Ayrıca, ihracat ile ilgili sorunların hızlı ve etkili bir şekilde çözümlenebilmesi, ihracatta koordinasyonun sağlanabilmesi bakımından ihracatın üç sacayağı olan Gümrük Müsteşarlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı ve Maliye Bakanlığı’nın müştereken çalışacağı bir komisyon oluşturulması çok büyük önem taşımaktadır.
GIDA İŞKOLU
GIDA İŞKOLU
Bütün dünyada olduğu gibi sanayileşme ülkemizde de gıdayla başlamıştır. O tarihlerde ihracat düşünülmediği için ilk kuruluşlar küçük ölçekli ve mahalli ihtiyaçları karşılama amacına dönük yapılmışlardır. Bu olgu da gayet normaldir. Zira gıda ürünleri pahada hafif ürünlerdir ve nakliye bedeli ürün maliyetinde çok önemli yer tutmaktadır. Bazı mallarda nakliye ücreti ürünün imal maliyetinin bile üzerine çıkmaktadır. Dolayısıyla, yatırımcının mümkün olduğu kadar yakın mesafelerde ürününü pazarlamayı gaye edinmesi en mantıklı yoldur. Milli Prodüktivite Merkezi’nin yaptığı bir çalışma genel sanayimizin % 97’sinin küçük ve orta ölçekli kuruluşlardan meydana geldiğini göstermiştir. Bu oran gıda sanayiinde % 99’a varmaktadır. Diğer bir anlamda gıda sanayiinde büyük kuruluşların oranı ancak % 1’dir. İşbu mekanizma kapalı ekonominin tatbik edildiği 1980’lere kadar normal işlemiştir. Ancak dünyaya açıldığımız 1983 sonrasında sistemdeki aksamalar ayan beyan ortaya çıkmıştır. İhracatın ön plana çıktığı ekonomimizde gıda sanayiinin genel yapısı bazı sorunları gündeme getirmektedir.
Türkiye’nin gıda ürünleri ihracatı 2.8 milyar dolar seviyesindedir. Ancak potansiyel, bu rakamın 3 katından bile fazla olup 10 milyar dolara ulaşmaktadır. Bu rakama ulaşmak için önemli yatırımlara da ihtiyaç yoktur. Sektördeki atıl kapasite harekete geçirilebilir ve dış pazarlara örgütlü bir şekilde ulaşılabilirse çok kısa zaman içinde potansiyele varılabilir. Böyle bir durumun sağlanması yalnız döviz girdimizi artırmayla kalmayıp işsizler ordusundan asgari 300,000 kişiye iş sahası açılmasını da temin edecektir. Hali hazırda gıda sektörümüzün büyük bir çoğunluğu % 50 kapasite kullanımına bile ulaşamamaktadır. Bunun en büyük nedeni küçük ve orta ölçekli firmaların ihracatta gereği kadar yer alamamasıdır. Dış pazarlama bilgi, muhit ve organizasyon isteyen pahalı bir iştir. Küçük firmaların bu beceriyi münferit olarak başarması zordur. İşkolları itibariyle küçük ve orta ölçekli firmaların bir çatı altında toplanması ve ihracatın müşterek yapılması şarttır. İşte bu örgütlenmenin sağlanmasında devlete önemli görev düştüğü belirgindir. İşkolları itibariyle firmaların bir araya gelip ihracat şirketleri kurmaları teşvik edilmeli, hatta kendilerine yol gösterilmelidir. Son iki yıldır bu hususta bazı adımlar atılmış olmakla beraber yeterli oldukları iddia edilemez.
Gıda sektörünün teknik yeterliliği ise iyi seviyedir. Et ve süt ürünleriyle iştigal eden alt sektör hariç tutulursa, sektör AB’yle rekabet gücüne haizdir. Un, yağ ve bisküvide rekabet gücümüz daha da yüksektir. Fındık işleyen sanayimizin karşısında ise AB rekabet gücüne sahip değildir. Rekabetteki avantajlı konumumuz 10 milyar dolarlık ihracat hedefine varmada işimizi kolaylaştırmaktadır. Yeterki müşterek çalışma ve organizasyonda başarılı olmayı öğrenelim.
Sektörün diğer bir özelliği de hammaddesinin genelde rekolte devrelerinde sağlanmasıdır. Bu durum sektörde yüksek miktarda işletme sermayesi gereksinimini ortaya çıkarmaktadır. O kadar ki bazı alt sektörlerde işletme sermayesi ihtiyacı fabrika değerini kat kat aşmaktadır. Sektörün en büyük sıkıntısı da yüksek seviyede işletme sermayesi kullanımından kaynaklanmaktadır. Kullanılan işletme sermayesi ülkemizdeki kronik enflasyon nedeniyle devamlı erozyona tabi olmaktadır. Yeniden değerlemeyle sabit değerler kısmen enflasyona karşı korunmaktadır. Ancak işletme sermayesini enflasyona karşı koruyan hiçbir husus mevcut mevzuatımızda yer almamaktadır. Tam tersine elde edilen fiktif kazançlar vergilendirilmekte ve böylece işletme sermayesinin devamlı erozyonu bir nevi öngörülmektedir. Küçük ve orta ölçekli işletmeler karlarının düşüklüğü nedeniyle yeni yatırımlara girememekte; bu nedenle de hiçbir vergi indiriminden yararlanamamaktadır. Kredi mekanizmasından istifade edemeyen bu kuruluşlar enflasyon karşısında ezile ezile sonunda tükenmektedir. Sektörde son yıllarda meydana gelen önemli miktarlardaki iflas ve kapanmanın en önemli nedeni enflasyona karşı korunmasız kalınmasıdır. Eğer ülkemizde enflasyon muhasebesi uygulansaydı, gıda sektörü bu ölçüde darboğaza düşmezdi. Yeni vergi kanunumuzda enflasyonun düşeceği mülahazasıyla enflasyon muhasebesi uygulanmasına yer verilmemiştir. Ancak geçen zaman enflasyonun beklenilen ölçüde düşmediğini ve düşmeyeceğini göstermiştir.
