Dîvânu Lugâti't-Türk
İsmi "Türk Dillerinin Sözlüğü" olarak günümüz Türkçesine çevrilebilecek olan bu eser Kaşgarlı Mahmud tarafından 1070-1072 yılları arasında kaleme alınmıştır. Arapların Türkçe öğrenebilmelerini sağlamak için yazılmış ansiklopedik bir sözlük özelliği de taşıyan bu eser, Arap yazı sistemi ve alfabesine göre düzenlenmiştir. Çünkü Kaşgarlı'ya göre Allah tarafından yeryüzüne hâkim kılınan Türklere derdini anlatmak ve Türklerin gönlünü alabilmek için Türkçe konuşmaktan başka yol yoktur. Dîvânu Lugâti't-Türk sadece bir sözlük değil aynı zamanda Türkçenin ilk dilbilim kitabıdır. Çünkü Kaşgarlı Mahmud bu eserinde yeri geldikçe Türkçenin yapısal özellikleri hakkında açıklamalar da yapmıştır.
Kaşgarlı Mahmud, Arapça karşılığını verdiği hemen her Türkçe kelime için örnek olarak çeşitli atasözleri ve şiir parçaları kullanmıştır. Bir araya getirildiklerinde dönemin antolojisini oluşturabilecek düzeyde olan bu örnek şiirler, aynı zamanda yazıldığı dönemin halk kültürü hakkında da önemli ipuçları vermektedir. Dîvânu Lugâti't-Türk, tüm bu özelliklerinin yanında o dönemin coğrafyası hakkında da önemli bilgiler içermektedir. Çalışmaları için neredeyse bütün Türk coğrafyasını gezen Kaşgarlı Mahmud, bu eserinde bir dünya haritasına da yer vermiştir.
Atabetü'l Hakayık
12. yüzyılda yazıldığı tahmin edilen bu eser Edip Ahmed Yüknekî'ye ait olup beyitler ve dörtlüklerden oluşan manzum bir öğüt kitabıdır. İsmi "Gerçeklerin Eşiği" olarak günümüz Türkçesine çevrilebilir. Eserin dörtlükler ile yazılan ana bölümünde şu konular işlenmiştir: ilmin faydası ve bilgisizliğin zararları, dilin muhafazası, dünyanın dönekliği, cömertlik, tevazu ve başka iyilikler, zamanenin bozukluğu.
Divan-ı Hikmet
Divan-ı Hikmeti oluşturan şiirler Yesevilik tarikatının kurucusu Ahmet Yesevi tarafından yazılmıştır. Genel olarak dervişlik hakkında övgülerden bu dünyadan şikayetten cennet ve cehennem tasvirlerinden, peygamberin hayatından ve mucizelerinden bahsedilir. Dini ve ahlaki öğütler veren şiirlerede yer vermiştir. Hece ölçüsü olarak 4+3 ve 4+4+4 kullanılmıştır. Bu yapıtın ortaya çıkmasından bir süre sonra; İslamiyet göçebe Türk toplulukları arasında yayılmaya başlamıştır. Hoca Ahmet Yesevinin görüşleri Anadolu Tasavvufunun temelini oluşturur.
II.ORTA TÜRKÇE (12.yy-15.yy)
Eski Türkçe ile Yeni Türkçe arasında bir köprü özelliği gösteren Orta Türkçe döneminde, Türk dünyasında meydana gelen bazı değişiklerin sonucu olarak Türkçenin genel yapısında bazı değişme ve gelişmeler meydana gelmiştir. Bu durum, yeni yazı dillerinin meydana gelmesine zemin hazırlamış; bu dönemde Harezm, Kıpçak, Eski Anadolu Türkçesi ve Çağatay Türkçesi de başlı başına birer yazı dili olarak ortaya çıkmıştır
a.Harezm Türkçesi/Doğu Türkçesi
Harezm Türkçesi, 13. ve 14. yüzyıllarda Batı Türkistan'daki Harezm bölgesinde ortaya çıkan ve Karahanlı Türkçesi temelinde gelişen bir yazı dilidir. Harezm Türkçesi ile yazılan eserlerden bazıları şunlardır:
Mukaddimetü'l Edeb
12. yüzyılda ünlü bilgin Zemahşerî'nin yazdığı bu eser Araplara Türkçeyi öğretme amacını güden sözlük türünde bir eserdir. Arapça kelimelerin altlarına Türkçe karşılıkları yazılarak oluşturulmuştur.
