Şubat ‘98’de, ABD’nin yeniden Irak’a saldırmaya hazırlandığında günlerde, sadece Arap ülkeleri ile sınırlı kalmayan yaygın bir protesto dalgası kabardı. Geçen Ağustos ayında ise, ABD’nin Afganistan ve Sudan’a karşı giriştiği saldırılara karşı, Arap ülkelerinde protesto gösterileri gerçekleştirildi, ABD bayrakları yakıldı.
Geçen yılın Aralık ayının ortalarında Fransa’da işsizler(63)hareketi patlak verdi ve bu eylemlilik kısa sürede Almanya’da benzer bir cereyanın doğmasına yolaçtı. İşsizliğin başgösterdiği ‘70’li yılların ortalarından bu yana, işsizler ilk kez, ileri düzeyde gelişmiş bir ülkede güçlü bir biçimde seferber olabildiler. Bu hareket Almanya’da Fransa’daki kadar güçlü bir düzey kazanmadı. Ama yeniden patlak vermesinin ve Avrupa ölçeğinde güçlenen bir cereyana dönüşmesinin dinamikleri mevcuttur.
İşçi sınıfı mücadelesinin dinamikleri dünya genelinde çoğalmaktadır. İşçi sınıfı, iktisadi koşulların baskısı ve sermayenin her gün yeni boyutlar kazanan saldırıları sonucu mücadeleye atılmaktadır. İşçi sınıfının dünya genelinde yeşeren bu yeni mücadele dinamiklerinde politik boyut nerdeyse yok gibidir. Ama mücadelenin ateşi içerisinde, kapitalist soyguna karşı birikmiş olan yılların öfkesinin boşalmasıyla oluşan ortamda, politik filizlere rastlanmaktadır.
Amerika’da geçen yılki UPS grevi ile bir yıl sonra gerçekleşen General Motors grevi önemli gelişmelerdir. Eylemi başlatan sendikalardır. Örgütlü bir suç şebekesi olan kamyoncular ve otomobil sektörü sendikaları bu eylemler sayesinde prestijlerini ve işçiler üzerindeki egemenliklerini restore ettiler. Bu arada işçiler bazı maddi kazanımları elde etseler de, bunlar eylemin ardından çeşitli bahanelerle uygulanmadı. Ancak bu eylemlerin esas önemli yanı, işçilerin öne sürdükleri temel taleplerin bilince çıkması, tartışılması ve teşhir edilmesidir. Amerikan işçilerinin esnek çalışma yöntemine ve taşeronluğa hayır diyerek harekete geçmeleri ve uluslararası planda dikkat merkezine dönüştürmeleri önemli bir gelişmedir.
Danimarka’da 27 Nisan ‘98 tarihinde gerçekleştirilen genel grev ise, bu ülke açısından tarihsel bir öneme sahiptir. ‘85 yılından bu yana katılımın en yoğun olduğu bu eylem, sendika bürokratlarına, onların teslimiyetçi ve işbirlikçi politikalarına karşı patlak vermiştir. Bu bakımdan tarihsel bir özelliğe sahiptir. Danimarka’da yıllık paralı izin süresi beş haftadır. Emekçi(64)ler uzun süredir bu sürenin altı haftaya çıkartılmasını talep etmekteydiler. 1999-2000 yıllarını kapsayan toplusözleşme pazarlıklarında sendika temsilcileri emekçilerin bu talebini işverene dayatmak için görevlendirilmişlerdi. Ancak sendika bürokrasisinin işverenlerle yürütüğü pazarlıklar sonucunda yıllık paralı izin süresi sadece bir gün uzatıldı. Üstelik bu yeni izin günü 24 Aralık’a, yani Danimarkalıların çoğunluğu için zaten tatil olan bir güne denk getirilmişti. İşçiler bu ihanete genel grevle cevap verdiler.
