Translated by WordPort from Brother wp (Daisy/Notebook) document seyha wpt



Yüklə 0,71 Mb.
səhifə8/11
tarix14.05.2018
ölçüsü0,71 Mb.
#50438
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11

ASALAK (ÜVEZ) SINEKLERI46

Sorardı:

- Kaç çocuğun var?

Cevap:


- .......

- O halde, ... övezin var, der ve anlatır:


Çocuklar, üvezler gibidirler. Çocuklar uzun zaman anne ve babalarının üzerinden geçinirler.

Anne ve baba onları, bir üvez (asalak) gibi üzerinde taşıma zorunluluğunda kalır.



SON OKUMA (İBADET)
Uzun yolculukların hazırlıkları da, uzun zamana yayılmış olmalıdır. Genel kural da böyledir. İnsanoğlu için yeni bir hayatın başlangıcı olarak kabul edilen ve çok, pek çok, uzunca bir zaman devam edecek olan âhiret yoculuğu için de hazırlıklar bir ömür boyu zamana yayılmıştır. Babam (Allah rahmetini ziyade eylesin), vefatından onüç (13) gün önce uzun yolculuğunun hazırlıklarını gözden geçirmişti.

Bir gün, sabahleyin ev halkını sıkıştırmış,“..., siyah kapaklı ve ciltli kitabı getiriverin." demiş. Kimbilir ? Artık son demlerini yaşadığı, kendisine imâ mı edildi, ilham mı edildi, yoksa ?


Eve geldiğimde, bana kitabın ismini söyledi ve Süleyman Sırrı Bey'in VESÎLE't-ül-FELÂH isimli eserini getirdim. Saatlerce okudu , tekrar, tekrar aynı yerleri okudu. Bana «Ne okuyor?» diye sorduklarında «kendine sorun!» cevabını verdim. Benden hiç çekinmeden okuduğu için, hangi bölümleri, hangi sayfaları ve hatta hangi paragrafları defalarca okuduğunu takip ettim.

Babamın son okuduğu âhiret hayatı, sorgu-hesap konula-rıydı.


Bizleri müslüman bir memlekette, İslâm’ın, belirli ölçüler içerisinde uygulandığı bir çevrede dünyaya getiren Allah'u Teâlâ'ya hamd-ü senâlar olsun. Bu Dinin tebliğcisi, son ilâhî elçi Hazreti Muhammed (S.A.S.)'e, O'nun âli ve eshâbına ve O'nun istediği gibi kendisini takip edenlere salât ve selâm olsun.

AVŞAR’DAN GEREDE’NİN GÖRÜNÜŞÜ







IV. EĞİTİMCİLİĞİ VE HİZMETİ



1. EĞİTİMCİLİĞİ
Bin dokuz yüz otuz ve kırklı yıllarda imamlık görevini yürü-tüyordu. Ancak bu görev diğerlerinin yaptığı gibi değildi.

İyi bir, örgün eğitim gördükten sonra Yunus Hocafendi tara-fından da yetiştirilmişti. Öğrendiklerini, kendisinden bir şeyler öğ-renmek isteyenlere de veriyordu. İmamlık görevini ihmal etmeden eğitmenlik yapmıştı.

Dinî bilgilerin ve din eğitiminin yapılmasından sonra yeni alfabeyle (Latin alfabesiyle) okuma, Türkçe ve metematik gibi derslere geçiliyordu. Siyah tahta, tebeşir ile silgi her an hazırdı. Gerektiğinde ve sıkıntı halinde yazı tahtası kullanılıyordu.

Bu usûl; dinî tedrisatın kısıtlandığı, ya da jandarmanın sıkı kontrol ve baskısı altında yapıldığı devirde müsamaha gördüğü gibi, yetişen gençler hayatlarında ve mesleklerinde sıkıntı çekmi-yorlardı. Öğrendikleri yazı ve matematik sayesinde askerlikde çavuş rütbesinde hizmet veriyorlardı.


Köyünde yani İkinci Avşar'da dört sene kadar yaptığı imamlık görevi esnasında dinî bilgilerin yanında, köyde ilk mektep olmadığı için gençlere ilk mektep derslerini de veriyordu.

Düzce'de Basantı, Kızılcahamam'ın Sarıkavak, Gerede'nin Yunuslar, Çukurköy, Avşar Tarakçı, Yazı Karaköy, Sungurlar, Kayı Kiraz, Danişmentler, Ümit Köy ve Zeynetler köylerinde yaptığı görevlerde etkindi.

Bilhassa Yazı Karaköy'deki “iktisatçı” menşeli öğretmenle diyaloğu dikkate şayandı. Halkı ve öğrencileri beraber eğitiyor-lardı. Öğretmenle sürekli bilgi alışverişinde bulunuyorlardı. Eğitim ve çalışma sistemi hakkında öğretmen yeni bilgiler aktarıyordu kendisine. İktisat rozetindeki karıncanın iktisatcılar tarafından seçilmesinin nedenini açıklıyor ve yardımını esirgemiyordu, öğret-men.
Seyit Mehmet Hoca, talebeleri için her türlü eğitim ortamını hazırladıktan sonra derslerine başlıyordu.

İbrahim Esen'le Mehmet Gün'ü dinlerken, küçük baldızı gülünce, yani ders ortamını bozunca hırpalamıştı.


Oğluyla arkadaşlarını liseye gönderirken;

- Ben hayatımda ve bilhassa askerde ismimi, icap etmeyen, lüzumsuz kimselere öğretmedim. Bunun çok faydasını da gördüm. Beni tanıyamadıkları için zarara uğramadım, dedikten sonra uluor-ta, her ortamda ve gereksiz yere kendinizi tanıtmayın. Üzerinize görev olmayan yerlerde, sivrilip kazık gibi ortaya çıkmayın, su üzerine çıkan yağ gibi açıkta kalmayın!

