340
«Wyoming'de eskiden birkaç yüz hektarlık yeriniz olduğunu hatırlıyor musunuz?»
«Herhalde eskiden sözü bir dilbilgisi yanlışı olmasa gerek.»
«Değil tabii. Emekliliğiniz için ayırdığınız varlığın büyük bir dilimini temsil eden o yer, Ana Şirketin işlerine karışmaya kalkmanızın cezası olarak elinizden alınmış bulunuyor.»
«Bu cezayı sizin şahsen düşünmüş olduğunuzu varsayabilir miyim?» Diamond başını hafifçe yana eğdi. «Bu benim için zevk oldu,» dedi.
«Çok sinsi bir yılanmışsın. Yani bu işten vazgeçersem arazi bana geri mi verilecek diyorsun?»
Diamond alt dudağını ileri doğru uzattı. «Yoo, korkarım öyle bir şey yapamam. Amerika'nın yabancı boyunduruğundan kurtulabilmek için her zerre enerji kaynağına gerçekten ihtiyacı var.» Bu sözünü beğenip kendi kendine gülümsedi. «Hem zaten güzelliği de bankaya yatıramazsımz.» Diamond pek zevkleniyordu.
«Ne yapmak istediğini anlayamıyorum, Diamond. Ben hangi yolu seçersem seçeyim, araziyi nasılsa alıp berbat edeceğine göre, bu sana benim üzerimde nasıl bir kontrol sağlıyor?»
«Dediğim gibi, arazinin alınması uyarıcı bir şamar niteliğinde oluyor. Ve de tabii, ceza.»
«Ah, anlıyorum. Kişisel bir ceza. Senden. Ağabeyin için mi?» «Öyle.»
«Ölümü haketmişti, biliyorsun. Bana üç gün boyunca işkence edildi. Bunca ameliyattan sonra bile, yüzüm hâlâ bazı hareket yeteneklerinden mahrum.»
«O benim ağabeyimdi! Şimdi, istenildiği şekilde hareket etmezsen uygulanacak ceza ve sonuçlara geçelim, KL443 grup ve 45-389-75 kot numaralı hesapta aşağı yukarı bir buçuk milyon dolar değerinde altın karşılığı paran vardı. Zürih Federal Bankasında. Emekliliğin için ayırdığın servetin geri kalanı da bu. Gene geçmiş zamanda konuştuğuma dikkatini çekerim.»
Hel bir an sessiz kaldı. «İsviçrelilere de petrol gerek,» dedi sonra.
341
PİPİ
Diamond, «İsviçrelilere de petrol gerek,» diye onu yankıladı. «O para, Kara Eylülcülerin uçağı sağ salim kaçırmasından yedi gün sonra tekrar senin hesabına gözükebilecek. Böylece görüyorsun ki, onların plânını bozmak bir yana, uçağı kaçırabilmeleri için her türlü yardımı yapmak senin kendi yararına oluyor»
«Ve herhelde bu para aynı zamanda seni de tehlikeden koruyor.» «Tamam, öyle. Konuğun olduğumuz süre içinde bana veya arkadaşlarıma bir şey olursa o para ortadan yok olacak. Bir hesap hatasının kurbanı olarak.»
Hel'in gözleri Japon bahçesine açılan kapılara dikilmişti. Yağmur başlamıştı artık. Çakılların üzerinde ses çıkarıyor, siyah ve gümüş rengi görünen yapraklan sallıyor, hışırdatıyordu. «Hepsi bu kadar mı?» diye sordu.
«Pek sayılmaz. Sağda solda acil durumlar için birkaç yüz bin doların olması gerektiğini biliyoruz. Şişko'nun verdiği psikolojik kimliğinden anladığımıza göre, ölmüş bir dosta sadakati kendi çıkarından öne alman, ve bu paraları bu işe harcaman mümkün. Japon onur kavramıyla yetişmiş olmandan ötürü, anlarsın ya! Biz böyle bir budalalık yapman ihtimaline karşı da hazırlandık. Bir kere İngiltere-deki MI-5 ve MI-6 örgütleri sana karşı uyarıldı ve topraklarına ayak bastığın anda seni tutuklamak üzere emir aldı. Onlara yardımcı olmak üzere Fransız Güvenlik Kuvvetleri de bu bölgeden çıkmamanı sağlayacak. Eşkâlin polise dağıtıldı. Kendi kasaban dışında herhangi bir yerde görülürsen, o anda vurulacaksın. Şimdi söylemem gereken bir şey var. Tehlikeli durumlarda ne kadar başarılı olabildiğini geçmiş deneylerden biliyoruz. Sana karşı harekete geçirdiğimiz bu kuvvetlerin, sana engel olmaktan çok, yalnızca can sıkma düzeyinde işe yarayabileceklerinin de farkındayız. Ama gene de gerekeni yapıyoruz. Daha doğrusu, yapıyor görünüyoruz. Ana Şirket, Kara Eylülcüleri korumak için elinden geleni yaptığını göstermek zorunda. Eğer bu başarılı olmazsa, ki korkarım bu tedbirlerin başarılı olmamasını hemen hemen umuyorum şahsen... o zaman çok büyük ve korkund" bir cezayla Arap dostlarımızı tatmin etmek zorundayız. Onların ne tür insanlar olduğunu bilirsin. İntikam duygularını tatmin edebiH
342
mek için son derecede katı, kesin ve hayal gücü zengin bir şeyler yapmak zorunda kalacağız demektir.»
Hel bir an sessiz kaldı. «Sana konuşmamızın başında bir sorum olduğunu söylemiştim, tüccar,» dedi. «Sorum şu. Buraya neden geldin?»
«Bu açıkça belli değil mi?»
«Belki sorumu yeterince açık sormadım. Buraya neden sen geldin? Neden bir haberci göndermedin? Neden yüzünü gözümün önüne sererek seni tanımam gibi büyük bir tehlikeyi göze aldın?»
Diamond Hel'e uzun uzun baktı, «Sana dürüst bir cevap vereceğim.» dedi.
«Zahmet edip benim için karakterini değiştirme.»
«Wyoming'deki arazinin haberini sana kendim vermek istedim. Plânladığım cezanın kapsamını kendim anlatmak istedim. Tabii eğer Ana Şirketin sözünden çıkarsan. Ağabeyime bu kadarını borçluyum.»
Hel'in duygudan uzak bakışları Diamond'un üzerindeydi. Diamond meydan okur gibi oturuyordu. Gözleri, içindeki korkuyu yansıtan, gözyaşına benzer bir pırıltıyla kaplanmıştı. Çok tehlikeli bir işe girişmişti bu bezirgan. İnsanların arkasına saklandığı ve güç aldığı, kanun gibi, sistem gibi paravanları geride bırakmış, Nicholai Aleksandroviç Hel'e yüzünü göstermeye cesaret etmişti. Diamond aslında anonim kişiliğin kendisini kâr örgütü içinde saklanan, tırnaklarıyla ağlara tutturmaya çalışan bir böcekten farklı kılmadığının farkındaydı. Kendi sınıfının diğer üyeleri gibi o da, Hollywood'un tozlu arka sokaklarında dolaşırken, ya da elini kompüterinin bir karış üstüne uzatırken, kendini yaratıcı bir bireyci gibi görmekteydi, Amerikan kültüründe prototipik kahramanın bir kovboy olması çok anlamlıydı. Eğitimsiz, kaba bir tarım işçisi. Bir göçmen. Diamond'un rolü temelde Tom Miks'in oynadığı rollere benziyordu. Elinde dünyanın en gelişmiş bilgisayar sistemi vardı. Buna karşılık Hel'in elinde birkaç tane karttan başka ne vardı? Diamond için, batı dünyasının tüm sanayileşmiş ülke hükümetleri çantada keklikti. Hel'in ise birkaç Bask arkadaşı vardı. Diamond atom enerjisini, petrol rezervleri-
343
ni, askerî/sınaî toplulukları, çürümüş ve çürüyen hükümetleri temsil ederken, Hel Şibumi'yi temsil ediyordu. Kayıtsız güzelliğin solgun bir imajını. Bütün bunlarla birlikte Hel'in girişilecek her çatışmada büyük bir avantajı olduğu da ortadaydı.
Hel yüzünü yana çevirdi ve başını hafifçe salladı.
«Bu senin için utundırıcı olmalı,» dedi.
Sessizlik sırasında Diamond'ın tırnakları avuçlarında iz bırakmıştı. Hafif öksürerek boğazını temizledi. «Benim için ne düşünürsen düşün, şu yukarda yemekte gördüğün orta sınıf çaylağından başka kimsenin takdirini kazanmayacak bir jest uğruna gelecek yıllarını tehlikeye atacağına inanamıyorum.» dedi. «Ne yapacağını bildiğimi sanıyorum, Bay Hel. Önce işi enine boyuna düşünecek, ve sonunda da bir grup ne idüğü belirsiz Arabm bu güzel eve, bu güzel hayata değmeyeceğine karar vereceksin. Hasta ve uyuşturucu etkisinde bazı adımlar atmış bir ihtiyarın saçmalarına karşı şeref bağlılığı duymak gerekmediğini anlayacaksın. Ve sonunda da geri çekileceksin. Çekilişinin nedenlerinden biri benim gibi hor gördüğün birini etkilemek için cesaret gösterilerine kalkışmak istemeyeceğinden-dir. Bana şu anda vazgeçtiğini bildirmeni beklemiyorum. Bu çok küçük düşürücü bir şey olur senin için. O onur duyguna ağır gelebilir. Ama sonunda gene de yapacağın bu. Doğrusunu söylemek gerekirse bir bakıma bu işte direnmeni istemiyor değilim. Senin için düşündüğüm cezaların uygulanmadan kalması yazık olacak. Ama şansım varmış ki Ana Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı, Kara Eylülcülerin işlerini temizce görmelerini istiyor. Şimdilik Camp David Barış Görüşmeleri diye bir şey hazırlıyoruz. Bunun sonucunda İsrail, hem güney, hem de doğu sınırlarını çıplak bırakmaya zorlanacak. Aynı görüşmelerin sonucunda Filistin Kurtuluş Örgütü de Ortadoğu oyunundan çıkarılacak. Artık can sıkıcı fonksiyonlarını yeterince yerine getirdiler. Ama Başkan, bu iş de bitene kadar Filistinlileri rahat bırakmak niyetinde. Görüyorsunuz ya, Bay Hel... şu anda pek derin sularda yüzmektesiniz. Karşınızdaki kuvvetler tabanca, tüfek veya diğer zekice silâhlarla ya da sevimli küçük bahçelerle bertaraf edilecek türden değil.»
344
Hel, Diamond'a sessizce baktı, sonra gözlerini bahçesine çevirdi. Alçak sesle, «Bu konuşma bitmiştir,» dedi.
«Anlıyorum.» Diamond cebinden bir kartı çıkardı. «Benimle şu numaradan ilişki kurabilirsiniz.» dedi. «On saata kadar büroma dönmüş olacağım. Bu işe karışmamaya karar verdiğinizi bana bildirdiğiniz anda, İsviçre'deki paranızın iadesi için işlemlere başlayacağım.»
Hel artık Diamond'un orada bulunduğunun farkında değilmiş gibiydi. Bu yüzden Diamond kartı masanın üzerine bırakmak zorunda kaldı. «Artık konuşacak bir şeyimiz kalmadığına göre, ben gidiyorum.» dedi.
«Ne? Ha, evet. Herhalde çıkış yolunu bulabilirsin, Diamond. Hana sizi kasabaya geri göndermeden önce sana ve adamlarına kahve ikram edecek. Herhalde Pierre de kendini şu aralarda şarapla iyice takviye etmiştir ve size unutamıyacağınız bir yolculuk yaptırmaya hazırdır.»
«Pekâlâ. Ama daha önce... sana bir sorum vardı.»
«Evet?»
«Yemekte içtiğimiz roze şarap... neydi?»
«Tavel'di tabii.»
«Biliyordum!»
«Pek sayılmaz. Emin değildin.»
