Trabzon rehberlik ve araştirma merkezi MÜDÜRÜLÜĞÜ okul rehberlik hizmetleri BÖLÜMÜ



Yüklə 311,5 Kb.
səhifə2/4
tarix14.08.2018
ölçüsü311,5 Kb.
#70934
1   2   3   4

Douglas MALLOCH
Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse, Michelangelo’nun resim yaptığı, Beethoven’ın beste yaptığı veya Shakespeare’in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki gökteki ve yerdeki herkes, durup “Burada işini çok iyi yapan bir çöpçü yaşıyormuş” desin.

Martin Luther KİNG
SEN NE HAKLA BENİM YARIM SAATİMİ YERSİN?

Edison, bir icad peşinde, yirmi saat çalıştığı günlerin birinde uykuya mağlup olur. Yardımcısına kendisini yarım saat sonra uyandırmasını tembih ederek çalıştığı sedire uzanır. Fakat yardımcısı yarım saat sonra öyle derin ve tatlı bir uyku içinde bulur ki Edison’u, uyandırmaya kıyamaz. Bir yarım saat daha bekler ve öyle uyandırır. Edison, uyanır uyanmaz ilk işi saati sormak olur. Durumu öğrenince de çok sevdiği asistanını şiddetle azarlar: “Sen ne hakla benim yarım saatimi yersin?”

"Büyük insan büyüklüğünü, kendisinden küçük insanlara karşı
davranışlarıyla gösterir."

ACABA EKSİKLİĞİM NEDİR?

Colgate firması hesabına sabun satan bir pazarlamacı, hiç cesaretsizliğe düşmeden sabun satmakta başarılı olamadığı bir işyerine gider ve daha önce görüştüğü yetkiliye şöyle dermiş: “Size tekrar sabun satmaya gelmedim. Geçen defa niçin size sabun satamadım, merak ediyorum. Acaba eksikliğim nedir? Sizinle konuşurken nerede hata yaptım? Lütfen beni tenkit edip, gerçekleri açıkça söyleyiniz?” Eksiklerini öğrenerek kendini geliştiren bu adam bugün Colgate-Palmolive-Peet Sabun Şirketi’nin tepe yöneticisidir.

"Belleği çok kuvvetli olan pek çok insan sırf bu nedenden ötürü orijinal bir düşünür olmaz."

AYAKKABILARDA KULLANILAN CIRTLI BANTLAR NASIL İCAD EDİLDİ?

Fırsatları değerlendirme konusunda en ilginç örneklerden biri de George De Mestral’dir. Adından çok fazla insan haberdar değildir ama hepimiz onun bulduğu ürünü biliriz. Mestral, birgün köpeğiyle birlikte dışarıda yürüyorken, hayvanın kürküne bazı otların yapışmış olduğunu gördü. Aslında o hepimizin hayatımız boyunca karşılaştığı ve yanımızdan geçip gitmesine izin verdiği fırsatlardan biriyle karşılaşmıştı. İki seçeneği vardı. Tüylerin o kısmını kesip atarak köpeğe söylenmek ve aynı şeyi bir daha yapmamasını ummak. Ya da tüyleri inceleyip kürke yapışma konusunda nasıl etkili olduğunu görmek!.. George ikinci yolu seçti. Otları mikroskop altında inceledi ve velcroyu (ayakkabılarda kullanılan cırtlı bantları) icad etti.
"Cehennemde ateş yoktur, her insan ateşini bu dünyadan götürür."

BEYNİNİ YÖNET

Başına istenmeyen bir hadise geldiğinde kendine doğru soruları, doğru şekilde sor. Beyin, düşünme faaliyetini gerçekleştirirken iki işlem yapar; soru sorar, cevabını arar ve bulur. Sorulan soru düşünce akışının yönünü ve düşüncenin kalitesini belirler. İflas etmiş bir kişi: “Allahım neden ben? Bu cezayı hak etmek için ne kötülük yaptım?” diye sitemli, negatif bir soru sorarsa beyninin bulacağı cevap, üzüntüsünü daha da artıracaktır. Oysa aynı kişi kendine: “Tekrar sıfırdan başlayarak daha önce başardıklarımdan daha fazlasını başarmak kaç yılımı alır?”, “Tüm bunlardan ne öğrenebilirim?”, “Bir daha böyle bir durumla karşılaşmamak için nelere dikkat etmeliyim?” diye pozitif, geliştirici sorular sorarsa, aldığı cevaplar da kendisini geliştirici, motive edici olacaktır.

Beyin, ilk önce hedefi üzerine odaklanır. Hedefi amaçlar ve ilk girişiminde bulunur, ilk noktada durur; merkezin dışında, hedeften uzakta. Bu durum alışılmış bir biçimde “yanılgı”, “hata” ya da “başarısızlık” olarak değerlendirilecektir. Aslında, beyin hedefine doğru ilerleme kaydetmiştir. Çünkü şu anda başlangıç aşamasında sahip olduğu verilerin yanı sıra yeni bilgilere de sahiptir. İkinci, üçüncü, dördüncü girişimlerde de benzer hata ve başarısızlıklar görülür. Beyin bunları hata yerine öğrenime eklenen veriler olarak görür; bunlar, öğrenme sürecinin bütünleyici parçalarıdır. Dövüş sporcuları, bunu “kaybederken yapılan yatırım” olarak adlandırırlar. Bu yatırımlar, öğrenmemizin hızlanmasını sağlar.
"Bazı insanlar hayatta hiçbir gayeye sahip olmadan yaşarlar. Böyle insanlar bir nehir üzerinde akıp giden saman çöplerine benzerler. Onlar gitmezler; ancak suyun akışına kapılarak akarlar."
BİR ŞEY EN İYİ ŞEKİLDE NASIL YAPILABİLİR?

Ünlü orkestra şefi Artura Toscanini’nin 80. doğum gününde, oğlu Walter’e babasının en önemli işinin, en büyük başarısının ne olduğu sorulmuştu. Walter şu cevabı verdi: “Babam açısından böyle bir şey düşünülemez. Çünkü herhangi bir anda, ne iş yapıyorsa, o iş babamın hayatının en büyük işidir, ister bir orkestra yönetsin, isterse bir portakal soymuş olsun, yaptığı her şeye o, son derece önem verir ve özenle yapardı.”



"Hayattaki gerçek mutluluk budur: yüce olduğunu kabul ettiğiniz bir amaç için var olmak, doğanın bir gücü olmak…" 



AZMİN ZAFERİ

Grek hatip Demosthenes kekemeydi! İlk defa halk önünde bir konuşma yapmaya çıktığında herkes kahkahadan kırılmıştı. Ancak onun parlak bir konuşmacı olmak gibi bir hayali vardı. Bu hayalin peşini bırakmadı ve potansiyelini ortaya çıkarmaya çalıştı. Demosthenes’in ağzını çakıl taşıyla doldurduğu ve deniz kıyısına vuran dalgaların gürültüsünü bastırmaya çalışarak konuşma pratikleri yaptığı söylenir. Onun ısrarları meyvesini verdi ve hayalini gerçekleştirdi. Sonunda antik dünyanın en büyük hatibi oldu.

"Nereden başlayacağınızı bilmiyorsanız başlayamazsınız."



MUTLAKA HEDEFİN OLSUN

Yale Üniversitesi mezunları üzerinde yapılan bir araştırmaya göre, mezunlarla görüşülmüş ve onlardan açık ve belirli hedeflere sahiplerse bunlara nasıl ulaşacaklarına ilişkin planlarını yazmaları istenmiştir. Mezunlardan sadece %3’ünün böyle yazılı amaçlara sahip olduğu görülmüştür. Yirmi yıl sonra, yani 1973’te araştırmacılar 1953’te görüşme yaptıkları kişilere tekrar gitmişler, diğer konular bir tarafa, daha önce yazılı amaçlara sahip olan %3’lük kesimin finansal açıdan; geri kalan%97’nin toplamından daha iyi durumda olduklarını görmüşlerdir.Bu sadece kişilerin finansal gelişmelerini göstermektedir. Araştırmacılar, ölçümü zor olan; mutluluk, neşeli, huzurlu olma gibi sübjektif durumlarda da %3’lük kesimin diğerlerinden çok daha iyi olduklarını belirlemişlerdir.



"Gideceğiniz yeri bilmiyorsanız vardığınız yerin önemi yoktur."