Rusya ve Ukrayna’da kesikli dalgalar halinde güçlü emekçi direnişlerine tanık olundu. Geçen Haziran ayı ortalarında 8 aydır maaşlarını alamayan Ukraynalı onbinlerce maden işçisi 21 gün süren 521 kilometrelik bir yürüyüşten sonra başkent Kiev’e vardılar. Rusya’da maden işçileri ve eğitim emekçileri, birbirlerinden kopuk da olsalar, anlamlı direnişler sergiliyorlar. Bu direnişin en radikalini Sibirya maden işçileri verdiler. Madenciler bu ülkede mücadelenin başını çekiyor ve batılı gözlemcilerin de belirttikleri gibi, “acayip ve aynı zamanda korkunç bir mücadele yöntemi keşfetmiş durumdalar, ‘kötü’ örnek” oluyorlar. Zira madenciler demiryollarını trafiğe kapatmakta, sadece yolcu trenlerini bırakmaktadırlar. Böylece, zaten can çekişen ekonominin arta kalan sayılı can damarlarını da sıkmakta, merkezi iktidarı zor durumda bırakmaktadırlar. Sibirya’daki demiryollarını trafiğe açmak için başbakan yardımcısı Beretzov 300 milyon rubleyi çuvallara doldurarak Sibirya yolunu tutmak zorunda kalmıştı.
Avrupa kıtasında yaşanan işçi eylemleri ise yeni bir eksene oturma eğilimi göstermektedir. Mücadelenin kıta genelinde birleşik bir nitelik kazanması eğilimi gelişmektedir. Geçenlerde ilk denemesi yapılan bu eğilimin ilk örneğini, başını Fransızların çektiği kamyoncuların direnişi oluşturmaktadır. Bu eylem Avrupa’da aynı sektörde çalışan emekçiler arası dayanışmada bir harç işlevi görmüştür. Bunun ilk ürünleri alınmaya(65)başlandı ve gerisi başka sektörlere de yayılarak gelecektir. Nitekim İspanya’da da benzer ölçekte olmasa da kamyoncu eylemlerine tanık olundu. İspanyol kamyoncularının Şubat ‘97’nin ilk haftasında başlattıkları eylem ülkenin tamamına yayılmıştır. Onlar da Fransızlar gibi, 60 değil 55 yaşında emekli olma ve daha iyi çalışma koşulları istemiyle direnişe geçtiler. Villevorde vesilesiyle patlak veren Euro-grevler ise son yılların en önemli gelişmelerinden birisi sayılmalıdır. Avrupa’da düzenlenen ortak eylemler enternasyonalist dayanışmanın ilk deneyimleridir.
ABD’de ve Avrupa’nın zengin ülkelerinde patlak veren işçi eylemleri, direnişleri, politik bir karakterde olmasalar da, bazı açılardan geri kalmış ülkelerin işçi sınıflarına cesaret veren ve perspektif kazandıran eylemlerdir.
Güney Kore emek sömürüsünün en yüksek düzeyde olduğu ülkelerin başında gelmektedir. İşçi sınıfı hep zor kullanılarak sömürüldü. Ancak dayatılan ekonomik modelin geçen yıl çökmesiyle, kendilerine sürekli vaadedilen tünelin ucunu asla göremeyecekleri net bir biçimde ortaya çıktı. Güney Kore işçileri artık bugüne kadar yaptıkları fedakarlıkların kimlerin ekmeğine yağ sürdüğünü görmektedirler. Bu nedenle son birkaç yıldır bu ülkede ciddi bir işçi sınıfı hareketi mevcuttur. Krizin patlak vermesiyle birlikte bu hareket hem nitel, hem de nicel olarak büyük bir sıçrama kaydetti. Her işçi eylemi toplumun önemli bir bölümünü etkileyen militan bir cereyan estirmektedir.
Arjantin dışında Latin Amerika işçi mücadeleleri nispeten sakin durumda. Porto Rico’da Telekom şirketinin özelleştirilmesine, ABD tekelleri tarafından yutulmasına karşı genel greve gidildi. Bu ülkelerin çoğunda sınıf mücadelesi gerilla mücadelesine endekslenmişti. Günümüzde gerilla hareketi gerilemekte, ama sınıf hareketi doğan boşluğu halihazırda dolduramamakta, ciddi bir kabarış yaşayamamaktadır. Ayrıca bu kıtaya Asya’yı sarsan kriz nedeniyle yoğun bir sermaye akışı yaşanması sosyal gerginliği kısmen yatıştırmış durumda. Fakat(66)kıtayı vurmaya başlayan iktisadi kriz, çok geçmeden, bu kıtadaki toplumları sert bir biçimde sarsacak ve taşeronluğun gerçek yüzünü tahribatları ile birlikte ortaya serecektir. Böylece, bugüne kadar zorla veya başka yöntemlerle düzenin cenderesinde tutulan sınıf hareketinin ufku berraklaşacak, tercihleri daha açık bir ifade kazanacaktır.(67)...(68)