Kısâsü'l Enbiyâ
İsmi günümüz Türkçesine "Peygamberlerin Hikâyeleri" olarak çevrilebilecek olan bu eserde, peygamberlerin hayat hikâyeleri ve mucizeleri yanında sahabenin ve dört halifenin menkıbeleri de anlatılmıştır. Rabgûzî tarafından kaleme alınan ve 43 şiirden meydana gelen bu eserin yazılış tarihi 1310'dur.
b.Kıpçak Türkçesi/Kuzey Türkçesi
Kıpçak Türkçesi, Batı Türkçesi'nin kuzey koluna ait olmakla birlikte köle olarak Mısır'a satılan Kıpçakların daha sonraları Memlûk Devleti'ni kurmalarıyla güneyde de varlık göstermiştir.
Bu dönemde verilen önemli eserlerden bazıları şunlardır:
Codex Cumanicus
İtalyan ve Alman rahipleri tarafından Kıpçak Türklerinden derlenen sözcüklerin bulunduğu bu eser, Latince-Farsça-Kıpçakça olarak düzenlenmiştir. İçinde İncil'den bölümler, ilahiler, Kıpçak kültürüne ait bilmece ve atasözleri bulunan bu kitap, dönemin Kıpçak Türkçesi ve kültürü hakkında oldukça önemli bilgiler içermektedir.
Kitâbü'l-İdrak li-Lisânü'l-Etrak
Bu eser dil bilgini Ebû Hayyan tarafından kaleme alınmış bir Türkçe dil bilgisi kitabıdır.
c. Eski Anadolu Türkçesi/Batı Türkçesi(13. ve15.yy)
13. yüzyılda Anadolu'da kurulup gelişen ve Oğuz lehçesine dayanan ilk Türk yazı diline Eski Anadolu Türkçesi adı verilir. Anadolu'da İstanbul'un fethine kadar devam eden bu dönemde pek çok şair, yazar ve bilgin yetişmiştir. Sanat, edebiyat ve çeşitli bilim dallarında çok sayıda eser verilen bu dönemde, Yunus Emre Dîvânı, Garibnâme, Dede Korkut Kitabı, Harnâme gibi önemli eserler yazılmıştır.
ç. Çağatay Türkçesi
Kuzey ve Doğu Türkçesinin ikinci dönemi olan Çağatay Türkçesi, 15. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına kadar Karadeniz, Hazar Denizi, İran'ın kuzey ve doğusunda yer alan Müslüman Türkler tarafından yazı dili olarak kullanılmıştır.
Çağatay Türkçesi ile yazılmış eserlerden bazıları şunlardır :
Muhâkemetü'l Lügateyn
Büyük Türk dili bilgini Ali Şir Nevâyî'nin Türkçe ile Farsçayı karşılaştırmak için kaleme aldığı bu eserde Türkçenin Farsçadan üstünlüğü delillerle ortaya konur.
ORTA TÜRKÇENİN GENEL ÖZELLİKLERİ
-
Bu dönemde Türk dili yapı ve ses özellikleri açısından değişime uğramıştır.
-
Bu dönem Türk dilinin yakın lehçelere ayrıldığı dönemdir. Buna göre Türk dili; Doğu Türkçesi=Harezim Türkçesi, Kuzey Türkçesi=Kıpçak Türkçesi, Batı Türkçesi= Eski Anadolu Türkçesi şeklinde lehçelere ayrılmıştır.
-
Bu dönemde Arapça ve Farsça kelimeler Türk dili içerisinde sayıca fazlalaşmıştır.
-
Bu dönem Eski Türkçe ile Yeni Türkçe arasında bir geçiş dönemidir.
