Üçüncü fıkra: Üçüncü fıkra topluluğun FT'leri ile ilgili olup, bunları denetleyen denetçinin görevinin, konsolidasyona tâbi şirketlerin finansal tablolarının incelenmesini kapsayacak şekilde genişlediğini ifade etmektedir. Çünkü topluluğun denetimi konsolidasyona tâbi olan şirketlerin denetiminden soyutlanamaz. Konsolide finansal tablo, konsolidasyona tâbi şirketlerin konsolidasyon kurallarına göre bileşimidir.
Konsolidasyona dahil şirket Tasarı hükümlerine göre denetlenmişse, bu denetime gereklilik yoktur. Aynı şekilde, merkezi yurt dışında bulunan bir şirket Tasarının öngördüğü denetimle eşdeğer bir denetimden geçmişse yeniden denetimden geçmez. Yapılan denetimler onay yazısı almışsa veya sınırlı onay yazısı verilmişse ya da ihtilaf varsa denetim gene gerekli olabilir. Ancak bu sorunun çözümü içtihatla gerçekleşecektir.
Dördüncü fıkra: Son fıkra 378 inci maddeye göre teşhis sisteminin kurulup kurulmadığının, bunun işletilip işletilmediğinin belirlenmesi ve belirtilmesi zorunluğuna işaret etmektedir.
MADDE 399.- Birinci fıkra: Denetim bir anlamda yönetimin denetlenmesi olduğu için denetçinin seçimi genel kurula aittir ve genel kurulun bu yetkisi devredilemez niteliktedir. Nitekim 408 inci maddenin birinci fıkrasının (c) bendinde de bu kural açık bir şekilde öngörülmüştür. Böylece teorik temelde, 6762 sayılı Kanununu 347 nci maddesi ile Tasarı arasında tam bir ilkesel uyum vardır. Seçimin her faaliyet yılı için yenilenmesi ve gelecek yılın denetçisinin içinde bulunulan faaliyet yılı bitmeden belirlenmiş olması şarttır. Seçimin zamanına ilişkin hüküm emredicidir. Aykırılık halinde altıncı fıkra hükümleri uygulanır. Seçilen denetçi ile sözleşmeyi yönetim kurulu yapar. Denetçi, Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi ile web sitesinde yayınlanır. Denetim sözleşmesinin niteliği, tartışmalı olup her ülkenin doktrini ve mahkeme kararlarıyla belirlenmektedir. Bu soruna sözleşmenin kamusal çizgiler taşıyıp taşımadığı ile denetçilerin bir tür organ olup olmadığı alt sorunları da girer.
İkinci fıkra: Denetçi ile yapılan sözleşmenin kural olarak feshedilmemesi kuralı kabul edilerek yönetim kurulunun istemediği denetçiyi görevden uzaklaştırması olanağı ortadan kaldırılmıştır. Denetçi sadece dördüncü fıkrada öngörüldüğü şekilde ve haklı sebeplerin varlığında görevden alınabilir.
Bir denetçinin görevden alınması, yerine yenisinin atanmış olmasına bağlıdır; yoksa denetçi azledilip daha sonra yerine yenisi atanamaz. Mahkemenin kararı, eşzamanlı olmalıdır.
Üçüncü fıkra: Bu hüküm bir varsayımı düzenlemektedir. Ana şirketin iki şapkası vardır. Birincisi, bir anonim şirket ile bundan doğan yükümüdür. Bu şapkası sebebiyle ana şirket finansal tablolar düzenler ve yönetim kurulu yıllık faaliyet raporu hazırlar. İkincisi ise ana şirket şapkasıdır. İkinci şapka ona, topluluk FT'lerini çıkarmak görevini verir. Birincisi için seçilen denetçi, başkası atanmamışsa ikincisini de denetler.
Dördüncü fıkra: Denetçi, ancak haklı bir sebebin, özellikle tarafsızlığı bozan herhangi bir sebebin varlığında, mahkemece görevden alınabilir. Haklı sebep Tasarıda tanımlanmamıştır. Haklı sebep ile önce denetçinin kişiliğinden kaynaklanan sebepler kastedilmiştir: Meslekî yetersizlik (denetleme elemanlarının bilgilerindeki noksanlık, eksiklik, dil, eleman, uzman, cihaz donanımı eksikliği), itibar kaybı; gerekli zamanı ayırmamak vs. gibi. Denetçinin çalışma tarzı, şirkete zaman ayıramaması, bilgi sızdırması, taraf tutması da haklı sebep sayılabilir. Buna karşılık, görüş ayrılıkları haklı sebep olarak, ancak somut olay destekliyorsa kabul edilebilir.
Beşinci fıkra: Mahkemeye başvurmaya yetkili olanlar, sınırlı sayı ilkesine göre gösterilmiştir. Esas sözleşme ile yetkililer çevresi genişletilemez ve azlığa ilişkin yüzde yükseltilme yönünde değiştirilemez. Başvuruda bulunacakların ayrıca fıkranın son cümlesindeki şartları taşımaları gerekir.
Altıncı fıkra: Beşinci fıkra, denetçinin hesap yılının son dört ayına kadar, yani ilk sekiz ay içinde seçilmemiş olması, seçilmiş denetçinin görevini herhangi bir sebeple ifa etmemesi veya edememesi halinde mahkemece atanmasını düzenlemektedir. Bu fıkrada hükmün içerdiği varsayımların özellikleri dolayısıyla ikinci fıkranın aksine eşzamanlılığa açıkça yer verilmemiştir. Ancak, olabildiğince, eşzamanlılığın sağlanması ve çok kısa sürede seçimin yapılması kanunun sistemi ve ruhu gereğidir. Mahkeme kararları ile doktrininin bu yönde gelişmesi temenni olunur.
Hükümdeki "görevi ifadan engellenme" ile, fiziki engelleme ve bağımsız denetleme kuruluşunun elemanlarının istifası, grev, lokavt ve benzeri durumlar kastedilmiştir.
Davayı uzatmamak amacıyla kararın kesin olduğu açıkça belirtilmiştir.
Yedinci fıkra: Hüküm, atamanın kısa sürede kesinleşmesi ve denetçinin göreve başlayabilmesi amacıyla öngörülmüştür.
Sekizinci fıkra: İkinci ve üçüncü fıkraya paralel olarak denetçi tarafından denetim sözleşmesinin feshi sebepleri de sınırlandırılmıştır. Denetçi iki sebeple denetleme sözleşmesini feshedebilir: (1) haklı bir sebebin varlığında, (2) azil davası açıldığı takdirde. Azil davası açılmışsa, denetçinin davanın sonuçlanmasını beklemek zorunluğu yoktur. Haklı sebepler çalışma şartlarının müsait olmamasından, ücret ve giderlerin zamanında ödenmemesinden, denetçinin görevi yerine getirmesinin engellenmesinden doğabilir.
Dokuzuncu fıkra: Denetçinin fesih ihbarında bulunması halinde yönetim kurulunun geçici denetçiyi hemen seçmesi gerekir; aksine hareket sorumluluk sebebi olabilir.
MADDE 400.- Bu madde, denetçi olabilecekleri göstermektedir. Denetçi ile 397 ve devamı madde hükümlerinde düzenlenmiş bulunan denetlemeyi yapacak olan "yılsonu hesap denetçisi" (m. 554) kastedilmiştir. Ancak işlem denetçilerine (m. 554) de aynı hükümler uygulanır.
Denetçi sadece bağımsız bir dış denetleme kuruluşu olabilir. Küçük anonim şirketler, en az iki yeminli müşaviri veya serbest muhasebeci malî müşaviri denetçi olarak seçebilirler. Her iki denetçi hukukî açıdan aynı konumdadır.
Hüküm tam bağımsızlığı sağlamak amacıyla (a) ilâ (h) bentlerindeki ilişkilerin veya durumların varolmamasını şart koşmuştur.
MADDE 401.- Birinci fıkra: Birinci fıkranın ilk cümlesi tablolar ile raporların gerektiği şekilde ve içerikte eksiksiz ve zamanında yönetim kurulu tarafından denetçiye teslimini, ikincisi ise gene aynı organ tarafından denetlemenin yapılabilmesi için gerekli olanakların hazırlanıp sağlanmasını ifade eder. Defterler, yatırım planları, teşvik başvuruları, belgeleri, sözleşmeler, müsbit evrak vs. ve envanter, kasa, aktif ve pasif kalemler, ekler birlikte denetime amade tutulmalıdır.
İkinci fıkra: İkinci fıkra yönetim kurulunun olanak sağlamak, bilgi ve belge vermek yükümünü düzenlemektedir. Denetçi yılsonu denetiminin hazırlıkları için gerektiği takdirde bilgi, belge alma hakkının, tabloların çıkarılmasından önce de yerine getirilmesini yönetim kurulundan isteyebilir. Özenli denetim ilkesi gerektiriyorsa 401 inci maddedeki bütün yetkilerini ana ve yavru şirketler için de kullanabilir. Burada, topluluk tablosu ve raporları sözkonusu olmadığı için kastedilen topluluk içindeki bir ana-yavru şirket ilişkisidir.
Üçüncü fıkra: Üçüncü fıkrada ilk fıkradaki yetkiler finansal tablolar ile raporları kapsar şekilde konsolide tablolar için ana ve yavru şirketler bakımından da öngörülmüştür.
MADDE 402.- Hüküm denetim raporunun şekline ve içeriğine ilişkin altı konuyu ve gerekliliği içerir. Bunlardan birincisi, raporun kaleme alınış şeklini (birinci fıkra) ve karşılaştırmalı olmasına ilişkin gerekliliği ortaya koymaktadır. İkincisi, raporun zorunlu asgarî içeriğini belirlemektedir. Üçüncüsü esas bölümün asgarî içeriğini (üçüncü fıkra) göstermektedir. Dördüncüsü finansal tablolar ile bunların dayanağı olan defterlerin tutulma şekline, dürüst resim ilkesine uyup uymadığına dair açıklamaların yapılması zorunluğunu ifade etmektedir. Altıncı denetim konusu ve niteliğinin açıklanmasını vurgulamakta ve yedinci ise risklere ilişkin görüş bildirimini hükme bağlanmaktadır.
Birinci fıkra: Birinci fıkra iki temel zorunluğa yer vermiştir. Rapor; (a) açıklık ilkesine uymalı ve (b) geçmiş iki yıl ile karşılaştırmayı içermelidir.
İkinci, üçüncü ve dördüncü fıkralar: Tasarının 402 nci maddesi ikinci fıkrasından itibaren denetleme raporunun içeriğine ilişkin hükümlere yer vermiştir. İçerik hükümlerini sadece içeriğe ilişkin şeklî ve maddî kurallar olarak görmemek gerekir. Bunlar aynı zamanda denetimin konuları ile kapsamını belirleyen emredici normlardır. İçerik eksikliği, sadece raporun değil, denetimin eksikliği, yetersizliği ve dolayısıyla kanuna aykırılığı anlamına da gelir.
Maddenin ikinci ve üçüncü fıkraları denetim raporunun bir özel bir de genel bölüm içermesini emredici bir tarzda hükme bağlar. Özel kısım üç ana bölümden oluşur. Bunlar: (a) Denetçinin yönetim kurulunun durum değerlendirmesine ilişkin denetçi açıklamaları; (b) standartların uygulanması yönünden denetçinin vardığı sonuçların açıklanması; (c) tehlike olguları bakımından belirlemeler ile (d) hukukî denetimdir. Raporun özel kısmında, yönetim kurulunun raporunun içeriğine değinilir. Yönetim kurulunun raporunda şirketin ve topluluk sözkonusu ise topluluğun durumunun değerlendirilmesi zorunludur. Bu şirketin resminin, geleceğinin, varlığının irdelenmesidir. Denetçi raporunda bu değerlendirmeyi irdeleyecek, raporun gerçekçi ve nesnel olup olmadığını belirtecektir. Özel bölümün ikinci kısmı, standartların doğru uygulanıp uygulanmadığına ayrılmıştır. Hükümdeki "yanlışlar" ve "yasal kurallara aykırılıklar" ibareleri Türkiye Muhasebe Standartlarını ifade etmektedir. Üçüncü kısım ise tehlike olguları, gelişme engelleri ve yönetim kurulu ile yöneticilerin kanuna ve esas sözleşmeye aykırılıklarının denetiminin sonuçlarına tahsis olunur.
Denetimin esas bölümü defter, belge ve kayıt düzeni ile bilgi ve belge sağlanması hakkındadır.
Beşinci fıkra: Beşinci fıkra, resmin yansıtılması açısından katkı sağlayacaksa ve ekte yeterli bilgi yoksa bilânço kalemleri temelinde açıklamaların yapılması zorunluğunu getirmektedir.
Altıncı fıkra: Raporun, denetimin, konusu niteliği ve kapsamı hakkında açıklamaları içermesine ilişkin altıncı fıkrası, finansal tabloların incelenmesi dışındaki denetimlerde de uygulanır: Sermaye artırımı, azaltılması, menkul değer ihracı, birleşme, bölünme denetimleri ve özel denetim gibi. Sözkonusu denetimler denetçi değil işlem denetçileri ile özel denetçi tarafından yapılır. Tasarının 402 nci maddesindeki denetim raporu finansal tablolar hakkındadır. Diğer denetim raporlarının içeriği hakkında kanunda özel hükümler öngörülmüştür.
Yedinci fıkra: Tasarı, kurumsal yönetim kurullarının ve piyasaların güvenliklerinin gereği olarak şirketi tehdit eden risklerin erken teşhisine, sorumlu organlara bildirilmesine ve gerekli önlemlerin alınmasına özel önem vermiş, buna ilişkin bir çok hüküm öngörmüştür [Tasarı m. 376, 377, 378, 381, 398 (2) ve (4), hatta 375 (1), bent c gibi]. Bu fıkra da bu erken teşhis sisteminin kurulup kurulmadığı, işletilip işletilmediği, sonuçlarının değerlendirilip değerlendirilmediği, önerilen önlemlerin alınıp alınmadığını genel kurula denetleme raporu ile bildirmek görevini bir de denetçiye vermiştir. Bir benzeri Alm. TK § 321 (4)'de yer alan bu görevin denetleme işlevi ile bağdaşmadığı düşünülebilir. Ancak, kurumsal yönetim anlayışının anonim şirketler hukukuna getirdiği dinamik, bu konuda tereddüte düşmeye olanak bırakmamaktadır. Denetçinin raporuna riskler ve önlemler hakkında bir bölüm koymak zorunda bulunmasının amacı, durumun genel kurulca bilinmesi ve yönetimin sürekli olarak izlenmesinin sağlanması ve gereğinde sorumluların kolayca bulunabilmesidir.
MADDE 403.- Denetçi sonuçta görüşünü üç yazıdan birini vererek açıklar: (1) Onay yazısı. (2) sınırlı onay yazısı. (3) kaçınma yazısı. Bu üç yazı dışında yazı verilmesi veya herhangi bir yazı verilmemesi mümkün değildir. Kaçınma yazısı da bir yazıdır, açıklanmamış bir görüştür. Yazısız kaçınma olamaz. Düzeltme şartına bağlı onay kanunda açıkça yer almamakta, ancak hükmün kaynağı olan Alman öğretisinde kabul görmektedir. Her üç yazı da gerekçeli olmalıdır. Açık anlatım ve bildirim ilkesi burada da geçerlidir.
"Yazı" teriminin tercih edilmesinin sebepleri şunlardır: (1) "rapor" denilseydi, 402 nci maddedeki denetçi raporuyla karışabilir, hatta onun bir sonucu olarak görülebilirdi. Oysa kanunun amacı denetçinin ayrı bir yazı vererek kanuna göre sonuç açıklamasıdır. (2) Görüş sözcüğünün öznel bir değerlendirmeyi çağrıştırmasından endişe edilmiştir. (3) Kaynakta kullanılan "not", "derkenar" anlamına da gelmektedir. Böyle bir karşılığın kavramı ifade edemeyeceğinden korkulmuştur.
Onay yazısı, şirketin finansal tabloları ile yıllık raporun Türkiye Muhasebe Standartlarına, kanuna ve esas sözleşmeye uygun olduğunun denetçi tarafından açıklanması ve doğrulanması olup, tabloların sonuçları hakkında genel kurulun karar alabileceği anlamına gelir ve bu sebeple yöneticilerin ibrası için hem esas olur hem de dayanak oluşturur. Kaçınma yazısı, şirketin yılsonu finansal tabloları ile yıllık raporunun Türkiye Muhasebe Standartları ile Tasarıya ve/veya esas sözleşmeye uygun olmadığını ifade eder. Bu yazı yöneticilerin sorumluluğuna dayanak oluşturan bir belge olarak kabul edilebilir. Denetçinin kaçınma yazısı vermesi halinde, sözkonusu finansal tabloların sonuçlarına dayanılarak hiç bir karar alınamaz. Çünkü, denetlenen yılsonu finansal tablolarının, faaliyet yılının sonuçlarını belirlemediği, belirlemeye uygun olmadığı anlaşılmıştır. Açıklanan sonuçlar, başka bir anlatımla, kâr veya zarar gerçek değildir; gerçek sonucu yansıtmamaktadır. Tasarı bu halde Alm. POK. 256'da olduğu gibi, yılsonu finansal tablolarının bâtıl olduklarına ilişkin bir hükme yer vermemiştir. Böyle bir hüküm, butlan sebeplerinin ayrıntılı bir şekilde düzenlenmesi gerekliliğini ortaya çıkarır ve denetçi raporuna bir çeşit mahkeme kararı gücü tanımak anlamını taşırdı. Nitekim, Almanya'da böyle hükümler bulunmaktadır. Kaçınma yazısının aynı zamanda butlanın tespiti anlamını ifade etmesi uygun görülmemiştir. Ancak, öğretinin ve mahkeme kararlarının bu sonuca varmalarının yolu açıktır. Bunun gibi, genel kurulun, gerçek durumun ortaya konulması için, yeni finansal tabloların çıkarılması ve yeni bir faaliyet raporunun hazırlanması yönünde karar alması zorunluğunu ortaya koyan kanunî bir düzenlemeye de gidilmemiştir. Bu yolda kanunî düzenleme genel kurulun hareket alanını daraltır, belli sürelere uyulması gibi şartların da kanunen düzenlenmesini gerektirirdi. Oysa, genel kurulun mevcut yönetim kurulunu görevden alıp yeni bir kurul seçmesine ve ona gerçek resmi veren finansal tabloları çıkarması talimatını vermesine ve yeni tabloları, aynı veya değişik denetçiye denetletmesine engel yoktur; yapılması gereken de budur. Bunun planlamasını, zaman programını, somut olayın özelliklerine göre genel kurul yapmalıdır.
İbra etmeme kararına karşı dava açılıp, ibra mahkeme kararı ile sağlanabildiği gibi, kaçınma yazısının iptali ile onay yazısı verilmesinin karara bağlanması da mahkemeden istenebilir. Böyle bir dava, genel kurulun ne yeni bir yönetim kurulu seçmesine ne de yeni yılsonu finansal tablolarının çıkarılmasına engel olmalıdır; meğerki, bu yolda bir tedbir kararı bulunsun.
Kaçınma yazısı şirketin kurumlar vergisi beyannamesi vermesi yükümünü ortadan kaldırmaz ve bu beyannamenin hazırlanmasına, matrahın belirlenmesine olumsuz etkide bulunmaz; böyle bir bahaneye haklılık kazandırmaz. Çünkü, bugün Türk hukukunda ticarî ve malî bilânço tamamen ayrılmıştır; her iki bilânçonun ilkeleri farklıdır.
Açıklamalar kaçınma yazısının sonuçlarının yöneticiler ve şirket açısından ne kadar ağır olduğunu göstermektedir. Bu sebeple denetçi ancak, büyük ve geniş kapsamlı aykırılıkların bulunması, durumun açık ve kanıtlanmış olması halinde kaçınma yazısı vermelidir. Resme değil, yoruma ve değerlendirmelere dayalı kaçınma Tasarının sistemiyle bağdaşmaz. Şartları varsa kaçınma yazısı verilmesi sadece denetçinin takdirine kalmış bir seçenek değil, aynı zamanda kanunî bir yükümdür.
Sınırlı onay yazısı, somut olaya göre bir değerlendirmeyi gerektirir. Bu yazı ne çekinceli onay yazısı ne de kaçınma yazısı olarak işleme tâbi tutulabilir. Sistemimizde çekinceli onay yazısı yoktur. Denetlemeye ilişkin hükümlerin temelinde yatan düşünce, yılsonu finansal tablolarının "sonuç belirleme" işlevine uygun olup olmadığının denetçi tarafından açıklanmasıdır. Denetçi, genel kurula, yılsonu finansal tablolarının gerçeği yansıtıp yansıtmadığını, gösterilen kâr ve zarara güvenilip güvenilmeyeceğini bildirmelidir. Sınırlı onay yazısı, "sınır", denetçinin kendisini sorumluluktan korumak için koyduğu çekinceleri ifade etmez, sonuçlara ne kadar ne ölçüde dayanılabileceğini gösterir. "Sınır"ın bu anlamı Tasarının özelliğidir ve denetçiye bu yönde sınırlı onay yazısı yazma görevini yükler.
Kavram adından da anlaşılacağı üzere "sınırlı onay yazısı", olumlu bir yazıdır. Bu yazı denetçinin vardığı sonucun esas itibariyle, hatta büyük çapta olumlu olduğunu ifade eder. Bu "olumlu" kanı nesneldir ve yazının yorumunu da belirli kurallar altına sokar. Türkiye muhasebe standartları gereği gibi uygulanmış olup da sadece bazı sonucu değiştirmeyen veya etkilemeyen aykırılıklar varsa; temel hatalar, aldatmalar, hileler, aykırılıklar, peçelemeler, gizlemeler, başka türlü göstermeler mevcut değilse; belgesiz kayıt yapılmamışsa, dayanak belgeler sahte değilse, envanterle oynanmamışsa; aykırılıklar önemli tutarlara varmayan (ihmâl) edilebilen tahsil/tahakkuk ilkesi benzeri uygulamalardan, iskontolardan, değer düzeltmelerinden hatta aktifleştirmelerden doğuyorsa, sınırlı onay verilebilir. Öğreti ve mahkeme kararları sınırlı onay ile kaçınma arasındaki sınırı çizecektir.
MADDE 404.- Birinci fıkra- üçüncü fıkra: Tasarının 404 üncü maddesi 554 üncü maddeden farklı olarak denetçinin davranış yükümünden doğan sorumluluğunu düzenlemektedir. "Davranış" sözcüğü dürüstlüğü, tarafsızlığı ve şirket sırrına bağlılığı içerir ve ifade eder. "Dürüstlük" ise meslekî etik dahil her türlü âhlakî kurallara gönderme yapar. "Dürüst" sözcüğü Alm. TK 323'deki "gewissenhaft" sözcüğünün karşılığı olarak kullanılmıştır. Bu karşılık başarılı bulunmayabilir. Çünkü, Almanca terimin, "dürüst" dışında "vicdanlı, özenli, güvenilir" anlamları da vardır. İlk yaklaşımda "dürüst" sözcüğüne bu anlamlar yüklenmeyebilir. Ancak Türk Medenî Kanunun 1 inci maddesi uyarınca yorumlamada kaynaktaki anlamlar da dikkate alınmalıdır. Uygulama dürüst kelimesine, özenli, güvenilir, vicdanlı, sorumluluğun bilincinde anlamları yüklemeli, bunu aramalıdır. Davranış yükümleri ise denetimi niteler. Dürüstçe, ahlâk kurallarına, meslekî etiğe göre ve tarafsız bir şekilde yapılması gereken "denetim"dir; sır saklama da denetim ile bağlantılıdır. Alman öğretisi haklı olarak hükmü "meslekî yükümler" çerçevesinde de anlamlandırır. Bunun sonucu, denetleme tam, gerçeği yansıtır, açıklayıcı, haber verici nitelikte olmalıdır.
Davranış yükümlerinden sır saklama, hükümde ayrı olarak zikredilmiştir. Bu vurgulama ile hem birinci fıkranın birinci cümlesinin hem de üçüncü fıkrasının işlevi ortaya çıkmaktadır. Diğer davranış yükümleri gibi sır saklama yükümü de yardımcıları, temsilcileri ve yönetim kurulu üyelerini kapsar. Hükümdeki denetleme kuruluşunun "denetime yardımcı temsilcisi" terimi ile denetlemeyi bizzat yapan denetçi/denetçilerin eşgüdümünü sağlayan, gözetim işlevini yerine getiren kişileri de kapsar. Bu hükümle, davranış yükümlerini sadece "arazide çalışanlar"a özgüleyebilecek yorumlara engel olunmak istenmiştir. Buna karşılık denetçinin denetleme kuruluşu olması halinde bu şirketin yönetim kurulu üyelerine tüm davranış yükümleri değil, sadece sır saklama yükümü yükletilmiştir. Birinci fıkra kusur sorumluluğudur.
"Sır" ile denetleme faaliyeti sırasında öğrenilen bilgiler anlaşılır. Sorumluluğun şartı sırrın kullanılmasıdır. Ancak sorumluluk için kullanma sonucunda bir yarar/menfaat elde edilmiş olması şart değildir. Kullanmanın anlamını öğreti ve mahkeme kararları belirler. "Kullanma" içeriden öğrenenlerin ticaretine ve borsaya özgülenmemelidir. Sırrın izinle kullanılması sorumluluğu ortadan kaldırır. İznin denetlenenin kanunî mümessili tarafından verilmesi gerekir. Hüküm hem şirketin hem de üçüncü kişinin zararının tazminini öngörmüştür. Zararın muhatapları aynı zamanda aktif dava ehliyetini de belirler. Şirketin/bağlı şirketlerin paysahipleri tazminat davası ikamesine ehil değillerdir.
İkinci fıkra: Maddede zarar ihmâlleri ile sebebiyet verenler maddede üst sınırı gösterilmiş tazminat ile sorumlu olurlarken, kasıtlı eylemde bulunanlar için sınır yoktur. Bu farklılaşma Borçlar Kanununun 43 üncü maddesine hakim olan düşünceye paraleldir, ancak değişik bir kurala bağlanmıştır. Borçlar Kanununun 43 üncü maddesi hakime somut olayın özelliklerine ve kusurun ağırlığına göre tazminatın şeklini ve kapsamının derecesini saptamak yetkisini vermektedir. Burada ise hakim değil kanun kusurun derecesine göre tazminat tutarının sınırlı olup olmadığını belirlemektedir.
Sorumluluk hâlleri dürüstlüğün, tarafsızlığın ve sır saklama yükümünün ihlâlidir. Son yüküme aykırılık için iş ve işletme sırlarının, denetim faaliyeti sırasında öğrenilmiş ve kullanılmış olması gerekir. Kullanılma ile, inter alia, üçüncü kişiye aktarma anlaşılır. Herkes tarafından bilinen olgular denetim faaliyeti sırasında öğrenilmiş olsalar bile hükmün kapsamına girmez. İzin, sorumluluğu kaldırır.
Üçüncü fıkra- Beşinci fıkra: Bu fıkralar gerekçe yazılmasını gerektirmeyecek kadar açıktır.
MADDE 405.- Tasarının 405 inci maddesi, şirket ile ilgili herhangi bir mevzuat veya esas sözleşme hükmünün yorumlanmasında, şirket ile denetçi arasındaki görüş ihtilaflarının mahkeme kararı ile çözüme bağlanmasına ilişkindir. Denetçinin doğru olmayan yorumu onun sınırlı onay veya kaçınma yazısı yazmasına sebep olabilir. Her iki yazının da sonuçlarının ağır olduğu 403 üncü maddenin gerekçesinde açıklanmıştır. Hüküm denetçinin yanlış yorumu ile sözkonusu ağır sonuçların doğmasına engel olunması amacıyla öngörülmütür.
MADDE 406.- Hüküm bir taraftan Tasarının 403 üncü, diğer taraftan da 199 uncu maddesi ile ilgilidir. Denetçinin sınırlı onay veya kaçınma yazısı yazmasına şirketin hakim şirketle veya topluluk şirketlerinden biri ile ilişkileri sebep oluşturabilir. Sözkonusu ilişkiler kanunlara aykırı bulunabilir; bu ilişkilerden şirket kayba uğradığı halde bu paysahiplerinden saklanmış olabilir veya yönetim kurulu kayba işaret edip denkleştirme tazminatının ödenmediğini ifade etmiş olabilir. Durumun açıklığa kavuşturulması için her paysahibine özel denetçi atanması hakkını tanıyan bu hüküm yeni ve güçlü bir bireysel hakkı öngörmüştür. Genel kurulun talebi reddetmesi mümkün değildir. Öğreti ve mahkeme hukuku bu hakkın niteliğini ortaya koyacaktır. Özel denetçiye ilişkin 438 ve devamındaki madde hükümlerinin kıyas yolu ile buraya da uygulanması uygundur.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Genel Kurul
MADDE 407.- Birinci fıkra: Birinci fıkra genel kurulun, bir taraftan şirket işlerine ilişkin kararların alındığı bir iç organ olduğunu, diğer taraftan da, şirketin iradesini oluşturmasının aracı olan paysahipliği haklarının kural olarak bu organda kullanıldığını hükme bağlamaktadır. Hükmün kendisine, doğrudan, paysahiplerinin katılma, önerme, tartışma ve oy verme gibi yönetime ilişkin haklarını konu aldığı görülmektedir. Anılan hakların genel kurulda kullanılması hem genel kurulu hem de bu hakları niteleyen emredici bir özellik idi. Tasarıdaki istisnalar ile genel kurul kararlarının iptaline ve geçersizliklerinin tespitine (m. 445, 446), genel kurulun toplantıya çağrılmasına ve gündeme madde konulmasına (m. 411, 412) ve incelemeye (m. 437) ilişkin haklar kastedilirdi. Ancak, katılma ve oy haklarının bu özellikleri, son beş yılda kırılmaya uğramıştır. Fransa [15 Mayıs 2001 tarihli kanun], ve İsveç başta olmak üzere bazı AB üyesi ülkeler on-line katılıma olanak sağlamışlar (Genel Gerekçe N. 071'e bkz.). Genel gerekçe N. 093'de anılan rapor ise yönetimin yaygınlaştırılmasını önermiştir. Anonim şirketler hukukunun gelişme yönlerinden biri de on-line katılım ve oy vermenin dogmatik düzenlemesidir. Aynı açılımı Tasarı da yapmış ve 1505 inci maddesinin üçüncü fıkrasında "genel kurullara elektronik ortamda katılma, öneride bulunma, görüş açıklama ve oy verme, fiziki katılmanın ve oy vermenin bütün hukukî sonuçlarını doğurur" hükmüne yer vermiştir. Ancak, bu tür katılma ve oy verme, bazı teknik uygulamaları ve ayrıntılı usul hükümlerini gerektirdiğinden uygulama bir Bakanlar Kurulu tüzüğünün çıkarılmasına bağlanmıştır.
Dostları ilə paylaş: |