YEDİNCİ BÖLÜM
1. AVRUPA HUNLARI
Balamir önderliğindeki Hunların 374'te İdil'i geçmesi, Karadeniz'in kuzeyindeki Germen kavimlerini yerinden oynatması ve birkaç yıl içinde Doğu ve Batı Roma sınırlarına dayanması Avrupa tarihinin dönüm noktalarından biridir. 1000 yıl kadar sürecek olan kavimler göçünü başlatan bu hareket, Batı Roma'nın yıkılmasında ve Avrupa'nın etnik şekillenmesinde birinci derecede rol oynayacaktır. Roma İmparatorluğunun 395'te ikiye bölünüşü, 100 yıl geçmeden, 476'da Batı Roma'nın yıkılışı ve böylece Orta Çağ'ın başlaması, Hunların ve onların yerinden oynattığı Germen kavimlerinin hareketlerinin sonucudur.
Balamir 374'te İdil'i geçti ve onun önderliğindeki Hunlar, Ostrogotları ağır bir yenilgiye uğrattı. Yenilen boyların bir kısmı batıya gitti, bir kısmı Balamir'e katıldı. 375'te Dnyepr kıyısında Vizigotlar da hezimete uğradılar ve batıya kaçtılar. 378'de Hun öncü kuvvetleri Tuna'yı geçti (Kafesoğlu 1996: 70). 380 sıralarında Hunlar Macaristan'a ulaştılar (Rasonyi 1988: 69). 381'de Vizigotlar, 386'da Ostrogotlar Roma topraklarına girdiler.
Hunların batı bölgesi hükümdarı Uldız'ın 400 yılına doğru Tuna kıyılarında görünmesi Germen kavimlerini tekrar hareketlendirdi. Vizigotlarla Vandallar İtalya topraklarına girdiler. Hunların önünden kaçan Germen kavimleri, Radagais'in önderliğinde birleşerek Roma için büyük bir tehlike oluşturdular. Roma'ya yardıma giden Uldız, Floransa'nın güneyinde Germen kavimlerini yenerek Roma'yı kurtardı; Germen kavimleri Galya'ya (Fransa'ya) sürüldü (Kafesoğlu 1996: 71; Kurat 1972: 16; Rasonyi 1988: 69). Galya'daki çekişmelerde 417'de Vizigotlar Alanları İber yarımadasına ittiler. 429'da Alan ve Vandallar Kuzey Afrika'ya geçtiler; Kuzey Afrika'da Vandal Devleti kuruldu (Kurat 1972: 16).
Uldız, 404-405 ve 409 yıllarında Tuna'yı geçerek Bizans topraklarına girdi; Bizans'ı tehdit etti; 410 sıralarında öldü (Kafesoğlu 1996: 71). Uldız'ın batıdaki faaliyetleri sırasında Avrupa Hunlarının büyük hükümdarı Karaton İdil civarındaki başkentinden ülkeyi yönetmekteydi. Bizans kaynakları 412'de bir elçilik heyetinin Karaton'a gittiğini kaydeder.
422'de Hunların hükümdarı Rua'dır. Kardeşleri Aybars ve Oktar'la birlikte devleti yönetmektedir. Dördüncü kardeş Muncuk (Attila'nın babası) ölmüştür. Rua 422'de Bizans üzerine yürüdü ve onları yıllık vergiye bağladı. 423'te Roma işlerine karışan Rua 60 000 kişilik atlı birliğiyle İtalya'ya
70 Ahmet B. ERCİLASUN
girdi ve Batı Roma'yı Bizans saldırısından kurtardı (Kafesoğlu 1996: 71-72). 429-430'da Oktar, Ren nehrinin sağ sahilinde bulunan Burgundlar üzerine yürüdü; ancak bu sefer sırasında öldü (Baştav 2002: 615). 434'te Rua da öldü. Devlet, Muncuk'un oğulları Bleda ve Attila'ya kaldı. Aynı yıl Attila Bizans'ı tekrar yıllık vergiye bağladı. 435'te Attila ülkenin doğu bölgesini teftişe çıktı; İdil'de ayaklanmaya kalkışan Şaragurları (Sarı Ogur) bastırdı (Kafesoğlu 1996: 73). 441-442'de Birinci Balkan Seferine çıkan Attila Belgrad ve Niş'i geçerek Trakya'ya yürüdü. Bizans'la yapılan anlaşma sonunda Tuna kıyısındaki kaleler Hunlara bırakıldı (Kafesoğlu 1996: 75). 445'te Bleda öldü; Attila ülkenin tek hâkimi oldu ve 447'de İkinci Balkan Seferine çıktı. Balkan şehirlerini alarak Büyük Çekmece'ye kadar ilerledi. İstanbul'u kuşatmaktan vazgeçerek Bizans'la anlaşma yaptı. Bizans, savaş tazminatı ödemek, yıllık vergisini üç katına çıkarmak, Tuna güneyini tamamen askerden arındırmak gibi çok ağır şartları kabul etmek zorunda kaldı (Kafesoğlu 1996: 75-76). 448'de Bizans, Attila'nın bugünkü Macaristan'da bulunan başkentine bir elçilik heyeti gönderdi. Heyette, Hun tarihi hakkında en önemli bilgileri bırakan kâtip Priskos da vardı. Heyetin asıl maksadı ise bir suikast ile Attila'yı ortadan kaldırmaktı. Ancak Attila bunu tespit etti ve Bizans hükümdarı Theodosios'a şu mesajı gönderdi: "Theodosios, Attilâ gibi, asil bir babanın oğludur. Attilâ babası Muncuk'tan aldığı asaleti muhafaza etmiş, fakat Theodosios Attilâ'nın haraç-güzârı (haraç vereni) olmakla köle durumuna düşmüştür. Theodosios kölelik haysiyetini de koruyamamış-tır, çünkü efendisi olan Attilâ'nm canına kıymak istemiştir." (Kafesoğlu 1996: 76). 449'da Attila Azak bölgesindeki Akatzirler üzerine sefer yaptı ve onları da devlete bağladı (Baştav 2002: 621).
Bizans'ı yenerek ağır vergilere bağlayan ve doğu sınırlarının güvenliğini sağlayan Attila nihayet Batı Roma'ya yöneldi. 449 sonlarında, Batı Roma imparatorunun kızkardeşi Honoria'yı istedi. Honoria'nın çeyizi olarak imparatorluğun yarısını veya Roma yönetimine ortak olmayı talep etti (Baştav 2202: 623; Kafesoğlu 1996: 77). Tabiî ki bu teklif reddedildi ve Attila 451 başlarında Galya'ya girdi; Nisan ayında Paris yakınlarındaki Orleans'a ulaştı. Roma ordusu da Aetius'un komutasında Galya'ya geldi. Aetius, Hun yardımıyla Roma'da yükselmiş bir kumandan ve devlet adamıydı. Her biri 200 000 civarında askerden oluşan iki ordu 20 Haziran 451'de Champagne ovası yakınlarındaki Katalaun'da karşılaştı. 24 saatlik savaşta on binlerce ölü verildi. Yenişemediler ve Attila çekildi (Kafesoğlu 1996: 77).
452 baharında Attila Alpleri geçti ve doğrudan doğruya İtalya üzerine yürüdü. Akileya kalesini aldı. Buradan kaçanlar daha sonra Venedik şehrini kuracaklardır. ?? Attila, Po ovasına girdi ve başkent Ravenna'ya yaklaştı. Roma senatosu Attila'ya Papa 1. Leo başkanlığında bir heyet gönderdi. Pa-
TÜRK DİLİ TARİHİ 71
pa, Attila'dan Roma İmparatorluğunu esirgemesini rica etti. Attila ricayı kabul ederek ülkesine döndü; 453'de bir gerdek gecesinde ağzından burnundan kanlar boşanarak öldü (Kafesoğlu 1996: 78).
Attila öldüğü zaman Avrupa Hun İmparatorluğunun sınırları, Balkanların da büyük bir bölümünü içine alarak Orta Avrupa'dan İdil'e dek uzanmaktaydı. Manş ve Kuzey Denizine dek Batı Avrupa da Hun nüfuzu altındaydı. Rasonyi'ye göre "Hun devleti sınırları Danimarka, Ren nehri çevresinden İran'a, belki de Altaylara kadar uzanıyordu." (Rasonyi 1988: 69). İmparatorluk, çoğunluğu Germenlerden oluşan 45'e yakın kavmi içinde barındıran büyük bir konfederasyondu.
Attila'dan sonra konfederasyon çözüldü. Germen kavimleri ayaklanarak 454'te Attila'nın oğlu İlek'i öldürdüler. Mücadeleye devam eden diğer oğul Dengizik 469'da Bizanslılar tarafından öldürüldü; kesik başı Sultan Ahmet Meydanında teşhir edildi (Grousset 1980: 92). Üçüncü oğul İrnek ve ona bağlı Hunlar doğuya çekildi; Karadeniz'in kuzeyine gelen yeni Türk dalgası Bulgarlarla karıştı (Rasonyi 1988: 72).
Kısa süren hâkimiyetlerine rağmen Avrupa Hunlarının önemi, bugünkü Avrupa'nın etnik haritasında oynadıkları rolden ileri gelir. Türk kültür, dil ve tarihi için de Avrupa Hunları çok önemlidir. Karadeniz ve Kafkasların kuzeyi ile İdil-Ural bölgesi Türklüğünün temeli Avrupa Hunları tarafından atılmıştır. Doğu ve Batı Roma ile ilişkileri dolayısıyla daha çok Avrupa'daki faaliyetlerinden haberdar olduğumuz Hunların asıl kitlesinin Karadeniz'in kuzeyinde ve İdil'de olduğu anlaşılıyor. Hiç olmazsa Rua'ya kadar (422) devletin merkezi İdil bölgesindeydi. Nitekim 412'de Bizans, İdil'deki büyük hükümdar Karaton'a bir elçilik heyeti göndermişti. Attila'nın oğlu İrnek ve ona bağlı Hunlar ise Karadeniz'in kuzeyine çekilmişlerdi. 460'larda Karadeniz'in kuzeyine gelen Bulgar hanları da bu sebeple şecerelerini İrnek üzerinden Attila'ya çıkarırlar (Rasonyi 1988: 72).
Avrupa Hunlarının yaşayış tarzları ve kılık kıyafetleri Asya Hunlarından ve diğer bozkır kavimlerinden farklı değildir. Onlar da at üzerinde uzun mesafeleri aşmışlar ve konar göçer bir hayat tarzı içinde olmuşlardır. Şair "Claudianus'a göre Hunlar atlarına yapışmış gibidirler. Sidonius'a göre daha anasının yardımından yeni kurtulan bir Hun çocuğu eyerlenmiş bir at ile baş başadır. Hun kavmi at sırtında yaşar. At sırtında alışveriş yapar, yer içer ve atın boynuna sarilarak uyuyabilir ve güzel rüyalar görürlerdi. At sırtında müzakerelerde bulunur ve mühim kararlar alırlardı. Devamlı at sırtında yaşadıklarından Hunlar yaya yürümeyi sevmezlerdi." (Baştav 2002: 607). En önemli silâhları ok ve yaydı. Yardımcı kuvvet olarak Hun müfrezelerinden yararlandıkları için Romalılar Hun teçhizat ve kıyafe-
72 Ahmet B. ERCİLASUN
tini bilmekte idiler. Viyana civarındaki kazılarda "Hunlara ait olması gereken kafatasları ve silâhlar ile Doğu Asya yay tipleri bulunmuştur. Bu yay tipini geç Roma şairi Claudianus da övmektedir. Roma süvarisinin Hun örneği üzre teşkilâtlandırılması, yetiştirilmesi ve silâhlandırılması dolayısıyla bu yay tipi Roma imparatorluğunun en ücra köşelerine; Güney İngiltere'deki Wales'teki Gaerleon'a kadar ulaşmıştır. Orada bir Roma taburunun barındığı yerde, V. yüzyıldan kalan bir yay imalâthanesinde Hun tarzı takımlara rastlanmıştır. Alföldi'ye göre özellikle 'Batı Roma İmparatorluğunun tekmil sevkulceyş kavrayışı 440'tan sonra daha çok Hun yardımcı taburları esasına göre kurulmuştur.' Daha sonra erken Bizans çağı kumandanı Belizar da süvarilerini Hun örneği üzerine yetiştirmekle ve Hun müttefikleri sayesinde Doğu Gotlarını hezimete uğratabilmiştir." (Rasonyi 1988: 69). Ok ve yay dışında Hunların kılıç, hançer, mızrak ve kement kullandıkları muhakkaktır. Büyük Şarl (Şarlken), "Mavritan kralına yazdığı bir mektupta" "Hun kılıcı"ndan bahsetmektedir (Caferoğlu 1958: 68). Giyim tarzları da bozkırlıdır: "Kışın ormanlarda yaşayan ufak av hayvanlarının postlarını giyerlerdi. Yazın ise yün, ipek ve daha hafif malzemelerden yapılmış elbiseleri vardı ve bunları renkli işlemelerle alacalı bir hâle getirirlerdi. Önden açılan, dizlerle baldırlara kadar uzanan bir manto giyerlerdi. Genellikle keçi derisinden yapılmış bir pantolon giymişlerdir ve bunun paçalarını topuklarda büzerek çarıkların içine sokarlardı. Başlarını tepeli ve öne doğru bükülen bir serpuş örterdi. Hun zenginleri iyi giyinmişlerdir. Eşyayı kıymetli taşlarla süslemek âdetti. Sıradan Hunların giysileri gösterişsizdi. Bir defa giydikleri elbiseleri par-çalanıncaya kadar değiştirmemişlerdir." (Baştav 2002: 607).
Hunların tipleri de bozkırlı Türk tipine uygundur: "Geniş omuzlar, nispeten kısa boy, koca kafa, kalın boyun, çıkık yuvarlak göğüs, bodur ve u-zunca bir gövde, kısa bacaklar." (Baştav 2002: 605). Şair Sidonius'a göre Hunlar güzel insanlardı; at üzerinde uzun boylu görünürlerdi. Hâlbuki tarihçi Ammianus'a göre "Hunlar, güzellikten yoksundular. Sakalları çıkmadan ihtiyarlar, tıknaz, kuvvetli, boyunları kalın insanlardır." (Baştav 2002: 605, 600). Şüphesiz Hunlar, Germen kavimlerine göre esmer tenli idiler. Hunlara ait antropolojik malzeme %20-25 oranında Moğolsu tip gösteriyor (Baştav 2002: 605). Bütün bu tasvirler Sibirya kültürlerindeki Türk tipine uygundur. Jordanes'e göre Attila da "kısa boylu, geniş omuzlu, iri başlı ve ufak gözlü, seyrek sakallı, yassı burunlu idi." (Baştav 2002: 600).
Diğer bozkır Türk kağanları gibi Attila da gücünü Tanrı'dan aldığına i-nanmaktaydı; "kılıcını ilâhî bir ilhamın idare ettiğine ve kendisini kozmik kuvvetlerin kavimlerin üzerine çıkardığına inanıyordu." (Baştav 2002: 612). Köktürk kağanları gibi Tanrı "yarlıkadığı" (buyurduğu) için ve "kut"u olduğundan dolayı hükümdar olmuştu.
TÜRK DİLİ TARİHİ 73
Got tarihçisi Jordanes, Attila'nın cenaze törenini ve ardından söylenen ağıtı şöyle anlatmaktadır:
"Kağanın nâşını, ordugâhın ortasına konan ipek bir çadırda tabuta yerleştirdiler; bunun etrafında görülmeğe değer törenler yapıldı. Hunların en seçkin atlıları bunun etrafında dolandılar. Bu esnada ölünün icraatı, yası yöneten yaşlılar tarafından dile getirildi." "Muncuk'un oğlu büyük kağan Attila, bütün kaharman kavimlerin hâkimi, sen, tek başına daha önce hiç kimsenin yapamadığı tarzda Hunların ve Cermenlerin ülkesinde hüküm sürdün, sen iki imparatorluğu korku içinde bıraktın, onların şehirlerini zaptettin. Onların hepsi senin kölen olmadan önce onların yalvarışlarına acıdın ve onlardan yıllık vergi aldın. Sen bütün bunları başarı ile tamamladıktan sonra arkanda acı yaralar bırakmadın ve adamlarının kininden uzak kaldın. Halkına himaye sağladın. Arkanda hiç acısı olmayan neşeli dostlar bıraktın. Bunu kim ölüme lâyık bulur, hiç kimse intikam düşünür mü?" "Matem türküleri söyledikten sonra mezarın üzerinde bir toy düzenlediler, büyük içki âlemi yaptılar. Bir abartmadan diğerine geçerek matem ve şenlik birbirini kovaladı. Geceleyin nâşını gizlice toprağa verdiler. Nâşı önce altın, sonra gümüş ve ardından da demir bir tabuta koydular. Bu suretle bu üç sağlam maddenin kudretli hükümdar ile sembolleştiğini düşündüler. Demir yenik kavimlerden, altın ve gümüş de her iki imparatorluktan kazanılmıştı. Muharebelerde düşmandan elde edilen silâhlar, kıymetli taşlarla süslü at takımları ve hükümdarlık alâmetleri onunla beraber gömüldü ve bunlar onun sarayının süsleri idiler. Büyük hazineyi insanların hırsından uzak tutmak maksadıyla mezar kazıcılarını menfur bir tarzda öldürdüler; onların hepsi acımasızca öldürüldü." (Baştav 2002: 649-650).
Tıpkı Alp Er Tonga'nın veya Köl Tigin'in yoğunda olduğu gibi yiğitler atlarıyla ölünün erafında dolaşıp saçlarını kestiler, yüzlerini yoldular.
Attila, Avrupalılarca "Tanrı'nın kırbacı" olarak kabul edildi; hakkında pek çok efsane oluştu. Ressamlara, heykeltraşlara, romancılara ve tiyatro yazarlarına konu oldu; "adına bir düzineye yakın opera" bestelendi; hakkında pek çok kitap yazıldı (Kafesoğlu 1996: 78). Bugünkü Belçika topraklarında, Romalı komutan Aetius'un Hun birliklerinden yardım alarak 436 yılında Burgundları yenmesi ve Burgund kralı Gundikar'ın öldürülmesi, Almanların ünlü Nibelungen destanına konu olmuş ve bu destanda Attila, Etzel adıyla olumlu bir kahraman olarak yer almıştır (Baştav 2202: 616; Kafesoğlu 1996: 74).
2. AVRUPA HUNLARI VE TÜRK DİLİ
Avrupa Hunları hiç şüphesiz çok dilli bir konfederasyondu. Devlete dahil olan Alanlar, Germen, Slav ve Fin-Ugor kavimleri kendi dillerini konu-
74 Ahmet B. ERC1LASUN
şuyorlardı. Doğu ve Batı Roma ile ilişkiler dolayısıyla Lâtince de geçerli bir dil olmalıydı. Ancak devlette hâkim unsur olan Hunların dilinin Türkçe olduğu kesindir. Hunlardan kalan pek çok ismin açık bir şekilde Türkçe olması bunu göstermektedir. Açıkça Türkçe olduğu teşhis edilen isimler şunlardır (Caferoğlu 1958: 71; Golden 2002: 72-74):
Dostları ilə paylaş: |