Telkinlerini yapıyordu.

İMÂM ÂZAM VE ZİYARETÇİLERİ
Aşağıya aldığımız şu hikâyesi, eğitim metodunu açıklamak-tadır:


Küçük Nu’mân b. Sâbit’in Kûfe’de değil, etraftaki şehir-lerde de nâmı duyulur. Küçük bir çocuğun, kendisinden beklen-meyecek derecede bilgi sahibi olduğu, ilminin devrin ilim adam-larıyla yarışabilecek seviyede olduğu, parlak bir geleceğinin olduğu etrafta yayılır.


İlmini çok merak eden ve kendisini tanımak isteyen, yaşını başını almış 5-6 âlim (bilgin) uzak bir şehirden yola çıkarlar. Bir-kaç günlük yolu katederler.

Kûfe’de sora sora Sâbit’in evini bulurlar. Evin yakınında, çelik-çomak oynayan mahalle çocuklarını gördüklerinde; “Bu ço-cuklar, böyle oynarken Nû’mân gibi bazı çocuklar da, ilim kazan-mak için mektep-mederesede diz çürütüyor,” derler.



Sâbit’in kapısının tokmağına vururlar. Nû’mân’ın babası Sâbit misafirlerin karşısına çıkar. Ak sakallı, pîr-i fânî bilginler Nû’mân’ı ziyarete geldiklerini söylerler. Sâbit misafirlere taltifte bulunur ve içeriye alır.

Ziyaretçiler Nû’mân’ı sorarlar.

Sâbit cevap verir:

“Sokakta, mahalleden arkadaşlarıyla oynuyor, gidip çağıra-yım,” der ve çıkar.



Bilginler birbirlerine bakarlar ve; “Aptallık etmişisiz. Biraz evvel gördüğümüz sokak çocuklarının arasında onayan bir çocuk için bu kadar sıkıntıya katlanmışız. Bir sokak çocuğu için bu kadar yol kat edilir mi? Yazık bize!” derler.
12-15 yaşlarında görülen Nû’mân misafirlerinin yanına girdikten sonra, hepsiyle musâfahalaşır ve sağdan baş köşeye, misafirlerinin üst tarafına oturur.

Aksakallı misafirler birbirlerine bakarlar ve: “Gerçekten aptallık etmişiz, böyle nerede duracağını, nereye oturacağını bilme-yen bir çocuk için bu kadar yol zahmetine katlanmışız, yazık bize!” diye, aralarında fısıldaşırlar.
Kısa bir zaman geçince bilginlerden biri su ister. Sâbit suyu getirir. Diğerlerinden de su isteyenler olur. Bu arada Nû’mân da babasından: “Baba! Bir bardak su da bana verir misin?” der.

Aksakallı bilginler yine birbirlerine bakışırlar ve: “Gerçek-ten de aptallık etmişiz. Bir çocuk babasından da su ister mi? Babasına hizmet verdiriyor, kendisine. Böyle ne yaptığını bilmeyen bir çocuk için ne sıkıntılara katlandık. Yazık bize!” diye, aralarında yine fısıldaşırlar.
Biraz zaman geçtikten sonra, derin konulara giren Nû’mân’ın bilginleri anlayabilecek seviyede olduğu anlaşılır. Bilginler Nû’mân’ın munakaşa edilebilecek seviyede bilgiye sahip olduğunu tespit edince sorarlar:

“Senin bilginin yüksekliğinin farkına vardık. Ancak bazı hataların var ki, bağışlanacak gibi değil.” Nû’mân sorar, “hangi hatalar” olduğunu.

“1. Bizim ziyaretimizin de sebebi olan bu yüksek seviyede bilgin olmasına rağmen sokakta, mahalle çocuklarıyla oynu-yorsun.

2. Yaşbaş bakımından bizler büyüğüz. Sen geldin, bize saygısızca baş tarafa, baş köşeye oturdun.

3. Baban senin büyüğün, atan olduğu halde ondan su istedin. Bu davranışlarını yadırgadık ve sebebini kavrayamadık?”
Nû’mân cevap verir:

“Bu söylediklerinizin hepisi doğru, benim bilerek yaptığım şeylerdir.” der ve devam eder:


1. Gördüğünüz gibi benim bilgim vardır, ama ben bir çocuğum. Bedenim çok gençtir. Bedenimin harekete idmana ihti-yacı vardır. Ben sokakta bedenimin ihtiyacını karşılmak için oynuyorum.

2. Yaş bakımından sizler büyüksünüz ama, bilgi bakımından, gördüğünüz gibi ben hepinizden büyüğüm. Ben şu çocuk bedenimi değil, sizin üstünüze bilgimi oturttum ki bilgime saygı göstere-siniz, diye.

3. Babamdan su istedim, doğru. Atadan su istenmez, ama bilginlere hizmet etmenin sevabı büyüktür. Babam sevaptan nasibini alsın diye, su istedim,” diye cevaplandırır, soruları.
İşte, defalarca anlattığı bu hikâyeden Hocafendi’nin eğitim sistemi ortaya çıkmaktadır.

Her şeyden önce, eğitilecek çocuğu anlamak gerekmek-tedir.

Çocuğu, “oynuyor, vaktini öldürüyor” diye düşünerek çalış-ma odasına hapsetmemek gerekir.

Çocuğun bilgisine, tecrübesine saygı gösterilmeli ve bu sebepten anlayışla karşılanmalıdır.

Son olarak çocuğun yetişebilmesi için elden gelen bütün imkânlar kullanılmalı, çocuğa hizmet verilmelidir.
Hayatı boyunca bu düşünceyle hareket etmiş, herkesi anla-yışla karşılamış, çocukla çocuk büyükle büyük olmuştur.


2. YÖN VERDİĞİ BELLİBAŞLI ÖĞRENCİLERİ
Öğrencilerinin başında Mehmet Gün, İbrahim Esen, Tökürlü Kazım, Tahir Akbıyık, Yunuslarlı Hafız Osman Halıcı gelmektedir.
İbrahim Esen ve Mehmet Gün aile dostlarının oğullarıy-dı. Ailelerinden çok himmet görmüştü. Onun için çocuklarına yar-dımcı oluyordu.

Tökür'lü Kâzım da uzaktan akrabaydı.

Yunuslar'da Hocosmangil ailesi, yani Hâfız Osman'ın ailesi de ileri görüşlü, bir âileydi.
Gece-gündüz demeden neresi uygunsa talebelerini eğitmeye çalışıyordu. Gittiği her yere onları götürüyor, ihtiyaçlarını karşılı-yordu. Görev yaptığı Yunuslar ve Çukur köylerinde de uzun süre barındırmıştı, öğrencilerini.

İbrahim Esen ile Mehmet Gün anlatıyorlardı:

"1944 Gerede depremi olduğunda Yunuslar Köyü'nde bu-lunuyorduk. Deprem olduğunda, Hocosmangil'de kaldığımız oda-nın yarısı çökmüş, duvar yok olmuş ve açıkta kalmıştık."

İbrahim'le Mehmet kısa sürede hâfızlıklarını tamamladıktan sonra da, Gerede'de ta'lime devam etmişlerdir.


Mehmet Gün, çeşitli köylerde ve bilhassa Demirler Köyü'nde senelerce imamlık görevi yapmıştır. Gerede'nin İkinci Avşar Köyü'nde, yani kendi köyünde de 23 sene görev yaptıktan sonra emekliye ayrılmıştır.

İbrahim Esen de çeşitli camilerde ve köyünde senelerce görev yapmış ve hizmetlerde bulunmuştur.
Hâlen, İbrahim Esen vefat etmiş, Mehmet Gün hizmete devam etmektedir.
Tökür'lü Hâfız Kâzım, Avşar'da, Yunuslar ve Çukur köylerde hâfızlığını ve eğitimini, yaz-kış demeden tamamladıktan sonra Karabük'te, senelerce görev yapmıştır.
Yunuslar'lı Hâfız Osman Halıcı, hâfızlığını tamamladıktan sonra kısa süreli görevlerde bulunabilmiştir. Bununla beraber, bir esnaf olarak da, ticaretini sürdürmüştür.

Ekekli imam Tâhir Akbıyık da öğrencileri arasında idi. Köyünde hâfızlık, din kültürü ve tecvid gibi temel eğitimini aldıktan sonra Gerede ve İstanbul’da ihtisasını yapmıştır.

Kırıkkala Merkez Camiinde ... (12) sene, Bolu Baysal Camiinde ... (5), Sokullu Camiinde ... (10) sene görev yapmış ve emekliye ayrılmıştır. 2006’nın sonbaharında Allah’ın rahmetine kavuşmuş ve İzmit’de toprağa verilmiştir.

Merhum Tahir Akbıyık


Kendisi ilk mektepten sonra okuyamadığı için üzüntülerini her zaman açıklamıştır. Bu sebeple oğulunu okutabilmek için azamî gayret sarfetmiştir. Oğlu Nurettin ile Ahmet Gökgöz'ü ortaokul parasız yatılı sınavlarına hazırlamış, bir ay kadar ilkokul Türkçe, matematik ve diğer dersleri tekrar ettirmiş ve yetiştirmiştir.

Böylece öğrengileri, sınava giren 48 öğrenciden, sınavı kazanan altı öğrenci arasında yer almıştk.


Her hafta cumartesi günleri, okulda Nurettin'le Ahmet'in durumunu öğrendikten sonra oğluna 2.5 lira harçlık verir ve giderdi. Okul yönetimi, öğretmenler ve bazı öğrencilerle görüşür, Okul müdürü ve öğretmenlerin söylediklerini değil yararlı olanları, öğrencilere aktarırdı.

Nurettin'le Ahmet sınıflarını doğrudan geçmişlerdi.


İsmail Cinci (Alptekin) de, ilkokuldan sonra, bir sene hâfızlığa çalışmıştı. Nurettin'le Ahmet'in büyük başarısını görünce, o da ortaokulda okumak istedi. Ne var ki, ilkokulda öğrenilenler çabuk unutuluyordu. Onun da parasız yatılı olarak okuması gerekiyordu. Seyit Mehmet Hocafendi İsmail Cinci'ye de, üç-dört hafta kadar Türkçe, matematik ve diğer derslerden kurs vermiş ve İsmail Cinci’yi de parasız yatılı sınavlarını kazanacak seviyeye getirmişti.

Böylece, Seyit Mehmet Hocafendi'nin ortaokulda, her hafta takip ettiği parasız yatılı öğrenci adedi üç olmuştu. Kendisi de bir öğrenci gibi dersleri takip ediyor, müzâkerelerde bulunuyor, öğretmenlerle görüşüyor ve hangi öğretmene karşı nasıl davranıl-ması gerektiğini öğütlüyordu.



3. HUTBE VE VAAZLAR, HALKIN EĞİTİMİ
Bu arada bulunduğu her ortamda, vaaz ve hutbeleriyle, özel konuşmalarıyla da halkı eğitiyordu.

Her zaman halkın arasında olduğu için, kendisine dinî bir görev verildiğinde, bu görevin en iyi şekilde yerine getirlmesi icin gayret ederdi. Yeri geldiğinde susmaz, yapılan konuşmalar olum-suz sonuçlar doğursa da yapacağını yapardı.








Gerede’den Bir Görünüş


VI. YAZILARI VE ŞİİRLERİ
1. YAZILARI
Nesir yazıları arasında başta defterleri gelmektedir. Bu def-terlerde çeşitli konular uzun uzadıya işlenmiştir.

Mükemmel tutulan ilk mektep defterlerinde konular çok düzgün ifadelerle işlenmiş ve notlar tutulmuştur. 1923-1928 yılları arasında verilen Türkçe, tarih, coğrafya, vatandaşlık ve hukuk bil-gileri dikkat çekicidir.

Askerlik yıllarında tutulan defterde geniş bilgilere ve genel kültüre yer verilmiştir.

Diğer defterlerdeki seyahat notları, dinî bilgiler ve notlar dikkat çekici ve düzgün ifadelerdir.

Mektuplarında da kısa ve öz ifadeler yer almıştır.

Şimdi bu yazılarından, diğer bölümlerde geçmeyen yazıların-dan bazı örnekleri aşağıya alıyoruz.


Askerlik Notları
Hukukî kuralların uygulamasında;

Vicdânî düşünce, bir işi yaptırmayı veya yaptırmamayı emredemez ve kanunu bozamaz veyahut sarhoşluk gibi, bunların yapılmasında veya yapılmamasında hafifletici sebepler olamaz.” ( S. M. Sezen, Askerlik Notları ve Şiir Defteri, s. 11).

Türkü dünya harpçi, mert, kuvvetli, doğru ve çalışkan, metin, terbiyeli, ahlâk sahibi, temiz, yurdu seven; yurt için kanını seve seve fedâ eden; vatanının koruyucusu bekçisi, sulhda sâkin, harpde arslan bir millet olarak tanır.” (S. M. Sezen, Şiir Defteri, s. 65).

Temiz olmak, ... Sabahleyin kalkınca ve bütün yemekler-den evvel ve sonra elini-yüzünü sabunla güzelce yıkamak ve yatar-ken (çalışmadan) sonra ayaklarını ve ellerini yıkamak; hiç olmazsa günde bir defa dişlerini fırçalamak, haftada bir (iç) çamaşırlarını değiştirmek, temiz giymek, temiz yerde oturmak, temiz yemek, temiz insanlarla gezmek, idman yapmak, miskin olmamak, mik-roplardan sakınmakla elde edilir.” ( S. M. Sezen, Şiir Defteri, s. 80-81).




Askerlik Notları ve Şiir Defteri “Kasîde-i Bürde’den Bir Sayfa


Yazım Usûlü (Kompozisyon)

Yazım usûlüyle ilgili bir örnek olarak aşağıdaki paragrafı alıyoruz:

Mektuplarda, mektup sahibinin isminden başka, en alta tarih yazmak, ismi yazmak lâzımdır. Bundan başka mektup kağıdı-nın kenarlarında parça, parça yazı yazmak usûlü kitâbette (yazım-da) mûcib-i hatâdır.” (S. M. Sezen, Yazı Usûlleri ve Seyâhat Defterleri, s. 11).




Yazı Usûlleri Defterinden Bir Sayfa

Hac Yolculuğu İntibaları
1964 Hacc Yolculuğu İntibaları:

“Çarşamba günü, izni ilâhî ile yola haraket ettik. İki buçuk saat sonra Ankara’ya vâsıl olduk. ...”

“Gülek Boğazı da, ne? Azap deresi. Daha, daha fena; dar boğazdan geçtik.” (S. M. Sezen, Y. Hac İntibaları Defterleri, s. 88).

1968 Hacc Yolculuğu İntibaları:

“14 Şubat 1968 Çarşamba

Öğleden sonra Gerede’den harekete geçildi. Çokluğun izdihâmıyla ve bir yandan da fuzûlî olan malla öteberinin tesli-mi üzücü bir hâl oldu. ...

Öğle namazını Hacıbayram Camiî’nde mutazarrıren (zo-runlu olarak) edâ ettikten sonra ikindi namazını cemaatle kıldık. ..

Köyden, mahşerî hâlin devamı üzerine mahzûniyyet (hüzünlenme) iki kat oldu. 15 Şubat” (S. Sezen, Seyâhat Defterleri, s. 61).

Tarsus’da Ulu Camiî’nde, doğuda Âdem oğlu Şit (a.s.), sağ tarafında Lokman (a.s.) makamlarıyla Hârûnu’r-Reşid’in oğlu Me’mun’un kabri ve dış tarafta Mardinli Şeyh Hânî’nin kabri, görüldü.” (S. Sezen, Seyâhat Defterleri, s. 65).

Şam’da ve Ürdün’de ve ondan sonra yolda üşümüşüm. Hastalandım. Biraz sıkıntı çektim. Nihayet açıldım.

İnsan, hakikaten ‘Çok sabredeyim,’ diyor. Ama uzun yol, mutlaka hoşa gitmeyecek bir dolunum (dolduruluşa gelme) karşısında söz atmak icap ediyor. O da dargınlığa sebep oluyor.” (S. Sezen, Seyâhat Defterleri, s. 71).
“Zevi’l-Erhâm’da ihrâma, gece girdik. Yine “Hacca” niyet ettim. “Münferidün bi’l-hacc” yaptım. Diğerleri (nden bir kısmı da) “Hacc-ı ifrâda” ve şoförler de umreye niyet ettiler.” (S. Sezen, Seyâhat Defterleri, s. 73).

“Gece, yani Perşembe günü, Cuma akşamı Arafat’a vardık. Arafat’da Cuma namazını beraber kıldık. Arabalarımız tam yanımızda idi.



Dönüşümüzde Müzdelife’de kaldık. Akşam ile yatsıyı bir vakitte kıldık. Sabah namazında Meş’ari’l-Harâm vak-fesini yaptıktan sonra Minâ’ya hareket ettik. Arabalardan yol alamadık.

Mahşerî yer ve huccâc karşısında, yaya olarak Minâ’ya, bulana bulana vardık.” (S. Sezen, Seyâhat Defterleri, s. 75).


Bu hacc, Arafat’ta vakfe cuma gününe rastladığı için “haccı ekber”dir. Sevabı, diğerlerinden 70 kat daha fazladır.

Seyâhat Defterlerinden Bir Sayfa

2. ŞİİRLER
Defterlerinde ve çeşitli evraklarında pek çok şiire rastla-maktayız. Şiirler, genelde dinî şiirlerdir. Bu arada sosyal konuları işleyen şiirler de büyük yekun tutmaktadır.

Hacı Emin Efendi’nin 58 şiirinden kırkyedisini defterine almıştır. Diğerlerini de yazdığını, ancak defterin orta sayfalarıyla kopup gittiğini düşünüyoruz.


Bu şiirlerden bazılarını ve birkaç mısrayı aşağıya alıyoruz:
Bu kitabım okuyanlar, okusunlar savt ile sadâ ile,

Okuyana, dinleyene tesir etsin lafzı, hoş edâ ile.

(S. M. Sezen, Şiir Defteri, s. 89).
Çekmeyince zor zahmet, erişilmez menzile,

Ekmeyince, biçmeyince hâsılât girmez ele.

(S. M. Sezen, Şiir Defteri, s. 90).
* * *
Gel ey gâfil, katı ahmak,

Neler dedi sana, Ol Hakk,

Eğer anlayıp almazsan,

Vurulur başına tokmak.


Yalan, gerçek fikir düzme,

Gerçeği yalana bozma.

Elinde var iken fırsat,

Kaçırma, çâresine bak.

............................... (S. M. Sezen, Şiir Defteri, s. 90).

Kul olan kulluğunu; daima bilmek gerek,

Sıdkiyle kul, bâb-ı Hakk’ta kulluğun kılmak gerek.

Kuru ikrâr kâfi olmaz kulların kulluğuna,

Sevdiği mâlı, cânı kulluğuna vermek gerek.

Mâl ve mansıb zinciriyle bağlanan kul dünyaya,

Böyle kulluk olmamak aşikârdır, Mevlâ’ya.

(S. M. Sezen, Şiir Defteri, s. 92).


Kapına yalvarmaya geldim, sana,

Ermez ise afvü gufrânın senin,

Kimseden ermez medet, asla bana.47
* * *

Bana, benden yoktur vefâ,

Her işlerim cana cefâ.

Senin kahrın olursa da,

Senden gelen, olur sefâ. (S. Sezen, Seyâhat Defterleri, s. 94).
* * *

Laklak ile ziyan etme ömrünü,

Geçirme hebâya güzel gününü,

Sa’yedip dünyada öğren işini,

Kaçırma elinden bâkî kârını.
Gençlik kuvvetini verme hevâya,

Uğratma başını türlü belâya,

Ömrünün evvelinde kurma gâile,

En son emeklerin verme fenâya.48


* * *
Söylesen, ger Hak için bir sözünü,

Töhmet ile karalarlar yüzünü.

Haksız olanlar, hak söze küserler,

Hak deyenin, hak dilini keserler.

Hak acıdır, müşkil olur tutması,

Acı devâ, ağır olur yutması.

İster isen nâs içinde olmayı,

Acı tatlı içlerinde durmayı.

Hakı, Hakk’ı gözle bâri, az ve az,

Kışa göre eyle işin, yaza yaz.

Varsa aklın gel görünme gözlere,

Eğri, doğru ne olursa, sen karışma sözlere.

Âdet olmuş çoklucayı görürler,

Ümit edip, örtünür seni ararlar.49

* * *

Velileri kondu resme,



Kâmilleri indi isme,

Âlimleri döndü hasma,

Gelin bu derde yanalım.
Erlerimiz oldu avrat,

Avratlar da başka millet,

Değişti ol güzel hey’et,

Gelin bu derde yanalım.


İslâm âdâtı bozuldu,

Yeni tertipler düzüldü,

Defterler başka yazıldı,

....................................

Ekserî nâs dinin bilmez,

Genç beyler halden anlamaz,

Pirlere iş ısmarlanmaz,

.................................

Nâsın çoğu dal feslidir,

Ayak mestleri seslidir,

Ağzı, duman nefeslidir,

Gelin bu derde yanalım.


Kader hâli eğer düşse başına dert ile belâ,

Bilesin anı Hakk’tan kendine olmuştur ibtilâ.

Demeyesin fülân etti benim başıma bu işi,

Anı gönderdi Mevlâ; çünki tutma, dilde teşvîşi.50

Dünyada açmayan gözü,

Yarın kara olur yüzü.

Kulluk yolunda olmayan,

Kabul olmaz hiçbir sözü.51

* * *

Benim, âciz kulun, katı günahkâr,



Ki Sen benim İlâhımsın, ilâhım.

Büyük, küçük ne hâcetler dilersem,

Biter senden; penâhımsın, penâhım.
Kamu dertlilerin derdini bilen sensin, bilen sensin,

Kamunun derdine derman veren sensin, veren sensin.


Benem âciz, deva bilmem, devâya bir revâ bilmem,

Eğer ermez ise lûtfun, dahi mahşerde de gülmem.

Elim açtım, boynum büktüm, gözümü kapına diktim,

Zelîl ve hor, nâçârım, yüzüm suyun sana döktüm.

Ne yüzüm var, niyaz edem, niyaz ile âğâz edem,

Eğer rahmin erişmezse, ya ben varıp kime gidem?52



Diğer Şiirlerden
Hani, senin anan, atan?

Dünyayı önüne katan,

Ölüm aklına gelmez iken,

Gidip mezarda yatan,

Gel olma dünyaya mağrur. (S. M. Sezen, Şiir Defteri, s. 145).

* * *


Gel olma dünyaya heves,

Dünya dediğin bir kafes,

Kuş misilliyiz, bir nefes,

Kuş kafesten uçar bir gün. (S. M. Sezen, Şiir Defteri, s. 146).


* * *

Aşkı yakar, kuru yaşı,

İnletir dağ ile taşı,

Hakk’a aşık olan kişi,

Usanıp da yorulur mu?
Aşk ile açılan güller,

Zikriyle keşfolur, haller,

Tevhîd ile varan diller,

Dergâhında sorulur mu?


Bülbül gibi ötmeyince,

Derdi derde katmayınca,

Gece gündüz gitmeyince,

Dost iline varılır mı?

Karga gibi ötmekle,

Kul hakkı yutmakla,

Gecelerde yatmakla,

Huri, dîl zâr bulunur mu?


Hakk’ın zikrinin safına,

Emirü fetvâ verilir mi?

Çare nedir, sorulur mu?

Hamdi, bu yolda olursa,

Soru-hesap sorulur mu?

10 Şubat 1949/Yunuslar Köyü. (S. Sezen, Şiir Defteri, s. 147).





Gerede Yunuslar Köyünde 1949 Tarihli Şiirin Son Mısraları

Ey azizler bildiniz mi, bu zaman âhir zaman,

Bundan evvel geldi, geçti; nice bin türlü zaman,

Bir acâip oldu insan, kimse insaf eylemez,

Her biri kafasına uydu, şerlerinden el-aman.
Bir ölüm var bizim için, bilmeyiz ki ne zaman,

Elde fırsat, dilde ruhsat, kıl tedârik her zaman,

Hem kıyamet var, muhakkak hem bilinmez, ne zaman,

Okuyalım, dinleyelim, hem olalım âmilûn.


Ağlayalım, yalvaralım Rabbimize her makamda, her zaman,

Emanettir sana bu cân, hıyânet eyleme, ey cân!

Gerek altun, gerek mercân, kamu (tüm) eşya olur, fânî,

Misafirsin bugün, yarın göçer. (S. Sezen, Şiir Defteri, s. 154).


* * *

Vardır, dünyanın cefâsı,

Çok görürsün, yok vefâsı,

Eğer bin yıl ömür sürsen,

Ve yüzbin altun versen.

Bulamaz çare Lokman,

Ecel derdine derman,

Ne cahildir, bu insan,

Gece-gündüz eder, isyan.

Okunur gibi, Kur’ân'ı,

Okumaz, dinlemez ânı,

İşittim, ol zaman ânî,

İnandım emrü fermânı.

Gece gündüz kan ağlarım,

Acep ne ola dermanım,

Vefâtınıza hazır olun,

Ecel vardır, gelir bir gün.

Emanettir, tatlı canım,

Yapışır, dilim-damağım,

Ömr tamam, erişir ecelim.

Emanetini alır, bir gün.

Bir-iki aldatır, gezer,

İnsan bunu bâkî sezer,

Bir gün olur, düzen bozar,

“Yalan dünya’ derler, buna.

Yâ ilâhî! Kâinâtı sen yarattın bî adet, (sayısız),

Cümlemizin hâlikısın, hiç unutmazsın, ebed.

Yer ve gök, ilâhî, hep senden umarlar,

Kamusu (hepsi) senin hazretine yalvarırlar.

Yâ Muhammed (s.a.) kıl şefâat,

Ümmetin istiyor medet!

Seyitmehmet/Yunuslar Köyü53



Mevlit İlâhisi
Cevâhiri cevherinin kâni geldi,

On sekiz bin âlemin hânı geldi,

Hakikat şöhretinin sultânı geldi,

Doğdu Muhammed (s.a.) el-hamdü l’llâh.

..............................................

Kıyâmette şefâati umarım,

Doğdu Muhammed (s.a.) el-hamdü l’llâh.

Fâilâtün, fâilâtün, fâilât.

Ver Muhammed Mustafâ’ya (s.a.) salavât.54

Mevlit Şerbeti İlâhisi
Ver içelim kana kana,

Şifâdır mevlit şerbeti.

Ver salavât yana yana,

Şifâdır mevlit şerbeti.


Aşk ateşine yanalım,

Şem’i cemâle dönelim,

İçip içip biz kanalım,

Güzeldir mevlit şerbeti.


Doldurun da, verin bize,

Mevlâm kevser vere size,

Kadir Mevlâm hayır yaza,

Güzeldir mevlit şerbeti.


Şükür Mevlâm hazretlerine,

Ol Habibin ızzetine,

Hiç doyulmaz lezzetine,

.....................................

Cândır bu, yaz kelâmına,

Hak erdire sevâbına,

Benzer cennet şarâbına,

................................

Ümmet oldun, ki şükr et,

Her içtikçe Mevlâyı zikret,

Güzeldir mevlit şerbeti.55
Niyâz

Beni afv etsen, düşen mi şânından?

Şahlar bile geçer, böyle ısyândan,

Ne tükenir, ne eksilir hazinenden,

Afv etsen olmaz mı, noksan mısın?
Bilirsin ben kulum, sen sultânımsın!

Kalbimde zikrim, dilimde tercümânımsın!

Sen benim canımda, cân mihmânımsın!

Gönlümün yârisin, yabancı mısın?56



Bülbül İlâhisi
Seherlerde garip garip ötersin,

Ününle dertlere, dertler katarsın.

Efgân etme bülbül, bağrım yanıktır,

Feryat etme bülbül, ciğerim deliktir.


A bülbül gel sen de, vazgeç bu işten,

Nice işler geçer, sağ olan her baştan,

Ölüm ayırır, kardeşi kardeştan.

Efgân etme bülbül, bağrım yanıktır,

Feryat etme bülbül, ciğerim deliktir.57

Arapça Kasîde ve Tercümeleri

Kasîdetü’l-Bürde”den58

ﻩﺮﻘﻮﺃ ﺎﻤ ﻰﻧﺃ ﻡﻠﻋﺃ ﺖﻧﻜﻮﻠ

ﻡﺘﻜﻠﺎﺑ ﻪﻧﻤ ﻰﻠﺍﺪﺑ ﺍﺮﺳ ﺖﻤﺘﻜ

(Lev küntü a’lemü ennî mâ uvakkırü,

Ketemtü sirren, bedâlî minhü bi’l-ketemi)


Bilse idim, sırlığı tevkir edemediğimi,

Saklar idim, sırlığı ... vurup ketemi.


ﺎﻬﺘﻴﺍﻮﻏ ﻦﻤ ﺡﺎﻤﺟ ﺪﺮﺑ ﻰﻠ ﻦﻤ

ﻡﺟﻠﻠﺎﺑ ﻞﻴﺧﻠ ﺍ ﺡﺎﻤﺟ ﺪﺮﻴ ﺎﻤﻜ


(Men lî bi reddi cimâhin min ğavâyetihâ

Kemâ yüreddü cimâhu’l-hayli bi’l-lücûmi)


Kimdir, benim nefsimin serkeşliğini men eder?

Çünki, onun defeder serkeşliğini kemi.

............................................................

Nefsin tıfıl gibidir, versen sever memeyi,

Emziğini vermesen, demez verin mememi.

............................................................

Âciz koydu âlemi, mânasını anlamak,

Ker eb’âd, ker garip her gördüğüm, acemi.

.............................................................

Gün gibi küçük sanır, onu ıraktan gören,

Amma yakından gören gözü yorar, ızamı.59
Bu kasîde, 690 H. Yılında İskenderiyye’de ölen Şerefü’d-Dîn Muhammed b. Saîdi’s-Sanhâcî’l-Bûserî’nin “Kasîdetü’l-Bürde”sinden alınarak, deftere 36 beyit, yani 72 mısra olarak yazılmıştır. Her mısra altında Türkçe mısralar verilmiştir.

Böylece, Arapça orijinal beyitlerin ve Bûserî’nin “Kasîde-tü’l-Bürde”sinin okunduğu ve asıl beyitlerin incelendiği anlaşıl-maktadır.



Kasîdetü’l-Bürde’den Bir Sayfa



Gerede Depremi
Olmazsa insanda Allah’a iman,

Kurtulmaz felâketten, o kimse her zaman,

Hele mahşer günü, hâli pek yaman,

Din çerçevesinden çıktı, Gerede.


Halkı zenginleşti, pek hâin idi,

Sarrâfı hîlekâr, hem zâlim idi,

Gençleri fuhşiyete pek mâil idi,

Onulmaz yaralara sârî Gerede.


Ezan okunur, câmiye gitmez oldular,

Allah’ın emrini tutmaz oldular,

Paraya, servete doymaz oldular,

Âkibet, cezasın buldu, Gerede.


Günden güne arttı safâhat, ızzet,

Kalmadı küçüklerde, büyüklere hürmet,

Kimse etmez oldu, fakire rağbet,

Sevdâya tâbi oldu, Gerede.


Eskiden dindarlıkla şöhret bulmuştu,

Medreseler, câmiler halk ile dolmuştu,

Helven, nakış şüyu’ bulmuştu,

Hocasız, meşâyıhsız kaldı, Gerede.


Feleğin kahrı bizi buldu,

Beşikte yavrular anasız kaldı,

Civanların feryâdı semâya ağdı,

Zulmetler içinde kaldı, Gerede.

Zulmetmez, hâşâ Hüdâsı,

Herkesin çektiği kendi cezası,

Herc-ü merç oldu Gerede Kazası,

300 hâne kalmadı, Gerede.


“1 Şubat 1944 Salı günü,

Yunuslar Köyü İmamı;

Avşar Sânî Köyü’nden Seyitmehmet. Saat 12
Sabahı şiddetli bir sarsıntı olmuştur ki, emsâli görülmemiştir. Cenâb-ı Allah bu gibi âfetlerden korusun, ümmmet-i Muhammed’i (s.a.).”60



V. HÂTIRALAR VE LATÎFELER

ALLAH'A HAMD, Nİ'METE ŞÜKÜR
Medih Allah'a ve Allah'tan başka canlı ve cansız bütün var-lıklar için olabilir. Medihin sınırı olmadığından, aşırıya kaçmak her zaman mümkündür. Sayılan özellikler, kişide bulunsun veya bulun-masın bir kişinin övülmesini istemediği gibi, kimseyi methetmez, medh edeni de sevmezdi. Çünkü methedilen kimseden bir karşılık beklenemezdi. Eğer ki bir yarar gelmişse kendisine ya bir bedel ödenmeli ya da teşekkür edilmeliydi.

Hamdin ise Allahu Teâlâ'ya karşı olması gerektiğine inanı-yordu. Allahu Teâlâ belli bir fazilet sahibi, sürekli nimet verme ve iyilikte bulunma vasfına sahip olduğundan hamd ediliyordu. Allahu Teâlâ'ya, insanın kalbinde hamd ve şükre yönelik bir duygu yarat-tığından ve kulun önündeki bütün engel ve mânialerı kaldırdığından ya da önceden verilmiş nimetlere karşı bir şükür olarak hamd edil-melidir. (Sırr-ı Sakatî, evi yangından kurtulduğu için yaptığı hamdin üzerine 30 yıldır istiğfar ettiğini söyler.)

Hamd yerinde yapılmalıdır. Şükür ise, sadece bu sözü söy-leyene, şükredene ulaşan nimete karşı yapılır.

Babanın, evlâdına "şöyle şöyle yap!" demesi doğru olmaz. Çünkü, çocuğun babasının sözünü tutmayıp da, böylece günah işlemiş olabilir. Tam aksine baba, "şöyle şöyle yapılması gerekir," der. Eğer çocuk iyi bir evlâd ise, bu sözü tutar ve babasına itaat etmiş olur. Babası da hamd eder.


Bu inanç ve duyguyla hareket ettiğinden Hocafendi:

Hamd ediyor, şükrediyor ve Allaha duâ ediyordu.

Allahü Teâlâ'ya verdiği ni'metlerden dolayı şükretmek için; "Allah'a hamd olsun." "el-Hamdü li'llâh!" "Allah'a hamd-ü senâlar olsun!" gibi sözleri sık sık söylüyordu.

Yine mutluluk, sağlık ve âfiyetten sonra hamd ediyordu: "Allah'a bin şükürler olsun!"

Yemekten sonra, mutlaka hamd ediyor ve "el-Hamdü li'llâh!" diyordu.

Daha ilerisi, bırakılan mal ve mülk gibi kalan mirasdan elde edilen verimden dolayı da; "Bırakıp gidenler nur içinde yatsın!" "Bırakıp gidenlere, Allah ganî, ganî rahmet eylesin!" "Allah bereket versin!" gibi duâ ve niyazlarını sık sık yapıyordu.

Önüne gelen yemeği yer ve şükrederdi. Yemek tercihi yok-tu. Ancak çalışabilmek ve enerjiyi kazanabilmek için, mutlaka gereken gıda alınmalıydı.


"AĞLARSA ANAM AĞLAR, GAYRISI YALAN

AĞLAR."
Ortaokula giriş ve yatılı sınavında sorulan sorulara verilen cevaplar tatminkâr değildi. Türkçeden sorulan, "Ağlarsa anam ağ-lar, gayrısı yalan ağlar." atasözünü de tam olarak açıklamak müm-kün değildi. Seyit Mehmet Sezen Hoca, şöyle açıklıyordu, atasö-zünü:

Ailede annenin çocuklarına karşı olan ilgisi ve sevgisi, ne babanın ve ne de diğerlerinin ilgisine ve sevgisine benzemez. Ço-cuk üzerine annenin hakkı çok fazladır.


Anne çocuğunu dokuz ay karnında taşımış, nice sıkıntılara katlanmıştır. Çocok doğduktan sonra uyku uyumamış, rahatsız olan çocuğunu uyutmaya çalışmıştır. Senelerce ona gelen tehlike-lerden korumuş ve sevmiştir. Anne buna, bu sıkıntılara, hep çocu-ğuna karşı olan annelik görevi ve sevgisinden dolayı katlanmıştır.

Ailede ve çevrede anne kadar ne sıkıntılara katlanan vardır ve ne de çocuğunun üzerinde titreyen. Bunun için annenin, çocu-ğunun tehlike karşısında kalması hâlinde ağlaması ciddi ve içtendir. Başkalarının ağlaması görünürdedir.

İşte, “Ağlarsa anam ağlar, gayrısı yalan ağlar.” sözünün analmı budur.
Bu açıklama, sınavın kazanılması ümidinin tamamen yitiril-mesine neden oluyordu. Bu ümitsizlik durumunu gören S. Mehmet Hoca; "Bu bir yarışmadır. Ben, diğer çocuklar ne yapmış bir anlayayım." der ve gider.
Neşeden bağırıp çağıran, tantana yapan, ak donlu (beyaz zıpkalı) çocukların yanına varır ve babalarıyla konuşur.
Onbeş-yirmi dakika sonra geldiğinde müjdeyi verir:

"Nurettin ve Ahmet, sınavı kazanmıştır. Bir de karşıda, kötü kötü bekleyen Yeniçağalı çocuk. Kazandığına inanarak şaklaban-lık yapan çocuğun yanındaki, Ayaşlı çocuğun kazanma ihtimali var, babası eğitmenmiş. Ak donlu, Samatlı çocukların hiçbirisi kazana-mamıştır. Siz onların neşesine bakmayın. Onlar ne yaptığını bilmi-yorlar."


Bir-iki saat sonra sınav sonuçları açıklandığında durumun, çok güzel ve net tespit edildiği anlaşılır. Sınava giren kırk sekiz çocuktan, Yeniçağalı Tarık Erbaş,61 Nurettin Sezen, Ahmet Gök-göz, Güdüllü eğitmenin oğlu Osman Yılmaz ve iki kişinin daha parasız yatılı sınavlarını kazandığı açıklanır.


Yüklə 0,71 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin