Programda siyasal bölüm: Proletarya devriminin sorunları
Program bunun ardından, proletarya devriminin gerekçelendirilmesi, proletaryanın politik iktidarı ele geçirmesi sorunu ve bu iktidar biçimi olarak proletarya diktatörlüğünün gerekçelendirilmesi ile devam etmek durumunda. Bizim programımızda bu son bölüm, proletarya devrimi ve proletarya diktatörlüğü bölümü, programımızın stratejik-siyasal bölümünü oluşturacak. Proletarya devrimininin gerekçelendirildiği bölümdür bu. Bunu biz, iktidar sorunu, artı temel siyasal ve iktisadi hedefler olarak da ele alabiliriz. Bu ülkede bilimsel anlamıyla devrim, proletarya devrimi demektir. Bu ülke proletarya devrimine varmadan, Portekiz türünden (Nisan 1974), İran türünden (Şubat 1979) sınırlı siyasal değişimlere yolaçan çok sayıda devrimci çalkantılar ya da devrimci hareketler yaşayabilir. Bunda anlaşılmaz olan, mantığa aykırı düşen bir yan yok. Ama bu ülkede gerçek bir devrim, yani kurulu düzen üzerinde egemen olan sınıfın iktidarının değişimine dayalı bir devrim, ancak bir proletarya devrimi olabilir. Dolayısıyla, bu çerçevede, egemen sınıf ilişkilerinde köklü bir ilk değişimin ifadesi bir stratejik hedef, bizim için ancak proletarya devrimidir. Ve bu çerçevede prog(73)ramımızın ikinci ana bölümü proletarya devrimi ve diktatörlüğünün gerekçelendirilmesi olacak. Ve biz burada proletarya devriminin başarısı durumunda alacağımız ilk iktisadi ve siyasal önlemler neler ise onları sıralayacağız.
Biz gerek Marksizmin oportünizme ve burjuva demokratizmine karşı ideolojik mücadele içerisinde netleştirdiği bakışaçısı, gerekse tarihsel deneyimlerin ışığında, proletarya diktatörlüğü/demokrasisine ilişkin görüşlerimizi programımızın bu bölümüne mi koyacağız? Bu konuda şu an bir şey söylemek istemiyorum, programı somutladığımızda karar vereceğiz buna. Ama 1919 Programı’na bakıyoruz, Bolşevikler teorik bölümün son kısmında buna genişçe yer vermişler. R. Luxemburg da kendi programında bu meseleye, kitlelerin tarihi inisiyatifi, bu çerçevede proletarya diktatörlüğü ve proleter demokrasisinin gerekçelendirilmesine çok özel bir yer vermiş. Bunun gerisinde biraz da o günkü Ekim Devrimi deneyiminin kendi çapında gözetilmesi kaygısı var.
Program ve demokratik siyasal istemler
Şimdi en kritik noktaya geliyorum. Bu, demokratik siyasal istemler uğruna mücadelenin programatik formda ifade edilişine ilişkindir. Çıkışımızdan itibaren bu konuda ortaya koyduklarımız bir yana. Son bir yıl içerisinde bu sorunlar Program Sorunları Üzerine Konferanslar'a konu edildi ve enine-boyuna tartışılıp ortaya konuldu. Bu açıdan bu sorunlarda işimiz bir bakıma bir hayli kolay. Sorunun kritik yönü, bu sorunların program formu içinde ortaya konulurken, temel stratejik hedefle doğru bir biçimde ilişkilendirilmesinden gelmektedir. Demokratik siyasal istemler, tıpkı emeğin korunmasına ilişkin istemler gibi, bugünün mücadelesi ile stratejik hedef arasında bir köprü işlevi görmelidirler. Bu sorunların program içindeki yeri buna göre saptanmalı, programın genel stratejik çerçevesi ile ilişkisi(74)buna göre kurulmalı ve bu gerekirse nispeten geniş tutulacak bir sunuş paragrafıyla gerekçelendirilmelidir de.
Bu çok önemli. Ben buna pratik-taktik bir alt bölüm diyorum. Taktiği burada güncel taktik olarak almayacaksınız. Bir ifade kullanacağım, ama bazı yoldaşlarda itici bir etki yarattığı için kullanmıyorum. Aslında teorik mantığı açısından bakarsanız, programın asgari talepleri bunlar. Teorik olarak kapitalizmin sınırları ya da çerçevesi içerisinde gerçekleştirilebilir olan, ama tarih içinde ancak proletaryanın iktidar mücadelesinin dayanakları olarak kullanılabilecek olan ve ancak bu ülkede proletarya burjuvaziyi devirdiğinde az-çok tatmin edici ve kalıcı bir çözüme kavuşturulabilecek olan sorunlar bunlar. Din sorunu, demokrasi sorunu, ulusal sorun, belli sınırlar içinde bağımsızlık sorunu ve benzeri sorunlar... Yani bizim demokrasi, bağımsızlık ve ulusal sorun tartışmalarında artık kitaplar oluşturacak kapsamda gerekçelendirdiğimiz sorunlar.
Ne diyorduk biz? Demokratik siyasal istemler uğruna mücadeleye evet, ama bunun kendi içinde amaçlandırılmasına, kendi başına bir program haline getirilmesine, bir stratejik aşama ve buna dayalı bir program haline getirilmesine hayır. Biz bu istemler uğruna mücadeleyi şaşmaz biçimde proleter devrim mücadelesine bağlarız, diyorduk. İnsanlar eski bir takım önyargılarından, yerleşmiş bir takım düşünce ve kalıplarından kurtulabilsinler diye kasten marksist klasiklerden konuya ilişkin uzun pasajlar aktarma yoluna gittik. Lenin, neden demokrasi uğruna mücadeleyi proleter devrim programına bağlayan bir perspektifle hareket etmeyelim ki, diyordu Radek’le polemiğinde. Hatırlanacağı gibi, bu formülasyonu biz sık sık kullandık. Bu talepler, bu istemler uğruna mücadeleyi reddetmeyiz, ama biz bunu çok net bir biçimde, çok açık bir biçimde proleter devrim uğruna mücadeleye, burjuvazinin siyasal iktidarının devrilmesi uğruna mücadeleye bağlarız. Biz bu düzende bu talepleri bugün gerçekleştirebilirmişiz gibi mücadele ederiz, ama(75)işin aslında bu mücadele içerisinde yığınları eğitmeye, bu talepler için mücadeleye çektiğimiz yığınları buradan giderek burjuvazinin iktidarının devrilmesi mücadelesine, proleter devrime yöneltmeye bakarız. Ve tam da bu mücadeleler içerisinde, yığınları politik olarak eğiterek ve örgütsel olarak birleştirerek, proleter devrimi olanaklı kılacak siyasal süreçleri yaşamış oluruz.
İşte bunun programda ifade edilişi işin bir bakıma en hassas yanlarından biri. Çünkü bir tehlikeyi de her zaman kendi içinde taşır. Ama bu kesinlikle düşünsel bir tehlike değil. Bizim ortaya koyduğumuz teorik temel bu konuda düşünsel herhangi bir sapmaya elvermiyor. Oysa geçmiş partiler için aynı şeyi söyleyemeyiz. Teorik boşluklar bu türden sapmalar için tuzaklar yaratmıştır. Sonrasını bir yana koyuyorum, bize bu açıklıkları sağlayan Lenin’in kendi partisinde bile, teorik boşluklardan doğan politik yalpalamaları biliyoruz. Lenin’e çok sadık bazı Bolşevikler, savaş dönemi tartışmalarını bilmedikleri için, Sibirya’dan Petersburg’a varır varmaz bir takım yanlış politik tutumların içine girebiliyorlar. Boşlukları olan bir teorik bakışaçısına dayanıyor bu. Bu meselelerde yeterli teorik açıklık esas olarak savaş döneminde doğuyor. Şimdi Lenin’in kitapları cilt cilt önümüzde, ama bunlar o zaman daha çok yurtdışı Rus mülteci çevrelerinde dolaşan metinlerdi. Bakıyoruz, resmi olarak yayınlanması bile 1927’yi bulmuş metinler bunlar. Kendisini kanıtlamış bir devrimci partinin teorik metinleri olarak bugün elimizin altında. Oysa kaleme alındıkları dönemde, yurt içindeki Bolşeviklerin hiç değilse bir kısmı böyle bir imkana sahip değildi. Bunlar çıkıyor, yurtdışı parti çevrelerinde dolanıp duruyor, Rusya’ya doğru dürüst girmiyordu. Dolayısıyla teorik hataların, politikada yanlışa düşmenin zemini var.