Sektörün diğer sorunu standart hammadde elde edemeyişidir. Ülkemizde tarım hava şartlarına tümüyle bağlı kalmakta, kaliteli ürün elde etmek şansa bağlı olmaktadır. Ayrıca verimi artırma amacıyla alınan tedbirlerin çoğu kalitenin düşmesine neden olmaktadır. Verimi artıracağız diye kaliteden fedakarlık etmek büyük hatadır. Ancak bu hata son on yıldır devamlı işlenmektedir. Verimi daha yüksek diye bazı tohumlar devreye sokulurken toprağımıza ve iklim şartlarımıza uyumu düşünülmemekte, sonuç olarak böcekli ve hastalıklı ürünler yetiştirilmektedir. Rekoltenin miktar olarak artması tabiatıyla memnuniyet verici bir husustur; ancak kalitesiz tarım ürünleri rekoltede ağırlık kesbederse rekoltedeki artış ekonomimize fayda yerine zarar getirir.
Sektör ithalatta da sorunlarla karşı karşıyadır. Sanayici kaliteli ve yeterli hammaddeyi dahilde temin edemediğinden hammadde ithalatına yönelmek mecburiyetinde kalmaktadır.
Yine hammadde ithalatında bürokratik engellerle karşılaşılmaktadır.
Gıda üretim izni için Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na yapılan müracaatlara çok geç cevap verilmektedir. Bazı başvurular için talep edilen özel bilgiler ise üretim izninin alınmasını daha da geciktirmektedir. Merkeziyetçilikten uzaklaşılarak başvuruların Tarım ve Köyişleri Bakanlığı yerine İl Tarım Müdürlüklerine yapılabilmesinin temini önemli ölçüde vakit kaybını ortadan kaldıracaktır. Yine ithalatta Kontrol Belgesi üzerinde tek bir gümrük idaresi bulunma zorunluluğu bazen gelen malları aktarma mecburiyeti doğurarak zaman ve mali kayba neden olmaktadır. Aynı firmalardan aynı malların uzun süredir ithal edilmesine rağmen her defasında laboratuar kontrolüne tabi tutulması zaman kaybı ve lüzumsuz masrafa neden olmaktadır.
Sektörde önemli ölçüde kayıtdışı faaliyet mevcuttur. Hatta bazı alt sektörlerde kayıtdışı ekonominin ağırlığı % 50’ye bile ulaşmaktadır. Bu haksız rekabete neden olan durum engellenemediği gibi bazen devlet eliyle haksız rekabet teşvik bile edilmektedir. Buna misal, birliklere yapılan düşük faizli kredi uygulamasıdır. Birlikler hem kooperatifçilik hem de sanayicilik yapmakta ve devlet %100’ü aşan faizle piyasalardan topladığı paralardan bir kısmını %50 basit faizle bu birliklere kredi olarak vermek suretiyle sanayide haksız rekabet yarattığı gibi tarım politikasında da yanlışlığa neden olmaktadır.
Yerli sanayinin imal ettiği gıda ürünleri sıkı bir kontrol altındadır. İmal tarihi, ihtiva ettiği hammaddeler ve ürünün son kullanma tarihinin ambalajda belirtilmesi mecburidir. Ancak ithal edilen ürünlerde bu hususlara dikkat edildiği pek söylenemez. Süper ve hipermarketlerde üzerinde imal ve son kullanma tarihi yazılı olmayan birçok ithal gıda ürünü rahatlıkla satılmakta ve bunlarla ilgili herhangi bir müeyyide uygulanmamaktadır. Gıda ürünü ithalatı bir ihtisas işidir. Genel gümrüklerin bilgi yetersizliği nedeniyle gerekli hassasiyeti göstermesi beklenemez. Mutlaka ihtisas gümrükleri kurulmalı ve gıda ithalatı bu gümrüklerden geçirilerek yapılmalıdır.
Türk Gıda Kodeksi kapsamında çıkacak olan Ürün Tebliğleri bir an önce yürürlüğe sokulmalı ve üreticileri disipline edilmelidir.
Haksız rekabetin önüne geçilebilmesi için yayınlanan mevzuat esaslarının uygulanmasına yönelik kontroller etkin şekilde tüm üreticileri kapsamalıdır.
Üretim izinlerinin alınması süreci hızlandırılmalıdır.
Üretim izinlerinin alınmasına yönelik bazı ürün çeşitlerini ve bazı şehirleri kapsayan farklı uygulama esasları ortadan kaldırılmalı ve gerekli altyapı sağlanarak şehir farklılığı gözetmeksizin tüm üreticiler için benzer uygulama getirilmelidir.
Marka tescil onay süreci hızlandırılmalıdır.
Türkiye’nin markalı ürün ihracatı daha fazla teşvik edilmelidir.
Ar-Ge teşvikleri artırılmalı, yeni ürün geliştirmelerine daha fazla destek olunmalıdır.