ÇITIK/ÇITIK ÇALMAK:Baş ve işaret parmağımızı birbirine sürterek ses çıkartmak.Bir olay ya da sevinç karşısında durumumuzu belirtmek için gülüp oynamak.Çok sevinmek.
ÇITLAK: Kıvılcım.
ÇITMA: Sıçrayarak sağa sola ayak sallama. Tekme.
ÇITNAK: Nokta.
ÇIVGIN/ÇAVGUN: Kar ve rüzgarla karışık yağan yağmur.
(Divanü Lügati’t-Türk): Kamıştan veya dikenden yapılan duvarımsı örgü.
ÇİTE: Yün öremk için kullanılan tel çubuk.
ÇİTEN: Kulpsuz sepet.
ÇİTİL: Kavgacı, huzursuzluk yaratan. Belalı.
ÇİTİLLİKETMEK: Aksilik etmek.
ÇİTİMEK: Sıkı dikiş.
ÇO: Eşeği sürme ünlemi.ÇOĞĞ.
ÇOCUK OYUNLARI:Yöremizde oynanan çocuk oyunları şunlardır:Dönme Dolap ve Çıkrık,Mile ve Enek,Ara Kesme,Saklambaç,Salıncak,Uzun Eşek.
ÇOĞUMSAMAK: Çok görmek.
ÇOLAPA: Beceriksiz, eli hiçbir işe yakılşmayan (kişi).
ÇOLPA (COLPA): Eli yakışıksız, ayağı dolaşan, acemi. Bir ayağı sakat olan.
ÇONKESMEK: Çok üşümek, buymak.
ÇONOLMA: Hayvanın üşüterek hastalanması.
ÇON: Bir hayvan hastalığı.
ÇOR: Karında su toplama hastalığı.
ÇORT/ÇORTUK/ÇORTLUK: Dikenlik.
ÇOPRA/COBRA: Sık çalılık veya sazlık.
ÇOTUK-H: Kabarık, yaramsık.
ÇOTUL: Tepesi kesik, büyüyemiyen ağaç.
ÇOTUR: Kabarık,dikenli yer.
ÇÖĞEN/ÇEVGEN: Ucu eğri ağaç.
ÇÖHÇÖH (Divanü Lügati’t-Türk): Atları yönlendirmek için yada vurmak için kullanılan bir ilgeç.
ÇÖKELEK: Yağı alınmış yada yoğurdun kaynatılmasıyla elde edilen bir tür peynir.
ÇÖMÇE: Ağaç kepçe.
ÇÖMÇE GELİN : Kuraklık dönemlerde yağmur yağmasını sağlamak için çocuklarla gençlerin yaptıkları tören ve bu tören için özel olarak hazırlanan kukla. ÇULLU KADIN, KEPÇE KADIN ,KEPÇE GELİN,KEPÇELEYİN gibi adları vardır. Bir sırığa kol olarak iki çömçe takılıp entari giydirilir. Başı gelin gibi duvakla süslenir. İki çocuk bu çömçelerden tutup bu kuklayı ev ev gezdirirken öbür çocuklar da hep bir ağızdan tekerlemeler söylerler. Tekerlemeler yağmur yağması ve bol ürün alınması üzerinedir.Dolaşılan evlerden yağ,bulgur,un,tuz .. toplanır ve sonra bunlardan yemek yapılarak yenir. Veya köydeki muhtaç ailelere dağıtılır./Ana Britannıca) Yukarı Gökçe köyünde söylenen bir tekerleme: Kepçeleyn ne ister/Kaşık kaşık yağ ister/Gökte yağmur yerde çamur/Ver Allah’ım ver hayırlıca yağmur.
ÇÖPRE/CÖBRE :Biriken mum,pekmez artığı.
ÇÖPLÜK: Evin avlusu.
ÇÖPÜR: Keçi kılı.
ÇÖREK (Divanü Lügati’t-Türk): Çörek.
ÇÖRÖŞ: Arabasız, yakın taşınan ağaca yardımcı, ikinci bir çift öküz koşulması.Yardımcı öküz.ÇOROŞ.
ÇÖTE: Topaç. Bıyu kısa.
ÇÖTEN: Kemre arabasının yanına çivilenen tahta.
ÇÖTÜR: Orman içindeki diken ve çalı topluluğu.
ÇÖVDÜRMEK/ÇÖDÜR(MEK)/ÇÖĞDÜRME: İşemek.
ÇÖVEN: Kökü ve dalları, suya sabun katılmış gibi köpüren bir bitki, sabun otu.
ÇUL (Arapça CULL): Kalın iplikten örülmüş bir dokuma. Kıldan örülmüş kaba dokuma, giyim. ÇULLAMA, ÇULLANMAK, ÇULLAMAK, ÇULLU, ÇULSUZ...gibi kullanımları vardır. Hayvan örtüsü.
ÇULÇÜRÜTEN: Misafirlikte fazla kalan.
ÇULTUTMAZ: Sebatsız, herşeyi çabuk kaybeden.
ÇULLAMA: Eti pişirdikten sonra yufka içine koyup yağda kızartarak yapılan yemek türü.
ÇÜŞ: Eşeğe verilen “yürü” ve “dur” emri. Ahmakça harekette bulunan kişilere söylenen söz.
DABAKOLMAK: Tabak olmak. Hayvanın ağzındaki ve ayağındaki tırnak aralarında çıbanlı yara açılmasıyla oluşan hastalık.
DABANA KUVVET/TABANA KUVVET: Ayağına kuvvet. Dayanıklı olmak. Bir yere yetişmek, varmak için yürümeye hız vermek. Ara vermeden yürümek.
DADANMAK: Alışkanlık haline getirmek.
DAĞ BAYIR : İniş çıkışlı yer.
DAH/DEH: Atı, eşeği sürme eylemi.
DAHACIK: İşte, orada!
DALAHLANMA: Hayvanın dilinin boğazına kaçarak bayılması.
DALAKLANMAK: Hayvanlarda karın boşluğuna vurulmasıyla; insanlarda ani bir darbeyle sersemlemek.
DALAŞ(MAK): Kavga etmek. Köpeğin dövüşmesi.
DALFİDAN : Taze ve yeni fidan.
DALOĞLAN : DALOĞU. Gealişkin erkek çocuk.
DALÖĞLE : Tam öğle zamanı.
DALUYKU : Derin uyku.
DAM: Evin üstü.
DAMARSIZ: Huysuz, geçimsiz.
DANGALAK-H: Boşboğaz.
DANGIR: Geveze.
DANİK: Kötü ayakkabı.
DANİSKA/TALİSKA: Çok iyi.
DARABA: Bahçe kenarına çakılan tahta parçaları. Balkon, sundurma.
DAVDEMEK: Çok yaramazlık etmek, yerinde duramamak.
DAVAR (Eski Türkçe TAVAR): Mal, mülk anlamında. Anadolu Türkçesi’nde inca baş hayvanlara, özellikle koyun cinsine denir.
DAVUNTUTSUN : “Ağzın konuşmaz olsun” anlamında yergi sözü.
DAVUN: Ağız yarası. Zehir.
DAYAK:
Dayanacak değnek, sopa.
Dövmekte kullanılan değnek, kötek.
Kapı arkasına dayatılan destek.
DAYFAL(AN)MAK: Çok acıkmak.
DAYFALAMAK: Bulantı duymak.
DAYLI:
Şiddetli sancı.
Bol su olan yer.
Zehirli olup hayal gücüyle yaratılan düşsel bir hayvan.
DAZIRAMAK: Sıcak günlerde hayvanı sokacak olan sinekler bu eylemleri önlendiğinde ses çıkarırlar.Bu hayvanların dazıramasıdır.İnsanlar4 da kızgınlıklarını belli etmek için homurdanırlar,ses çıkarırlar.Bu “Belirtilen işe karşı olduğunu sezdirmek” anlamındadır. Bu sezgiyi fark eden kişi ise karşılık olarak boşuna söylenme,konuşma anlamında “Boşuna dazırama” şeklinde konuşur.
DESTEKALDIRMAK: Tarlada ekin biçerken yoldan geçen kişiye biçtiği buğday desteğini kaldırarak göstermek, ondan bahşiş istemek anlamında davranışta bulunmak. Deste kaldıran kişi şöyle der: “Ekenler biçer/konanlar göçer/cennetin kapısını/cömertler açar”. Bu eylem genellikle atlı yolculara yapılır. Çünkü atlı kişi, zengin kişi sayılır. Deste kaldırılan kişi de bahşişi verir. Böylece ‘bereketli olsun’ dileğinde bulunulmuştur ve deste kaldıranı mahcup etmemiştir.
DEŞELEMEK: Bir nesneyi herhangi gereçle içini ortaya çıkaracak şekilde oymak.(Geniş anlamıyla) Bir olayı karıştırmak,içinden çıkılamaz duruma getirmek için şurasından burasından söz üretmek.
DEŞÜK . Teşik : Obur, karnı doymasına karşın gözü doymayan kimse. Ya da çok yemek yemekten karnı şişkin kimse.
DEVEBOYNU: Tınaz makinesinin elek sallayıcısı.
DEYNEK: İnce sopa.
DIDIÇ: Ufak tefek.
DIĞIL: Küçük, ufak.
DIKMAÇ: Ekmeği fazla doğranmış yoğurt.
DILDIVIZ: Basit.
DIRANGAKESMEK: Şişmek.
DIRÇETMEK: Çabucak uzun mesafeyi dolaşmak.
DIRIH: Zayıf durumda olan.DIRIK-H :Mecalsiz,fersiz.
DIRIZ: Zayıf. Küçük kalmak.
DIRMUH/TIRMIK: Ot dırımak için kullanılan ucu dişli,tarak biçiminde ağaç saplı tarım aracı.
DISTIRIÇTAKALMAK: Oldukça dar yerde veya durumda kalmak.
DIZDIZ: Çabuk ağlayan.
DİBEK (Türkçe TÜP: TEPE, DİP, TEMEL kökünden) TÜBEK/TİBEK/DİBEK...Dövmekle ilgili olduğu da belirtilir. Kök anlamı: Tepesine vurulan, tepesine vurularak dövülen. Buğday dövmek için ağaç veya taştan oyulmuş nesne.
DİBLE: Taze fasulye veya kara lahana doğranıp haşlandıktan sonra içine soğan, pirinç, yağ karıştırılarak yapılan yemek.
DİDİKLEMEK: Elle, çubukla uğraşmak, ince ince kazmak.
DİDİŞMEK: Birbiriyle azar azar kavgalanmak.
DİK OLUK-H: Değirmen oluğu.
DİKİLGEN: Sancı. Kramp.
DİKME: Yeni dikilmiş fidan.
DİLMEK: Dilim dilim kesmek.
DİNELMEK: Ayakta durmak.
DİNGİL: Çark, tekerlek gibi araçların merkezinden geçen mil
DONAM: Bir evin kapı, pencere, tavan, döşeme gibi bölümleri.
DONCUHLAMAH-K/DUNCUKLAMA: Fazla koşup yorularak düşme.
DONCUKMAK: Yerine beğenmemek.
DONGİLİK: Küçük baş hayvanlara takılan çıngırak.
DONUZLUK-H: Değirmenin alt kısmındaki oyuk.
DORAN: Çam ağacının yeni yetişmişi. Çamın gövde ile kabuk arasında yenilebilen zarımsı sıvısı.
DOĞOŞ/DOĞA: Öküzleri durdurma ünlemi.
DÖĞME: Ahlatın kurutulup ezilmesiyle yapılan toz halindeki yiyecek maddesi.
DÖKME: 1-Ortası delikli ve şekli yuvarlak,köy fırınlarımızda pişirilen buğday ekmeği. 2-Ahşap ev yapımında kullanılan ağaç.
DÖLLEME: Erkeğin dişiyi yavru yapacak duruma getirmesi.
DÖMEK: Ahırdan dışarıya gübre atılan delik.
DÖNÜK:
1) Tersine çevrilmiş.
2) İlçemizde yaşayan, ancak daha önce hristiyanken sonra Müslüman olan kimselere söylenen söz.
DÖŞ: Bağır.
DÖŞEK: Yatak.
DULDA (Moğolca DALDA: Korunma, sığınma)’dan Anadolu ağzına geçti. Rüzgar, yağmur vurmayan yer. Arka taraf.
DULDALANMAK: Siperde, bir köşede, kenarda özellikle gölgede barınıp kollanmak, dinlenmek.