III.YENİ TÜRKÇE (16.yy-20.yy)
Bu dönemde doğuda Çağatay Türkçesi yazı dili olarak varlığını sürdürürken batıda da Osmanlı Türkçesi güçlü bir yazı dili olarak ortaya çıkar ve gelişir. Arapça ve Farsçadan oldukça etkilenen ve kimi zaman oldukça ağır bir yazı dili hâline gelen Osmanlı Türkçesi, üç farklı dilin zenginliğini bir araya getirerek oldukça güçlü bir yazı dili olmuştur. Bu dönemde sanat ve edebiyat alanlarındaki eserler dışında çeşitli bilim alanlarında da oldukça önemli yapıtlar ortaya konmuştur.
IV.MODERN TÜRKÇE (20.yy - ...)
Osmanlıcanın yazı dili olarak kullanıldığı dönemlerde yer yer kendini gösteren mahallileşme akımları ve sonrasında Genç Kalemler dergisi etrafında devam eden dilde millîleşme hareketi, Cumhuriyet'in kurulmasıyla birlikte iyice hız kazanmıştır. Cumhuriyet dönemi Türkçesi modern Türkçe olarak değerlendirilmektedir.
TÜRKİYE TÜRKÇESİNİN TARİHÎ GELİŞİMİ
ESKİ ANADOLU TÜRKÇESİ (13. ve 15. Yüzyıllar)
Eski Anadolu Türkçesi, Türk dilinin nasıl ve ne zaman teşekkül ettiği hâlâ tartışmalı olan dönemlerinden biridir. Bazı araştırıcılara göre Anadolu‘ya gelen Oğuzların 13. yüzyıldan önce yazı dilleri yoktur ve onlar 11. ve 12. yüzyıllarda Türkçeyi sadece sözlü edebî geleneklerinde devam ettirmişlerdir. Yazı dilleri Arapça ve Farsçadır. Şartların olgunlaşmasıyla 13. yüzyıldan itibaren Oğuz Türkçesine dayalı yeni bir yazı dili meydana gelmiş ve bu dille eserler yazılmaya başlanmıştır. Bazı araştırıcılar ise telif tarihleri ve yerleri bilinmeyen ve karışık dilli tabir edilen birtakım eserlerden hareketle, Oğuzların 12. yüzyıl ortalarına kadar Karahanlı yazı diline bağlı, ancak kendi lehçe özelliklerinin ağır bastığı bir yazı dillerinin olduğu ve 13. yüzyıldan itibaren bu yazı dilinin tamamen Oğuzcalaştığı görüşündedir. Anadolu bölgesinde kurulup gelişen ve 15.yy. Ortalarına kadar süregelen yazı diline verilen addır. Batı Türkçesinin oluş, kuruluş devridir. Batı Türkçesini, Eski Türkçeye bağlayan birçok bağlar bu devrede henüz kendisini iyice hissettirmektedir
Eski Anadolu Türkçesi yabancı unsurlar bakımından Batı Türkçesinin en temiz devridir. Bu devirde Türkçeye Arapça ve Farsça unsurlar girmeğe başlamıştır. Fakat bu unsurlar kapalılığı yavaş yavaş artırmış ve ancak devrenin sonlarında geniş bir istila başlangıcı halini alarak Osmanlıcanın doğuşunu hazırlamıştır. Eski Anadolu metinlerinde görülen Arapça ve Farsça kelimeler henüz çok fazla olmadığı gibi devrin sonlarına doğru artan terkipler de henüz açık ve basit bir durumdadır. Yabancı unsurlar bakımından bu devirde manzum ve mensur metinler arasında da oldukça fark vardır. Gittikçe artan yabancı kelime ve terkipler daha çok nazım dilinde görülür. Nesir dili ise çok temiz, duru bir Türkçe olarak devrin sonunda bile Arapça ve Farsça kelimeler ve bilhassa terkiplerden mümkün olduğu kadar uzak kalmıştır.
Avrupalı Türkologların Eski Osmanlıca adını verdikleri bu devre Eski Anadolu dili, Eski Türkiye Türkçesi diyenler de vardır. Genellikle Anadolu ve Azerbaycan sahalarının Türkçesi için kullanılan Batı Türkçesi XIII. Yüzyıldan XX. yüzyıla kadar iç ve dış yapısında gösterdiği değişiklik ve gelişmelere göre 3 ana devreye ayrılmaktadır:
1- Eski Anadolu Türkçesi (XIII-XV).
2- Osmanlı Türkçesi (XVI-XX)
3- Türkiye Türkçesi (XX- Bu güne kadar).
15. asrın ortalarına doğru geniş bir kültür hamlesinin ifadesi olarak meydana getirilen telif ve tercüme pek çok Türkçe eserin dili dönem özelliklerini açıkça göstermektedir. Nazım dilinde ise, şiirin Fars taklitçiliği üzerine kurulması ve vezin, şekil zaruretleri yüzünden duruluk çok muhafaza edilememiş ve Türkçedeki gelişmeler bakımından devir daha bitmeden, 15. asırda, basit de olsa terkipler ve yabancı kelimler çoğalmış ve Türkçeyi sarmıştır. Bu yüzden asrın ikinci yarısı Osmanlıcanın temelini atan, onun başlangıcını teşkil eden bir devir olmuştur. Eski Anadolu Türkçesi Türkçe hususiyetleri bakımından devrini ancak Osmanlıcanın başlarında tamamlamıştır. Eski Anadolu Türkçesinin cümle yapısı ise Türkçenin başlangıçtan bugüne kadar hep aynı kalan normal cümle yapısı dışına çıkmamıştır. Gerek nesirde, gerek şiirde Türk dilinin cümle yapısı bu devirde normal, sade, anlaşılan, unsurları yerli yerinde cümle olarak kalmış, tercüme sadakati yüzünden nadir olarak kırıldığı yerler dışında, umumiyetle sağlam yapısını muhafaza ederek Osmanlıca devrine girmiştir. Bu yazı dilinin Anadolu‘da ne zaman başlamış olduğunu bugün için kesinlikle tayin etmemize imkân yoktur. Çünkü başlangıç dönemi henüz sis perdesinden kurtulmamıştır. Elimizdeki en eski eser Behcetü‘l-Hadaik fi Mevizeti‘l-Halaik adlı eserdir. Eserin yazılış tarihi ve bölgesi bilinmemektedir. Dil özellikleri kıstas olarak ele alınmış ve araştırıcılarca Anadolu bölgesinde 12. yy. sonlarıyla 13. yy. başları arasında yazılmış bir eser olarak kabul edilmiştir. Buna göre 12. yy. ikinci yarısında Anadolu‘da Türkçesi bir yazı dilinin başlamış olduğu teorik olarak kabul edilebilir
Tarihî kaynaklara göre Anadolu’da ilk eser verenler, meselâ Sultan Veled, Hoca Dehhanî, Ahmet Fakih, Konya’da yetişmiş ve Konya’da eser vermiştir. Şeyyad Hamza, Akşehirli; Âşık Paşa ve Gülşehrî, Kırşehirlidir. Konya, Anadolu Selçuklularının başkenti ve kültür merkezidir. Kırşehir de dönemin önemli kültür merkezlerinden biridir. İlk müelliflerin Konyalı, Kırşehirli olması yazı dilinin bu yöre ağızları temelinde ve bu yörelerde teşekkül ettiği düşüncesini akla getirebilir.
Eski Anadolu Türkçesi devrinin gramer hususiyetlerini gösteren her asra ait belli başlı eserler şunlardır:
XIII. asır :
1- Mevlana Celaleddin-i Rumi (Mesnevi, Mektubat, Fihi Mafif, Rubailer)
2- Ahmed Fakih (Çarhname)
3- Sultan Veled’in Türkçe Menzumeleri
4- Şeyyad Hamza (Yusuf u Züleyha)
5- Dehhani ve Manzumeleri
6- Şeyyad Hamza‘nın Manzumeleri
7- Yunus Emre’nin Şiirleri
XIV. asır:
1- Ferhengname-i Sa’di Tercümesi-Hoca Mesud.
2- Süheyl ü Nevbahar-Hoca Mesud
3- Yusuf ve Zeliha-Erzurumlu Mustafa Darir
4- Mantıku’t-Tayr Tercümesi Gülşehri
5- Kelil ve Dimne-Kul Mes‘ud
6- Kadı Burhaneddin Divanı
7- Kıssa –i Yusuf
8- Kitab-ı Dede Korkut
XV. Asır
1- Ahmed-i Dai Divanı
2- Mevlid- Süleyman Çelebi
3- Şeyhi Divanı
4- Hüsrev ü Şirin- Şeyhi
5- Harname- Şeyhi
6- Vasiyyet-i Nuşirevan-Ahmedi Dai
7- Aşıkpaşazade
8- Kırık Vezir
9- Atai'nin Şiileri
Bu başlangıç dönemi Anadolu'da, siyasal bakımından Selçuklular devrine rastlar. Selçuklularda olduğu gibi Anadolu Selçuklularında da devlet dili Farsça ve dış yazışmalar dili ise Arapçadır. Türkçe ancak dini eserlerin, tasavvuf ilkelerini halka tanıtmak amacıyla yazılan ve daha başka basit içerikli eserlerin dili olarak kullanmıştır. Gerçi Selçuklular devrinden günümüze kadar gelmiş bir kısım eserler vardır. Fakat bu dönemde Türkçenin bir yazı dili durumuna gelebilmek için Arapça ve Farsça ile uzunca süren bir mücadele devresi geçirdiği muhakkaktır. Türkçenin Anadolu bölgesinde yeni bir yazı dili olma hususunda geçirmiş olduğu mücadele yalnız Arapça ve Farsçaya karşı da değildir. O, kendi yapı ve işleyişi içinde de, o günün gelişme şartlarına uygun bir mücadele vermiştir. 1071 yılında Malazgirt Savaşıyla Anadolu'nun kapsını açan ve kısa zamanda burasını anayurt haline getiren Selçukluların ilk asırlarında kendilerine has bir yazılı edebiyatları olmamıştır. Arap ve İran edebiyatlarını model olarak alan Türkler, eserlerini bu edebiyatların tesiri altında kalarak Arapça ve Farsça vermişler, Şehname, tarih, Vekayiname gibi İran edebiyatı mahsullerine benzer eser kaleme almışlardır. Daha sonraları Türkçe ve Rumca şiirler yazılmış, Moğol akınlarıyla Anadolu'ya gelen Oğuz ve Türkmen boyları arasında Türkçe yayılmış ve edebi dil haline getirilmeye çalışılmıştır. Bu asırdan sonra Beylikler Devrindeki medeni ve iktisadi hayata paralel olarak Türk edebiyatında da büyük bir ilerleme görülmüş, birbirinden güzel pek çok eser yazılmıştır. Bunlar içinde M. Celaleddin-i Rumi'nin, Ahmed Fakih, Şeyyad Hamza'nın, Sultan Veled'in, Yunus Emre'nin Dahhani'nin eserleri vardır. Dini, tasavvufi konular, aşıkane, rindane, sofiyane şeklinde işlemiş, aruz vezniyle ahenkleştirilmiş, klasik nazım şekilleriyle çerçevelenmiştir. Dil oldukça sadedir. Orta Asya Türkçesinin özellikleri yanında Kıpçakça ve Türkmenceye yaklaşan bir lehçe özelliği de görülür. Bu devir eserlerinde Eski Türkçe yazı dilinin pek çok hususiyetlerini de bulmak mümkündür.
Eski Anadolu Türkçesinin dönemlerini taşıdıkları az çok değişik dil yapısı açısından ve dönemin siyasal ayrılıkları bakımından üçe ayırmak mümkündür:
1- Selçuklular Dönemi.
2- Beylikler Dönemi.
3- Osmanlı Devletinin Kuruluş Dönemi.
1- Selçuklular Dönemi :
Genel yapısı itibariyle Oğuz Türkçesi dil özelliklerinin karışmasından meydana gelmiştir. 13. yüzyıldan 14. yüzyıla doğru yol aldıkça Orta Asya’dan gelme özelliklerin azaldığı Oğuzca özelliklerin yoğunlaştığı görülmektedir. Taşıdığı bu dil yapısı dolaysıyla ilk dönem eserlerinin az veya daha çok oranda olmak üzere karışık dili oldukları görülür.
2- Beylikler Dönemi :
XIII. yüzyılın sonlarına doğru Moğol baskısının zayıflamasından yararlanan uç kuvvetleri olarak yerleştirilen Türkmen beyleri, yavaş yavaş Selçuklularla münasebetlerini keserek kendi adlarına bağımsız beylikler kurmaya başladılar. Anadolu Selçuklu Devleti'nin hâkimiyeti altındaki topraklarda kurulan bu beylere "Anadolu beylikleri" adı verilmektedir Anadolu beyliklerinde aralarında mücadelelere rağmen XIV ve XV. yüzyıllarda ilim ve fikir hayatı parlak bir şekilde devam etmiş, belli başlı Anadolu şehirleri birer ilim merkezi haline gelmiştir. İlim adamlarına büyük değer veren beyler, diğer yandan ilmî faaliyetlerin rahatça yapılabilmesini sağlamak amacıyla medrese, kütüphane gibi yapılar kurmaya da büyük önem vermekteydiler. Hükümdarların bu yakın ilgi ve teşviki sayesinde tıp, astronomi, matematik, edebiyat, tarih, tasavvuf vb. çeşitli alanlarda pek çok kıymetli eser meydana getirilmiştir. Anadolu Selçuklularında sadece basit muhtevalı eserlerde görülen Türkçe, Beylikler zamanında şuurlu olarak bir yazı dili olma hedefine doğru ilerleme kaydetmiştir. Bunda da başta bulunan beylerin tutumları büyük rol oynamaktaydı. Yıkılan Selçuklu Devleti'nin yerini almak isteyen her beylik, kendi hükümet merkezini bir kültür ve sanat merkezi haline getirmek için uğraşmaktaydı. Bu devir Selçuklulardaki dil tutumuna karşı bir uyanma, millî dile dönüş ve gelişme devri olarak değerlendirilebilir. Anadolu Selçuklularında XII. yüzyılın ikinci yarısından sonra, İzzeddin Kılıçarslan zamanından bu yana edebiyat dili olarak Arapça, şiirde de Farsça, hükümdar ve devlet erkânının saraylarında rakipsiz bir hâkimiyet elde etmişti. Sultan ve emirlerin himayesinde birçok İran şairinin yanı sıra, değişik ülkelerden ilim ve fikir adamlarının bir araya geldikleri saraylar ve medreseler Fars dili ile büyük bir edebî ve ilmî faaliyete sahne olmaktaydı. Bunun tabii sonucu olarak da Farsça birçok edebî ve ilmî eser ortaya konmaktaydı. Selçuklu hükümdarları daha çok Fars diline ve Fars edebiyatına değer veriyorlardı. Çünkü kendileri bu dile vâkıftılar. Oysa Anadolu Türk beyliklerini kuran Türk beyleri Arap ve Fars kültürünü tanımıyorlardı, bu yüzden Arap ve Fars kültürüne itibar göstermeyerek kendi millî dillerine değer verdiler. Bu hususta bilhassa, Karamanoğlu Mehmet Bey’in dellâl çağırtarak yaydığı “Şimden gerü dîvânda, dergâhta, bârgâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır.” fermanı oldukça önemlidir. Beylikler devri eserlerinde kelime hazinesi bakımından Eski Türkçeden gelme özellikler çoktur. Fakat gramer yapısı bakımından Oğuzca özellikler hakimdir.
3- Osmanlı Dönemi :
Bu dönem; dile Arapça ve Farsça kelimelerin biraz daha fazla girmeye başladığı ve klasik Osmanlıcanın kuruluşuna doğru yol aldığı dönemdir.
OSMANLI TÜRKÇESİ (15. ve 20. Yüzyıl)
Osmanlıca Batı Türkçesinin ikinci devri olup 15. asrın sonlarından 20. asrın başlarına kadar devam etmiş olan yazı dilidir. Dört asırdan fazla bir ömrü olan Osmanlıca, şüphesiz hep aynı kalmamış, baştan ve sondan geçiş devirlerinde ve ortada, hudutları kesin olarak çizilemeyen birbirine geçmiş çeşitli iç dönemleri olmuştur. Fakat iç ve dış bakımından esas vasıfları itibariyle Osmanlıca ismi altında bu ismin çok iyi ifade ettiği bir bütünlük gösterir. Türkçe bakımından, Osmanlıcada aşağı yukarı mühim hiçbir değişiklik olmamış, Eski Anadolu Türkçesinden sonra günümüze kadar Türkçenin başlıca şekilleri hemen hemen hep aynı kalmıştır. Yani gramer şekilleri bakımından Osmanlıca ile Türkiye Türkçesi arasında belirli bir ayrılık yoktur. Yukarıda da söylediğimiz gibi Türkçe bakımından ancak bu son iki devre ile Eski Anadolu Türkçesi arasında belirli ayrılıklar vardır. Osmanlıca ile Türkiye Türkçesi arasında çok küçük şekil farklarına rastlansa bile bunlar zaman ayrılıklarına dayanan basit değişikliklerden başka bir şey sayılmamalıdırlar. Eski Anadolu Türkçesi, Batı Türkçesinin eski gramer şekillerini, Osmanlıca ile Türkiye Türkçesi ise Batı Türkçesinin yeni gramer şekillerini ihtiva eden devrelerdir. Yani, gramer şekilleri bakımından Osmanlıca ile Türkiye Türkçesi arasında bir devre farkı yoktur. Devrelerin birbirine geçişi keskin çizgilerle ayrılamayacağı için eski Anadolu Türkçesi ile Osmanlıca arasında da uzun bir geçiş safhası olmuştur. Osmanlıcanın başlangıcını teşkil eden ve 15. asrın ikinci yarısı ile 16. asrın ilk yarısını içine alan devirde eski gramer şekilleri, yerlerini henüz tamamıyla yeni şekillere bırakmış değillerdi. Osmanlıcayı batı Türkçesi içinde bilhassa Türkiye Türkçesinden ayrı bir devre hâlinde tutan şey onun dış yapısıdır. İçyapı, yani Türkçe bakımından yalnız Eski Anadolu Türkçesinden farklı bulunan Osmanlıca, dış yapı, yani yabancı unsurlar bakımından Eski Anadolu Türkçesinden de, Türkiye Türkçesinden de çok büyük farklarla ayrılan bir devre manzarası gösterir. Bu devre Türkçe'nin yabancı unsurlar tarafından tam manasıyla istilâ edildiği, Türkçeyi Arapça ve Farsça unsurların son haddine kadar sardığı devredir.
Osmanlıca devrinde Türkçeyi saran bu Arapça ve Farsça unsurlar, sayısız Arapça ve Farsça kelime ve terkipler olup esas itibariyle isim sahası içinde kalmıştır. Fakat bu sahada o kadar ileri gidilmiştir ki bütün isim cinsinden kelimeler ve cümle içinde isim muamelesi gören bütün kelime gurupları Arapça ve Farsça kelimelere ve terkiplere boğulmuştur. Bu müthiş istilâdan fiil kökleri bile yakasını kurtaramamış, Türkçenin basit fiil kökleri yerine Arapça ve Farsça kelimelerle Türkçe yardımcı fiillerden yapılmış birleşik fiiller kullanılarak Türkçe, bugün de yaşamakta olan sayısız yabancı köklü birleşik fiil ile dolmuştur. Fiil dışında kalan isim cinsinden bütün kelimeler ve isim muamelesi gören kelime gurupları sahasını böylece Arapça ve Farsça kelimelere, sıfat ve izafet terkiplerine kaptıran yazı dilinde umumiyetle Türkçe olarak isim ve fiil çekimi ile cümle yapısı kalmıştır. Fakat cümle yapısı da, Türkçe kalmakla beraber, ağır darbeler yemekten kendisini kurtaramamıştır. Hülâsa, Türk yazı dili Osmanlıca devrinde esas yapısı Türkçe olan fakat Türkçe, Arapça ve Farsçadan meydana gelen üçlü, karışık dil manzarası göstermiştir.
Osmanlı Türkçesi dönemini Klasik Osmanlıca ve Yeni Osmanlıca olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür:
Klasik Osmanlı Türkçesi Devri: 16-19. yüzyılları içine almaktadır. 16. yüzyıldan itibaren Arapça ve Farsçadan meydana gelen kelimeler ağırlık kazanmaya başlar; 17 ve 18. yüzyıllarda gittikçe koyulaşır, anlaşılmaz bir hal alır. Türkçe kelimelerin, cümlenin sadece fiilde kaldığı görülür. Bu devir Klasik Osmanlıca olarak adlandırılan devirdir. Bu dilin anlaşılması zordur. Bunda büyüyen ve gelişen bir devletin, dilindeki ifade kabiliyetinin artma gereği ve kültür seviyesi bakımından hayatının yükselmesi de büyük rol oynamıştır. Nesir dilinde daha fazla anlaşılmazlık ortaya çıkar. Nazım dili ise, bir noktada ölçülü bir cümle yapısına sahip olduğu için, kendini pek kaybetmez.
Yeni Osmanlı Türkçesi: Yeni Osmanlıca devresi, 19-20. yüzyılları ve Cumhuriyet devrine kadar olan zamanı içine almaktadır. Osmanlıcanın bu sonuncu devresi, gazeteci lisanının başladığı, Arapça ve Farsça tamlamaların çözüldüğü, Türkçenin kendi kaidelerine sahip çıkmaya başladığı devirdir. Bu son dönem Osmanlıcası sanılanın aksine, kolay okunabilen ve anlaşılan bir yazı türü değildir. Söz konusu dönem Osmanlıcası harf karakterleri ve yazı türü açısından basitleştirilmiş olsa da, kullanılan dil, kelime zenginliği, izafet ve terkibler bakımından klasik dönem Osmanlıcasıyla kıyaslanmayacak derecede, Arapça, Farsça kelime, deyim ve terimlerin kullanıldığı bir yazıdır. Osmanlı Türkçesi'ne, kültür dili olması nedeniyle, bir yüksek zümre dili olarak bakmak mümkündür. Yazı dili, açık ve anlaşılır şekle, ancak 20. yüzyıl başlarında kavuşmuştur. Böylece bu devirden sonra yazı ve halk dili birbirine yaklaşmış ve zamanla aradaki açık kapanmıştır. Dilin sadeleşmesinde halk dilini öne çıkaran hareketlerin önemli etkisi olmuştur. Bunlardan birisi Mahallileşme Hareketi’dir.
Mahallileşme Hareketi (Türkî-i Basit):
Klasik üslup, Hikemi üslup ve Sebk-i Hindî kadar etkili olmasa da öncülleri XV. yüzyıla son temsilcileri ise XX. yüzyıla kadar giden bir hareket vardır ki, o da Mahallileşme hareketidir. Mahallileşme hareketi yerine göre her tarzla yakından ilgilidir hem de söz konusu tarzların kimi temsilcilerinin Mahallileşme hareketi ile yakından ilgileri bulunmaktadır. Bunların başında başta Necâti Bey, Bâkî gibi "Klasik üslup", Nâilî, Sehrî ve Fehim gibi Sebk-i Hindî ve Nâbî gibi Hikemî tarzın temsilcisi durumunda olan şairler gelmektedir. Bu nedenle Mahallileşme hareketinden ve hareketin şiirin anlam boyutuna olan katkısından bahsetmek gerekir. Eğer XIII. yüzyılda Karamanoğlu Mehmet Bey'in Türkçe ile ilgili görüşleri bir kenara bırakılırsa, XV. yüzyılda Aydınlı Visalî ile başlayan ve XVI. yüzyılda Tatavlalı Mahremî ve Edirneli Nazmî ile devam eden ve genel anlamda bir dil hareketi olarak kabul edilen Türkî-i Basit, Türk edebiyatındaki "Mahallileşme" hareketlerinin önemli adımlarından biridir. Dilde sade bir Türkçe söyleyişi esas alan Türkî-i Basit hareketi, daha sonraki dönemlerde kimlik değiştirerek şiirde yerli ve mahalli unsurlara fazlaca yer verme anlayışı çerçevesinde şekillenen "Mahallileşme" hareketine dönüşmüştür. Özellikle XVI. yüzyılda Bâkî'nin şiirlerinde görülen İstanbul Türkçesi ve mahallî unsurlar, Taşlıcalı Yahya'nın mesnevilerinde işlenen konular ve kahramanlar bu tarz söyleyişin en dikkat çekici örneklerindendir.
Dostları ilə paylaş: |