Bahçenin Japon odasına uzanan kolu, yağmurun sesini dinleye-bilme amacıyla yapılmıştı. Hel her yağmur mevsiminde haftalarca çalışmış, bacağında bir şort, yalınayak, suların içinde taşlan yerleştirmiş, bahçeye ton vermiş, değiştirmiş, yeni tonlar vermişti. Çamurlar ve akıntı yollan temizlenmiş, bitkiler defalarca yer değiştirmiş çakıllar durmadan yerleştirilmiş, bozulup tekrar yerleştirilmiş, akar-suya ses taşları döşenmiş, sonunda yapraklardaki damlaların bas sesiyle çakıllardan çıkan soprano ses arasında bir uyum sağlanabilmişti. Buna bambulardan gelen titrek resonansla akarsuyun kendi sesi de katılıyordu. Hepsinin yüksekliği öyle ayarlanmıştı ki, taban tatami döşeli odanın tam ortasına oturulduğu zaman hiçbir ses, diğerlerini bastıramıyordu. Dikkatle dinleyen kişi isterse gerilerden bir sesi ayırdediyor, isterse onu tekrar orkestranın içinde eritebiliyordu.
345
Dikkatinin yönünü nereye çevirdiğine bağlıydı bu iş. Tıpkı uyku tutmayan bir insanın saat sesini bazen duyması, bazen duymaması gibi. Bu çaba, günlük yorgunluklardan kurtulmaya, onları bir kenara itmeye yeterliydi. Ama bu bahçeyi düzenleyen kişinin tek amacı bu değildi. Onun amacı bahçeyi kullanmaktan çok, yaratmaya yönelikti.
Hel silâh odasında otururken yağmurun sesini işitiyor, ama ruhsal sükûnete ulaşmış olmadığı için dinleyemiyordu. Bu işte kötü bir aji vardı. Bir bütünlük yoktu, sonra... tehlikeli kişisel duygular karışmıştı. Hel hayatta hep dizili taşlara karşı oyun oynamaya alışkındı. Eti, kemiği olan canlı hasımlara karşı değil. Bu işte hamleler hep mantıksız nedenlerle yapılacak, sebep ve sonuç çizgilerine hep insan duyguları bulaşacaktı. Baştan sona ihtiras ve ter kokuyordu bu iş.
Hel ciğerlerinden derin bir soluk verdi. «Eee?» diye sordu. «Ne demek oluyor bütün bunlar?»
Hiç cevap gelmedi. Hel'in aldığı titreşimler, çevredeki k;şinin bir yandan kaçmak istediğini, bir yandan da kıpırdamaya korktuğunu belirtiyordu. Kalkıp yana kayan kapıyı biraz daha itti ve parmağıyla dışardaki insana içeri girmesini işaret etti.
Hannah Stern kapının dışında duruyordu. Saçları yağmurdan sırılsıklamdı. Elbisesi vücuduna ve bacaklarına yapışıyordu. Kapı dinlerken yakalamak utandırmıştı onu. Ama özür dilemeye de yanaşmıyordu. Ona göre işin önemi, böyle nezaket kurallarına önemsiz kılacak kadar fazlaydı. Hel ona aslında önemli olanın bu «küçük» hareketler olduğunu belki söyleyebilirdi. Terbiye her zaman için merhametten de, sadakattan da, yardımdan da, içtenlikten de daha güvenilir bir şeydi. Tıpkı hak yememenin, karşıdakine eşit şans tanımanın, adaletten önemli olması gibi. Büyük sayılan değerler, baskı altına girdiklerinde türlü mantık oyunlarıyla çözülüverirlerdi. Ama terbiye, terbiyeydi. Koşullar ne olursa olsun, hiçbir zaman değişmezdi.
Gerçi Hel bunu ona söyleyebilirdi ama, şu anda kızın ruhsal eğitimine pek ilgi duymuyordu. Kusursuzluğa erişemeyecek bir varlığı boşuna süslemeye de heves etmiyordu. Zaten söylese bile, kız
346
herhalde yalnızca kelimeleri anlayacak, anlamına inebilse bile, nasılsa ömrünü bir tür Scarsdale rejimiyle geçireceği için bundan asla yararlanamayacaktı.
«Eee?» diye sordu tekrar. «Sen ne anlam verdin bunlara.»
Hannah başını iki yana salladı. «Bu kadar... iyi örgütlenmiş oldukları aklıma bile gelmezdi,» dedi. «Bu kadar da soğukkanlı. Başınıza iyice dert açtım galiba.»
«Şimdiye kadar olanlardan seni sorumlu tutmuyorum. Bir şans borcum olduğunu çoktan beri biliyordum. İşim hep sosyal örgütlerle olduğuna göre, karşımda bir miktar kötü şansın birikmiş olduğu belliydi. Şimdiye kadar onunla yüzyüze gelmemiştim. Bu yüzden bekliyordum onu. Ama seni bunun sebebi saymıyorum. Nedenini anlıyor musun?»
Kız omuz silkti. «Ne yapacaksınız?» dedi.
Fırtına artık geçiyordu. Arkadan bahçeye dolan rüzgârlar Han-nah'ın ıslak elbisesi içinde titremesine yol açmaktaydı.
«Şu çekmecede kaim kimonolar var,» dedi Hel. «Üstündekileri çıkar.»
«İyiyim ben,»
«Ne diyorsam onu yap. Burnunu çekip duran trajedi kahramanlarının günü geçti artık.»
Kısacık şort giymek, bluzunun göğsünü yarıdan yukarı açık bırakmak gibi huylarına uygun olarak, Hannah önce elbisesini çıkardı, sonra kuru kimonoyu aradı. Vücudunun güzel oluşundan sosyal bir avantaj sağladığını kendi kendine bile hiçbir zaman kabullenmemiş-ti. Erkekler onu cinsel bir gereç olarak gördüklerinde de şaşırmış gibi yapar, daha doğrusu gerçekten şaşırdığını sanırdı. Aslında eğer bu konuyu düşünecek kadar vakit ayırmış olsa, kendini gösterme eğilimini, 'vücudunu sağlıklı şekilde kabullenme' diye adlandırır, çekingenliği ve kompleksi olmadığı için sevinirdi.
Sıcak kimonoya sarınırken tekrar, «Ne yapacaksınız?» diye sordu.
«Asıl mesele senin ne yapacağında. İşe devam etmeye hâlâ niyetli misin? Benim de peşinden atlayacağımı umarak kendini iskeleden sulara bırakacak mısın?»
347
«Yapar mıydınız? Atlar mıydınız arkamdan?
«Bilmiyorum.»
Hannah karanlık bahçeye doğru bakıp kimonosuna daha sıkı sarındı. «Bilmiyorum... bilmiyorum.» diye söylendi. «Dün her şey öyle açık seçikti ki? Ne yapmam gerektiğini biliyordum. Neyin doğru olduğundan emindim.»
«Ya şimdi?»
Kız omuzlarını kaldırıp başını iki yan salladı. «Eve dönüp bütün bunları unutmamı isterdiniz, değil mi?
«Evet. Üstelik bu da senin sandığın kadar kolay olmayabilir. Seni sağ salim evine ulaştırmak epey marifet isteyecektir.»
«Ya Münih'te bizim atletlerimizi öldüren Kara Eylülcüler ne olacak?»
«Onlar da ölecek. Herkes ölür sonunda.»
«Ama.... eğer eve dönersem, o zaman Avrim'le Chaim'in ölümleri de boşuna olur.»
«Doğru. Zaten boşuna ölümlerdi onlar. Sen ne yapsan bu durum değişmez.»
Hannah, Hel'e yaklaşıp başını kaldırarak onun yüzüne baktı. Kızın ifadesinde karışıklık ve kuşku okunuyordu. Birinin kendisine sarılmasını, avutmasını, rahatlamasını, her şeyin düzeleceğini söylemesini istiyordu.
«Ne yapacağına çabuk karar vermelisin,» dedi. Hel. «Şimdi eve dönelim. Gece boyunca her şeyi düşünürsün.»
Hana ile Le Cagot'yu serin ve ıslak terasta oturur buldular. Fırtınanın peşinden gelen rüzgâr da dinmişti. Havada taze, yeni yıkanmış gibi bir koku vardı. Onlar yaklaşırken Hana kalkıp Hannah'nm elini tuttu. Bilinçsizce yapılan bir iyilik.
Le Cagot taş kanapeye yayılmıştı. Gözleri kapalı, konyak bardağı elindeydi. Soluğunun arasında horlamalar da duyuluyordu.
Hana, «Tam anlattığı hikâyenin orta yerinde uyuyakaldı,» diye açıkladı.
Hel, «Hana,» dedi. «Bayan Stern bu geceden sonra burada kalmayacak. Eşyalarını yarın sabah hazırlatabilir misin? Onu dağdaki
348
kulübeye götüreceğim.» Hannah'ya döndü. «Dağda bir yerim var,» dedi. «Orada kalabilirsin. Sana bir zarar gelmez. Ben de bu arada seni nasıl ananın babanın yanına ulaştırabileceğimi düşünürüm.»
«Gitmek istediğime karar vermemiştim ki!»
Hel ona cevap vereceği yerde, Le Cagot'nun çizmesine bir tekme vurdu. İriyarı Bask irkildi, birkaç kere dudaklarını yaladı. «Nerede kalmıştım?» dedi. «Ha... Bayonne'daki o rahibeleri anlatıyordum. Onlarla karşılaştığım zaman...»
«Yo, onu anlatmaktan vazgeçmiştin. Bayanlar var diye.»
«Öyle mi? Peki öyleyse! Görüyorsun ya, küçük kız, anlatmayışı-mın nedeni sırf senin ihtiraslarını hareketlendirmek için. Bana geldiğin zaman bunu kendi isteğinle yapmanı tercih ederim. Gözü kararmış bir şehvetle değil. Konuklarımıza ne oldu?»
«Gittiler. Herhalde Amerika'ya dönmüşlerdir.»
«Sana bütün samimiyetimle bir şey söyleyeceğim, Nikko. Bu adamlardan hiç hoşlanmadım. Gözlerinde korkaklık var. Bunları tehlikeli kişiler durumuna getiriyor. Ya buraya daha kaliteli konuklar davet etmeye başla, ya da benden mahrum kalma tehlikesini göze al. Hana, harikulade, eşsiz kadın... bu gece benimle yatmak istiyor musun?»
Hana gülümsedi. «Hayır, teşekkür ederim, Benat.»
«Kendini bu kadar iyi kontrol edebilişine hayranım. Ya sen küçük kız?»
«O çok yorgun,» dedi Hana.
«Eh, belki böylesi daha iyi. Yoksa yatağım fazla kalabalık olacaktı, o tombul Portekizli hizmetçi de olduğuna göre! Hadi öyleyse! Gerçi sizi kişiliğimin cazibesinden ve renkliliğinden mahrum bırakmak hoş değil ama, vücudum diye adlandırdığım bu harika makinenin önce su akıtması, sonra da uyuması gerekiyor. İyi geceler, dostlarım.» Homurdanarak ayağa kalktı, tam uzaklaşacağı sırada gözü Hannah'ın üstündeki kimonoya takıldı. «Bu da ne? Elbiselerine ne oldu? Ah, Nikko, Nikko. Fazla ihtiras kötü şeydir. Her neyse... iyi geceler.»
349
Hana yumuşak bir masajla Hel'in sırtındaki gerilimi geçiştirmişti. Şimdi uyuyuncaya kadar saçlarını hafifçe çekiştirmekteydi. Kendi vücudunu onun üzerine yerleştirmiş, yüzükoyun yatan Hel'in kalçalarını kucağına almıştı. Kolları ve bacakları, onun kol ve bacaklarının üzerindeydi. Sıcaklığıyla onu koruyor, rahatlatıyor, dinlenmeye zorluyordu. «İşler kötü, değil mi?» diye fısıldadı.
Hel evet anlamında mırıldandı.
«Ne yapacaksın?»
«Bilmiyorum. Önce kızı buradan götüreceğim. Belki onu öldürmekle beni amcaya olan borçtan kurtarabileceklerini düşünürler.»
«Dağda onu bulamayacaklarından eminsin, değil mi? Bu vadilerde sır diye bir şey yoktur.»
«Yerini yalnızca dağ halkı bilecek. Onlar benim adamlarım. Polisle de hiç konuşmazlar. Adetleri ve gelenekleri engel buna.»
«Sonra ne olacak?»
«Bilmiyorum. Düşüneceğim.»
«Sana zevk vermemi ister misin?»
«Hayır. Ben çok gerginim. Bu gece bencil davranağım. Ben sana zevk vereyim.»
ooo
LARUN
Hel şafakta uyanmış. Hana ile kahvaltı etmeden önce bahçede iki saat kadar çalışmıştı. Kahvaltıyı bahçeye bakan tatami tabanlı odada ediyorlardı.
«Zamanla burası bayağı iyi bir bahçe olabilecek, Hana.» diyordu Hel.
«Umarım sen de yanımda olur. Benimle birlikte zevkini çıkarırsın.»
350
«Konuyu biraz düşündüm» Nikko. Bu fikrin çekici yanları pek çok. Dün gece müthiştin.
«Kendimi bazı baskılardan kurtarmaya çalışıyordum. O bir avantaj tabii.»
«Bencil biri olsam, her zaman böye baskılar olsun isterdim.»
Hel güldü. «Ha, kasabaya telefon edip Amerika'ya kalkan uçakta Bayan Stern için yer ayıttır mısın? Pau, Paris, New York. Chicago olsun.»
«Gidiyor mu yani?»
«Hemen değil. Onu gözönünde istemiyorum. Ama rezervasyon yaparsak bilgisayara girer ve hemen Şişko'ya da ulaşır. Biraz şaşırtırız onları.»
«Şişko da kim?»
«Bir bilgisayar. Nihaî düşman. Budala insanları bilgiyle silâhlandırıyor.»
«Bu sabah çok acı konuşuyorsun.» «Öyle. Biraz da kendime acıma duygusu içindeyim.» «O sözü söylemek istememiştim ama doğru. Senin gibi birine de hiç yakışmıyor.»
«Biliyorum.» diye gülümsedi Hel. «Dünyada hiç beni böyle eleştirmeye cesaret edemezdi. Sen bir hazinesin. Hana.» «İşim bu.»
«Doğru. Le Cagot nerelerde, Tanrı aşkına? Gümbürtüsünü duyamıyorum.»
«Bir saat kadar önce Bayan Stern'le çıktı. Ona metruk kasabaları gezdirecekmiş. Kızın keyfi yerindeydi doğrusu.
«Sathi insanların yaralan kolay sağalır. Bir yastığa ne kadar yumruk atarsan çürütemezsin. Ne zaman dönecekler?»
«Öğle yemeğine gelirler sanırım. Benat'ya rosto yedireceğime söz verdim. Sen Hannah'yı dağ evine götüreceğini söylemiştin. Ne zaman çıkacaksınız?»
«Ortalık kararırken. Beni izliyorlar.»
«Geceyi onunla geçirmek niyetinde misin?»
«Hımmm. Herhalde. Karanlıklarda o yolları inmek istemem.»
«Hannah'dan hoşlanmadığını biliyorum ama...»
351
«O tip orta sınıf kızların kendilerine terörle, devrimle eğlence aramasından hoşlanmam. Varlığı bana daha şimdiden epey pahalıya maloldu.»
«Dağ evindeyken onu cezalandırmayı mı düşünüyorsun?»
«Aklıma gelmemişti.»
«Kalpsiz olma. İyi bir çocuk o.»
«Yirmi dört yaşında. O yaşta hâlâ çocuk kalmaya hakkı yok. Üstelik iyi de değil. Yalnızca sevimli.»
Hel, Hana'nın cezalandırma deyimiyle neyi anlatmak istediğini biliyordu. Zaman zaman canını sıkan genç kadınlardan öc almak için onlarla sevişirdi. Bu sevişmede kendi taktik ve tecrübelerini egzotik bilgilerini kullanır, kadına bir daha ömründe ulaşamayacağı dakikalar yaşatır, zavallıcık ömrü boyunca çeşitli evliliklerle o etkinin benzerini boş yere arar dururdu.
Hana aslında Hannah konusunda bir kıskançlık duymuyordu. Gülünç olurdu duysa. Birlikte yaşadıkları iki yıl boyunca Hel de, kendisi de, seyahatlara çıkmakta, başka cinsel tecrübelere girişmekte özgür olmuşlardı. Bu fiziksel merak ikisinin de iştahını dozunda tutmasına yaramış, yaptıkları kıyaslama da ellerindekinin değerini daha iyi anlamalarını sağlamıştı Hana bir keresinde ona şaka yolu takılmış bu işten Nicholai'nin kârlı çıktığını belirtmişti. Eğitilmiş bir erkeğin istekli bir amatörle çeşitli düzeylerde faaliyet göstermesi kolaydı. Oysa bir kadının, sarsak bir erkek karşısında şehvetini daha da körüklemekten başka yapabileceği hiçbir şey yoktu. Ama Hana gene de Paris'in veya Coted'Azur'un güzel adaleli gençleriyle birlikte olmaktan hoşlanıyordu. Özellikle fiziksel güzellikleri açısından. Sarı-labileceği bir oyuncak olarak.
Akşamüstü giderek kararmakta olan virajlı dağ yolunda ilerliyorlardı. Sollarında yükselen dağlar ayrıntıları gözükmeyen geometrik şekillere benziyordu. Sağdakiler ise batan güneşin etkisiyle pembe ve amber rengindeydiler. Etchebar'dan yola çıktıklarında Hannah susmaksızm Le Cagot ile ne kadar iyi vakit geçirdiğini anlatıyordu. Issız köyleri gezerken bütün kilise saatlarının yelkovanıy-
352
la akrebinin köylülerce çıkarılıp alındığını farketmişti. Le Cagot bunun nedenini açıklamıştı ona. Saatin kollarını çıkarmak şarttı. Çünkü kilisede artık saati kuracak kimse olmayacağına göre ve Tanrının zamanını yanlış bildirmek de günah olduğuna göre, başka ne yapılabilirdi? Bu arada Bask katolikliğinin ruhunu yansıtan bir ibare de kiliselerin kulesine yazılmıştı. «Her saat yaralar, sonuncusu öldürür.» Şimdi artık susmuştu Hannah. Dar Vadiden böyle birdenbire yükselen dağların hazin güzelliği etkilemişti onu. Yol buyunca Hel iki kere kaşlarını çatıp ona bakmak zorunda kalmış. İkisinde de onu yüzünde sakin bir gülümsemeyle, yumuşak bakışlarla çevreyi izler bulmuştu. Kızın yaydığı alfa sınıfı titreşimler etkiliyordu Hel'i. Küçük bir şapşal diye nitelendirdiği kızdan beklenmeyecek bir şeydi bu. İçindeki huzur ve barış titreşimlerinden belliydi kızın. Tam ona Kara Eylülcüler hakkında ne düşündüğünü sormaya hazırlandığı sırada, arkadan gelmekte olan, ve yalnızca yan ışıklarını yakmış bulunan bir arabayı dikiz aynasında gördü. Diamond'un veya Fransız polisinin kızı güvenli bir yere götürmek isteyeceğinden kuşkulanmış olabileceği geldi hemeh aklına. Yolun ayrıntılarını hatırlamaya çalışırken elleri direksiyona iyice sarıldı. Bu arabayı yolun neresinde kendisini geçmeye zorlayabileceğini düşünüyodu. Tam geçerken onu soldaki dik yamaca çarptırmak güç olmayacaktı. Saldırgan sürücülük konusunda epey ders almıştı. Şu anda kullandığı Volvo gibi ağır arabaları seçmesi hep bu gibi ihtimaller içindi.
Yolun hiçbir yeri düz değildi. Durmadan kıvrılıp duruyor, alttaki nehre paralel gidiyordu. Güvenli geçiş yapabilecek yeri yoktu. Ama bu durum tabii bir Fransız sürücüyü asla etkileyemezdi. Fransızların sollama tutkusu efsaneleşmiş bir şeydi. Arkadaki araba giderek yaklaşmayı sürdürdü, sonunda Hel'in arka tamponuyla arasındaki uzaklık bir metreye indi. Kornasını çalıp farlarını yaktı ve kör bir virajda burnunu sola kıvırıverdi.
Dostları ilə paylaş: |