Trevanian Şibumi



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə27/33
tarix22.08.2018
ölçüsü1,6 Mb.
#74291
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   33

«Lütfen buyrun,» diyen Hel kapıdan çekilip onların girmesi için yol verdi. Salona girer girmez gülümseyerek yaklaşan Hana'yı gördüler.

Hana, «Bu kadar kısa süre önce yaptığımız daveti kabul etmeniz büyük nezaket,» dedi. «Benim adım Hana. Bu Bay Nicholai Hel. Bu da dostumuz Mösyö Le Cagot.» Sözünü bitirince elini uzattı.

Lider kendine gelmeyi başarmıştı. «İyi akşamlar,» diye karşılık verdi. Bu Bay Starr, Bu Bay... Haman. Ben de Bay Diamond'um.» İlk gök gürültüsü hemen yetişip onun bu sözünü noktaladı.

Hel yüksek sesle güldü. «Bu insanı utandırabilir işte,» dedi. «Bu gece doğa da pek melodramatik davranıyor.»

326


¦ •

SEKİ



oo^oo

ETCHEBAR ŞATOSU

Hurdahaş Volvo' nun içinde Pierre'le yaptıkları sarsıcı yolculuktan sonra üç konuk bir daha ayaklarını yere sağlam basmayı başaramadılar. Diamond Hel'le karşılaştığı anda hemen konuya girmeyi tasarlamıştı. Oysa anlaşılan öyle olmayacaktı. Hana konukların önüne düşüp yemekten önce birer kadeh Lillet içmek üzere onları mavi ve altın rengi karışımı salona sokarken Diamond bir ara geride kalıp Hel'le konuşmaya çalıştı. «Herhalde merak ediyorsunuzdur acaba neden...»

«Yemekten sonra.» diye onun sözünü kesti Hel.

Diamond belli belirsiz katılaştı, sonra gülümsedi, hafifçe eğildi, ve bir anda bu jestini fazla tiyatrovarî bulup pişman oldu. Allah kahretsin o gök gürültüsünü, diye düşünüyordu.

Hana kadehleri tekrar doldurdu, kanape'leri ikram etti ve sohbeti yönetmeyi sürdüdü. Bu işi öyle bir biçimde yapıyordu ki, Starr kısa zamanda ona «Hanımefendi» diye hitap etmekte olduğunu fark etti. Kadının Teksas ve Teksaslılar hakkındaki sözlerinin kendisine sunulan üstü örtülü iltifatlar olduğunu hissetmekteydi. Filistinli stajyer sırıtıyor, kafasını sallıyor, sağlığı ve rahatlığı soruldukça mutlu oluyordu. Diamond bile kendini çabucak Bask diyarının güzelliklerini tartışır buldu. İçine bir rahatlık gelmiş, gizli değerleri görür gibi duygulara sahip olmuştu. Hana yemeğe gelecek olan bayan konuğa yardımcı olmak için izin isteyince salondaki beş erkek birden ayağa kalktılar.

O çıktığında salonda bir süre sessizlik oldu. Hel de bu tedirginliğin uzamasına izin verdi. Konuklarını, gözlerinde eğlenen bir ifadeyle seyrediyordu.

Sonunda sessizliği doldurabilecek sözü Darryl Starr buldu.

«Eviniz çok güzel.»

«Gezmek ister misiniz?» diye sordu Hel.

«Şey... yooo, benim için zahmet etmeyin.»

Hel, yanında duran Le Cagot'ya Baskça bir şeyler söyledi. Le Ca-

329

got kalkıp hoyrat bir dostluk hareketiyle Starr'ı çekerek ayağa kaldırdı, ona bahçeyi ve silâh odasını gezdirmeyi teklif etti, Starr şimdiki yerinin pek rahat olduğunu, gezme önerisini teşekkürlerle reddetmek istediğini belirtiyse de kendini kurtarması mümkün olamadı. Çünkü Le Cagot'nun yüzündeki tatlı sırıtmanın yanı sıra. Starr'ın koluna sımsıkı yapışmış bulunan, hattâ canını acıtan pençesi de söz konusuydu.



«Bu konuda beni reddetme,sevgili dostum,» dedi Le Cagot.

Starr omuzlarını becerebildiği kadar kaldırıp, kader dermiş gibi bir işaret yaptı, yola koyuldu.

Diamond tedirgindi. Duruma hâkim olmakla, içinden gelen çocuksu isteği gemlemek arasında bocalıyordu. Bu çocuksu istek, kendi sosyal nezaket bilgisinin de Hel'inkinden geri kalmadığını kanıtlamaktı. Şu anda gerek kendisinin, gerekse Starr olayının, başkaları tarafından yönetildiğini hissediyor, bundan gocunuyordu. Bir şey söylemiş olmak için, «Görüyorum siz yemekten önce içki almıyorsunuz, Bay Hel,» dedi.

«Doğru.»


Hel'in Diamond'a tatlı sohbet zeminleri hazırlamaya niyeti yoktu. O yalnızca her hareketi izlemek ve konu açma işini Diamond'a bırakmak istiyordu. Diamond gülerek, «Şoförünüz de garip birisi,» dedi.

«Ya!»


«Evet. Arabayı kasabanın meydanına parketti. Yolun geri kalanın yürümek zorunda kaldık. Yağmurun biz buraya varamadan başlayacağından kortum.»

«Kendi arazime araba girmesine izin vermiyorum.»

«Evet. Ama adam arabayı parkettikten sonra ön kapıya korkunç bir de tekme savurdu. Kapının çöktüğünden hemen hemen eminim.»

Hel kaşlarını çatıp, «Ne kadar garip,» dedi. «Onunla bu konuda bir konuşayım.»

O anda Hana ile Bayan Stern salona girip erkeklere katıldılar. Genç kız yazlık bir çay saati elbisesi giymişti. Çok kibar ve çekici görünüyordu. Bu elbiseyi Hana'nın kendisi için yeni aldıkları arasından

330


seçmişti- Hannah konuklara tanıtılırken Hel onu hayranlıkla izliyor, Roma'da iki arkadaşının ölümünü plânlayan bu kişilere karşı kendini ne kadar iyi kontrol ettiğine şaşıyordu. Hana genç kıza yanına oturması için işaret etti ve topluluğun dikkatini derhal onun gençliğine, güzelliğine çevirmeyi başardı. Genç kızı öyle iyi idare ediyordu ki, Hel bu durumdan kızın da başının dönmeye başladığını far-ketti. Bir an gözgöze geldiklerinde Hel hafifçe başını sallayıp onu başarılı davranışından ötürü kutladı. Bu kızda gerçekten bazı nitelikler vardı demek. Belki beş yıl kadar Hana gibi bir kadının yanında kalsa... kimbilir?

Holden çınlayan bir kahkaya duyuldu, Le Cagot kolunu Starr'ın omuzuna atmış durumda içeriye girdi. Teksaslı biraz sarsılmış görünüyordu. Saçları da dağılmıştı. Ama Le Cagot'nun görevi bitmiş, şair yapacağını başarıyla yapmıştı. Starr'ın sol koltuğundaki tabanca kılıfı artık boştu.

Le Cagot, Fransız aksanlı İngilizcesiyle, «Sizi bilmem ama ben açlıktan ölüyorum, dostlarım.» dedi. «Dört kişilik yemek yemeye hazırım.»

Yemek salonunda masadaki kollu şamdanlar ve duvadaki lâmbalardan başka ışık olmadığı için fazla aydınlık bir atmosfer yoktu ama, ışık tam karardı. Yakındaki gölden gelen balık, arkadan çulluklar. Japon usulü pişirilmiş bahçe sebzeleri birbirini izledi. Yemeklerin arasını sohbet dolduruyordu. Dondurulmuş yiyeceklerden de aralara serpiştirilmişti. En sonunda yeşil bitkilerden yapılmış salata, ve onun peşinden de meyve ve peynirler geldi. Her antre'ye, her yemeğe uygun, değişik şaraplar da servis yapılıyordu. Av etinin meyveli sosuyla şarabın uydurulması gerçi karışık bir sorundu ama bunu da pembe bir şarap kullanarak halletmişlerdi. Şarabın tadı gerçi av etini pek desteklemiyordu ama, karşı çıktığı da söylenemezdi. Diamond, Hel ile Hana'nın önceleri yalnız pirinç ve sebze yediğini, ancak salata gelince ötekilere katıldığını görünce gene rahatsız oldu. Üstelik içki sorunu da vardı. Gerçi ev sahipleri de herkesle birlikte şarap içiyorlardı ama, Hel'in bardağına her seferinde ancak bardağı ıslatacak kadar konuluyordu. Yani yemeğin sonunda bütün içtiği, bir bardak zor ederdi.

331

«İçki içmez misiniz, Bay Hel?» diye sordu.



«Ama görüyorsunuz ki içiyorum. Yalnızca, iki yudam şarabı bir yudumdan daha lezzetli bulmadığımı söyleyebilirim.»

Şarapların tadını kelimelerle tarif etmek Amerikalıların pek başaramadığı şeydi. Diamond kendini bu konuda biraz yetkili bulurdu. Şaraptan bir yudum aldı, ağzında çevirdi, kadehteki pembe renge baktı, sonra konuştu. «Ah, Tavel var, Tavel var. Ne kadar farklı!»

Hel hafifçe kaşlarını çattı. «Ya... herhalde doğrudur,» dedi.

«Ama bu Tavel. Öyle değil mi?»

Hel omuz silkip konuyu diplomatça değiştirdi. Diamond'un ense kökündeki saçlar utancından havaya dikilmişti. Şarabın Tavel olduğundan öyle emindi ki!

Yemek süresince Hel sanki çok uzaklardaymış gibi sessizliğini korudu. Gözleri Diamond'un üzerinden pek az ayrılıyordu. Oysa sanki konuğun arkasında bir yere bakıyormuş izlenimi yaratmaktaydı. Hana uzman bir ev sahibesi olarak her konuğa espriler yaptırıyor, hikâyeler anlattırıyordu. Bunları dinlerken öyle neşelenmiş görünüyor, öyle hayranlık ifade ediyordu, ki, her konuk kendi anlattı-ğıyla, her zamanki kapasitesinin üstüne çıktığından emin oluyordu. Le Cagot'nun elinde gördüğü hoyrat muameleden sonra bir süre epey aksi görünen Starr bile, çocukluğundan bahsetmeye, Kore'de guuklarla nasıl savaştığını anlatmaya başlamıştı.

Le Cagot önce midesini yiyecekle doldurma işine gömüldü. Biraz sonra kravat yerine kullandığı fuların iki ucunun aşağıya sarkmakta olduğu görüldü. Derken kırlangıç kuyruklu frak ceketi çıkıp bir köşeye atıldı. Kendini bulup sofra sohbetine hakim olmaya hazırlandığı zaman üstünde yalnızca o rengarenk yeleği vardı. Han-nah'nın yanında oturuyordu. Birden uzanıp kocaman sıcak elini kızın bacağına yasladı ve dostça sıktı. «Bana açıkça söyle bakalım, güzel kız,» dedi. «Benim çekiciliğime karşı mücadele etmeye mi çalışıyorsun? Yoksa mücadeleden vaz mı geçtin? Bunu soruşumun nedeni, bundan sonra ne yapacağımı bilmek için. Bu arada sen yemeğini ye. İyi ye! Kuvvete ihtiyacın olacak. Eh demek sizler Amerika'dan geliyorsunuz. Baylar, öyle mi? Ben Amerika'ya üç kez gitttim. İngiliz-

332


cem bu yüzden bu kadar iyi. Amerikalı diye bile yutururum, ne dersiniz? Yani aksan açısından demek istiyorum.»

Diamond. «Kuşku yok,» dedi. Hel gibi, Le Cagot gibi insanlar için stil ve etiketin ne kadar önemli oduğunu yavaş yavaş sezmeye başlıyordu. Düşman karşısında bile. Diamond da, aynı oyunu pekâlâ oynayabileceğini kanıtlamak niyetindeydi.

Le Cagot devam etti. «Ama insanlar gözlerimde parıldayan gerçeği gördükleri anda, düşüncelerimin müziğini duydukları anda, oyun biter tabii! Amerikalı olmadığımı o anda anlarlar.»

Hel yüzündeki hafif gülümsemeyi tek parmağının arkasına sakladı.

Diamond, «Amerikalılara karşı biraz haşinsiniz,» dedi.

«Belki de.» diye kabullendi Le Cagot. «Belki haksızlık ediyorum. Buraya Amerikalıların yalnız döküntüleri geliyor. Tatile çıkan tüccarlar, yanlarında süslü karılan, üniformalı subaylar, çiklet çiğneyen değişik bir kadın güruhu, kendilerini arayıp duran gençler ve en kötüsü de akademik tipler. Bunlar kendilerinin Avrupa'ya gelmesiyle dünyanın daha iyi olacağına herkesi inandırmaya çalışıp dururlar. Bana öyle geliyor ki Amerika'nın en belli başlı ihraç ürünü tura çıkmış profesörler oluyor. Amerika'da yirmi beş yaşını geçmiş herkesin doktora sahibi olduğu doğru mu gerçekten?» Le Cagot artık temposuna kavuşmuştu. Bu noktadan, hemen kendi serüvenlerinden birini anlatmaya geçti. Öykü gene her zamanki gibi gerçek bir olaya dayanıyordu ama, anlatırken aklına gelen türlü türlü dekorasyonlarla da süsleniyordu. Le Cagot'nun hiç değilse birkaç dakika durumu böyle sürdüreceğinden emin olan Hel, yüzündeki nazik gülümseme ifadesini olduğu gibi dondurup, aklından yemek sonrasında yer alabilecek olayları bir düzene sokmaya çalıştı.

Le Cagot bu arada Diamond'a döndü. «Dostumun Amerikalı konuğu, şimdi bir an için tarih bilginize ışık tutmak istiyorum.» dedi. «Bask-larla Faşistlerin, daha tarih başladığı günden bu yana birbirine düşman olduklarını herkes bilir. Ama bu düşmanlığın kaynağını pek az insan bilir. Aslında bizim hatamızdan. Sonunda bunu itiraf ediyorum. Uzun yıllar önce Bask halkı yol kenarlarına pislemek alışkanlığından vazgeçti, ve böylelikle de Falanjların en önemli besin maddesini ellerinden almış oldular. Gerçek budur aslında. Metusalem'in Bumburuşuk...»

333


«Benat?» Hana hemen atılıp başıyla genç kızı işaret ederek Le Cagot'yu susturdu.

«Metusalem'in bumburuşuk alnı adına yemin ederim. Sana ne oluyor?» diye Hana'ya döndü. Gözleri gücenikliğini yansıtıyordu. Adetâ yaşlar vardı bu gözlerde. «Nezaketimi unutacağımı mı sandın?»

Hel sandalyesini geriye itip ayağa kalktı. «Bay Diamond'la benim biraz işimiz olacak,» dedi. «Sizlere konyaklarınızı terasta içmenizi öneririm. Yağmur başlamadan önce ancak vaktiniz olacak.»

Ana holden Japon bahçesine geçtiklerinde Hel, Diamond'un kolunu tuttu. «İzin verin de size yol göstereyim,» dedi. «Lâmba almayı akıl etmedim.»

«Öyle mi? Gerçi yakınlık sezginizi biliyorum ama, karanlıkta gördüğünüzü de hiç işitmemiştim.»

«Karanlıkta göremem. Ama burası benim evim. Bunu hatırlamanızda yarar var sanıyorum.»

Silâh odasına vardıklarında Hel iki ispirto lâmbası yaktı, Diamond'a alçak masanın başındaki iki koltuktan birine oturması için işaret etti. Masanın üzerinde bir şişeyle bardaklar vadi. «İçkiden buyurun,» dedi Hel. «Ben de az sonra geliyorum.»

Lâmbalardan birini eline alıp köşedeki kütüphaneye yürüdü, çekmecelerden birini çekti. Burası bir kartoteks çekmecesiydi. İçinde iki yüz kadar kart olduğu gözüküyordu. «Diamond'un asıl adınız olduğunu kabul edebilir miyim'» diye sordu. «Asıl adımdır.»

Hel, Diamond'a ait bilgilere göz atmak üzere kartları tararken, «İlk adlarınızın harfleri?» dedi.

«Jak O. Diamond.» Hel'in bu ilkel kart sistemini üstün haber alma sistemiyle, Şişko'yla karşılaştırınca yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. «Takma isim kullanmak istemedim,» diye devam etti. «Belki benimle ağabeyim arasında bir ilişki kurarsınız diye düşündüm.» «Ağabeyiniz mi?»

«Ağabeyimi hatırlamıyor musunuz?» «Birden hatırlayamadım,» diye mırıldandı Hel. Parmakları hâlâ

334


kartları taramaktaydı. Hel'in kartları altı dilde olduğundan, sıralaması da fonetik sisteme göre yapılmıştı. «D.D-A,D-Aİ,D-Aİ-M... hah, işte burada. Diamond, Jack O. Lütfen bir içki buyurun, Bay Diamond. Kartoteks sistemim biraz karışıktır. Üstelik emekliliğimden beri de kullanmak zorunda kalmadım.»

Hel'in ağabeyini hatırlamayadığını duyunca Diamond biraz şa-şalamıştı. Bu şaşkınlığı örtbas etmek için önündeki şişeyi eline alıp etiketini okudu. «Armagnac?»

«Hımmm.» Hel ilk kartta bulduğu işaretleri zihninde not edip, onların devamını bulabileceği kartları aramaya koyuldu. «Burası Armagnac bölgesine çok yakın,» dedi. «O şişeyi hem oldukça eski hem de iyi bulacaksınız. Demek Ana Şirketin hizmetinde çalışıyorsunuz, öyle mi? O halde kompüterinizden benimle ilgili epey bilgi edinmiş olduğunuzu varsayabilirim demektir. Bana bir dakika izin verin de durumumu sizinkiyle denkleştirmeye çalışayım.»

Diamond bardağını eline alıp silâh rafına doğru yürüdü. Kutular içindeki alışılmadık silâhlara bakıp duruyordu. Bazılarını tanıyordu gerçi. Sinir gazı tüpünü, kuru buz tabancalarını, hava güdümlü cam uçları falan. Ama arada tanımadıkları da çoktu. Basit metal diskler, bir metal halkaya takılı iki ip gibi gözüken şey, parmağa ta-kılabilecek boyda madenî koni. Armagnac'ın durduğu masanın üstünde de Fransız yapısı küçük bir otomatik tabanca duruyor du.

Diamond. «Bütün bu egzotik şeylerin arasında bu oldukça sıradan bir parça.» dedi.

Hel okumakta olduğu karttan başım kaldırarak. «Ha, evet,» diye karşılık verdi. «Ben de içeriye girdiğimiz zaman gördüm. O benim değil. Sizin arkadaşınızın silâhı. Şu iri yapılı Teksaslmm. Tabancasız daha rahat edeceğini düşündüm de.»

«Nazik ev sahibi.»

«Teşekkür ederim. « Hel elindeki kartı bir kenara bırakıp ikinci bir çekmece açtı, yeni bir kart aradı. «O tabanca aslında pek çok şey ifade ediyor.» dedi. «Herhalde sınır aramaları nedeniyle silâhsız yolculuk yapmayı daha akıllıca buldunuz. Adamınıza buraya vardıktan sonra silâh verildi. Yapısına bakılırsa, Fransız polisi vermiş bunu ona. Yani Fransız polisi avucunuzun içinde demektir.»

335

Diamond omuz silkti. «Her sanayileşmiş ülke gibi Fransa'nın da petrole ihtiyacı var tabii,» dedi.



«Evet. İd on n'a pas d'huile, mais on a des idees.» (*)

«Yani?»


«Pek önemli değil. Fransız iç propagandasından bir slogan. Bu karttan öğrendiğime göre Tokyo'daki Binbaşı Diamond sizin ağabe-yinizmiş. Bu ilginç. Hiç değilse biraz ilginç.» Şimdi durumu öğrendikten sonra Hel iki kardeş arasında bazı benzerlikler de bulmaya başlamıştı. İnce yüz, birbirine yakın kara gözler, kanca burun, ince üst dudak, kaim, kansız alt dudak, davranışta belirgin bir kararlılık.

«Adımı duyar duymaz bunu anlayacağınızı sanmıştım.» dedi Diamond.

«Aslında onu hemen hemen unutmuştum. Hesabımız görülmüş, bitmişti nasılsa. Demek Ana Şirketin hizmetine, erken emeklilik programında çalışarak başladınız. Bu durum ağabeyinizin kariyerine de uyuyor.»

Ana Şirket birkaç yıl önce, iş akışmdaki bir kusurun farkına varmıştı. Şirketlerde çalışan müdürler elli yaşından sonra daha az verimli olmaya başlıyorlardı. Oysa elliden sonraki yıllarda daha çok para almaktaydılar. Bu sorun Şişko'ya sunulduğunda. Şişko hemen bir «Erken Emeklilik Bölümü» kurulmasını önermişti. Bu bölüm, ortaya sorun çıkaran bu tür müdürlerin birer kaza sonucu bertaraf edilmesini sağlayacaktı. Genellikle tatildeyken. Ya kalp krizi ya da bir inme sonucu. Şirketin tasarruf ettiği para birden çok arttı. Diamond hemen bölümün başına getirildi. Kısa süre sonra da CIA ve NSA'nın kontrolüyle görevlendirildi.

«...Görülüyor ki hem siz hem de ağabeyiniz, içinizdeki sadizmi gerek bir takım yan çıkarlarla, gerekse büyük bir kuruluş hesabına çalışmakla bağdaştırmayı bilmişsiniz. O CIA hesabına, siz de petrol firmaları topluluğu hesabına. Her ikisi de Amerikan rüyasının birer parçası. Hayatta ilerlemek isteyen gençleri topladınız mı, oldu bitti.»

«Hiç değişe ikimiz de kiralık katil olmadık.»

*Bizde petrol yok ama, fikir var!

336


«Saçma. Havayı ve suyu kirletin, soyan, sömüren kuruluşlar hesabına çalışan insanlara katil derler. Ağabeyinizin ve sizin kişisel değil, kuruluşsal ve vatansal nedenlerle öldürmüş olmanız, ikinizi de katil olmaktan kurtarmaz. Yalnızca korkak olduğunuzu ortaya koyar.»

«Bir korkağın böyle elini kolunu sallayıp evinize gelebileceğine inanıyor musunuz?»

«Belli bir tür korkak bunu da yapabilir. Korkaklığından korkan bir korkak.»

Diamond ince sesle güldü. «Benden gerçekten nefret ediyorsunuz, değil mi?»

«Hiç de değil. Siz bir kişi değil örgüt adamısınız. Sizden kişi olarak nefret edilemez. Topluluktan nefret etmek gerekir. Zaten siz nefret gibi yoğun duygular uyandırabilecek bir kimse değilsiniz. Tiksinti daha doğru bir deyim olur.»

«Ama gene de, bütün eğitim ve yetiştiriliş üstünlüğünüze karşın, aşağıladığınız, bezirgan sınıfı dediğiniz benim gibi insanlar sizi kiralıyor ve pis işlerini gördürüyorlar.»

Hel omuz silkti. «Her zaman öyle olmuştur,» dedi. «Tarih boyunca tüccarlar ve bezirganlar hep kent surlarının gerisine saklanmış, onları koruyacak savaşı başkaları yapmıştır. Buna karşılık da tüccarlar hep eğilmiş, bükülmüş, selamlamış taviz vermiştir. Aslında onları suçlamak da doğru değil. Cesur olmak üzere yaratılmamışlardır. Hem daha önemlisi, cesaret bankaya yatırılabilecek bir şey değildir.»

Hel son bilgi kartını da okuyup,sonradan yerleştirilmek üzere ötekilerin arasına fırlattı. «Pekâlâ. Diamond.» dedi. «Şimdi kim olduğunu da, ne olduğunu da biliyorum. Daha doğrusu hakkında bilmem gerekeni, veya bilmek isteyebileceğimi biliyorum.»

«Herhalde bu bilgiler sana Güve'den geliyor.»

«Pek çoğu sizin Güve dediğiniz kişiden geldi.»

«Bu adamın bildiklerini nereden öğrendiğini anlamak için neler vermezdik.»

«Herhelde. Bilsem de size söylemezdim elbette. Ama aslında beniın de en küçük bir fikrim yok.»

Şibumi

337/22


«Ama Güve'nin kimliğini ve yerini biliyor olmalısınız.»

Hel güldü. «Elbette biliyorum. Ama biz kendisiyle eski dostuz.»

«O bir şantajcıdan başka bir şey değil.»

«Saçma. O haberleşme mesleğinde bir sanatçıdır. Tüm dünyadan topladığı bilgiler vadır. Ama bunları gizlemek için ömründe bir kere bile para almamıştır.»

«Öyle ama sizin gibilere bilgi vermekle sizleri hükümetlerin cezasından koruyor ve bu yolla dünyanın parasını kazanıyor.»

«Korunma pahalıya malolur. Değeri büyüktür. Ama eğer içinizi rahatlatacaksa söyeyeyim. Güve dediğiniz adam çok hasta. Yılın sonuna kadar yaşayabileceği bile kuşkulu.»

«Demek yakında korunmasız kalacaksınız.»

«Onu insan olarak, zeki ve ilginç bir insan olarak çok özleyeceğim. Ama korunmanın ortadan kalkması benim için önemli değil. Şişko'nun size söylediğinden eminim. Artık ben tümüyle emekliyim. Şimdi kendi işimize dönsek olur mu?»

«Başlamadan önce size sormak istediğim bir soru var.»

«Benim de bir sorum var ama bunları sonraya bırakalım da konu dağılmasın, vaktinizi ziyan etmeyelim. Şimdi isterseniz ben size durumu özetleyeyim. Yanılgıya düşersem düzeltirsiniz.» Hel duvara yaslandı. Yüzü gölgede kalıyor, yumuşak cezaevi sesi tekdüze çıkıyordu. «Önce Kara Eylülcülerin Münih'de İsrailli atletleri öldürmesiyle başlıyoruz. Öldürülenlerin arasında Asa Stern'in oğlu da var. Asa Stern bunun üzerine öc almaya ahdediyor. Bu amaçla acınacak kadar acemi, küçük bir amatörler topluluğu kuruyor. Bu hareketinden ötürü onu gene de küçük görmeyin. İyi bir insandı. Ama bunu yaptığı sırada çok hasta, ve büyük ölçüde de ilâç etkisi altındaydı. Derken Arap istihbaratı işin kokusunu alıyor. Araplar, herhalde OPEC temsilcisi aracılığıyla, Ana Şirketten bu başağrısını ortadan silmesini istiyorlar. Ana Şirket bu işi size veriyor, ve CIA zorbalarını kullanarak durumu temizlemenizi bekliyor. Siz bu intikam grubunun... ki sanıyorum kendilerine Münih beşlisi diyorlardı, son Münih katillerini öldürmek üzere Londra'ya gitmekte olduklarını haber alıyorsunuz. CIA hemen Roma Uluslararası Havaalanında bir bozgun eylemi plânlıyor. Bu arada içerdeki salonda bulunan o iki salağın da bu eyleme katıldığını sanıyorum.»

338

«Evet.»


«Ve siz de onlara ceza olarak, yaptıkları pisliği kendilerine temizletiyorsunuz.» «Aşağı yukarı.»

«Riske giriyorsunuz, Bay Diamond. Aptal bir dost, akıllı bir düşman dan daha tehlikelidir.» «O benim bileceğim şey.»

«Elbette. Peki, demek sizin adamlarınız Roma'da vıcık vıcık, üstelik de yetersiz bir iş yapıyorlar. Aslında bu kadarını başardıklarına bile şükretmeniz gerek. Arap istihbaratıyla CIA yeteneği biraraya gelirse, yanlış havaalanına gitmeyişleri bile başarı sayılır. Ama demin söylediğiniz gibi, bu sizin bileceğiniz şey. Bu arada her nasılsa, belki de Washington'da eylemin sonuçlarını gözden geçirirken, hücre üyelerinin Londra'ya gitmekte olmadığını farkettiniz. Ceplerinden Pau'ya uçak bileti çıkmıştı. Ayrıca hücre üyelerinden, az önce birlikte yemek yediğiniz Bayan Stern'in de, katillerinizin gözünden kaçtığını öğrendiniz. Bilgisayarınız Asa Stern'in benimle ilişkisini ortaya sermekte gecikmedi. Pau'nun buraya yakın olması da durumu perçinledi. Tamam mı?»

«Aşağı yukarı.»

«Peki. Bu noktaya vardığımıza göre, top artık sizde.»

Diamond kafasındakileri nasıl ifade edeceğine henüz karar verememişti. Acaba tehditle vaadin hangi ölçüdeki karışımı Nicholai Hel'i işin dışında tutmaya yarardı? Zaman kazanmak için orada gördüğü garip bir çift silâha doğru parmağını uzattı. Bunlar eski düello tabancaları gibi kıvrık saplı, dokuz inç boyunda çifte namlulu silâhlardı. Namluların ucu da hafifçe genişliyor gibiydi.

«Bunlar nedir?» diye sordu.

«Bir tür kısa namlulu tüfek.»

«Tüfek mi?»

«Evet. Bunları Hollandalı bir sanayici dostum benim için yaptı. Molucca teröristleri elinde rehin tutulan oğlunu kurtarmak için giriştiğim tehlikeli bir eylemin ödülü olarak. Gördüğünüz gibi her silâhın iki çekici, aynı anda özel mermilerin üzerine iniyor, mermiler

339

dağılıp çevreye bir sürü yarım santimetre boyunda kurşunlar yağdırıyor. Bu odadaki silâhların hepsi özel durumlar için hazırlanmuştır. Bunlar karanlıkta ve yakın menzil içinde görülecek işler içindir. Ya da bir anda bir oda dolusu insanı ortadan kaldırmakta kullanılabilir. İki metrelik bir menzilde kurşunların birbirine uzaklığı ancak bir metredir.» Hel'in cam yeşili gözleri Diamond'un üzerindeydi. «Niyetiniz geceyi tabancalardan söz ederek geçirmek mi?»



«Hayır. Sanırım Bayan Stern sizden Kara Eylülcüleri Londra'da öldürmek konusunda yardım istemiştir.» Hel başını salladı.

«Ve yardım edeceğinize de önceden inanmıştır. Amcasının dostu olduğunuz için.»

«O yargıya vardığı doğru.» «Ne yapmak niyetindesiniz?» «Önerinizi dinlemek niyetindeyim.» «Benim önerimi mi?»

«Tüccarlar öyle yapmaz mı? Teklif getirmez mi?» «Ben olsam buna pek teklif demezdim.» «Ne derdiniz?»

«Durdurucu bir gösteri derdim. Bir kısmı uygulanmış, bir kısmı uygulanmaya hazır. Tabii bu işe bulaşacak kadar budalalık ederseniz.»

Hel'in gözleri bir gülümsemeyle karıştı ama, dudakları bundan etkilenmedi. Elini havada çevirip Diamond'a devam etmesini anlattı.

«Size itiraf etmem gerekir ki durum biraz değişik olabilseydi, bu silâh manyağı Filistinlilerin başına gelenler ne Ana Şirketi ne de Arap çıkarlarını ilgilendirirdi. Ne var ki bugünler Arap toplumu için kritik günler. Filistin Kurtuluş Örgütü de her nasılsa Araplar için bir bayrak haline getirildi. İsteyerek değilse bile, halkla ilişkiler konusunda gerekli olduğu için. Bu nedenle de Ana Şirket onları korumak zorunda kalıyor. Yani sizin Londra'da uçak kaçırmak isteyenlere engel olmanıza izin verilmeyecek.» «Beni nasıl durduracaksınız?»


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin