Toplumsal sistem gerçekliĞİ


ORTA BARBARLIKTAN MEDENİYETE GEÇİŞ



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə36/133
tarix18.03.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#45872
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   133

ORTA BARBARLIKTAN MEDENİYETE GEÇİŞ,


MADALYONUN DİĞER YÜZÜ
Şu ana kadar biz daha sadece madalyonun birinci yüzüne baktık! İnsanlığın tarihsel gelişme sürecini Engels ve Morgan’ın açıklamalarına dayanarak, onların koyduğu tarihsel gelişme çizgisi içinde ele almaya çalıştık. Hayvanların ehlileştirilmesinin öğrenilmesiyle birlikte barbarlığın orta aşamasına geçiş, çobanlık; daha sonra da, demirin keşfiyle birlikte, toprağın işlenebilir hale gelmesi ve yukarı barbarlık; derken, medeniyetin, köleci toplumların ve devletin doğuşu, tarihe giriş. Ama insanlığın başından geçenlerin hepsi bu kadar değil!. Engels’in göremediği, Morgan ve Engels’ten sonra yapılan arkeolojik kazıların ve bilimsel çalışmaların ortaya çıkardığı madalyonun bir yüzü daha var. İnsanlığın tarihsel gelişimi böyle düz bir çizgide gelişmemiş. Demir bulunmadan çok daha önceleri, coğrafi koşulların uygun olduğu Dicle ve Fırat’ın alüvyonlu topraklarında tarımsal faaliyette bulunmayı öğren-miş insanlar. Sınıflı topluma geçiş ve köleci toplumun doğuşu da, gene ilk olarak bu bölgede gerçekleşmiş. Engels ve Morgan’ın koyduğu tarihsel gelişme tablosuyla arada dört bin yıllık bir mesafe var. Onlar daha çok Grek-Roma medenileşme sürecini, yani Batı toplumlarının tarihsel gelişme çizgisini incelemişler. Ve bu da en fazla üç bin yıllık bir süreç. Halbuki Mezepotamya’da ilk medeniyetin doğuşu yedi bin yıllık bir hikâye. Arada dört bin yıl var. Bu dört bin yılda neler olmuş, insanlık nerelerden, hangi süreçlerden geçerek ilerlemiş; bugün „Batı medeniyeti“ dediğimiz oluşumun kökleri nereden gelmiş, bütün bunlar çok önemli. Ama sadece „geçmişi bilmek“ adına entellektüel bir çaba olarak değil, bugünün hangi dünden çıktığını-ya da bir türlü çıkamadığını- bilmek açısından da çok önemli.
Örneğin, Türklerden Hunlara, Moğollara kadar bütün göçebe toplumların tarihsel gelişim diyalektiğini; bunların, daha barbarlığın yukarı aşamasına geçmeden, yani toprağa yerleşerek tarımsal faaliyete başlamadan önce sınıflı topluma geçerek nasıl devlet kurabildiklerini sadece Engels-Morgan çerçevesi içinde kalarak açıklayamazsınız. Bu tablonun içinde barbarlarla medeniyetlerin binlerce yıl süren altüstlükleri yoktur. Antika tarihin çarkını döndüren karşılıklı etkileşimin diyalektiği yoktur. Bu yüzden de, örneğin bir Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve tarihsel gelişim diyalektiğini açıklayamazsınız eldeki bu malzemeyle. Bir avuç insandan oluşan bir aşiretin nasıl olup da koskoca bir imparatorluk haline geldiğini açıklayamazsınız. Ama dünü, geçmişinizi açıklayamadığınız zaman bugününüz de karanlıkta kalıyor. Kimlik sorunuyla karşı karşıya kalıyorsunuz!

TARİH MEZEPOTAMYA’DA BAŞLIYOR

„Irak arkeoloji kazılarının XVIII'inci (tarihten önceki 1'inci) tabakası deniz seviyesinden 1 metre aşağıdadır. Yani Irak Orta Barbarlığı toprağını su içinden çıkarıp kazanmıştır. İlk Yunan hilozoist filozofunun her şeyi su aslına bağlaması, İslâm medeniyetinin, her çeşme taşına "ve minel mâe küllü şey'in hayy: Her şey sudan canlandı" deyimini kazıması, besbelli, hep ilk insan medeniyeti kaynağındaki bu gelişimin gelenekleşmesidir. Fakat Irak medeniyetinin bütün gelenek ve destanlarının dinamizmi de gene hep o deniz seviyesi altında oturukluk gerçeğinden çıkar: Pek ünlü "Tufan" olaylarının sembolleşmesi, sosyal altüstlükleri sular altında kalma biçiminde konkretleştirir. Irak toprağının yeryüzündeki bütün subtropikal ırmak topraklarından üstün yanı: yalnız çöl ortasında sazlık bataklık olması değil, aynı zamanda en önemsiz şeymiş gibi hiç üzerinde durulmayan petrol anası zift (bitum) ülkesi oluşudur. Belki zift olmasa, deniz seviyesinden alçak bir bataklık içine yerleşip ziraatçi yerleşim imkânı da gerçekleşemezdi ve insanlık medeniyet yoluna kolay kolay giremezdi. Bugün hâlâ tecrit maddesi olarak kullanılan zift, denilebilir ki, Irak medeniyetinin orta ve yukarı barbarlık basamaklarının alçakgönüllü çimentosudur. Irak insanı onun değerini herkesten iyi anlamış ve kullanmıştır. Bataklık içinde ilk kulübelerin arsasını ziftle oturulur hale getirmiştir. Bir kat hasır, bir kat balçık kerpiçle kurduğu evlerinin duvarlarını ziftle ayakta tutmuştur. En ileri medeniyet çağında mimarlık süsü gibi sürüp gidecek pişmiş balçık konilerle saz hasırların duvarlara çakılış stili, gene zift yardımıyla neme karşı insanı korumuştur. Nihayet, o taşsız ülkede, balçık kerpiçleri yirmi metre boyunda Zikkurat'lar biçiminde yükseltebilmek, ancak kerpiç aralarına birer tabaka zift koymak suretiyle başarılmış: İlk inanç tepeleri, tanrı evleri, tapınak yapılan zift sayesinde mümkün olmuştur. Biçimcikler, heykelcikler gibi güzel sanat eserleri zift maddesiyle dayanıklaştırılmıştır. İnsanlar zift perukalarla süs edinmişlerdir. Çağımızda petrol ne kadar önem kazandıysa, İlk Irak kültürlerinde, suya batmış balçıktan bir medeniyet yaratmak için zift de en az o kadar önemli rol oynamıştır”.[11]


Son derece yumuşak, tarımsal faaliyette bulunmak için illâki demir sabanla sürmeye gerek olmayan-verimli bir toprak, subtropikal bir iklim. İşte Mezopotamya’nın sırrı burada. Ve insanlar ilk kez bu topraklarda ihtiyaçlarından daha fazlasını üreterek zenginleşme yoluna giriyorlar. Mezopotamya bu nedenle medeniyetin beşiği oluyor. İnsanlık tarihinde ilk sınıflı toplum, ilk devlet, bütün bunların hepsi önce bu topraklarda gelişiyor. İnsanlığın yazılı tarihi burada başlıyor.
İnsanın tarihsel-toplumsal bir yaratık olduğunu söylemiştik. Yani her insan, içinden çıktığı tarihsel-toplumsal gelişme sürecinin yaşayan canlı bir temsilcisidir. Ama onun bu varlığı, çevreyle-doğayla etkileşim içinde gerçekleştiği için, o aynı zamanda çevreyle etkileşim sürecini de temsil ediyor kendi varlığında. Bütün bunları şöyle formüle edelim: Daha o ilk oluştuğu andan itibaren, kendi içinde bir AB sistemi olarak gerçekleşen sistemin-toplumun bir elementi insan. Kendi varlığını bu toplumsal varlığın içinde, onun bir parçası olarak üretebiliyor. Ama bu da, çevreyle-doğayla etkileşim içinde gerçekleşiyor. Çevreden alınan madde-enerjiyi-informasyonu işlerken kendi varlığını da üretiyor insan ve toplum.
Öte yandan, insan, çevreyle etkileşme sürecinde sadece kendi varlığını üretmekle kalmıyor, bu süreç aslında çevre-insan (toplum) sisteminin kendi kendini üretimi süreci dir de. Çevre ve insan, doğa’nın kendi kendini üretimi sürecinin üretici güçlerini oluşturuyorlar. Bunlar arasındaki ilişkiler de, evrim sürecinin her aşamasına özgü üretim ilişkileridir. Yani insanlar, üretim süreci içinde sadece kendi aralarında üretim ilişkileri kurmuyorlar, çevreyle-doğayla da bu türden ilişkiler kuruyorlar. Ve böylece, her aşamada, çevreyle etkileşme sürecinde kurulan denge içinde, üretici güçler sistemi üreterek gelişmiş oluyorlar. Bu süreç içinde sadece insanlığın ürünü olan hiçbirşey yoktur! Herşey çevreyle olan etkileşmenin ürünüdür-bir sentezdir. Bir an için çevresinden koparıverin insanı geriye hiçbirşey kalmaz.

Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   133




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin