Trevanian Şibumi



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə19/33
tarix22.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#74291
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   33

Kapı onların arkasından kapanınca Diamond konferans masası başında kalan iki kişiye döndü. Başyardımcı odada değilmiş gibi konuştu. Gerçekten de bir bakıma adam orada yok sayılırdı.

«Şimdi bana göre ne yapmamız gerektiğini anlatayım. Önce...»

«Bir dakika, Bay Diamond,» dedi Able «Beni ilgilendiren bir konu var. Sizin Nicholai Hel ile ilişkiniz nedir?»

«Nasıl Yani?»

«Hadi hadi! Belli ki bu adama özel bir ilgi gösteriyorsunuz. Bilgisayarın vermediği bir sürü ayrıntıyı da ezbere biliyorsunuz.»

Diamond omuzlarını kaldırdı. «Ne de olsa adam eflâtun kart taşıyor. Benim görevim de bu tipleri ilgiyle...»

«Tekrar sözünü kestiğim için özür dilerim ama lâfı dolaştırman beni ilgilendirmiyor. Nicholai Hel'i sorguya çeken subayın ağabeyin olduğunu kendin söylemiştin.»

Diamond bir an OPEC temsilcisine baktı. «Doğru,» dedi. «Binbaşı Diamond benim ağabeyimdi.»

«Onunla yakın mıydınız?»

«Annemle babam ölünce bana ağabeyim baktı. Bir yandan üniversiteye giderken bir yandan çalışmak zorunda kaldı. Önce OSS'de sonra CIA'da çalışırken bile bir yandan...»

«Lütfen ailevî ayrıntılara girme. Onunla yakındınız desem yanlış olmaz, değil mi?»

229

Diamond'un sesi gergin çıktı. «Çok yakındık.» «Peki, Nicholai Hel'in biyografisini anlatırken kısa kestiğin bir bölüm vardı. Pekin işine giderken ücretin bir kısmı olarak kendisini sorguya çeken üç kişinin adreslerini istedi dedin. Herhalde bu adresleri yılbaşı tebriki göndermek için istemiş olamaz, değil mi?» Diamond'un çene kasları titredi.



«Sevgili dostum, eğer bu iş senin inandığın kadar ciddiyse, ve temizlenmesi için de benim yardımımı istiyorsan, konuyla ilgili her şeyi bilmem gerek demektir.»

Diamond avuçlarını birbirine dayayıp başparmaklarını kanca gibi çenesinin altına taktı. Sonra parmaklarının gerisinden konuştu. Sesi mekanik ve tonsuzdu. «Hel'in Çin-Hindi'nde ortaya çıkmasından aşağı yukarı bir yıl kadar sonra, sorgu esnasında ilâç kullanılmasını yöneten 'doktor' New York'ta kürtaj yaptığı muayenehanesinde ölü bulundu. Adlî tıp raporunda, kaza eseri düştüğü, ve elinde taşıdığı test tübünün kırılarak boğazına battığı yazılıydı. İki ay sonra sorgunun fiziksel yönlerini uygulamış olan askerî inzibat bir otomobil kazasında öldü. Görünüşe göre direksiyon başında uyuyakalmış ve arabasını uçuruma yuvarlamıştı. Bu olaydan tam üç ay sonra ise Binbaşı Diamond, o sıra artık Yarbay Diamond olmuştu ya... kendisi bir görevle Bavyera'daydı. Bir kayak kazası oldu.» Diamond durakladı, işaret parmaklarım dudaklarına vurdu.

Bay Able, «Bir garip kaza daha herhalde,» dedi. «Evet. Anlayabildikleri kadarıyla atlama sırasında hata yapmış. Ski batonu göğsüne saplanmış durumda bulundu.»

Bir sessizlikten sonra Bay Able, «Hımmmm,» dedi. «Demek CIA kendi adamlarını böyle koruyormuş. Herhalde ağabeyinin hayatını ücret diye ödeyen bir kuruluşu kontrolün altında bulundurmak senin için özel bir tatmin oluyordur.»

Diamond, Muavin'e doğru baktı. «Evet, özel bir tatmin oluyor.» Muavin boğazını temizledi. «Aslında ben bu kuruluşa gireli henüz...»

«Söylesene,» diye atıldı Bay Able. «Neden daha önce Hel'den öc almaya kalkışmadın?»

230

«Bir kere kalkıştım. Gene kalkışacağım. Vaktim var.»



«Bir kere kalkıştın, öyle mi? Peki ne zaman Ha! Anladım. Los Angales'de polisler evi yarım saat erken kuşatıp ateş açtıkları zaman herhalde. Sen ayarlamıştın, değil mi?»

Diamond başını eğerken sanki alkışlara karşılık veriyor havasına girdi.

«Demek ki bugünkü durumda da senin için bir öc alma fırsatı işin içine karışıyor.»

«Ben Ana Şirketin çıkarlarını gözeterek hareket ediyorum. Baş-kan'dan bir mesaj geldi. Bu konuda başarısızlık kabul edilemez diyor. Eğer Kara Eylül'cülerin uçağı kaçırabilmesi için Hel'in öldürülmesi gerekiyorsa, evet, bu işten benim ayrı bir zevk alacağım ortada. Hiç değilse benimki, bir hayata karşı bir hayat olacak. Bir dayağa karşı üç cinayet değil!»

«Onun bunları cinayet olarak nitelendirdiğini sanmıyorum. Herhalde daha çok infaz diye düşünmüş olmalı. Eğer tahminim doğruysa, öcünü almaya çalıştığı şey dayağın acısı değildi.»

«Neydi öyleyse?»

«Dayağın verdiği küçük düşme duygusu. Tabii bu senin anlayabileceğin bir şey değil.»

Diamond'un ağzından kısa bir kahkaha kurtuldu. «Sen Hel'in benden daha iyi tanıdığına gerçekten inanıyor musun?»

«Bazı bakımlardan, evet. Sen yıllarca onu ve eylemlerini incelemiş olsan bile. Çünkü o ve ben... kültürel farklarımız bir yana... aynı kast'ın insanlarıyız. Sen yetiştiriliş engelinin ilerisini görebilmek için gözlerini ne kadar kırpıştırırsan kırpıştır, Hel'i asla net göremeyeceksin. Ama biz şimdi kişiliklere inmeyelim. Herhalde o iki 'pleb'i odadan çıkarman toplantımızın kalitesini yükseltmek için değildi.»

Diamond bir an sessiz kaldı, sonra kısa bir soluk çekip konuştu. «Hel'i Bask ülkesindeki şatosunda ziyaret etmeye karar verdim.»

«Onunla ilk defa mı yüzyüze geleceksin?»

«Evet.»


«O dağlardan kurtulmanın, oraya girmekten daha zor olabileceğini de düşündün mü?»

231


«Evet, fakat sanırım Bay Hel'i, Bayan Stern'e yardım etmenin çok budalaca bir hareket olduğuna inandırabilecek durumdayım. Bir kere ömründe görmediği, acemi, orta smıf, yolunu kaybetmiş bir kız için böyle bir işe girişmekte hiçbir mantık yok. Hel'in her türlü amatörlere karşı büyük bir tiksinti duygusu vardır. Şiddet eylemlerinin amatörleri de buna dahildir. Belki Bayan Stern kendisini bu dünyayı düzeltmeye çalışan ordunun şerefli bir askeri gibi görebilir ama, inan bana, Hel'in gözünde bir karın ağrısından farkı olmayacaktır.»

Bay Able başım kuşkuyla yana eğdi. «Bay Hel Bayan Stern'i bir karınağrısı gibi görse bile, gene de Asa Stern'in arkadaşı olduğunu unutma.Dostlarma çok sadık olduğunu sen kendin söyledin.»

«Doğru. Ama bir de ona karşı kullanabileceğimiz maddî baskılar var. Hayatını sonuna kadar istediği düzeyde sürdürebilecek parayı biriktirir biriktirmez kendini emekli ettiğini biliyoruz. FKÖ'ye karşı bir 'iş' yapmak ise pahalıya oturacaktır. Herhalde Hel ilerde rahat edebilmek için Wyoming'deki arazisini satmayı planlıyor olmalı. Ama iki saata kalmadan bu arazi onun olmaktan çıkacak. Orayı satın almış olduğuna dair bütün kayıtlar yok olacak ve arazi Ana Şirketin malı olarak gözükecek.» Diamond gülümsedi. «Beklenmedik bir ikramiye olarak o araziden biraz da kömür çıktı. Kâr bile getirebilir. Yapacağınız madî baskıyı tamamlamak için, Başkan'ın İsviçre'ye çekeceği iki telgrafla, Hel'in bankadaki parası da kayıplara karışacak.»

«Ve herhalde o para ana Şirket bilançosunun kâr maddesinde gözükecek.»

«Bir kısmı. Geri kalanı bankalara bırakılacak. Nakil giderlerini karşılasınlar diye. İsviçreliler çok açıkgöz millettir. Calvin'in ilkelerine göre cennete bile giriş paraylaymış. Olur olmaz kimseler gireme-sin diye. Benim niyetim bu iki cezalandırma eylemini, Hel'in Bayan Stern konusundaki kararı ne olursa olsun yapmak!»

«Ağabeyinin anısına hürmeten mi?»

«Sen öyle düşünebilirsin. Ama Hel'in bunca zamandır Ana Şir-ket'in başına belâ olmasının karşılığı da denilebilir. Hem Ana Şirketin, hem de senin temsil ettiğin ülkelerin başına.»

«Ya parasal baskı onu ikna etmeye yetmezse?»

232

«Elbette ki o konuda ikinci bir tedbirim daha var. Ama Şirket İngiliz hükümetine baskı yaparak uçak kaçırarcak olan Kara Eylülcüleri, özellikle Münih işine karışmış olanları korumak için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamalarını sağlayacak. Motreal uçağının doğru dürüst kaçırılabilmesini sağlamak hükümetin görevi olacak. Bu iş için sandığın kadar fazla baskı da gerekli değil, çünkü şimdi Kuzey Denizi petrol kuyuları işletmeye açıldığından beri İngilizlerin OPEC'le ilişkisi, Batı'yla olan ilişkilerinden bile daha yakın.»



Bay Able gülümsedi. «Aslında MI-5 ve MI-6 elemanlarının Bay Hel için etkili bir engel oluşturabileceğini sanmıyorum,» dedi. «Onların bütün enerjisi, İkinci Dünya Savaşı sırasındaki anılarını yazıp bastırmaya harcanıyor.»

«Doğru. Ama gene de biraz etkileri olur. Hiç değilse Hel'in canını sıkabilirler. Beri yandan Fransız polisinden de Hel'in o ülkeden çıkmamasını sağlamalarını isteyeceğiz. Sonra işin bir yönü daha var. Hel Kara Eylül'cüleri önlemek için İngiltere'ye gidecekse, bunu önce İngiliz polisini nötralize etmeden yapamaz. Daha önce söylemiştim. Şantaj malzemesi satın alıp hükümetlere şantaj yapıyor ve kendisini engellememelerini sağlıyor. Güve diye birinden. Yıllardan beri Güve'yi bulup bu işten çekilmesini sağlamak istedik, olmadı, ama Ana Şirket, haberleşme şirketlerinin yardımıyla yavaş yavaş bu adamın etrafındaki çemberi daraltabildi. Bayonne kenti dolaylarında bir yerde oturduğunu biliyoruz ve yakında üstüne çullanacağız. Eğer ona Hel ulaşmadan önce ulaşa-bilirsek, İngiliz polisine sunacağı şantaj malzemesini de elinde almış oluruz.»

Bay Able gene gülümsedi. «İşlek bir kafanız var, Bay Diamond,» dedi. «Hele işe intikam karışırsa...» Sonra birden Muavin'e döndü. «Sizin söylemek istediğiniz bir şey var mı?»

Muavin şaşalayarak, «Efendim? Ne dediniz?» deyiverdi.

«Farketmez.» Bay Able tekrar saatına baktı. «Haydi, devam edelim. Herhalde beni buraya kendi taktiklerini sergilemek için çağırmadın. Sanırım kurduğun düzende bir aksaklık olursa benden yar-

233


dim isteyeceksin. Yani Hel her engeli aşar da Kara Eylül'cüleri ortadan kaldırırsa...»

«Evet, öyle. Bu konu biraz duyarlı olduğu için de o iki sersemin odadan çıkmasını istedim. Senin temsil ettiğim ulusların FKÖ'yü tuttuğunu biliyorum. O yüzden Ana Şirket de, CIA da, FKÖ'yü tutmak zorunda kalıyor. Ama aramızda açık konuşalım. Filistin sorunu, bütün Filistinlilerle birlikte ortadan kalkıverse hepimiz çok daha mutlu olurduk. Bunlar hepsi küstah, disiplinsiz, içleri kötülük dolu bir alay serseri. Tarihin cilvesi sonucu Arap Birliğinin sembolü haline gelivermişler nasılsa. Buraya kadar tamam mı?»

Bay Able herkesin bildiği bu basit gerçeği eliyle yana iter gibi bir kareket yaptı.

«Çok iyi. Şimdi eğer bütün tedbirlere rağmen Hel, Kara Eylül'cüleri öldürürse ne olur diye düşünelim. Böyle bir durumda yapmamız gereken tek şey, Filistinlileri onlar hesabına elimizden geleni yaptımıza inandırmaktır bence. Bu adamların ne kadar barbar yara-tılışlı olduğunu gözönüne alırsak, sanıyorum Nicholai Hel'i ve ona ait her şeyi yokettiğimiz zaman yeterince tatmin olacaklardır.» Bay Able, «Toprağa tuz ekmek...» diye güldü. «Evet, öyle.»

Bir süre Bay Able sessiz kaldı. Gözleri yerde, parmağıyla üst dudağını gıdıklıyordu. «Evet, sanırım FKÖ'yü tanıdığım kadarıyla, böyle bir öc alma gösterisi, eğer yeterince vahşi ise, onları tatmin edecek ve bizim kendilerine ne kadar bağlı olduğumuzu göstermeye yetecektir.» Kendi kendine gülümsedi. «Böyle bir durumun senin de bir taşla iki kuş vurmana yarayacağını gözden kaçırdım sanma. Hem eldeki taktik sorununu çözmüş, hem de ağabeyinin öcünü almış olacaksın. Acaba sırf bunu sağlayabilmek için, aldığın bütün tedbirlerin etkisiz kalmasını, Nicholai Hel'in her engeli aşıp Kara Eylül'cüleri haklamasını ister miydin diye düşünüyorum. Ona en son darbeyi vurabilmek için...»

«Başlangıçta amacına ulaşamaması için elimden gelen her şeyi yapacağım. Ana Şirket için en iyisi bu olur ve Ana Şirketin çıkarları da her türlü kişisel duygulardan önce gelir.» Diamond, Başyar-

234

dımcıya doğru baktı. Herhalde bu adam Ana Şirket Başkanına ayrıca raporlar veriyordu. Diamond'un bağlılığını söylemesi de iyi olacaktı.



Bay Able konferans masasından kalkarken, «Tamam öyleyse,» dedi. «Artık bana ihtiyacınız yoksa yarım kalan sosyal işime dönebilirim demektir.»

Diamond bir zile basıp Bayan Svviven'i çağırdı ve Bay Able'ı yukarıya götürmesini söyledi.

Muavin de kalkıp hafifçe öksürerek boğazını temizledi. «Bana da ihtiyacınız olduğunu sanmıyorum,» dedi.

«Hiç oldu mu ki? Ama gerektiği zaman buralarda olmanı istiyorum. Gidebilirsin.»

Diamond, Başyardımcıya bütün bilgileri en başından alıp Starr'-la FKÖ çobanına, onların anlayabileceği kadar yavaş tempoda tekrar göstermesini söyledi. O sırada ikisi de güneş odasından 'tekrar çalışma salonuna dönmekteydiler. Arap, kan oturmuş gözlerini ovuşturuyor, İngilizce/Arapça lügatim cebine sokmaya çalışıyordu. «Aman, Bay Dimaond, o odada okumak ne kadar da zor!» dedi. «Duvarlardaki ışıklar öyle parlak ki!»

«Şimdi ikinizin buraya oturup Nicholai Hel hakkında kafanıza girebilecek her şeyi öğrenmenizi istiyorum. Bütün gece sürse, vız gelir bana. Bu adamı ziyarete gittiğimde sizi de yanımda götürmeye karar verdim. Bir işe yarayacağınız için değil ama... işin böyle batağa girmesinden sorumlu olduğunuz için. Artık ne olursa olsun, sonuna kadar izlemenizi istiyorum.»

Starr, «Çok düşüncelisiniz,» diye mırıldandı.

Diamond, asansörden geri dönmekte olan Bayan Swiven'e, «Şunları not et,» dedi. «Bir: Hel'in Wyoming arasizi, bitirilsin. iki: İsviçre'deki para bitirilsin. Üç: Güve daha hızla aransın. Dört: MI-5 ve MI-6 uyarılsın ve gerekli talimat verilsin. Tamam Llewellyn, şimdi bu şaşkınlara aynı bantları yayınlamaya başla. Siz ikiniz de dua edin ki Nicholai Hel daha şimdiden bu iş için yeraltına girmiş olmasın.»

235

pıp


ooo

GOUFFRE PORTE-DE-LARRAU

Tam o dakikada Nicholai Hel yerin tam 393 metre altındaydı ve yarım santimetre kalınlığında bir telde döne döne aşağıya doğru inmekteydi. Onun yetmiş beş metre aşağısında, mağaranın siyah kadifeyi andıran karanlığının içinde geniş bir yığıntı kulesinin tepesi vardı. Binlerce yıldır bu bacadan aşağı dökülen şeylerin doğal bir yığıntısı. Bu koninin dibinde de birlikte mağara keşfine indikleri arkadaşı, onun aynı noktaya on birinci inişini bitirmesini bekliyordu.

Yukarda, mağaranın aşağı yukarı dört yüz metre yüksekteki ağzının kenarında tel mekanizmasını kontrol eden iki Bask genci vardı. Telin dolandığı eski bobini bir yenisiyle değiştirirken tel kaymasın diye çifte mengenelerle tutturmuşlardı. İnişin en sinir bozucu bölümü de şu sıraydı. Hem de en zor bölümü. Sinin bozucu oluşu, doksan dakika boyunca bacanın dar boğazlarını sağa sola basarak geçmeye çalışmış olan Hel'in şu anda tümüyle o tele bağımlı olduğunu bilmesindendi. O dar yerleri çevik hareketlerle geçmişti Hel. Yerçekimine hiç boyun eğmemişti. Çünkü elindeki tel o sıra gevşekti ve ona hareket özgürlüğü tanıyordu. Şimdi ise kablonun dolaşması, düğüm olması, ya da yanışabında sarkan telefon hattına dolanması olasılığı vardı. Ama bacadan inişin bütün dönemlerinde, kimi hırpa-layıcı, kimi canı sıkıcı dönemler olmakla birlikte, hepsinde ortak bir yön bulunuyordu. Çevredeki taş duvarlar. Başındaki miğferin ışığında sağlam duvarların taşları görünüyor, içini rahatlatıyordu. Eğer tele ya da yukardaki vince bir şey olursa, sözüm ona bunlara tutunma ve kendini kurtarma olasılığı vardı.

Oysa şu anda artık dar baca bölümü bitmişti. İlk büyük açıklığın tavanı sayılabilecek yerdeydi Hel. Duvarlar miğferin ışığının gösteremeyeceği kadar uzaklaşmışlardı. Ve kendisi orada başsız ve sonsuz bir karanlığın ortasında sallanır durumdaydı. Vücudunun ağırlığı dört yüz metrelik kablonunkiyle birleşiyor, buna taşıdığı su geçirmez yiyecek kutusu da eklenerek hepsi dört yüz metre yukardaki

236


mengenelerin gücüne bağlı ve bağımlı bulunuyordu. Hel'in mengene ve vinç sistemine sonsuz güveni vardı. Çizimini kendi hazırlamış, hepsini kendi atölyesinde eliyle yapmıştı. Kolay bir makineydi zaten. Yukardaki güçlü kuvvetli Bask gençleri mekanizmayı pedal çevirerek yönetiyorlardı. Pedalların dönüş hızı ayarlı olduğu için iniş çok yavaştı. Bu hız herhangi bir nedenle artarsa, kaydırmak emniyet mengeneleri harekete geçiyor, teli hemen durduruyordu. Hel kendisinin karanlığın içinde gümbür gümbür düşüp, ilk mağarayı hemen yarısına kadar doldurmuş olan kalıntıların tepesinde parçalanmayacağını bilecek kadar güveniyordu mekanik sisteme. Ama bir yandan da durmadan telefonla yukardaki gençlere biraz daha çabuk olmalarını tembih etmekten geri kalmıyordu. Ağzından solumak zorundaydı. Açıktı ağzı. Çünkü şu sıra bir yeraltı suyunun yarattığı küçük çağlayanın hizasındaydı. Çağlayan mağaranın 370'inci metresinde başlıyor, sonra doksan beş metrelik iniş boyunca Hel'in vücudunu, kokarını, sıçrayan damlalarıyla buz gibi ıslatıyordu. Miğfer ışığı da suya karşı yararsızdı. Onu söndürüp uğuldayan suyun önünde, kolları ve bacakları ağrıyarak asılı durumda, beklemeye devam etti. Çevreyi görememesinin de bir yararı vardı. Tel, inişte mutlaka yer yer dönmüş olurdu. Bu yüzden ilk mağaranın tavanından aşağıya inenken Hel olduğu yerde önce yavaş, sonra hızlı hızlı döner, sonra durup ters yönde dönmeye başlardı. Bu dönüşler sırasında yan tarafta dökülmekte olan suyu görebilse hemen başı dönecekti. Oysa karanlıkta yalnızca kendini balon gibi hissetmekle kalıyor, dönüşün hızından kollarını ve bacaklarını açmamaya çabalıyordu.

Hel emniyet mengenelerinin açılması için kendisinin biraz yukarıya doğru çekildiğini hissetti. Bunu midesini yerinden oynatan birkaç santimetrelik hızlı düşüş izledi. Artık ağırlığı yeni bobine binmişti. İniş tekrar başladı. Çağlayanın önünden döne döne inerken, birden sular çevreyi sis gibi sardı. Sonunda aşağıda bir noktacık gibi beliren ışığı görebildi. Mağara arkadaşı onu bekliyordu. Ta kenarda, üstüne suyun ve kayaların ya da (Allah korusun) Hel'in düşemeye-ceği bir yerde.

Belinden sarkan teçhizatın çıkardığı sürtünme sesi Hel'e koni-

237


nin tepesine geldiğini anlattı. Yerle ilk temasını oturarak yapabilmek amacıyla bacaklarını yukarı çekmişti. Çünkü yukardaki çocuklar ağırlık azaldığı anda kabloyu sıkıştıracaklardı. İnsanın ayak uçlarıy-la yere basmış durumdayken koltuklarındaki ve kasıklarındaki bağlardan kurtulmaya çalışması çok gülünç ve çok zor oluyordu.

Le Cagot yukarıya tırmanıp Hel'in kayışlardan kurtulmasına yardım etti, belindeki teçhizatın kayışını açtı. Hel'in bacakları ve kolları iyice uyuşmuş durumdaydı. Soğuğun ve nemin içinde vücuttaki dolaşım epey zorlaşıyordu. Parmaklarını şiş hissediyor, bir türlü kayışları istediği gibi tutamıyordu.

Le Cagot, kalın sesi mağarada gümbürtülü yankılar çıkararak. «Demek böyle, Nikko,» diye gürledi. «Sonunda beni ziyarete gelmeye karar verdin! Nerede kaldın böyle? İsa'nın Çifte Gavgavı adına yemin ederim ki artık vazgeçip eve döndün sanmıştım. Haydi gel, çayı hazırladım.»

Le Cagot yiyecek kutusunu omuzuna vurup birikinti konisinin tepesinden aşağıya inmeye başladı. Ayağını bastığı taş ve topraklar sağlam değildi ama o alışkanlıkla yolunu kolayca bulabiliyor, heyelan yaratabilecek oynak ve iri kayalara hiç basmıyordu. Hel kan dolaşımını yeniden sağlayabilmek için ellerini açıp kapayarak arkadaşının bastığı yerlere basa basa onu izledi. Ne de olsa Le Cagot bu hilekâr ve dengesiz koniyi ondan daha iyi tanıyordu. Sağlam ve yaşlı Bask şairi iki günden beri burada, bu koninin dibinde kamp kurmuştu. Bu süre içinde ulaşabildiği yakın geçitleri Theseus hileleriyle incelemişti. Yokladığı yol ve galerilerin hepsi mağaranın ana boşluğundan başlıyor, çoğunluğu blok kayalarda, duvarlarda son buluyordu. Bir ikisinden çıkış yolu vardı ama, geçilemeyecek kadar dar, çatlak gibi şeylerdi.

Le Cogat hemen Hel'in getirdiği kutuya el attı. «Bu da ne?» diye uludu. «Bir şişe Izarra getireceğine söz vermiştin! Yoksa inerken kendin mi içtin? Eğer bunu bana yaptınsa Nikko, Sen Paul'un kilise Kurmuş Gavgavları üzerine yemin ederim ki fena canını yakarım. Bu da bana azap verir çünkü aslında iyi insansın. Yalnız doğarken bir hata yapmışsın işte.» Le Cagot'un inancına göre Bask olarak doğmamak çok acı bir genetik hataydı.

239


Hel, «Oralarda bir yerde olacak,» dedi ve arka üstü yatıp kaslarını serbestçe gevşeterek rahatladı, içini çekti.

Son kırk saat boyunca, Le Cagot ana kampı kurup ilk keşifleri yaparken Hel mağaranın bacasından tam on bir kez inip çıkmış, aşağıya yiyecek, teçhizat, naylon ip falan taşımıştı. Şimdi en büyük ihtiyacı birkaç saatlik uykuydu. Bunu da, mağaranın karanlığı içinde, ne zaman isterse yapabilirdi. Dışarda şafak sökmek üzere olsa bile.

Nicholai Hel ile Benat Le Cagot on altı yıldan beri birlikte bir mağara ekibi oluşturmuşlardı. Avrupa'nın belli başlı mağara sistemlerini birlikte incelemişler, ara sıra yeni keşifler yapmış, bu konuda pek az bilgisi olan speleolog'lara derinlik ve mesafe konularında yepyeni rakamlar sunmuşlardı. Yıllar boyu birlikte olunca da her birinin keşif sırasındaki görev ve rolleri otomatik olarak belirlenmişti artık. Le Cagot elli yaşına rağmen boğa gibi kuvvetli ve fil gibi dayanaklı olduğundan, hep önce iner inişini çok ağır yapar, bir yandan dar yerleri biraz temizleyerek yol açardı. Çünkü oynak taşlar kablonun çarpmasıyla yerinden kopar da düşerse, bir insanı rahat öldürebilirdi. İlk inişinde mutlaka telefonu da birlikte getirir, bir tür dip kampı kurar, beklerdi. Hel ise daha çevik ve taktik açısından daha becerikli olduğu için bütün malzeme taşıma seferleri onun göreviy- i di. Çünkü bazen, bu mağarada olduğu gibi, iniş bacası dümdüz ol- | mayıp kıvrımlı olduğundan, malzeme doğrudan aşağıya şarkınla- \ mıyor. Birinin onları indirmesi şart oluyordu. Genellikle gereken '¦' şeyleri aşağıya indirmek iki üç seferde biterdi. Ama bu seferki değişikti. Burada grift bir mağara sisteminin bütün belirtilerini bulmuşlardı. İçerde boşluklar, galeriler, dizi dizi mağaralar olduğu kesindi. ' Burayı incelemek çok malzeme gerektirecekti. İşte Hel'in bu güç yolculuğu on bir kez yapmasının nedeni buydu. Şimdi artık bu görev bittiğine göre, vücudunun tehlikeye karşı kullandığı o sinir kaynaklı enerjiye de ihtiyacı yoktu. Yorgunluğunu tümüyle hissediyor, düğümlenmiş kasları acıyla açıyor, üstüne bir uyku bastırıyordu.

«Biliyor musun, Nikko? Büyük bir soruna o derin ve aydınlatıcı aklımı vermiş bulunuyorum.» Le Cagot madenî bardağına bol bol Izarra doldurmaktaydı. Mağaranın dibinde iki gün yalnız kaldıktan

240

sonra Le Cagot'nun dışa dönük varlığının bir sohbet özlemi içinde olması çok doğaldı. Onun indinde, sohbet demek, iyi bir dinleyici bulup kendisinin hiç susmadan konuşması demekti. «Düşündüğüm şey nedir, sana söyleyeyim, Nikko. Ben bütün mağaracıların kaçık olduğuna karar verdim. Yalnız, tabii Bask mağaracıları hariç. Çünkü başkasında çılgınlık olan şey, onlarda cesaret ve serüvene susamış-lıktır. Sen de aynı kanıda mısın?»



Hel, altındaki taşları bile daha yumuşak hissetmesine sebep olan bir uyku/koma karışımına doğru kayarken 'hımmm' diye onayladı.

«Ama şimdi diyeceksin ki, mağaracı acaba dağcıdan daha mı çılgındır? Evet, öyledir. Neden mi? Çünkü mağaracı daha tehlikeli titreşimler içindedir. Dağcının tek derdi kendi vücudundan ve gücünden doğar. Olsa olsa vücudu yorulur ve gücü tükenir. Oysa ma-ğaracının karşısına sinir erozyonları ve ilkel korkular da çıkmaktadır. İnsanoğlunun içinde uyuyan ilkel hayvanın bazı mantık dışı, akıl dışı korkuları vardır. Karanlıktan korkar. Yeraltında olmaktan korkar, çünkü orayı her zaman kötü güçlerin yuvası olarak bellemiştir. Yalnız olmaktan korkar. Tuzağa sıkışmaktan korkar. Sudan bile korkar. Dünyaya oradan geldiği, sudan çıkarak insanlaştığı halde. Kâbusu andıran en büyük korkuları ise, bir, karanlığın içine düşmek, iki, dehlizlerde yolunu bulamadan dolaşıp durmaktır. Ve mağaracı dediğin adam, çılgının, kaçığın biri olduğu için bütün bu kâbuslarla yüzyüze gelmeyi kendi serbest seçimiyle istemektedir. İşte bu yüzden, o dağcıdan daha delidir. Çünkü kaybedebileceği şey, tehlikeye koyduğu şey, aklıdır. İşte bunu düşündüm, Nikko... Nikko? Nikko? Ben sana lâf anlatırken uyuyorsun, ha? Tembel sersem seni! Ju-da'nın Kalleş Gavgaları adına yemin ederim ki ben konuşurken uyuyan bin kişide bir kişi zor çıkar! İçimdeki şaire hakaret ediyorsun sen? Gurubu seyretmek yerine gözlerini kapamaya, Bask şarkısı dinlerken kulaklarını tıkamaya benziyor yaptığın şey. Biliyorsun bunu değil mi, Nikko? Nikko? Öldün mü, yahu? Evet ya da hayır diye cevap ver. Peki, öyle olsun. Şimdi ceza olarak Izarra'dan senin payını da içeceğim işte.»

Şibumi

241/16


Keşfetmek istedikleri mağaranın şaftı, bir yıl kadar önce bir rastlantı sonucu bulunmuş, fakat sır olarak saklanmıştı. Bunun nedeni, üzerindeki konik Gouffre'un bir bölümünün İspanya sınırları içinde olmasıydı. 1952 yılında Marcel Loubens'in feci şekilde düşüp ölmesinden sonra Gouffre Pierre-San-Martin'e yaptıkları gibi, İspanyol yetkililerinin bu mağaranın ağzını da kapatma olasılığı vardı. Kış süresince genç Bask'lardan kurulu bir ekip hiç belli etmeden sınır taşlarını biraz oynatmış, mağarayı tümüyle Fransa sınırlan içinde göstermeyi başarmışlardı. Bunu yaparken bir seferde yirmiden fazla taş oynatmıyor, böylelikle bölgeyi sık sık kontrole gelen İspanyol görevlilerini kandırıyorlardı. Bu sınır düzenbazlığı gençlere çok masum geliyordu alt tarafı burası zaten Bask toprağı değil miydi? İki işgalcinin sınırlarını ne biçim saptadıklarının ne önemi vardı ki?


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   15   16   17   18   19   20   21   22   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin