama’nın, kapitalizmin memuru olarak gördüğü ulus-devletin asıl yansıtılmak istenen önemi; devlet mantığının kapitalistleşmesi ve kapitalizmin kurumsallaştırılması noktasındadır. Devletin bu işlevinin dayandığı ilişkiler aşağıdaki gibi açılabilir:
Siyasi iktidar sahipliğinin (devletin) odakta yer aldığı ilişkilerde devlete birtakım talepler gelmektedir. Şekildeki (1) numaralı ilişkide; gerek ülke içindeki gerekse ülke dışındaki burjuva sınıfının, ulus-devletten, kaynak aktarımının serbest bırakılmasını talep etmesi söz konusudur. Kapitalizmin yaratmış olduğu bu tekelci burjuvalar, ekonomik iktidarları yetiyorsa tek başlarına, yetmiyorsa örgütlenerek devletten talepte bulunurlar. Burjuvaların, taleplerinde belirttikleri kaynak aktarım (keskin ifadesiyle “sömürü”) serbestliği; “bırakınız yapalım, bırakınız geçelim” mantığının yasalarla sağlamlaştırılması anlamına gelir. Serbestleşme teorik olarak, kaynak aktarımı demek değildir; ancak, kapitalizmin güvencesi olarak kapitalistlerin kaynak aktarması gerekmektedir ve kaynak aktarmanın zemini de serbestleşmedir. Bu durum, iç piyasada olduğu gibi uluslararası piyasalarda da geçerlidir.
İç burjuvaların organik bağlı olduğu dış burjuvalar, küreselleşmenin serpilme aşamasında “çok uluslu” (multinational) olarak nitelendirilirken, gelişme ve kökleşme aşamasında “ulus-ötesi” (transnational) sıfatını taşımaktadırlar20. Özellikle ulus-ötesi burjuvalar küresel ekonomik iktidarları sayesinde, örgütlenmeksizin, tek başlarına ulus-devletlerden talepte bulunabilmektedirler; “ulus-ötesi” sıfatını almaları da zaten bu sayede mümkün olmaktadır. İç burjuvalar ise genelde örgütlenerek, birlikler oluşturarak devletle ilişki kurmaktadırlar. Burada iç ve dış burjuva sınıfları arasında şu ayrımı da vurgulamak gerekir: Dış burjuvalar, aslında “yurtsuz” olarak değerlendirilmelerine21 yol açacak şekilde küresel ölçekte faaliyette bulunmaktadırlar; köklerini edindikleri ulusla aralarında, ekonomik içerikli bir bağdan başkasından söz etmek yersizdir. İç burjuvalar ise, faaliyet ölçekleri bakımından ancak “iç” sıfatını almalarına neden olacak kadardırlar; küresel düzeyde etkili olabilecek kadar büyük değillerdir.
İç ve dış burjuvalar, devletten “serbestleşme” talebinde bulunurken ulus-üstü kurumları da bir araç olarak kullanmaktadırlar. Modeldeki (6) numaralı ilişkide; iç ve dış burjuvalar, ekonomik faaliyetlerini güvenli ortamlarda sürdürebilmelerini sağlayacak olan, ulus-üstünde yetkeye sahip uluslararası sözleşme ve kuruluşları devreye sokmaktadırlar. Bu sözleşme ve kuruluşları oluşturanlar, görüntüde, ulus-devletlerdir; fakat bu ulus-devletleri yönlendirenler de yine ulus-ötesi burjuvalardır. Bu yönlendirme, büyük-gelişmiş ülkelerde meydana gelmektedir. Dolayısıyla, bir firmanın sahip olduğu homo oeconomicus zihniyeti büyük devletlere de yansımakta, küresel ekonomik ve siyasi çıkarlarını tek eksen kabul eden devletlerin yönlendirdiği bir dünya düzeni oluşmaktadır. Bu düzen içinde ulus-ötesi burjuvalar, Yatırımlar İçin Çok Taraflı Anlaşma (MAI), Çok Taraflı Yatırımları Garanti Ajansı (MIGA) gibi sigortalayıcı ulus-üstü kurumları, ekonomik güvenlikleri için araç olarak kullanırken; diğer yandan da, küçük ulus-devletlere baskı yapma aracı yaratmış olmaktadırlar. Ulus-devletler de, “altyapılaştırma” (örneğin; sermaye piyasalarına, petrol çıkarmaya, maden işletmeye ilişkin yasa çıkarma), “piyasalaştırma” (örneğin; sosyal güvenliği kamusallıktan çıkarıp özel sosyal güvenlik kurumlarının oluşturulmasına izin verme) ve “özelleştirme” (örneğin; kamu girişimciliğini özel girişimciliğe dönüştürme) gibi yöntemlerle dış burjuvalar için ve bunlar sayesinde de iç burjuvalar için serbest bir ekonomik ortam yaratmaktadırlar. (5) numaralı ilişki de bu noktada belirmektedir: Ulus-üstü kurumlar, ulus-devletlerden, piyasa ekonomisini, hattâ bunun zemini olarak gördükleri demokrasiyi kurumsallaştırmalarını talep etmektedirler.
İktisatçıların ilişkilerini değerlendirmeye geçmeden önce, (2) numaralı ilişkide olduğu şekilde, burjuvalar ve ulus-üstü kurumlarla olan ilişkilerinde ulus-devletin talebinin ne olduğuna değinmek gerekir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, ulus-devletin, gelir-harcama dengesizliklerinden dolayı borçlanma gereksinimi yüksektir. Borçlanmada en önemli kaynaklar, doğal olarak, sermaye birikimini sağlayabilen burjuvalar ile Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (WB) gibi ulus-üstü kuruluşlardır. Ne var ki; ulus-devletin bu güçlerden elde edeceği krediler koşulsuz olmamakta; ulus-devlet, bu güçlerin karşı taleplerinin yerine getirilmesi koşuluyla kredi sağlayabilmektedir. Burjuvaların ulus-ötesi niteliği ve uluslararası kuruluşların ulus-üstü kimliği, işte bu koşulları gündeme getirebilme güçleri ile oluşmaktadır.
İktisatçıların ilişkilerine gelince... İktisatçıların yukarıdaki üç grupla da, öncelikle (3) ve (7) numaralı ilişkisi vardır. Bu ilişkide, siyasi iktidarlar, burjuvalar ve ulus-üstü kurumlar, iktisatçılardan danışmanlık hizmeti talep etmektedirler. Ancak, bu dörtlünün ilişkilerinde önce burjuvaların iktisatçılardan talepleri önem kazanmaktadır. Burjuvalar, iktisatçılardan, ekonomik danışmanlık hizmetinin yanı sıra, diğer sosyo-ekonomik sınıfların burjuvalar hakkındaki izlenimlerinin akademik içerikli ve saygınlık esaslı olmasını (7 numaralı ilişkiyi) sağlamalarını beklerler. Böylece burjuvaların sözcüsü konumundaki iktisatçılar, geliştirdikleri kuramlarla, siyasi iktidarlara, iktisat politikaları hazırlanmasında memurluk etmektedirler. Bu memurluk, kurumsal danışmanlık düzeyinde olabildiği gibi, üniversite öğretimi sırasında öğrenciler üzerinde ve diğer kamuoyu oluşturma araçlarıyla da halk üzerinde, mevcut ekonomik sistemin (kapitalizmin) bayraktarlığı şeklinde gerçekleşmektedir.
İktisatçıların burjuvalardan esinlenmeleri ve (4) numaralı ilişkide olduğu gibi para ve şöhret karşılığında verdikleri danışmanlık hizmeti; devletin politikalarının da piyasa mantığı temelinde oluşmasının nedeni olmaktadır. Kapitalizmin sağlıklı olarak sürdürülebilmesi için burjuva sınıfının çıkarlarına uygun yasal altyapının ve toplumsal davranış yapısının oluşturulması, iktisatçıların akademik önderliğinde siyasi iktidarlar tarafından sağlanmaktadır. Böylelikle sermaye birikimi yapmaya başladıkları, kabaca 15.yüzyıldan beri, burjuva sınıfının (ekonomik iktidar sahiplerinin), kralları ve hükümetleri -siyasi iktidar sahiplerini- istedikleri gibi yönlendirdikleri süreçte iktisatçılar da, burjuvaların akademik sözcüleri olarak sistemin bir elemanı olmaktadırlar.
Yukarıdaki modelde “insanlar” yoktur. Çünkü iktidarlarla iktisatçılar arasında cereyan eden etkileşim, toplumun geneline, çoğunluğuna yansımamaktadır. Yine de bu etkileşim sürecinde toplumun çoğunluğunu oluşturan işçi, memur, emekli, çiftçi konumundaki kitlelerin, daha çok “etkilenen” öğe olmaları bağlamında önemli bir işlevi vardır: Sürekli canlı tutulan, satın alma gücüyle desteklenmemiş satın alma isteğine sahip olmak. Kapitalizm, satın alma isteğini körükleyerek, göreli yüksek gelire sahip sınıfların yanı sıra insanların çoğunluğuna “tüketici” işlevi yüklemekte, yoksul sosyo-ekonomik sınıfları sisteme bağımlı olmaya zorlamaktadır. Sistem içinde insanların tüketici oluşlarına ilişkin bir kimlik dayatılarak özerk, anlamlı bir yaşam sürmeleri engellenmektedir22. Bütün bu çerçevede, iktisatçılarla işbirliği içindeki burjuvalara hizmet eden siyasi iktidarların kurduğu düzen; tekelci-seçkinci yapısıyla ne tam anlamıyla kapitalist ne de tam anlamıyla demokratiktir. Tarihçi Leo Huberman, bu düzeni daha keskin sözcüklerle şöyle ifade etmektedir23:
“İşçiler ne zaman kıpırdanacak olsalar, düşmana bir baruthane dolusu cephane veren bir bilim olan iktisat, herhalde işçilerin işine yarayacak bir nesne değildi; hayatlarında en ufak bir düzelmeye imkan tanımayan bir bilimle, her fırsatta işveren sınıfının çıkarına hizmet sunan bir bilimle, işçilerin fazla bir alışverişleri olmazdı.”
Doğaldır ki; fizik, kimya, biyoloji gibi sağlam bilimlerde kuramlar, bir ideolojik temelden hareketle oluşturulmamaktadır. Bir bilim olma mücadelesi veren iktisat ise evrensel ilkeler belirlemeye çalışırken toplumların değişkenliğini göz ardı etmekte; üstelik, toplumların bütünselliğini görmeyerek yalnızca burjuva sınıfının refahını arttıracak kuramlar yoluyla etik dışı uygulamalara da yol açmaktadır. Bu durum da, iktisadın bir bilim olup olmadığı konusunda kuşkular yaratmaktadır.
SONUÇ
Günümüzde iktisat, egemen paradigma itibariyle belli toplumsal sorunları çözemez konumdadır. Ayrıca, “bilim olma” ile “insan için olma” ikileminde kalmak bakımından da toplumdan kopuk bir sosyal bilimdir. Bu durum, iktisadın güvenilirliğine gölge düşürmekte, akademisyen iktisatçıların ve girişimcilerin/yöneticilerin toplumdaki konumunu zedelemektedir. Bu durumdan görev çıkarmak da, yine iktisatçılara, özellikle de akademisyen iktisatçılara düşmektedir. Yapılabilecek olanın genel ifadesi de; “bilim olma-insan için olma” ikilemine düşmeden iktisat için bir bilim politikası belirlemektir. Bunu yaparken, şu tanım üzerinde yoğunlaşmak, güvenilirlik sarsıntısından kurtulmak için bir adım olabilir: İktisat; kaynakların akıllıca, planlı ve tutumlu kullanımına dayalı ve etik içerikli bir pratiktir.
Tıpkı Atatürk’ün yaptığı gibi, iktisadı bir pratik olarak görmek gerekir. Atatürk’ün büyük iktisatçılığı, kuramsal katkıları ile değil, gerçekçi yaklaşımıyla kurduğu iktisat politikasıyla ortaya çıkmıştır. Atatürk, iktisada bir pratik olarak bakmıştır. O, Türkiye’nin gerçeklerinden ve gereklerinden hareket ederek, iktisadi açıdan akıllı, planlı ve tutumlu olmayı ilke edinmiş ve bu ilkeyi Türk toplumuna aşılamıştır. Bu bağlamda olmak üzere, toplumsal ve ekonomik sorunların çözümünde şu kabulden yola çıkmak, başarı için ciddi bir ilk adım olacaktır: İktisat, sosyo-ekonomik sınıfların bir pratiğidir, ötesi değil.
KAYNAKÇA
Kitaplar
ACAR, Sadık, (1998), Genel İktisat, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, No:89, İzmir.
ACAR, Sadık, (2000), Uluslararası Reel Ticaret: Teori, Politika, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, İzmir.
ALADA, Dinç, (2000), İktisat Felsefesi ve Belirsizlik, Bağlam Yayınları, İstanbul.
BAUMAN, Zygmunt, (1999), Küreselleşme -Toplumsal Sonuçları-, Çeviren: Abdullah YILMAZ, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
BUĞRA, Ayşe, (1999), İktisatçılar ve İnsanlar, İletişim Yayınları, İstanbul.
CLARKE, Thomas and CLEGG, Stewart, (1998), Changing Paradigm, Harper Collins Business, London.
DEMİR, Ömer, (1996), Kurumcu İktisat, Vadi Yayınları, Ankara.
FUKUYAMA, Francis, (2005), Devlet İnşası -21. Yüzyılda Dünya Düzeni ve Yönetişim-, Çeviren: Devrim ÇETİNKASAP, Remzi Kitabevi, İstanbul.
GÜVEL, Enver Alper, (1998), Politik İktisat ve Akıl, Alfa Yayınları, İstanbul.
HUBERMAN, Leo, (1976), Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla, Çeviren: Murat BELGE, Bilim Yayınları, İstanbul.
İNSEL, Ahmet, (2000), İktisat İdeolojisinin Eleştirisi, Birikim Yayınları, İstanbul.
KAZGAN, Gülten, (2000), İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, Remzi Kitabevi, İstanbul.
KIZILÇELİK, Sezgin, (2001), Küreselleşme ve Sosyal Bilimler, Anı Yayıncılık, Ankara.
KÖK, Recep, (1999), İktisadi Düşünce -Kavramların Analitik Evrimi-, Anadolu Matbaacılık, İzmir.
LODZIAK, Conrad, (2003), Kapitalizm ve Kültür -İhtiyaçların Manipülasyonu-, Çeviren: Berna KURT, Çitlembik Yayınları, İstanbul.
Makaleler
CANTILLON, Richard, (1755), “Essay On The Nature of Commerce in General”, http://socserv2.socsci.mcmaster.ca/%7Eecon/ugcm/3ll3/cantillon/essay1.txt, 10.04.2004.
MADRA, Yahya, ÖZSELÇUK, Ceren, ve ERÇEL, Kenan, (2002), “Bir Tabu Olarak ‘Ekonomi’”, Toplum ve Bilim Dergisi, Sayı:95, Kış 2002-2003, İstanbul.
ÖNDER, İzzettin, (2004), “İktisat ve Psikoloji İlişkisi Üzerine”, İktisat Dergisi, Sayı:453, Eylül 2004, İstanbul.
ÖZLEM, Doğan, (2002), “Hukuk Devletini Sosyal Devlet İçinde Düşünmek”, Kavramlar ve Tarihleri I içinde, İnkılap Kitabevi, İstanbul.
SIMON, Herbert, (1978), “Rational Decision-Making in Business Organizations”, Nobel Lectures in Economic Sciences 1969-1980 (Edited by Assar LINDBECK in 1992), Stockholm, www.nobel.se.
YELDAN, Erinç, (2002), “İktisat ve İktisatçı Nereye?”, Toplum ve Bilim Dergisi, Sayı:95, Kış 2002-2003, İstanbul.
YILMAZ, Feridun, (2002), “İktisat ve Sosyoloji: Rakip Kardeşlerin Hakimiyet Kavgası”, Toplum ve Bilim Dergisi, Sayı:95, Kış 2002-2003, İstanbul.
Dostları ilə paylaş: |