Hoca Dehhânî'de: sâkî, reyhan, gülistan, gül, bülbül, efgan, aceb, nağme, çetr, şehr, aziz, figan, serâser, peykân, cihan, çar, erkân...
Sultan Veled'de: hadis, mânî, cihan, nakd, dünya, hemîşe, aşk, evliyâ, kutb, müzd, dost, mal, can, bâkî,fânî, ebed, meded, zârî, rahmet, lûtf...
Yunus Emre'de: Hak, günah, rahmet, sultan, saray, miskin, ilm, tâat, tâkat, inâyet, firak, şerbet, kudret, safâ, halk, mânî, hayr, şer, karar, bâzirgân...
Âşık Paşa'da: mülk, aşk, zerre, âlem, âşık, hasret, işâret, nazar, hoş, bîkarar, menzil, pes, her, hem, cümle, cünbiş, çarh, gerdan, dâniş...
Nesîmî'de: hadis, hûb, vefâ, cefâ, belâ, aşk, âşık, safâ, şeytan, sûret, sücûd, renc, derd, hergiz, devâ, can, taleb, murad, hecr, dem, meh...
Beş şairin sadece bir iki şiirinden yukarıya alınmış örneklerden de görüleceği üzere bu kelimelerin pek çoğu bugün de yaşamakta ve geniş halk kitleleri tarafından bilinmektedir. Dolayısıyla bu kelimelerin kullanılması, halktan kopuk, sun'î bir edebiyat oluşmasına yol açmamaktadır. Osmanlı Türkçesinin ağır metinlerini halktan koparan ve sadelikten uzaklaştıran ö-zellikler şunlardır: 1) Halkın diline girmemiş pek çok kelimenin şiir ve nesir
TÜRK DİLİ TARİHİ 465
dilinde kullanılması. 15. asırda artış göstermeye başlayan bu tür kelimeler, Osmanlı Türkçesinin başladığı 16. yüzyıldan itibaren âdeta sınırsız bir şekilde kullanılır olmuştur: ruh (yanak), ebr (kaş), dendan (diş), çeşm (göz), mûy (kıl), dest (el), şeb (gece), rûz (gündüz), hurşid (güneş), leyl (gece), nehâr (gündüz), şems (güneş), kamer (ay), hûn (kan), tîr (ok), kûh (dağ), zerd (sarı), sirişk (gözyaşı), seng (taş). 2) Arapça ve Farsça kurallarla türemiş biçimler: cûy (arayan), reft (gitmiş), revân (giden), şikeste (kırılmış), kütüb (kitaplar), erkam (rakamlar), mühlik (helâk eden), tedâfü' (savunma). 3) Arapça ve Farsça söz dizimine göre oluşturulan kelime grupları (terkipler): gül-i ter (taze gül), bâğ-ı dünyâ (dünya bahçesi), âyine-i can (can aynası), ehl-i küfr (küfür sahibi, kâfir), düd-ı mihnet (mihnet dumanı), kütüb-i sitte (altı kitap), mir'âtü'l-memâlik (memleketlerin aynası), arabiyyü'l-asl (Arap asıllı), gül ü bülbül (gül ve bülbül), ferhunde-ahter (uğurlu yıldız), dil-ârâ (gönül alan). Farsça tamlamalar 16. yüzyıldan sonra zincirlenerek uzatıldı: zamân-ı devlet-i hüsn (güzellik saltanatının zamanı), hâk-i kadem-i kadr-şinâsân (değer bilenlerin ayağının toprağı), ser-rişte-i zevk-i dil-i mahzûn (mahzun gönlün zevkinin ipinin ucu). 4) Aşırı süs unsurları (edebî sanatlar). 5) Özellikle nesirde cümlenin bazen sayfalarca uzatılması.
Ancak Osmanlı Türkçesine ait bütün eserlerin böyle bir dille yazıldığını düşünmek hatalıdır. Dilin sadeliği veya ağırlığı şairden şaire, yazardan yazara, hatta türlere ve eserlere göre değişmektedir. Aynı şair ve yazarın eserleri arasında dahi fark vardır. Hatta bazen aynı eserde bile farklar görülür. Vak'a bölümleri daha sade, tasvir bölümleri daha ağır bir dille yazılır.
Zâtî'nin
Ah çok çok sevdüğüm sanma ki az az ağlaram
Nâle eyler dururam derd ile durmaz ağlaram beyti veya Fuzûlî'nin
Ne müşkil derd olursa bulunur âlemde dermânı
Ne müşkil derd imiş aşkın ki dermân eylemek olmaz sadedir. Buna karşılık Nef î'nin
Meyhâne-i nâz olmuş o çeşm-i siyeh-i mest
Her kûşe-i pür-fitnesi bir hâb-geh-i mest
beytinin sade olduğu söylenemez. Nef î'nin kasideleri ise daha ağır bir dille yazılmıştır:
Âferîn ey rûzigârın şehsüvâr-ı saf-deri Arşa as şimden girü tîğ-i Süreyyâ-cevheri.
466 Ahmet B. ERCİLASUN
Nesirde de durum farklı değildir. 17. yüzyılda Nergisî'nin Nihâlistan'ından alınan aşağıdaki parça çok ağırdır:
Sipâhî-zâdegân-ı levend-sîmâdan Deli Mestâne denmekle şöhret-yâfte bir nâmurâd-ı mütelâşî-nihad kesb-i ömr-i heftâdâ-sâl pederi bir iki senede bâhte-i kumar-bâzî-i mey-perestî kılup...
Aynı yüzyılda Kâtib Çelebi'nin Mîzânü'l-Hakk adlı eserinde kahve şöyle anlatılıyor:
Bu bâbda dahi selefde nice nizâ vâki olmuşdu. Aslı Yemen diyârında zuhûr eyleyip dühan gibi âleme münteşir oldu. Bazı, Yemen dağlarını mesken edip fukarâsiyle bir nev şecer yemişi olan meyvesini cem edip kalb ve bün dedikleri hububâtı döğüp yerler idi. Kimi dahi kavurup suyun içerdi.
17. yüzyıl, gerek nesir gerek şiir dilinde en ağır örneklerin verildiği yüzyıldır. Veysî ve Nergisi süslü ve ağır nesrin en uç örneklerini yazdılar. 18. yüzyılda hem şiir hem de nesir dilinde genel bir sadeleşme görülür. Sûrnâmelerde, tezkirelerde süslü nesir devam etmekle birlikte hiçbir zaman Veysî ve Nergisi'deki mübalâğa görülmez. Buna karşılık tarihler ve sefaret-nameler daha sade bir dille yazılmıştır. Şiirde daha 17. yüzyılda Nâbî ile başlayan sadeleşme ve yerlileşme 18. yüzyılda devam eder. Kasidelere göre gazellerin dili daha sadedir. Bu yüzyılda yaygınlaşan şarkı türü ise sadelik bakımından gazelden de ileridir.
Seyyîd Vehbî'nin Sûrnâmesinden alınan aşağıdaki parçada ağdalı nesrin devam ettiğini görürüz.
Nâgâh bostancı ağabaşı sefâreti ile mâlik-i bahr u berr ve melikü'l-mülûk-ı İskender-fer hazretleri kalb-i hümâyûnundan sudûr-ı emr-i mütehattemü 'l-izâna binâen şenliğe âmâde olan şevk-efrûzân-ı şebistân-ı sûra taraf-ı eşref-i âsafîden dahi izhâr-ı esbâb-ı sürûr fermân buyrulmağın...
Naîmâ tarihi ile Yirmisekiz Çelebi Mehmed'in sefaretnâmesinden alınan aşağıdaki parçalar ise sade nesir örnekleridir.
Bu yürüyüşten sonra bir gece Hasan Paşa 'nın oğlanlarından aslı Macar iki kilerci oğlan kaçıp uğrın kapıdan çıkıp aslına rücû eyledi. Bunların firârından halâyık ızdırâba düşüp kal'a ahvâlini düşmana îlân ederler denildikde Hasan Paşa ebsem olup onların tedâriki görülür diye gâzileri teselli verdi ve dil almağa takayyüd ısmarladı. Geçit başına varıp birkaç kâfir getirdiler...
* *
*
TÜRK DİLİ TARİHİ 467
Birkaç günden sonra Lala Mareşal ziyâfet tertip edip bizi dâvet eyledi. Kral sarayında olmakla ol mahalle vardık. Bize azim ikram eyledi. "Kralı görmekden hazzeder misiniz? " diye suâl eyledi. Biz dahi izhâr-ı şevk etdik...
Nedim'in bir gazelinden alınan iki beyit ile bir şarkısından alınan aşağıdaki dörtlük 18. yüzyıl şiirinin sade örneklerindendir.
Murâdın anlarız ol gamzenin iz 'ânımız vardır, Belî söz bilmeyiz ammâ biraz irfânımız vardır.
0 şûhun sunduğu peymâneyi reddetmeziz elbet,
Anınla böylece ahdetmişiz, peymânımız vardır.
Bir safâ bahşedelim gel, şu dil-i nâşâda,
Gidelim serv-i revânım, yürü, Sâdâbâda.
İşte üç çifte kayık iskelede âmâde, Gidelim serv-i revânım, yürü, Sâdâbâda
Buna karşılık asrın ikinci yarısındaki Şeyh Galib'in aşağıdaki beyitleri sade sayılmaz.
01 serv-i gül-fürûş-ı tecellî-i cilveden
Her nahl-i âh bir şecer-i Tûrdur bana.
Gûyâ hayâl-i hatt-ı lebinle müjemde hûn Bâğ-ı vefâda tûtî-i zenbûrdur bana.
Ancak Şeyh Galib'de seyrek olarak çok sade beyitlere de rastlanır. Aşağıdaki beyitler belki de 18. yüzyılın en sade örnekleridir.
Gözceğizim boyamak ister benim Al boyayıp kan ile dudağını.
Saldı gönül illerine âfeti, Kurdu göz ırmağına otağını.
468 Ahmet B. ERCİLASUN
Nice tabur dağıtır ol yosmanın Saç dağıtıp eğmesi kalpağını.
İçip içip kendi elinden anın Durmayıp öpmüşüm ayağını.
*
19. yüzyılda divan nazım ve nesri aynı şekilde devam eder. Ancak bu yüzyılın ortalarından itibaren yeni bir nazım ve nesir dili gelişir ve bu yeni üslûp öncelikle nesirde, daha sonra nazımda divan dilini tamamen ortadan kaldırır. Tanzimattan sonra ortaya çıkan yeni nesir dilinin ana sebebi özel gazeteciliğin başlaması ve gelişmesidir. Gazetenin gerektirdiği haberler ve ilânlar bir basın dilinin oluşmasına yol açar. Gazete makalesi de aynı şekilde tamamen yeni olan bir makale üslûbu oluşturur. Özellikle Namık Kemal'in makaleleri, "iddia ve ispat" unsurlarının ağır bastığı, zaman zaman kalem kavgalarını da ortaya çıkaran yeni ve özgün bir üslûba sahiptir. Roman ve tiyatro gibi Batı tarzında yeni türlerin gelişmesi de nesir dilini etkiler. Gazete, makale, roman, tiyatro... Bunların hepsi de geniş halk kitlelerine hitap etmek zorundadır. Bu zorunluluk ister istemez onların dilini de değiştirir; nesir dilinde halk tarafından bilinmeyen yabancı kökenli kelimelere fazla yer verilmez, terkipler azalır, cümleler kısalır; böylece bugünkü nesir üslûbunun temeli Tanzimat döneminde atılmış olur. Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa bu tür nesrin başlıca temsilcileridir. Ahmet Mithat ise Namık Kemal'e göre az çok farklı bir yol benimser ve yeni bir nesir dili kurarken halk nesrinden de yararlanır; böylece daha sade, daha serbest, sohbet üslûbuna daha yakın bir dil kullanmış olur. 20. yüzyılın başlarında Ahmet Rasim ve Hüseyin Rahmi, Ahmet Mithat'ın yolunu sürdürürler. Abdülhak Hâmid ve Recâizâde Ekrem'le devam eden Namık Kemal nesri ise Servet-i Fünuncularca farklı bir mecraya sokulur. Sadeleşme süreci durur; tekrar halktan kopuk, divan nesrinde bile kullanılmayan kelime ve terkiplerle süslenmiş ağır bir dil nesre hâkim olur. Özellikle Hâlit Ziya ve Mehmet Rauf un romanları işte bu yeni nesrin örnekleridir.
Tanzimatla nesir dilinde başlayan gelişmeleri şiir dilinde de görürüz. Tanzimat şairleri şiirin biçimine dokunmazlar; fakat eski biçim içine yeni bir muhteva, yeni kavramlar yerleştirirler. Yeni muhteva; vatan, hürriyet, kanun
TÜRK DİLİ TARİHİ 469
gibi kavramlar topluma da ulaşmalıdır; çünkü Tanzimat'ın ilk şairleri toplum için sanat yapmaktadırlar. İşte bu topluma hitap etme zarureti, tıpkı nesirde olduğu gibi şiirde de sadeleşmeye yol açar ve Osmanlı şiirinde Tanzimatçılarla yeni bir dönem başlar. Ancak Servet-i Fünuncular, toplumdan kopuk dil anlayışlarını şiirde de, hatta nesirden çok şiirde uygularlar ve 19. yüzyılın son yıllarında yeniden terkipli, ağdalı bir dil doğar. Fikret ve Cenap'in şiirleri bu dilin örnekleridir.
1890'larda Servet-i Fünuncuların ve 20. yüzyılın başlarında Fecr-i Âtî-cilerin ortaya koyduklan ağır dil, Osmanlı Türkçesinin son örnekleri olur. 1911'de Ömer Seyfeddin ve Ali Canip'in başlattığı "Yeni Lisan" hareketi Osmanlı Türkçesinin sonunu getirir. Genç Kalemler dergisinde Ömer Seyfeddin'in "Yeni Lisan" başlığıyla yazdığı yazılarda Divan ve Servet-i Fünun dili eleştirilir; İstanbul halkının konuşma diline dayanan sade bir dil teklif edilir. Terkiplerden ve İstanbul halkının bilmediği kelimelerden arınmış bir dil. 1910'lu yılların edebiyat dünyasında ve aydın çevrelerinde bu görüşler tartışılır. O yılların edebiyatta üstat kabul edilen Servet-i Fünuncuları ile genç Fecr-i Âtîcilerin itirazları sonuçsuz kalır. Siyasî ve sosyal şartlar da "Yeni Lisan"cılann lehindedir. Ömer Seyfeddin ve Ali Canip, Ziya Gökalp gibi dâhi bir düşünürü de arkalarına almışlardır. Üstelik Gökalp, iktidar partisi olan İttihat ve Terakki'nin Merkez Heyeti üyesidir ve ittihatçılar üzerinde büyük bir nüfuzu vardır. Mehmet Emin Yurdakul, Hamdullah Suphi, Yusuf Akçura gibi Türkçülerin Türk Ocağında yarattıkları hareket de son derece etkilidir. Genç Fecr-i Âtîcilerden Yakup Kadri ve Mehmet Fuat (Köprülü) gibi en şiddetli muarızlar da kısa süre sonra Millî Edebiyat akımı içinde yerlerini alırlar. Edebiyatta millîlik ve dilde sadeleşme birkaç yıl içinde bütün aydınları sarar; Halide Edip, Yakup Kadri, Reşat Nuri, Aka Gündüz gibi romancılar; Faruk Nafiz, Orhan Seyfı, Yusuf Ziya gibi şairler eserlerini terkipsiz, sade bir dille yazarlar; Cenap Şahabettin ve Süleyman Nazif gibi birkaç yazarın dışında sade dilin muhalifi kalmaz. Ahmet Haşim bile Piyale'deki şiirlerini yeni lisanla yazar. Öte yandan şiirde geliştirdiği "beyaz dil" ile Yahya Kemal ve konuşma dilini şiire sokan Mehmet Akif de sade dili benimserler. Böylece Meşrutiyet yıllarında Osmanlı Türkçesi son bulmuş olur. Tanzimat döneminde yeni yüksek okulların açılması ve Encümen-i Dâniş'in (Bilim Akademisi) kurulmasıyla gündeme gelen bilim terimlerinin çoğu da Arapça ve Farsça kökenlerden yapılmıştı; bunların bir kısmı da terkipliydi. Atatürk döneminde terimler de sadeleştirildi ve böylece Osmanlı Türkçesinin son izleri de ortadan kaldırılmış oldu.
16. yüzyılda başlayıp 20. yüzyıl başlarına dek süren Osmanlı Türkçesi döneminde divan şiiri ve nesri yanında bir de halk şiiri ve nesri vardır. Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Köroğlu, Dadaloğlu gibi şairlerin şiirleri ile Âşık
470 Ahmet B. ERCİLASUN
Garip, Kerem ile Aslı gibi halk hikâyeleri tamamen sade bir dille söyleniyor ve bunlar bazen de yazıya geçiriliyordu. Âşık Ömer, Gevheri, Bayburtlu Zihni gibi halk şairlerinin şiirleriyle meddah hikâyeleri ise divan dilinin sade örneklerine yakındılar. Elbette bütün bunları da Osmanlı Türkçesinin verimleri saymak gerekir. "Osmanlıca" terimini sadece ağdalı dil için kullananlar varsa da Türkoloji literatüründe 16. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına dek Osmanlı coğrafyasında kullanılan Türkçe, "Osmanlıca" veya "Osmanlı Türkçesi" olarak adlandırılır. Esasen "Osmanlıca" anlamındaki "Osmânî" veya "Lisân-ı Osmânî" gibi terimler Tanzimatta ortaya çıkmıştır. Osmanlılar kendi kullandıkları dile "Türkçe, Türkî, zebân-ı Türkî, lisân-ı Türkî" demişlerdir. Tezkire yazarları "lisân-ı Türkî"de yazmış şairleri kitaplarında toplamışlardır. Nâbî, "Türkî''Nef' î ve Bâkî'ye bakmasını oğluna tavsiye eder. "Osmanlıca" terimini kullananlar Ahmet Cevdet Paşa, Recaizade gibi Tanzimat yazarlarıdır. Namık Kemal de "Osmanlıca" terimini kullanmakla birlikte "Türkçe" terimini daha çok kullanır. 1876 anayasasında da dilimizin adı "Türkçe" olarak geçer. 19. yüzyılın Bianchi, Zenker, Redhouse gibi Batılı sözlükçüleri de dilimizi Türkçe (Turc, Turkish) olarak adlandırırlar. O hâlde "Osmanlıca", dili kullananların kendi dillerine verdikleri ad değildir. Komşu milletlerin verdiği ad da değildir. Bu kelime ancak Tanzimat döneminde bazı yazarlarca bir süre kullanılmış; daha sonra da Türkçenin belli bir coğrafyadaki belli bir dönemini ifade etmek üzere terimleşmiştir. Bugün bilim dilinde "Osmanlıca" veya "Osmanlı Türkçesi" terimi, 16. yüzyıl başından 20. yüzyıl başlarına dek Osmanlı topraklarında yayılan Türkçe için kullanılır. Gerek divan gerek halk dili olarak sade ve ağır örnekleriyle bu dil; edebî, ilmî ve resmî alanlarda kullanılmış büyük bir imparatorluk dilidir.
472 Ahmet B. ERCİLASUN
İKİNCİ EK:
TÜRKLÜĞÜN VE TÜRK DİLİNİN KRONOLOJİSİ
M. Ö. 3100-1300 : Sümerce metinler (Türkçe ile ortak kelimeler var.)
M. Ö. 700 : Med krallığının kurulması*.
M. Ö. 675 : İskitlerin Kafkasları aşıp Kuzey İran'a ve Anado-
lu'ya girmeleri.
M. Ö. 650 : İskitlerin Doğu Avrupa ve Kuzey Balkanlara ya-
yılması (Bu bölgede M.S. 3. yy'a kadar yaşadılar.)
M. Ö. 624 : İskit hükümdarı Madyes'in (Afrâsiyab'm) İranlı-
larca öldürülmesi.
M. Ö. 590 : İskit krallığının Medlerce yıkılması.
M. Ö. 559 : Pers krallığının kurulması.
M. Ö. 350 : Karadeniz'in kuzeyinde ve Asya bozkırlarında i-
kinci defa İskit krallığının kurulması (yıkılışı: M. Ö. 70).
M. Ö. 250 : Sarmatların Avrupa'ya girişi.
M. Ö. 247 : İran'da Part krallığının kurulması (yıkılışı: M. S.
225).
M. Ö. 209-174 : Tuman'ın oğlu Motun (Mete) Yabgu Hun tahtında (Merkez: Orhun vadisi. Kuzeyde yay çeken bütün kavimlerin birleşmesi).
M. Ö. 135 : İranlılar, Toharlar ve Usunlar (Türk) tarafından
Amuderya'daki Baktriya krallığının yıkılması (kuruluşu: M. Ö. 250).
M. Ö. 55 : Hunların ikiye bölünmesi. Çiçi Yabgu'nun
Batı'ya çekilmesi.
M. Ö. 36 : Çiçi Yabgu'nun öldürülmesi.
M. S. 55 : Kuzey Hindistan'da Kuşan Devleti (Yıkılışı: 250).
M. S. 216 : Hunların yıkılışı.
224 : İran'da Sasanî Devleti'nin kuruluşu.
Türklüğün kaderini ilgilendiren komşu ülkeler ve büyük dünya olayları da kronolojiye alınmıştır.
TÜRK DİLİ TARİHİ 473
315 : Tabgaç (To-pa) Devleti'nin kuruluşu (yıkılışı:
556).
367 : Afganistan'da Akhun Devleti (yıkılışı: 557).
375 : Batı Hunlarımn Doğu Avrupa'ya girişi. Ka-
vimler Göçü'nün başlaması.
395 : Roma İmparatorluğu'nun ikiye bölünmesi.
422 : Attila'nın amcası Rua'nın Hun tahtına oturması:
Avrupa Hunlarının Doğu ve Batı Roma üzerinde hâkimiyet kurması.
434 : Atilla Hun tahtında.
451 : Hun orduları Fransa'da: Orlean'da Batı Roma ile
savaş.
453 : Attila'nın ölümü.
469 : Attila'nın oğlu Deŋizik'in öldürülmesi: Avrupa
Hunlarımn sonu.
476 : Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılışı.
482 : Bizans kaynaklarının Karadeniz'in kuzeyinde Bul-
gar Türklerinden ilk bahsedişi.
515 : Sabarlar, Kuban boylarında (576: Güney Kafkas-
ya'da Sabarlann sonu).
552 : Türk Kağanlığı'nın (Köktürk) kuruluşu.
Avarların Batı'ya göçü.
562 : Avarlar, Avrupa'nın büyük güçlerinden biri: Bayan
Kağan (yıkılış: 805).
572 : Mukan Kağan'ın ölümü.
576 : İstemi Kağan'ın ölümü.
610 : Müslümanlığın doğuşu (ilk vahiy).
622 : Hicret. Müslüman Arap Devleti'nin kuruluşu.
623-628 : Bizans'la Sasanîler arasındaki son savaş.
627 : Bizans kaynaklarının Hazarlardan ilk bahsedişi
(Hazar Kağanlığı-Yıkılışı: 969).
-
: Hz. Muhammed'in Tebük (Suriye, Filistin) seferi.
-
: Doğu Türk (Köktürk) Kağanlığı'nın Çin tut-
saklığına girişi.
474 Ahmet B. ERCİLASUN
630 : Karadeniz'in kuzeyinde Büyük Bulgar Devleti.
632 : Hz. Muhammed'in ölümü.
639 : Kürşad ihtilâli.
642 : Nihavend Savaşı: Hz. Ömer'in Sasanî Devleti'ni
yıkması.
661 : Emevî saltanatının başlaması.
665 : Büyük Bulgar Devleti'nin parçalanması: 1) İdil
Bulgarları, 2) Asparuh'un önderliğinde Balkanlara geçen Tuna Bulgarları.
-
: Tuna Bulgar Devleti'nin Bizans'ça tanınması.
-
: Doğu Türk (Köktürk) Kağanlığı'nın Çin tut-
saklığından kurtuluşu: İlteriş Kağan.
692-716 : Kapgan Kağan.
711-712 : Arapların Cebelitarık'ı geçmesi, İspanya'nın fethi.
720 : Tonyukuk anıtı.
716-734 : Bilge Kağan,
716-737 : Sulu Kağan.
731 : Köl-Tigin'in ölümü.
732 : Köl-Tigin bengü taşı.
735 : Bilge Kağan bengü taşı.
744 : Uygurlarca Türk Kağanlığı'nın yıkılması. Uy-
gur Kağanlığı'nın başlaması.
-
: Emevîlerin sonu. Abbasî saltanatının başlaması.
-
: Talaş savaşı.
753-760 : Moğolistan Uygur (Bayan Çor) bitigleri
762 : Bögü Kağan'ın Mani dinini kabulü.
766 : Türgişlerin sonu. Karlukların Aladağ'a (Kırgı-
zistan) yerleşmesi, Türgişlerin Seyhun boylarına göç etmesi.
840 : Moğolistan Uygur Kağanlığı'nın yıkılışı: Kırgız
Kağanlığı Orhun vadisinde. Türk devlet merkezinin Orhun vadisinden Balasagun-Kâşgar bölgesine kayması. Uygurların Tarım havzasına göçü.
TÜRK DİLİ TARİHİ 475
856 : Hoço (Turfan) Uygur Devleti (1209'da
Çengizlilere bağlandı. Yıkılışı: 1368).
860-880 : Peçenekler Don-Kuban bölgesinde (1036:
Peçeneklerin Güney Rusya'da sonu. 1091: Peçeneklerin Balkanlarda sonu.)
-
: Kiyev Rusyası'nın kuruluşu.
-
: Kiril ve Metodi kardeşlerin Tuna Bulgar Krallı-
ğı'ndaki faaliyetleri: Kiril alfabesi.
865 : Bulgar Türk kralı Boris'in Hristiyan olması.
896 : Macarlar Orta Avrupa'da.
922 : İbni Fadlan Bulgar'da. İdil Bulgarları Müslü-
man.
924 : Kara Hıtayların Kırgız Kağanlığı'm yıkması:
Moğolistan'ın Türk yönetiminden çıkışı.
930 : Irk Bitiğ'in yazılışı.
946 : Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han'ın
Müslüman oluşu.
999 : Sâmânoğullarının Karahanlılar tarafından yı-
kılışı: Selçuklu Oğuz Türklerinin Mâverâünnehir, Horasan ve İran'a girişi. Batı Türklerinin (Oğuzların) Anadolu'ya doğru ilk adımları.
1038 : Tuğrul Bey adına Nişâbur'da hutbe okunması (Batı
Türk Devleti'nin -Selçukluların- kuruluşu).
1040 : Selçuklarla Gazneliler arasında Dandanakan
Savaşı (Horasan ve İran'a kimin hâkim olacağını belirleyen savaş).
1048 : Uzlar Dnyeper bölgesinde (1065: Uzlar Tuna'yı
geçti.)
1054 : Rus Kroniklerinin Kumanlardan ilk bahsedişi.
1064 : Kars, Kuzey Azerbaycan ve Gürcistan'ın Selçuk-
lularca fethi.
1069 : Yusuf Has Hâcib tarafından Kutadgu Bilig'in
yazılması.
1071 : Malazgirt savaşı: Anadolu kapılarının Batı
Türklerine açılması. Dünya gücünün Bizans'tan Selçuklulara geçişi.
476 Ahmet B. ERCİLASUN
1074 : Kâşgarlı Mahmud tarafından Dîvânü Lûgati't-
Türk'ün yazılması: Türk dilinin bilinen ilk sözlüğü.
1074 : İznik'te (Marmara bölgesi) Anadolu Selçuklu ha-
nedanının kuruluşu.
1091-92 : Kıpçaklar (Kumanlar) Macaristan ve Polonya'da
(1239: Kumanların sonu).
1096 : Birinci Haçlı Seferi.
1157 : Büyük Selçukluların sonu.
1166 : Hoca Ahmed Yesevî'nin ölümü.
1176 : Miryakefalon (Denizli civarı) savaşı: Anadolu
Selçuklularının Bizans üzerindeki kesin zaferi. Batı Anadolu kapılarının Türklere açılışı. Batı Türklerinin Anadolu'dan atılamayacağının kesinleşmesi.
1206 : Temuçin'in Çengiz adıyla kağan (imparator) i-
lân edilmesi. Büyük Türk-Moğol İmparatorluğu'nun kuruluşu.
1212 : Karahanlıların sonu.
1221 : Çengizlilerin Harezmşah Devleti'ni yıkması (ku-
ruluş: 1092).
1223 : Kalka Savaşı: Çengizliler Kuzey Kafkasya'da.
1227 : Çengiz Kağan'ın ölümü: Bir süre sonra
Kubilay, Altınordu, Çağatay, İlhanlı hanlıkları.
1236-1242 : Batu Han'ın büyük seferi.
1241 : Altınordu Hanlığı'nın kuruluşu.
1243 : Kösedağ savaşı: İlhanlıların Anadolu Selçuklu-
larını yenmesi. Anadolu Selçuklularının zayıflamasına ve beyliklerin kurulmasına yol açan savaş.
1250 : Karamanoğullarının kuruluşu: Beylikler döneminin
ilk beyliği.
1250 : Mısır'da Kıpçak Türk (Memlük=Kölemen)
Devleti'nin kuruluşu.
1299 : Osmanlı Beyliği'nin kuruluşu.
TÜRK DİLİ TARİHİ 477
1303 : Codex Cumanicus'un yazılışı.
1310 : Rabguzî'nin Kısasu'l-Enbiyâsı: Harezm
Türkçesinin bilinen ilk eseri.
1320 : Yunus Emre'nin ölümü.
1324 : Bursa'nın alınışı.
1330 : Âşık Paşa tarafından Garibnâme'nin yazılması:
Batı Türkçesinin ilk büyük telif eseri.
1354 : Osmanlıların Rumeli'ye (Gelibolu yarımadası-
na) geçmesi.
1370 : Temür'ün Çağatay Hanı'nın naibi olması:
Dostları ilə paylaş: |