FİZİKSEL DÜŞÜNCE

Güzel düşünceler taşımak anlamına gelen mutluluk, beyinde biyokimyevi değişiklikler yapmaktadır. Bu değişiklikler vücut üzerinde çok önemli etkilere neden olur. Aynı şekilde üzüntü ve stres de bedenimizde değişikliklere neden olur. Ancak bu değişiklikler fizyoloji üzerinde çok zararlı olmakta, vücudun doğal savunma sistemini “immun system” çökertmektedir. Doğal savunma sistemi çökmüş bir organizmada da, kanser hücreleri süratle büyüme şansı elde ederler.

Düşüncelerimizle beynimizi kontrol edebiliriz. Düşünmek, beyin kimyasını çalıştırmak demektir. Kızgın ve düşmanca düşünceler kalp atışlarını hızlandırır ve kan basıncını artırır. Aynı şekilde kaygılı düşünceler de kalbi hızlandırarak kan basıncını yükseltir. Ellerin titremesine, mide düğümlenmesine ve dil tutulmasına neden olur. Demek ki düşünce kendini fiziksel olarak ortaya koymaktadır.



"Kaderiniz karar anlarınızda biçimlenir." 



DUADAKİ SIR

Birçok ilim adamı duanın tabiatüstü bir faktör tarafından cevaplandığı düşüncesi üzerinde birçok tartışma ve araştırma gerçekleştirdi. Bunlardan biri de San Fransisko Hastanesi kalp uzmanı Randolph Byrd’ın 393 kişi üzerinde yaptığı çalışmalardır. Byrd, hastaların yarısını; dindar kişiler tarafından rahatsızlıkları için dua edilmek üzere rastgele ayırdı. Diğer kısmına ise dua edilmedi. Doktor, Plasebo tesirini ayırt edebilmek için tecrübenin sebebini ve hangi gruba dahil olduklarını hastalara bildirmedi. Byrd, çalışmanın sonunda, kendileri için dua edilmeyen grubun diğer gruba oranla beş kat daha fazla antibiyotiğe muhtaç olduklarını ve üç kat daha fazla komplikasyon (bozukluk) geliştirdiklerini ortaya çıkardı.



()Plasebo: İlaç etkisi olmayan, deneylerde, gerçek ilaçla karşılaştırılıp denenen ilacın etkilerini değerlendirmede kullanılan ilaç taklidi maddedir.

"Başarı için plan yapmıyorsanız, o zaman hükmen başarısızlığı planlıyorsunuz demektir." 



ERKEN KALKMAK

Vücudunun biyolojik saatine uygun hareket et!

Uyku peryodunu tabiatın fıtri ahengine göre ayarla.

IOWA Üniversitesi’ndeki bilim adamları, yaptıkları araştırmalarda, erken kalkanların, geç kalkanlara göre daha keyifli olduklarını tespit ettiler.

Ayrıca vücut ısısı ve dikkat ölçümlerine göre bir grup insanın uyku peryotlarını inceleyen bilim adamları, erken kalkanların bütün vücut faaliyetlerinin yaklaşık iki saat önce devreye girdiğini tespit ettiler.

Bunun da onların yaşayışlarına müsbet tesir ederek, erkencilerin daha mutlu ve keyifli olmasını sağladığını gözlemlediler.

"Büyük adamların amaçları, diğerlerinin yanlızca istekleri vardır." 



DUYGULARINIZI KONTROL ALTINDA TUTUN

“Heyecan ve Duygularınızı kontrol altında tutmalısınız. Örneğin, kızdığınız zaman tansiyonunuz altı derece artar. Bunun kalbiniz üzerindeki zararlı baskısını bir düşünün. Bir kimseyi hatasından dolayı suçladığınız zaman da o insanın kalbi üzerinde büyük bir baskı yapmış olursunuz. Bir problem yüzünden sinirlenir veya kızmaya başlarsanız hemen bu problemi kafanızdan atıp gevşemeye bakın. Bu sayede iç huzursuzluğunuzu ortadan kaldırırsınız. Kalbimiz, duygularını kontrol edebilen, neşeli ve huzurlu insanlardan hoşlanır.”

Dr. Charles Miner Cooper

"Eğer bile bile gücünüz yettiğinden daha azını olmayı planlıyorsanız; sizi uyarırım, hayatınızın geri kalan kısmında mutsuz olacaksınız. Kendi yeteneklerinizden ve olanaklarınızdan kaçıyor olacaksınız." 


POZİTİF ENERJİ

Eğer pozitif enerji almak istiyorsanız, beş-altı metre yakınında başka ağaç almayan bir çam ağacının gövdesine, avuçlarınız açık biçimde yaklaşın. Beyninizi pozitif enerji alacağınız konusunda yönlendirin. Gözlerinizi kapayıp, ağaçla bir bütün olduğunuzu hissedin. Elinizde bir sıcaklık duyacaksınız. Bedeniniz ağaçtaki enerjiyi çekecek, olumsuz elektriğiniz ise toprağa geçecektir.

Hayvanlar pozitif enerjiyi çeker. Evinize bir kedi götürün ve hayvanı takibe alın. Onun devamlı durduğu yer pozitif enerjinin en yoğun olduğu yerdir. Yatağınızı oraya yerleştirin.

Bilgisayarla çalışıyorsanız, yarım saatte bir soğuk su ile gözlerinizi yıkayın ve çalıştığınız ortamda, bilgisayarınızı üçgen oluşturacak şekilde yerleştirmeyin

Sevinç Kerimova (Biyoenerji Uzmanı)
"İnsan bir şeyi ciddi olarak istemeye görsün, hiçbir şey erişilemeyecek kadar yükseklerde değildir."


STRES YAPMAYIN

Stresli insanlar sakin insanlara nazaran iki kat daha fazla gribe yakalanmakta ve agresif insanların hayatlarında astım, ülser ve kalp rahatsızlıklarına yakalanma riski üç kat daha fazladır. Ayrıca depresyon kansere zemin hazırlamaktadır. Göğüs kanserine yakalanan kadınların savunma sistemlerinde doktorlar çok az miktarda antikor bulmuşlardır. Uyluk kemiği başı (femur) kırılan yaşlı insanlar, neşeleri yerinde ise üç kat daha fazla iyileşme imkânına sahipler. Ayrıca hisleriyle dürüst yaşamayı bilenler de iyileşme oranını artırmaktadır. Korkuya kapıldıkları anları kabul etmeyen insanlar daha fazla kan dolaşımı rahatsızlıklarına yakalanmaktadırlar. Hastalıklarını kabul edip problemleri hakkında konuşan kanser hastaları da, hastalığını itiraf etmeyen ve sorunları hakkında konuşmayanlara nazaran daha çabuk iyileşmektedirler

Psikolog Daniel Goleman
"İnsan kendisi için karar verir! Bu yüzden eğitimin amacı karar verme yeteneğini geliştirmek olmalıdır." 


MEYVE NE ZAMAN YENİLMELİ?

Unutma! En mükemmel yiyeceklerin başında meyve gelir. Çünkü meyve, vücuda en çok yararı olan ve sindirim için en az enerji gerektiren bir yiyecek türüdür. Beyin sadece glikoz ile çalışır. Meyvelerde bulunan meyve şekeri glikoza dönüşür ve bir çoğu da yüzde 90-95 su ihtiva eder. Bu da meyvelerin aynı zamanda hem beslenme, hem de temizleme görevi yaptığını gösterir.

Meyve nimetinden gerekli faydayı sağlamak için nasıl yenmesi gerektiğini öğren. Buna göre, meyve daima aç karınla yenmelidir. Çünkü meyvelerin çok büyük bir kısmı ince bağırsakta sindirilir. Meyve yendikten birkaç dakika sonra ince bağırsaklara geçer ve şekerini orada bırakır. Fakat midede et, patates, nişasta gibi şeyler var ise, yani meyve yemekten sonra yenir ise, meyveler midede kalır ve mayalanmaya başlayarak rahatsızlık verir.



"Eğer gelecek hakkında düşünmezseniz, asla bir geleceğiniz olmaz."
OLUMLU DÜŞÜNME

İyi kalpli bir kadın, kör, sağır ve dilsiz çocuklardan oluşan bir grubu sirke götürmüştü. Sirk dönüşünde kör çocuklardan biri, duygularını şöyle açıkladı: “Birlikte gittiğimiz sağır arkadaşlara çok acıdım” dedi. “Sirk orkestrasının müziğini, aslanların kükremesini, fillerin yürürken çıkardıkları ayak seslerini ve insanların alkışlarını duyamadılar onlar.”