DUT: İlkbahar meyvelerinden olan dut, değişik tadı ve lezzetiyle çok aranılan ve sevilen bir yiyecektir. Ülkemizin birçok yöresinde yetişen dut, sıcak bölgelerimizde Nisan, Mayıs aylarında, genel olarak ise Mayıs sonları, Haziran başlarında yetişir. Yayla özelliğine sahip olan Ordu’nun iç kesimlerindeki iç kesimlerinde ise bu tarih Temmuz ortalarını bulur. Yukarı Gökçe köyünde Temmuz’un 20’sinde ağaçtan dut sirkeleme anı. Bir kişi duta çıkmış dalları sirkelerken, yerdekiler örtüyü açarak dutların yere düşmesini önlüyorlar. 10 kg’yu aşkın toplanan dutun bir bölümü “göz hakkı” olarak komşulara dağıtılıyor. Geri kalanı sohbet eşliğinde yenirken dutun lezzeti damaklarda kalıyor.
DUZLUK-H: Çorbada kullanılan yoğurttan yapılan tuzlu yiyecek.
DÜDEK: Çam sakızının tazesi, bir çeşit reçine.
DÜĞ : Sulu kar.
DÜĞ GİBİ: Çok küçük kırılmış. Tane arpa kırılmış duruma gelince böyle tanımlanır.
DÜĞDÜ: Nacağın, girebinin arka kısmı. Küplentü.
DÜĞE: İki yaşındaki kara sığır.
DÜĞLEK: Küçük yumru.
DÜĞNELEMEK: Ufalamak.
DÜĞÜN / GELENEKSEL DÜĞÜNLERE ÖZLEM: Türkiye’de tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişin sancılarını en fazla çeken yörelerin başında Mesudiye geliyor. Toprağın verimsiz ve az oluşu nedeniyle yıllardır göç veren, neredeyse göç edecek insanı kalmayan Mesudiye’de geleneksel düğünler de unutulmakta...Düğün dedikse elbette köy düğünlerini kastediyoruz. Telli duvaklı, at sırtında gelin alınan düğünleri...Cuma günü başlayıp akşam “çuval ağzı” töreniyle kız evine giden köy kadınlarının, yanlarında katkı amacıyla götürdükleri süt, yoğurt, yumurta, yağ, peynir gibi yiyecekelerini gelinin annesine sunması ve “hayırlı olsun” dilekleriyle başlayıp, topluca yenen yemeğin ardından kemençe eşliğinde oynanan horonla başlayan köy düğünlerini kastediyoruz. Cumartesi gün boyu ve gece sabah kadar devam eden eğlenceler, davul zurna eşliğinde oynana oyunlar; Pazar günü gelin alma ile devam eden düğünler unutulmak üzere. Kız evinden, gelinin kardeşleri ve yakınlarının yardımıyla ata bindirilen gelin, gözyaşlarını dökerken geleneksel renkli gelin başı örtülerek damat evine doğru yola çıkar.“Düğüncü” adı verilen kalabalık toplulukla yapılan yolculuk sırasında at yarışları yapılır, gelinin çeyizinden yastık çalınarak damada götürülüp yüklü bahşiş alınan düğünler anlatmak istediğimiz. (Mesudiye Gazetesi)
DÜĞÜRCÜ: Gelin almaya gidenler. DÜĞÜRCÜ GİTMEK: Gelin almaya gitmek.
DÜĞÜRCÜK : Küçük dolu tanesi.
DÜNELEMEK: Taş sopla ile vurup sersemletmek.
DÜREMEÇ/DÜRMEÇ: Gözleme Ekmeğinin içinde çökelik konarak yuvarlakça sarılıp, dürülüp yenmesi.
DÜRME: Beyaz lahananın körpe hali.
DÜRMEÇ/DÜREMEÇ: Sandöviç.
DÜRME PANCARI: Beyaz lahana.
DÜRTÜKLEME : Bir nesneyi parmakla veya başkabir nesneyle ileri doğru itmek,karıştırmak.(Geniş anlamıyla) Bir konuyu ilgilileri rahatsız edecek şekilde konuşmak,ortaya çıkarmak.
DÜRÜMÜYESİCE: Yaramaz insana ileri gitmsi istenilmeyen durumlar için söylenen beddua sözü.
DÜVEN/DÖVEN/DÖĞEN:(TürkçeDÖVMEK)’ten. Ezen.Otu saman haline getiren dişli tahta.Harmanda sapla taneleri ayırmak,sapları saman haline getirmek amacıyla; genellikle bir çift öküz tarafından çekilen,altı keskin taşlarla donatılmış ,kalın tahtadan yapılmış düzenek
E Mİ?: “Öyle mi?” anlamındaki soru sözcüğü.
E(Ğ)OS: Tarlaya çift sürülürken açılan kanal.
EBELEME: Oyunda kaçan, saklanan çocuğun ebe tarafından yakalanması.
ECENE: Ağaç oymada kullanılan dört köşeli çelik alet.
ECİM (ÇEKMEK-ÇEKİŞMEK): Lades çekmek. İddialaşmak.
Ecim ecim olsun mu?
Olsun.
Ahirette de borcun olsun mu?
Olsun.
Vermeyen külli kafir olsun mu?
Olsun.
Çek kopsun.
ECİR:
Sevap.
Ücretle çalışan kişi.
ECÜNNÜ/ECİNNİ: Hortlak, cin, peri.
EDÜKLEME: İneği ikinci defa sağma.
EFERİM : Aferin.
EFERİMCİ: Öğülmeye ve bu yolla kandırılmaya yatkın kişi.
EGEN: Huysuz hayvanların ağzına takılan araç.
EGLEK/EĞLEK/EYLEK :Beklenti yeri.durak.
EGSÜK (Divanü Lügati’t-Türk): Eksik; bir şeyin kusurlu,aksak,bozuk hali.EKSÜK/EKSİK/EVSÜK :Tam olmayan.
EĞEK: Saban demirinin içine giren kısmı (Bakınız ENEK).
EĞİRCEK: Elde yün eğirmeye yarayan alet.
EĞİŞ: Yufka pişirirken çevirmek için kullanılan ağzı geniş tahta ya da demir alet.EĞİNŞ.
EĞMEÇ: Kızağın yanlarındaki fındık yada meşeden yapılan ince çubuklu korkuluk.EYMEÇ.
EĞNİ: Çamaşır.
EĞREK: Küme halinde oturmak. Oturma yeri. Öğle sıcağında koyunların toplu halde dinlendikleri gölgeli yer.
EĞREKBAŞI: Oturulan yerim önü, önemli yeri veya kişisi. (Bakınız BÖĞRÜK BAŞI).
EĞREKKAYA: Gölgelik veren eğik,tam düz olmayan kaya kütlesi.
EĞRÜLCE: Erik ağacında eriğin dışındaki ek meyvesi.
EKDİ: Başkasının topraında otlayan hayvan.
EKE: Tecrübeli, usta (kişi).
EKENEK: Ekilebilen, ekilmiş tarla.
EKİN: Tahılın tarlaya atıldığı andan harman oluncaya değin aldığı duruma verilen ad. EKİNBİÇMEK: Tarlada büyüyüp olgunlaşmış tahılın biçilme işlemi. EKİNKIYISI: Büyümüş tahılın (buğday, arpa, yulaf, çavdar) biçilmemiş,sonradan biçilecek kıyısı.
Ekini biçe biçe
Bulamadım ucunu
Gerisini söylemem
Anşa bilir suçunu (Rüştü Tuncalı)
EKLEŞMEK: Sataşmak, takılmak.
EKSER: Çivi. Büyük çivi. Mıh.
EKSÜK/EKSİK: Noksan, tam olmayan.
EKSÜKSÜZ: Noksansız.Tam olarak.
EKTİ : Her yiyeceğe canı çeken.
ELAVI: El yordamıyla yapılan.
ELDEĞİRMENİ: Zahrayı öğütmek için üstüste iki taştan oluşan ve elle çevrilen taş değirmen.
ELFEHMİNE: El yordamı, el ölçüsü ile.
ELBENDİ: Hoppa kadın.
ELECEK: Buğday dövme aracı, tokmak.
ELEK: Zahra elemek için kullanılan nesne.
Geniş tahtalarla döşenmiş duvarlara yine ahşap, tek bir ağaçtan oyularak yapılmış hamur tekneler, un elekleri, yağ külekleri, bez torbalar, deri eşyalar asılmış...
ELENTİ: Kalburdan geçirilmiş, kalburun altındaki hububat.
ELİNİNKÖRÜ: Aslında (ölünün gûru)dür. “Ölünün gömüldüğü yer” anlamına gelir. Gur (Farsça) mezar anlamındadır. Elinin körü’ne nasıl dönüştüğünü pek açıklayamıyoruz. Olumsuzluk bildiren bir sözdür.