"Erişmek isteği hedefi olmayanlar çalışmaktan zevk almazlar." 



PARA HERŞEY DEĞİL

Yer küresinin en zengin armatörü sayılan Onassis’in kızı Christine, milyarlar içinde doğdu, milyarlar içinde yaşadı ve bunalımlardan bunalımlara yuvarlana yuvarlana Buenos Aires’teki bir gece kulübünde tek başına ölüverdi. Hakkında çıkan yazılardan birinde şöyle deniyordu: “Hiç kuşkusuz her şeyini parası çaldı onun, ailesini, dostlarını, aşklarını, hatta ölümünü...” Neden ölümünü de? Çünkü bir gece kulübünde, tek başına, yalnızlığını unutmak için aldığı yatıştırıcıların şokuyla ölmüştü.

"Her şeyden önce plan! Nuh  Peygamber, gemisini yapmaya başladığı zaman daha yağmur başlamamıştı." 



BİR DAHA DÜŞÜNÜN

Küçük zannedilen şeyler yan yana geldiği zaman büyük rakamlar ortaya çıkar. Dakikada 10 damla su kaçıran musluğun ayda 170 litre su akıtmış olması bunu göstermektedir. Bir kuruluşumuzca yapılan araştırmaya göre, nüfus başına yılda 4-5 kg buğday karşılığı ekmek israf olmaktadır. Türkiye çapında israf edilen bu miktar ile yaklaşık olarak 30 büyük fabrika, 8 adet Suat Uğurlu Barajı büyüklüğünde baraj yapılabilmekte veya üç bin adet belediye otobüsü alınabilmektedir. İstanbul’da israf edilip çöplüğe atılan bir haftalık ekmek, Norveç halkının bir günlük ekmek ihtiyacını karşılayacak miktardadır. Birleşmiş Milletler’in çeşitli kuruluşlarının raporlarına göre, senede 19 milyon çocuk yeterli beslenemediği için ölmektedir. Açlık tehlikesine maruz kalan insanların sayısı 1 milyara yakındır.

"Kader bir şans oyunu değil, seçim sorunudur. Beklenecek değil, elde edilecek bir şeydir." 



YÖNLENDİRME

Askere giden genç bir psikoloji öğrencisi, askerler arasında şöyle bir uygulama yapar: Yemekte, askerlerin alması için hazırlanan yiyeceklerin önünde kayısı dağıtmak için durur. İlk gelen bir grup askere “Kayısı istemezsiniz değil mi?” diye sorar. Askerlerin yüzde 90’ı “hayır” diye cevap verirler. Sonra ikinci gruba olumlu yaklaşımı dener: “Biraz kayısı istersiniz değil mi?” diye sorar. Askerlerin yaklaşık yarısı “Aaa, evet birkaç tane alırım.” diye cevap verir. En son gruba da “seçenekli” satış tekniğine dayanan üçüncü yöntemi dener: “Bir tabak mı iki tabak mı kayısı istersiniz? Diye sorar. Çoğu askerin ordudaki kayısıları sevmemesine karşın yüzde 40’ı iki tabak, yüzde 50’si bir tabak alırlar.

"Esas işimiz uzakta bulanık duranı değil, yakında berrak duranı görmektir." 



OĞLUMUN ÖĞRETMENİNE

Öğrenmesi gerekli, bilmiyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını. Fakat şunu da öğret ona; her alçağa karşılık bir kahraman, her bencil politikacıya karşılık kendini adamış bir lider vardır. Her düşmana karşılık bir dost olduğunu öğret ona. Zaman alçak biliyorum. Fakat eğer öğretebilirsen ona, kazanılan bir doların bulunan beşinden daha değerli olduğunu öğret.

Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve hem de kazanmaktan neşe duymayı. Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu. Eğer yapabilirsen, sesiz kahkahaların gizemini öğret ona. Bırak erken öğrensin zorbaların görünüşte galip olduklarını. Eğer yapabilirsen, ona kitapların mucizelerini öğret. Fakat ona sesiz zamanlarda tanır. Gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği. Okulda hata yapmanın hile yapmaktan çok daha onurlu öğret ona. Kendi fikirlerini inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi. Nazik insanlara nazik, sert olanlara karşı da sert olmasını öğret ona. Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma. Tüm insanları dinlemesini öğret ona. Fakat tüm dinlediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret. Eğer yapabilirsen, üzüldüğünde bile nasıl gülümseyeceğini öğret ona. Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.

Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini. Ona kuvvetini ve beynini en yüksek fiyatı verene satmasını, fakat hiçbir zaman kalbi ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret. Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona. Ve eğer kendinin haklı olduğuna inanıyorsa dimdik dikilip savaşmasını öğret. Ona nazik davran, fakat onu kucaklama. Çünkü ancak ateş çeliği saflaştırır. Bırak sabırsız olacak kadar cesarete sahip olsun. Bırak cesur olacak sabrı olsun. Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır. Bu büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bak bakalım. O, ne kadar iyi, küçük bir insan. Oğlum.



Abraham LİNCOLN

(Oğlunun öğretmenine yazdığı mektuptan alınmıştır.)


"Okunu hedeften öteye atan okçu, okunu hedefe ulaştıramayan okçudan daha başarılı sayılamaz." 
... BABA UNUTUR ...

Dinle oğlum, bunları sana sen uyurken söylüyorum. Küçücük elini yanağının altına sokmuşsun, nemli alnındaki sarı lülelerin yapış yapış ıslak. Odana bir hırsız gibi süzülerek girdim. Birkaç dakika önce kütüphanede oturmuş gazetemi okurken vicdan azabım nefes kesen bir dalga gibi üstüme geldi. Bir suçlu gibi yatağının başucuna geldim. Neler mi düşündüm oğlum? Sabah sabah kızmıştım. Okula gitmek üzere giyinirken seni azarladım, çünkü yüzünü ıslak havluyla öylesine silivermiştin. Ayakkabılarının kirli olduğunu görünce sana onları temizlettim. Bazı eşyalarını yere attığında sana öfkeyle bağırdım. Kahvaltı ederken bir sürü kusurunu buldum. Yiyecekleri etrafına saçıyordun, lokmalarını çiğnemeden yutuyordun, ekmeğine çok fazla tereyağı sürmüştün. Sen oyun oynamaya gidiyordun, bense trenime yetişmek zorundaydım. Bana baktın elini salladın ve


"Güle güle babacığım" dedin. Ben ise kaşlarımı çattım ve "Dik dur!" dedim sana. Akşam üzeri de durum farksızdı. Eve gelirken seni yere çömelmiş arkadaşlarınla bilye oynarken buldum.  Çorapların yırtılmıştı. Arkadaşlarının önünde seni küçük düşürdüm ve kolundan tutup eve götürdüm. Bu çoraplar çok pahalıydı ve giymek istiyorsan dikkatli olmalıydın. Düşün oğlum bunları sana baban söylüyordu. Hatırlıyor musun? Sonra çalışma odama girdin. Gözlerinde incinmiş bir ifade vardı. Kâğıtlarımın üzerinden sana baktığımda bir an için çıkmaya yeltendin. "Ne istiyorsun?" diye bağırdım sana. Hiçbirşey söylemeden koşup boynuma sarıldın ve beni öptün. Hem de büyük bir sevgiyle. Sonra koşarak dışarı çıktın. Kâğıdım elimden düştü. Bana neler oluyordu? Sürekli senin hatalarını buluyordum. Seni böyle ödüllendiriyordum. Seni sevmediğim için değil bu; senden çok şey beklediğim için. Seni kendi çağımın değer yargılarına göre değerlendiriyorum çünkü. Oysa ki senin pek çok güzel özelliğin var. Kalbin öylesine yüce ki! Bu gece gelip beni öpüşün de bunu kanıtlıyor. Bu gece başka hiçbir şeyin önemi yok oğlum. Karanlıkta, yatağının yanında diz çöktüm ve çok utanıyorum. Bunları sana uyanıkken anlatsam da anlamazsın biliyorum. Ama yarın gerçek bir baba olacağım. Seninle oynayacağım. Sen acı çektiğinde acı çekecek, sen güldüğünde güleceğim. Dilimin ucuna kötü şeyler geldiğinde dilimi ısıracağım. Kendi kendime sürekli, "O bir çocuk!" diyeceğim. Ben seni büyük bir adam gibi gördüm. Oysa ki sen daha küçük bir çocuksun. Daha dün annenin kolları arasındaydın, başını onun omzuna dayamıştın. Ah, senden çok şey bekledim oğlum, çok şey bekledim.

"Nereye gideceğinizi bilmiyorsanız her hangi bir yol sizi oraya götürecektir."
NELER ÖĞRENDİK ŞU HAYATTA

Jackson Brown Jr.imzalı “Şu Hayata Neler Öğrendik Neler”İ dostlar methetti.  Fatma Yaşar’ı çevirisi olan ve Oğlak Yayınları’ndan çıkan kitabı dün edindim. Kitabın kapağında şöyle yazıyor:
Hayat, aşk ve öbür hoş şeyler hakkında 5’inden 95’ine kim ne keşfetti. Hepsine bayıldım. Bu “bayılmamı” sizinle de paylaşmak için 157 sayfalık kitaptan kendi hayatıma uyan keşifleri seçtim. (Rıfat Ababay)
• Evde bir değişiklik yapmaya kalktığımda, her şeyin düşünülenden iki misli daha pahalıya geldiğini ve iki misli daha uzun zaman aldığını öğrendim. Yaş: 48
• Tasalandıklarımın çoğunun gerçekleşmediğini öğrendim. Yaş: 64
• Evde yapılmış kurabiyelerin sıcakken yenmesi gerektiğini öğrendim. Yaş: 29
• Çocuksuz çiftlerin çocuğunu nasıl yetiştirmen gerektiğini daima senden çok daha iyi bildiklerini öğrendim. Yaş: 29
• Hiç bir kalite malın ucuz bir fiyata satılmadığını öğrendim. Yaş: 52
• İnsanlara iyi davranmanın hiçbir maliyeti olmadığını öğrendim. Yaş: 66
• Haklı olan insanlarla tartışmanın ne kadar zor olduğunu öğrendim. Yaş: 38
• İyi kalpli olmanın mükemmel olmaktan daha önemli olduğunu öğrendim. Yaş: 70
• Bir tartışmayı tatlıya bağlanmadan yatağa gidilmemesi gerektiğini öğrendim. Yaş: 73
• Bugün yediğim baklayı yarın üzerimde fazla kilo olarak göreceğimi öğrendim. Yaş: 39
• Biri “sorun para değil ilkelerdir” dediğinde, sorunun genellikle para olduğunu öğrendim. Yaş: 65
• Tepki göstermenin düşünmekten çok daha kolayımıza geldiğini öğrendim. Yaş: 55
• Yaşamın kimi zaman insana ikinci bir şans tanıdığını öğrendim. Yaş: 62
• Ailemin beni sevmesi için daima mükemmel olmam gerekmediğini öğrendim. Yaş: 18
• Küçük kararları aklımla, büyük kararları ise kalbimle almam gerektiğini öğrendim. Yaş: 52
• Sevmek ve sevilmenin dünyadaki en büyük neşe kaynağı olduğunu öğrendim. Yaş: 78
• Uygun giyimim başarı için yardımcı olduğunu öğrendim. Yaş: 28
• Bir eşle tartışmada, ilk “Özür dilerim, kalbini kırdım, lütfen beni affet” diyenin kazanan taraf olacağını öğrendim. Yaş: 51
• Evlilik yıldönümünü unutmamın bir facia olabileceğini öğrendim. Yaş: 44
• Kimsenin sır saklayamadığını öğrendim. Yaş: 17
• İnsanların uçaktaki “Lütfen motorlar duruncaya kadar kalkmayınız” uyarısı hariç, her makul uyarıya uyacaklarını öğrendim. Yaş: 51
• Bir insanın en büyük ihtiyacının takdir edilmek olduğunu öğrendim. Yaş: 45
• Ne zaman acelem olsa, önümdekilerin acelesi olmadığını öğrendim. Yaş: 29
• Bütün kadınların çiçek yollanmaktan hoşlandıklarını öğrendim. Yaş: 33
• Seven, sadık bir eşin, bir erkeğin en değerli hazinesi olduğunu öğrendim. Yaş: 68
• Hiç bir erkeğin, bir kadının gözyaşları ile baş edemeyeceğini öğrendim. Yaş: 49
• Sevgi evde öğretilmemişse, başka yerde öğrenmenin zor olduğunu öğrendim. Yaş: 51
• Fikirlerin sorulmasından herkesin hoşlandığını öğrendim.
• Para her şey değildir diyenlerin genellikle çok parası olan kimseler olduğunu öğrendim. Yaş:66
KAYNAK: Düşün! Konuş! Dinle semineri / MÜMİN SEKMAN
"Bir insan hiçbir zaman, nereye gittiğini bilmediği zamanki kadar uzun yol gidemez."
SALOME”YE

Öyle bir hayat yaşıyorum ki;

Cenneti de gördüm, cehennemi de.

Öyle bir aşk yaşadım ki;

Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.

Bazıları seyrederken hayatı en önden

Kendime bir sahne buldum, oynadım.

Öyle rol vermişler ki

Okudum okudum anlamadım.

Kendi kendime konuştum bazen evimde

Hem kızdım hem güldüm halime

Sonra dedim ki “ Söz ver kendine ”

Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin

Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin

Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin

Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatını seyredersin

Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculuklarını erken tanıdım

Öyle çok değerliymiş ki zaman

Hep acele etmem bundandı

ANLADIM….

Nietzche

"En büyük zaman hırsızı kararsızlıktır."

MEVLANA´DAN ALTIN SÖZLER

Bir adamın birçok hüner, fen, bilgi sahibi olduğuna bakma! Verdiği sözde duruyor mu? Vefâsı var mı? Ası ona bak! Hakla ettiği sözleşmeyi yerine getiriyorsa, insanlara verdiği sözde duruyorsa, vefâlıysa onu istediğin kadar öv! Onun iyi vasıflarını bir bir say! O, senin övgünden, saydığın meziyetlerden daha üstün bir kişidir.

* * *

Şöhret âfettir; şöhret peşinde koşmak, iyi tanınmak için uğraşmak, insanlığa yakışmaz. Eğer sen hakikati, aşk incisini arıyorsan, görünüşten kurtulman, deniz dalman, derinliklere inmen gerek! Yoksa şöhret, gösteriş, deniz kıyısına düşen köpüktür.



* * *

Kötü huy kılavuzun oldukça mutlu olacağım sanma! Sen sabaha kadar gaflet uykusundasın, ömürse kısadır. Korkarım ki, sen bu uykudan uyanınca gündüz olur.

* * *

Haydi şu benlikten kurtul, herkesle anlaş, herkesle hoş geçin. Sen kendine kaldıkça, bir habbesin, bir zerresin fakat herkesle birleştin, kaynaştın mı, bir ummansın, bir madensin! Bütün insanlarda aynı ruh vardır, ama hepsinde de aynı yağ bulunmaktadır. Dünya da çeşitli diller, çeşitli lügatler var, fakat hepsinin da anlamı birdir, çeşitli kaplara konan sular, kaplar birleşirler, bir su hâlinde akarlar. Tevhidin ne demek olduğunu anlar da, birliğe erersen, gönülden sözü, mânâsız düşünceleri söküp atarsan, can, mânâ gözü açık olanlara haberler gönderir, onlara gerçekleri söyler.



* * *

Sende bulunan beş duygu ışığını, gönül nuruyla aydınlat. Duyguları beş vakit namaz gibi bil. Gönlünse yedi âyetten ibâret olan Fatiha Sûresi’ne benzer. Her sabah göklerden bir ses gelir, gönlünden dünya sevgisini atabilirsen o sesi duyar, hakikat yolunun izini bulur, yol alır gidersin.

* * *

Gel, gel, daha yakın gel, bu yol vuruculuk ne zamana kadar sürüp gidecek? Madem ki sen, bensin, ben de senim. Artık bu senlik ve benlik nedir? Biz Hakk’ın nuruyuz, Hakk’ın aynasıyız. Şu halde kendi kendimizle, birbirimizle ne diye çekişip duruyoruz? Bir aydınlık bir aydınlıktan neden böyle kaçıyor? Biz hepimiz, bütün insanlar, tek bir vücud halinde olgun bir insanın varlığında toplanmış gibiyiz. Fakat neden böyle şaşıyız? Aynı vücudun birer uzvu olduğumuz halde neden zenginler, yoksulları böyle hor görürler? Aynı vücutta bulunan sağ el, ne diye sol elini hor görür? Her ikisi de madem senin elindir, aynı tende uğurlu ne demek, uğursuz.



* * *

Mânâların aşk burakı, aklımı da, gönlümü de aldı, götürdü.”Nereye götürdü?” diye den bana sor. Aklımı da, gönlümü de senin bilmediğin o tarafa, ötelere götürdü. Ben öyle bir revâka, öyle bir kemer altına ulaştım ki, orada ne ay gördüm, ne de gök. Öyle bir dünyaya eriştim ki, orada dünya da, dünyalıktan çıkar, dünyalığını kaybeder.

* * *

Mutlu olmanın sırrını Peygamber Efendimiz’den öğren de, Allah sana ne verirse ona razı ol. Başına gelen derde, balaya razı olur da, ses çıkarmazsan, o anda hemen sana cennet kapısı açılır. Eğer gam elçisi sana gelirse, tanıdık bir dost gibi karşıla, onu kucakla. Zaten o sana yabancı değildir, onunla aşinalığın vardır. Sevgiliden gelen cefaya karşı sakın suratını asma, onu neşe ile karşıla, merhaba, hoş geldin de. Onu güler yüzle, tatlı sözle karşıla ki gönül alıcı o eşsiz varlık hoşa gitmeyen çarşafını üstünden atsın da güzelliği ortaya çıksın.



* * *

Ey benim canım, şu toprak perdesinin ötesinde, gizli bir zevk, gizli bir mutlu yalayış vardır. Her şeyi gizleyen bu örtünün altında, yüzlerce güzel Yusuflar vardır. Bu ten, bu görünen beden ortadan gidince, asıl varlığın olan ruhun kalkar. Ey sonsuz olan ruh, ey fani olan ten! Bu halin nasıl olduğunu anlamak istersen, her gece kendine bak. Uykuya dalınca tenin ölmüş gibidir. Ruhunsa cennet bahçelerine kanat çırpmaktadır.

* * *

Pişman olmayı kendine âdet edinirsen boyuna pişman olur durursun! Nihayet bu pişmanlığa da daha ziyade pişman olusursun! Ömrünün yarısı perişanlıkla geçer, öbür yarısı da pişmanlıkla heder olur gider! Bu fikri, bu pişmanlığı terket de, daha iyi bir hâl, daha iyi bir dost ve daha iyi bir iş ara!



* * *

Ezel sofrası üzerinde her ne kadar halk kavgadaysa da, yediler ve yerlerse de, sofra yine o sofradır, ondan hiçbir şey eksilmez. O olduğu gibi durur. Bir kuşu bir dağın üstüne konsa, sonra uçup gitse, dağda bir fazlalık veya bir eksiklik görünür mü?

* * *

Şu tenimiz ruhumuzun bir köşküdür. Orası bir tepe, bit yıkık yer değildir. Ruhumuz bizim biricik dostumuz, yârimizdir. O, bize hiçbir zaman yabancı olmaz. Gönül yolu, korkunç bir çölden geçer. Yürekli bir er, Rüstem gibi bir yiğit olmayan oraya nasıl varabilir? Oraya varacak kişi, bir pehlivan gibi hasmını yere vuran, çeşitli gıdalarla bedenini besleyen, kuvvetli, güçlü kişi değildir. Oraya varacak kişi, nefsini yenen, kendi benliğini yıkıp alt eden, dünya âşığı değil, Allah âşığı olan kişidir. Böyle bir kişinin bedeni mezara girince; mezarın toprağı ile örtülünce, o bedenden tohum nasıl baş verir yücelirse, tıpkı onun fini Hak tarafından kabul edilmiş ağacı yükselir, boy atar. Nurlu bir gönül erinden başka, o nura âşık olan kimdir? Aşk mumu, pervanenin gönlünden başka neyi yakar?



* * *

Sermâyesi kanaat olan kişinin; her yaptığı iş, tâ’at olur, ibâdet sayılır. Onun yemesi, içmesi, uyuması, Hakk’ın emrini tutması, yerine getirmesi içindir. Sakın Hak’tan başkasını dost edinme! Çünkü halkın dostu olmak, halkın gözüne girmek ömürsüzdür, ancak yarım saat sürer.



MEVLANIN YEDİ ÖĞÜDÜ

Cömertlikte yardım etmede akar su gibi ol

Şefkat ve merhamette güneş gibi ol,

Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol..

Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol,

Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol,

Hoşgörülükte deniz gibi ol,

Ya olduğun gibi görün...

Ya  göründüğün gibi ol...

MEVLANADAN HİKÂYELER

Haddini Aşmanın Zararı  

     Bir gün adamın biri Hz. Musa (a.s.)´ya geldi:

    - "Ya Musa ne olur dua et de ben hayvanların dilinden anlayayım ve bundan kendime hisseler çıkartarak daha iyi bir insan olayım." dedi.

    Hz. Musa (a.s.):

    - "Yürü işine git, kaldıramayacağın bir yükün altına girmeye çalışma, bu halin senin için daha hayırlıdır." dedi.

    Fakat adam dinlemedi ısrar etti:

    - "Ya Musa ne olur hiç değilse kapımda yatan köpekle horozun dilini anlayayım." dedi.

    Musa (a.s.) her ne kadar bundan vazgeçmesi için çalıştıysa da adam ısrar etti. Bunun üzerine Musa (a.s.) ona dua etti. Adam sevinerek evine döndü. Ertesi sabah hizmetçisi sofrayı kurarken bir parça ekmek fırlayıp düştü. Horoz koşarak bunu kaptı. Köpek buna kızdı:

    - "Be horoz bu yaptığın doğru mu? Sen buğday da yiyebilirsin arpa da. Mısır da yiyebilirsin, küçük taneleri de. Bense ekmekten başka bir şey yiyemem, neden benim rızkımı kapıyorsun?" dedi.

    Horoz cevap verdi:

    - "Haklısın fakat hiç tasalanma yarın bizim efendinin eşeği ölecek, sen de böylece karnını iyice doyuracaksın." dedi.

    Bunu duyan adam hemen eşeği pazara götürerek sattı.

    Ertesi sabah da bakalım köpekle horoz ne konuşacaklar diye onların yanına geldi.

    Köpek horoza sitem ediyor:

    - "Yahu horoz hani eşek ölecekti, biz de karnımızı doyuracaktık." diyordun.

    Horoz:

    - "Eşek ölmeye öldü lakin başka yerde. Çünkü sahibim onu sattı. Fakat hiç merak etme yarın at ölecek, o zaman da daha büyük bir ziyafete konacaksın." dedi.

    Bunu duyan adam hemen ahıra koştu, atı aldığı gibi pazara götürüp sattı. Sevinerek evine döndü:

    - "Bu hayvanların dilini öğrenmem çok iyi oldu. Böylece zarardan kurtuldum." diye düşünüyordu.

    Ertesi sabah yine acaba ne konuşacaklar diye köpekle horozun yanına gitti. Köpek yine horoza sitem ediyor, duruyordu:

    - "Yahu horoz bu sefer de dediğin olmadı, yoksa sen de mi yalana başladın." dedi.

    Horoz:

    - "Hayır ben yalan söylemedim at ölecekti lakin sahibimiz onu da sattı. Fakat merak etme, yarın sahibimizin çok değerli kölesi ölecek o zaman onun hayrına yemekler, helvalar verilecek hepimiz doyacağız." dedi.

    Bunu duyan adam o gün hiç beklemeden, kölesini götürüp sattı:

    - "Bu horozla köpeğin dilini öğrenmem iyi oldu. Böylece birçok zarardan kurtuldum." diye düşünerek sevindi ve ertesi gün yine köpekle horozun yanına koştu. İkisi yine konuşuyorlardı. Köpek bu sefer çok kızgındı:

    - "Yalancı horoz, hani köle ölecek, bu sayede karnımız doyacaktı, günlerden beri yalanlarınla avutuyorsun, bu sana yakışır mı?"

    Horoz:

    - "Ben yalancı değilim ve yalan söylemem, diye başladı. Köle öldü fakat burada değil, başka yerde. Çünkü sahibimiz onu sattı. Fakat hiç iyi etmedi. Çünkü bu sefer sıra kendine geldi. Zira ilkin kaza, bela eşeğe gelecek, böylece sahibimiz beladan-kazadan kurtulmuş olacaktı. Eşeği satınca, onun yerine ata geldi, atı da satınca, köleye geldi. Köleyi de satınca bela ona gelecek. Sıra onda, yarın sahibimiz ölecek, o sayede hepimiz doyacağız." dedi.

    Bunu duyan adam ah vah etti, başına vurdu fakat iş işten geçmişti.

    Böylece tamahkarlığın cezasını hayatıyla ödedi.



Kuşun Hz. Peygamberin Ayakkabısını Kaçırması   

    Bir gün Allah´ın (c.c) Yüce Resulü (s.a.v.) abdest almak için su istedi. Elini yüzünü yıkadı, ayaklarını da yıkayıp, ayakkabılarını giymek üzereyken bir kuş gelerek pabuçlarından birini kaparak götürdü.

    Süratle havalanan kuş, havada pabucu tersine çevirdi. Çevirince içinden bir yılan düştü. Sonra kuş getirip pabucu Allah´ın (c.c.) yüce Resulünün önüne bıraktı. Hz. Hamza´nın Kahramanlığı     Yazdır  

    Resulullah´ın (s.a.v.) amcası Hz. Hamza gençliğinde, savaşlara katılırken zırhını giyer öyle cenge giderdi. Yaşı ilerleyince zırhsız, başı açık, vücudu çıplak savaşmaya başladı. Bunu görenler şaşırarak sordular:

    - "Neden böyle yapıp kendini tehlikeye atıyorsun ey aslanlar aslanı." dediler.

    - "Genç, iri yapılı ve kuvvetliyken savaşa zırhsız katılmazdın, şimdi ihtiyarladın gücün azalıp belin büküldüğü halde neden böyle hiçbir şeye aldırış etmez oldun." dediler...

    Hz. Hamza şöyle cevap verdi:

    - "Gençken ölümü bu dünyaya veda etmek olarak görürdüm. Fakat Muhammedi nur sayesinde bu fani dünyaya bağlı değilim. Ölüm hakikat kapısının açılışından ibaret olursa ondan neden kaçayım."



Deveye Cevap   

    Adamın biri develerden birine sordu:

    - "Ey izi mübarek eti helal deve nereden geliyorsun?" dedi.

    Cevap veren deve şöyle dedi:

    - "Sizin memlekette bulunana hamamdan geliyorum." dedi.

    Adam güldü:

    - "Evet, dedi söylediğinin doğruluğu dizinden belli." dedi.

    * "Ainesi iştir kişini lafına bakılmaz." 



Nasuh Tövbesi: Yıllar önce Nasuh adında bir adam vardı. Nasuh hamamlarda tellaklik eder böylece kadınları kolaylıkla avlayarak baştan çıkarırdı. Yüzü kadın yüzü gibi tüysüzdü. Erkekliğini bu yüzden rahatlıkla gizlerdi. Nasuh yıllarca tellaklık etti, kimse onun erkek olduğunun farkına varmadı. Çünkü yüzü kadın yüzü gibi, sesi kadın sesi gibiydi. Çarşaf giyer peçe takardı, fakat şehveti azgın bir gençti. Bu yüzden padişahın kızlarını bile hammada keseler ovar, yıkardı.

    Aradan zaman geçince Nasuh bu işten pişman oldu, tövbe etti fakat tövbesini tutamadı. Bu defalarca böyle oldu. Bir gün Nasuh bir Allah dostuna giderek:

    - "Bana dua et." diye ricada bulundu.

    O Allah´ın (c.c.) veli kulu ona dua etti.

    Nasuh bir gün yine hamamda tası doldururken padişahın kızının küpesindeki incilerden biri kayboldu. Bütün kadınlar onu aramaya koyuldular.

    Herkesin eşyasını aramak için önce hamamın kapısını kapadılar. Sonra başladılar aramaya. Fakat inci bir türlü bulunamadı. Bunun üzerine herkesin ağzını ve her yerini aramaya başladılar.

    - "İhtiyar, genç, herkes anadan doğma soyunsun." diye bağırdılar.

    Nasuh korkusundan bir kenara çekildi, yüzü korkudan sararmış dudakları titriyordu. Ölüm korkusu her yanı sarmıştı. Kendi kendine:

    - "Yarabbi, dedi. Birçok defalar tövbe ettim fakat tövbemi bir türlü tutamadım. Eğer beni bu beladan, rezil rüsva olmaktan kurtarırsan bütün yaptıklarımdan tövbe ettim." dedi.

    Hamamdakiler herkesi aradıktan sonra:

    - "Ey Nasuh herkesi aradık, şimdi sıra sende gel seni de arayalım." dediler. Nasuh için kurtuluş yoktu tam onu arayacaklardı ki ansızın:

    - "İnci bulundu." diye bir ses geldi. Nasuh´u aramaktan vazgeçtiler, böylece Nasuh rezil olmaktan, ölümden kurtulmuştu. İnci bulunduğu için herkes bayram ediyor seviniyordu. Bu sevinç dalgası geçtikten sonra Nasuh´u çağırdılar:

    - "Ey güzel tellak gel, padişahın kızı seni çağırıyor gel onu kesela, yıka" dediler.

    Nasuh bunu reddederek hamamdan çıkıp gitti. Bir daha da tövbesini bozmadı...



Denize Para Atan Adam  

Birisinin bütün serveti kırk kuruştu, bu kuruşlardan her gece birini denize atardı. Böylece de nefsini iyice ezerek hizaya getirmek, ıslah etmek isterdi.  



Annenin Nasihatı 

    Bir anne çocuğuna:

    - "Geceleyin mezarlıkta yahut da korkulu bir yerden geçerken gözüne bir hayal görünürse sakın korkma. Yüreğini sağlam tut, üstüne saldır. O zaman onun kaçtığını göreceksin." dedi.

    Çocuk düşünmeden şöyle söylendi.

    - "Sevgili anneciğim güzel söylüyorsun da ya o hayaletin annesi de senin söylediklerini ona söylemişse, ben ona saldırınca o da gırtlağıma sarılırsa ben o zaman ne yapacağım." dedi.

Adam Ve Su 

    Su pis bir adama:

    - "Ey pis adam koş bana gel ki seni temizleyeyim." dedi.

    Pis adam:

    - "Sudan utanıyorum." dedi.

    Su bunun üzerine:

    - "Eğer utanırsan nasıl temizleneceksin, bu pislik benim dışımda nasıl temizlenir." dedi.

    * Gönül ten havuzunda çamura bulandı, ama ten gönül havuzunda temizlendi.

     * Ten deniziyle gönül denizi birbirine bitişiktir, fakat aralarında bir berzah - bir aralık - vardır, birbirlerine kavuşmazlar.  

Yolun Kenarına Diken Eken Adam        Adamın biri bir yolun kenarına dikenler ekti. Dikenler büyüyüp gelişince yoldan geçenleri rahatsız etmeye başladı. Gelip geçenler:

    - "Bu dikenleri sök, insanları rahatsız etmesinler." demeye başladılar. Fakat adam bunları duyuyor fakat aldırmıyordu. Bir gün Allah´ın bir velisi ona:

    - "Mutlaka bu dikenleri sök." dedi.

    Adam itiraz etmedi.

    - "Evet mutlaka bir gün sökerim." dedi.

    Adam ha bire yarın yarın dedikçe dikenler büyüyüp kuvvetleniyordu.

    Veli adama:

    - "Ey vaadinde durmayan adam, sök şu dikenleri bu işi sürüncemede bırakma." dedi.

    Adam:

    - "Babacığım, bir hayli gün var, bugün olmazsa yarın, bir gün mutlaka bu işi yapacağım." dedi.

    Allah´ın (c.c.) velisi bunun üzerine şu sözleri söyledi:

    - "Sen, hep yarın diyerek bu işi erteliyorsun, fakat şunu bil ki her geçen gün o dikenler büyüyüp güçleniyor, dikenleri sökecek olan sen ise güç kuvvet kaybediyorsun, dikenler gün geçtikçe gençleşiyor sense ihtiyarlıyorsun."

    * Cömertlik, şehvetleri lezzetleri terk etmektir.

     * Dağ vardır sesi iki misli aksettirir, dağ vardır sesi yüz misli aksettirir.


"Büyük adamlar olmasa hiçbir bir büyük şey başarılamaz; insanlar da ancak karar verirlerse büyük olabilirler."
BİR DOKTORUN ÖYKÜSÜ

Bir öğretmen nasıl olmalı? Öğrencilerin başarısızlıklarının arkasında yatan nedenler konusunda bize ders verecek olan çok duygusal, yaşanmış bir öykü. Mutlaka okuyun..

Okulun ilk gününde 5 nci sınıfın önünde dururken, öğretmen çocuklara bir yalan söyledi.   Çoğu öğretmen gibi, öğrencilerine baktı ve hepsini ayni derecede sevdiğini söyledi.   Ancak, bu imkânsız idi, çünkü ön sırada, oturduğu yerde bir yana kaykılmış, ismi Teddy Stoddard olan küçük bir oğlan vardı.

Bayan Thompson bir yıl önce Teddy´yi izlemişti ve diğer çocuklarla iyi oynamadığını, elbiselerinin kirli olduğunu ve sürekli olarak kirli dolaştığını gözlemişti. İlave olarak, Teddy tatsız olabiliyordu.

Bu öyle bir noktaya geldi ki, Bayan Thompson onun kâğıtlarını büyük kırmızı bir kalemle işaretlemekten, kalın çarpılar (X) yapmaktan ve kâğıdının üstüne büyük "F" (en düşük derece)  koymaktan zevk alır oldu.

Bayan Thompson´un okulunda, her çocuğun geçmiş kayıtlarını incelemesi gerekiyordu ve Teddy´nin kayıtlarını en sona bıraktı. Ancak, onun hayatini
zden geçirdiğinde, bir sürpriz ile karsılaştı.

Teddy´nin birinci sınıf öğretmeni söyle yazmıştı,


"Teddy gülmeye hazır parlak bir çocuk. Ödevlerini derli toplu ve temiz yapıyor ve çok terbiyeli. Onun etrafta olması çok eğlenceli."

İkinci sınıf öğretmeni söyle yazmıştı,


"Teddy mükemmel bir örgenci, sınıf arkadaşları tarafından çok seviliyor, ama annesinin ölümcül bir hastalığı olduğu için sıkıntı içinde ve evdeki yasamı mücadele içinde geçiyor."

Üçüncü sınıf öğretmeni söyle yazmıştı,


"Teddy´nin annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Teddy elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor, ama babası ona ilgi göstermiyor ve eğer bazı adımlar atılmazsa evdeki yasamı yakında onu etkileyecek." 

Teddy´nin dördüncü sınıf öğretmeni söyle


Yazmıştı, "Teddy içine kapanık ve okulda derslere çok fazla ilgi göstermiyor. Çok fazla arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor." 

Şimdiye kadar, Bayan Thompson problemi kavradı ve kendinden utandı.


Öğrencileri ona güzel kurdelelerle ve parlak kâğıtlarla sarılmış Noel hediyeleri getirdiğinde bile çok kötü hissetti, Teddy´nin ki hariç. Teddy´nin hediyesi bir marketten aldığı kalın, kahverengi ambalaj kâğıdı ile beceriksizce sarılmıştı, Bayan Thompson onu diğer hediyelerin ortasında açmaktan acı duydu.

Bayan Thompson paketten taslarından bazıları düşmüş yapma elmas taslı bir bilezik ve çeyreği dolu olan bir parfüm şişesi çıkarınca çocuklardan bazıları gülmeye başladı. Ama o bileziğin ne kadar güzel olduğunu haykırdığında çocukların gülmesini engelledi, bileziği taktı ve parfümü bileklerine sürdü. 

Teddy Stoddard o gün okuldan sonra öğretmenine şunu söylemek için kaldı,
"Bayan Thompson, bugün aynı annem gibi kokuyordunuz".

Çocuklar gittikten sonra, Bayan Thompson en az bir saat ağladı. O günden sonra, okuma, yazma ve aritmetik öğretmeyi bıraktı. Bunun yerine, çocukları eğitmeye başladı.


Bayan Thompson Teddy’m özel dikkat gösterdi. Onunla çalışırken, zihni canlanmaya başlıyor görünüyordu. Onu daha fazla teşvik ettikçe, daha hızlı karşılık veriyordu.
Yılın sonuna kadar, Teddy sınıftaki en zeki çocuklardan biri oldu ve tüm çocukları ayni derecede sevdiği yalanına rağmen, Teddy onun gözdelerinden biri idi. Bir sene sonra, Bayan Thompson kapısının altında Teddy´den bir not buldu, ona hala tüm yaşamında sahip olduğu en iyi öğretmen olduğunu söylüyordu.
Altı yıl sonra Teddy´den bir not daha aldı. Liseyi bitirdiğini, sınıfında üçüncü olduğunu ve onun hala hayatındaki en iyi öğretmen olduğunu yazmıştı.
Bundan dört yıl sonra, bazı zamanlar zor geçmesine rağmen okulda kaldığını, sebatla çalışmaya devam ettiğini ve yakında kolejden en yüksek derece ile mezun olacağını yazan başka bir mektup aldı. 
Yine Bayan Thompson´un tüm yaşamındaki en iyi ve ne favori öğretmen olduğunu yazmıştı. Sonra dört yıl daha geçti ve başka bir mektup geldi.
Bu kez fakülte diplomasini aldıktan sonra, biraz daha ilerlemeye karar verdiğini açıklıyordu. Mektup onun hala karsılaştığı en iyi ve en favori öğretmen olduğunu açıklıyordu. Ama simdi ismi biraz daha uzundu.
Mektup söyle imzalanmıştı, Theodore F. Stoddard, MD. (tip doktoru).
Öykü burada bitmiyor. Görüyorsunuz, ortaya çıkan başka bir mektup var. Teddy bir kızla tanıştığını ve onunla evleneceğini söylüyordu. Babasının birkaç hafta önce vefat ettiğini açıklıyordu Ve evlenme töreninde Bayan Thompson´un damadın annesine ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu.
Şüphesiz Bayan Thompson bunu kabul etti. Ve tahmin edin ne oldu? Tasları düşmüş olan o bileziği takti. Dahası, Teddy´nin annesinin süründüğü parfümden sürdü.
Birbirlerini kucakladılar ve Dr. Stoddard, Bayan Thompson´un kulağına şöyle fısıldadı, "Bana inandığınız için teşekkür ederim Bayan Thompson. Bana önemli olduğumu hissettirdiğiniz ve bir fark yaratabileceğimi gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim" Bayan Thompson, gözlerinde yaslarla fısıldadı, söyle dedi, "Teddy, yanlış şeylere sahiptin. Bir fark yaratabileceğimi bana öğreten sensin. Seninle tanışıncaya dek, nasıl öğreteceğimi bilmiyordum".

( Teddy Stoddard, Deş Moines´teki Stoddard Kanser Binası olan  Iowa Methodist´te doktordur.)



"Yarının bu günden daha iyi olacağı ümidiyle yetinmek yerine hemen  bugün, yarın uyandığımızda kendimizi önceki günden biraz olsun daha iyi hissetmemizi sağlayacak bir şeyler yapabiliriz."

BAMBU AĞACI

Çin Bambu ağacının yetişmesi, olumlu ısrar için güzel bir örnektir. Çinliler bu ağacı şöyle yetiştirir: Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir. Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz. Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez. Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu sulanır ve gübrelenir. Fakat inatçı tohum bu yılda da filiz vermez. Çinliler büyük bir sabırla beşinci yılda da bambuya su ve gübre vermeye devam ederler. Ve nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır. Akla gelen ilk soru sudur: Çin bambu ağacı 27 metre boyuna altı hafta da mı Yoksa beş yılda mı ulaşmıştır? Bu sorunun cevabı tabii ki beş yıldır. Büyük bir sabırla ve ısrarla tohumu beş yıl süresince sulamış mıydık?...Bir başarının şartları her zaman çok basittir.

Bir süre için çalışın,

Bir süre tahammül edin.

Her zaman inanın

Ve hiçbir zaman geri dönmeyin.


"İnsanı ihtiyarlatan geride bıraktığı yılların çokluğu değil, ideal yokluğudur. Yıllar ciddi buruşturur, fakat idealsizlik ruhu öldürür."
YÖNETİM DANIŞMANI VE ÇOBAN

Çoban yol kenarında koyunlarını otlatıyormuş. Yanına bir jeep yanaşmış. Brioni gömlek, Cerruti ayakkabılar giyen, Ray-Ban gözlüklü ve YSL kravatlı bir sürücü aşağı inip çobana sormuş:

"Kaç tane koyunun olduğunu bilirsem bana onlardan bir tanesini verir misin?"

Çoban bir adama, bir koyunlara bakmış, "Tamam!" diye cevap vermiş.

Genç adam arabasını parketmiş, telefonunu bilgisayarına bağlamış, bir NASA sitesine girmiş, GPS´ini kullanarak yeri taramış, bir data base ve logaritmayla doldurulmuş 60 excel tablosu açmış ve 150 sayfalık bir rapor basmış. Çobana dönmüş ve

"Tam olarak 1586 adet koyunun var!" demiş.

Çoban "Doğru!" diye cevap vermiş, "Koyununu alabilirsin!"

Genç adam hayvanı almış ve jeep´inin arkasına koymuş.

Bu sefer çoban genç adama dönmüş ve "Ben de senin İşinin ne olduğunu bilirsem koyunumu geri verir misin?" diye sormuş.

Adam "Evet, neden olmasın?" diye cevaplamış.

Çoban "Sen bir yönetim danışmanısın!" demiş.

Genç adam "Nasıl oldu da bildin?" diye sormuş. Çoban "Çok basit!" diye cevap vermiş,

"Buraya çağrılmadan geldin, bu bir... ikincisi, benim zaten bildiğim bir şeyi bana söylemek için benden bir hayvan aldın. Üçüncüsü, yaptığın hiçbir şeyden anlamıyorsun, çünkü köpeğimi aldın!



"Hayatı işe yarar bir şekilde kullanmak, onu kendisinden daha uzun ömürlü bir şey için harcamaktır."

STANFORD ÜNİVERSİTESİ

Kaba saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Boston treninden inip utangaç bir tavırla rektörün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından fırlayarak önlerini kesti... Öyle ya, bunlar gibi ne olduğu belirsiz taşralıların Harvard gibi üniversitede ne işleri olabilirdi?

Adam, yavaşça rektörü görmek istediklerini söyledi. İşte bu imkansızdı.. Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu.. Yaşlı kadın, çekingen bir tavırla; "Bekleriz" diye mırıldandı... Nasıl olsa bir süre sonra sıkılıp gideceklerdi.. Sekreter sesini çıkarmadan masasına döndü.. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi.. Sonunda sekreter, dayanamayarak yerinden kalktı. "Sadece birkaç dakika görüşseniz, yoksa gidecekleri yok" diyerek rektörü ikna ya çalıştı. Anlaşılan çare yoktu..

Genç rektör, isteksiz bir biçimde kapıyı açtı. Sekreterin anlattığı tablo içini bulandırmıştı. Zaten taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi. Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmek, olacak şey miydi bu? Suratı asılmış, sinirleri gerilmişti.

Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harvard´da okuyan oğullarını bir yıl önce bir kazada kaybetmişlerdi. Oğulları, burada öyle mutlu olmuştu ki, onun anısına okul sınırları içinde bir yere, bir anıt dikmek istiyorlardı.

Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi. "Madam" dedi, sert bir sesle, "Biz Harvard´da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek olsak, burası mezarlığa döner..."

"Hayır, hayır" diyerek haykırdı yaşlı kadın.. "Anıt değil... Belki, Harvard´a bir bina yaptırabiliriz". Rektör, yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar fırlatarak, "Bina mı?" diyerek tekrarladı, "Siz bir binanın kaça mal olduğunu biliyor musunuz? Sadece son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı..."

Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaklardan kurtulabilirdi.. Yaşlı kadın, sessizce kocasına döndü: "Üniversite inşaatına başlamak için gereken para bu muymuş? Peki, biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde?" Rektör´ün yüzü karmakarışıktı.. Yaşlı adam başıyla onayladı. Bay ve bayan Leland Stanford dışarı çıktılar. Doğu California´ya, Palo Alto´ya geldiler. Ve Harvard´ın artık umursamadığı oğulları için onun adını ebediyen yaşatacak üniversiteyi kurdular.

Amerika´nın en önemli üniversitelerinden birini STANFORD´u.

*****

Ayağınıza kadar gelip, sizinle görüşmek isteyen insanlara yaklaşmadan önce bir kez daha düşünmeniz dileğiyle...
"Kişi bir şeye kendini tamamen adadığına Tanrı da harekete geçer."

DUT AĞACI VE YAPRAKLARI

Birlikte büyüdüler ve çocukluklarından beri birbirlerine karsı ask beslerlerdi. Fakat aileleri görüşmelerini istemezler birbirlerine uygun olmadıklarını düşünürlerdi. Oysa onlar birbirlerini


ölesiye seviyorlardı. İki evin arasında gizli bir çatlak vardı aileleri bunu bilmezler onlarda geceleri burda buluşur o aradan birbirlerine seslerini duyurur aşklarını dile getirirlerdi. Bir gece ormandaki ağacın altında buluşmaya karar verdiler.Tispe ağaca Piremus dan önce varmıştı.Gittiğinde avını yeni yemiş ağzından kanlar akan kocaman bir alanla karşı karşıya geldi.Korkarak bir mağaraya doğru koşmaya başladı.Farkında olmadan yolda boynundaki eşarpini düşürmüştü.O sırada Piremus geldi gördükleri karsısında donup kalmıştı.Kocaman  aslan ağzında kanlarla birlikte biricik sevgilisi Tispe nin eşarpini parçalıyordu.O an aklına gelen ilk ve tek şey aslanın Tispe yi öldürerek yediğiydi.Tispesiz yaşayamazdı.Aklından gecen sadece aşkı uğruna canına kıymaktı.Belinden hançerini çıkardı ve göğsüne sapladı.Kanlar içinde cansız bedeni yere düştü.Tispe ise korkusunu bir kenara atıp bir an önce aşkını görmek için mağaradan çıkmaya karar vermişti.Ağacın altına geldiğinde o korkunç sahneyle yüzleşti.Piremus un cansız vücudu yerdeydi ve elinde Tispenin düşürdüğü eşarpini  tutuyordu. İlk önce genç kız olanlar karşısında ağlamaktan hiçbir şeyi anlayamamıştı. Ama eşarpi ve uzaklaşan aslanı görünce anladı. Bir an mağarada düşündüğü o korkunç şey başına gelmişti. Ve onun öldüğünü düşünen Piremus aşkı uğruna canına kıymıştı. Tispe bir an bile düşünmeden hançeri aldı ve göğsüne götürdü. Onların aşkı ölesiye bir aşktı ve ölüm bile onları ayıramazdı. Eğer Piremus aşkı uğruna ölümü göze aldıysa o da hiç çekinmeden canına kıyabilirdi ve hançeri sapladı. Birden vücudu Piremusun bedeninin üstüne yığıldı. O anda tanrılar bu yüce aşkı ölümsüzleştirmek istediler ve bu çiftin üstünde duran ağacı bunların aşkına adadılar.Piremusun kanını bu ağacın meyvelerine, Tispenin gözyaşlarını ise ağacın yapraklarına verdiler.O günden beri kara dut ağacının meyvesinin çıkmayan lekesini,(Piremusun kan lekesini), dut ağacının yaprakları,(Tispenin gözyaşları) temizler.. Bilirmisiniz dut ağacının meyvesinin lekesi çıkmaz ama elinize ağacın yaprağını alır ovuşturursanız lekenin gittiğini göreceksiniz)

"Dün öldü, bugün can veriyor, yarın ise henüz doğmadı. Zamanınızı bu açıdan görün ve faydalı iş yapın."

AFFETMEK
Plastik torba ile hayat deneyimi...

Bir lise öğretmeni bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur:


-"Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?"
Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler.
-"O zaman, bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin"
Öğrenciler bunu da yaparlar.
-"simdi yarın ki, ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!"
Öğrenciler, bu işten pek bir şey anlamamışlardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarını üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der
öğretmen:
-"Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o
patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun."
Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beser tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine "Peki simdi ne olacak?" der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar:
-"Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde? Hep yanınızda olacaklar."
Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikâyete başlarlar:
-"Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor."
-"Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık."
-"Hem sıkıldık, hem yorulduk?"
Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine su dersi verir:
-"Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkûm ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, hâlbuki affetmek en basta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.

"Eğer bir hedefiniz yoksa o hedefe nasıl varabilirsiniz?"

SEKİZ GÜZEL HEDİYE

Yüklə 311,5 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin