Türk Edebiyatı



Yüklə 499,24 Kb.
səhifə2/7
tarix17.11.2018
ölçüsü499,24 Kb.
#83022
1   2   3   4   5   6   7

On beşinci yüzyılda Âzerî sahası Türk Edebiyatı, en kudretli şâirlerinden biri olan Habîbî’yi yetiştirmiştir. Çobanlık yaparken bir tesadüf eseri Akkoyunlu Hükümdarı Sultan Yakub’la karşılaştığı zaman o, henüz çocuktur. Çoban çocuk ile ona sorular soran padişahın adamı arasında geçen hâdiseyi öğrenen sultan, çocuğun zekâ ve cesaretine imrenerek himayesine almıştır. Habîbî bu sayede ilim ve edebiyat sahasında kendisini yetiştirmiş ve asrının büyük şâiri olmuştur. Sultan Yakub’dan sonra, Safevî hükümdarı olan ve Şiîliği ihdas eden Şah İsmail zamanında ona Melikü’ş-Şuarâ unvanı verilmişse de bu kudretli şâir Safevî sarayını terk ederek, Sultan İkinci Bayezid Han devrinde İstanbul’a gelmiş ve burada vefat etmiştir. Evliya Çelebi, Habîbî’nin Sütlüce’deki Câferabâd Tekkesi civarına gömüldüğünü kaydetmiştir. Onun İstanbul’a gelişinde akîdesine bir halel gelmemesi düşünülebilir. Çünkü bâzı kayıtlarda Şah İsmâil’den bahisle “...oğlu habîs İsmâil, tarîkat-ı bâtılayı ihdas ederek...” şeklinde yer verilmiştir. Gerçekte, onun dedeleri Erdebilli olup, Sünnî idiler. Âzerî cemiyetinin hayat şartlarının doğurduğu sebepler yüzünden Osmanlı sahasına Habîbî’nin dışında; Hamidî, Şâhidî, Sürûrî, Basirî, Kabilî, Bidârî ve Halilî gibi şâirler de geçmişlerdir.

Habîbî şiirdeki kuvvet ve kudret yönünden Fuzûlî ile Nesîmî arasında bir köprü gibidir. Gazellerinde âşıkâne ve safiyâne bir edâ vardır. Türkçesi açıktır. Dînî kültürünün geniş olduğunu şiirlerinden öğreniyoruz. Fuzûlî, onun şiirlerine nazîreler söylemiştir. Bu bakımdan o Fuzûlî’nin yetişmesinde de vazife yüklenmiştir.

Âzerî sahasında yaşayan ve Türk Edebiyatının en büyük şairlerinden olan Fuzûlî de, 16. yüzyıl şâirlerindendir. Bağdat’ta yaşayan şair, Safevî idaresi altındaki bu yerde, Safevî hükümdarlarından iltifat görmemiştir. Ancak Osmanlı hakimiyeti zamanında itibara kavuşmuş ve pekçok eser yazmıştır.

On yedinci yüzyıl geçmişe nispetle Âzerî Türkçesi Edebiyatının sönük bir devresini teşkil eder. Sarayda Farsça'nın hakimiyeti, şairlerin hemen hepsini Farsça söylemeye yöneltmiştir. Bu asırda kayda değer şâirlerin başında Tebrizli Sâib (1591-1671) gelmektedir. İran Edebiyatına Hind üslûbunu getiren Sâib, daha çok hikemî şiir tarafındadır. Bu yönüyle Nâbî’ye tesiri görülür. Dîvân’ından başka Kandeharnâme ve Mahmûd-Ayaz adlı mesnevîleri de vardır. Dîvân’ında Türkçe-Farsça mülemmâlar da mevcuttur. Farsça şiirlerinin bir kısmı, zamanındaki şâirlere nazîre olarak yazılmıştır. Beyâz adını verdiği müntehabat mecmuası, onun zevkinin bir başka yönüdür. Bütün manzumeleri beyit olarak sayıldığında 120 bin beyti bulmaktadır. Bu itibarla asrının önde gelen şâiridir.

Bu asrın kayda değer şâirlerinden birisi de Tarzî’dir. Avşar Türklerinden olan bu şâir, Şah Safî tarafından taltif edilmiştir. Türkçe kelimeleri Fars dili gramerine uydurarak söylemesi onun diğer bir tarafıdır. Ancak tabiî Türkçe ile yazdığı şiirleri, uzun zaman varlıklarını devam ettirmişlerdir. Yine bu yüzyılda “Te’sîr” mahlâsını kullanan Türk ailesine mensup diğer bir şâir Mirza Muhsin’dir. Asrın sonlarına doğru şöhret kazanmıştır. Fakat ekseri şiirlerini Farsça yazmıştır. Türkçe gazelleri azdır.

Mesihî bu asırda Âzerî Türkçesi Edebiyatının mesnevî vadisindeki temsilcisi durumundadır. Varaka ve Gülşâh, Zembûru Asel ile Dâmu Dâne adlı mesnevîlerini zikretmek yerinde olur.

Asrın hükümdar şâiri Şah İkinci Abbas’tır. Saltanatı sırasında âlim ve şâirleri himâye eden Şah İkinci Abbas, daha çok bu yönüyle hizmette bulunmuştur. Sânî mahlasıyla Türkçe ve Farsça şiirler söylemiştir. Şah İkinci Abbas’ın vak’anüvis târihçisi olan, Şah İkinci Sâfî’nin de vezirliğini yapan Mirza Târih Vâhid Tebrizî de bu yüzyılın şâiridir. Dîvân’ı Türkçe ve Farsça şiirleri ihtivâ etmektedir.

Melik Bey Avcı ile Müştak ve Mevcî bu asırda zikre değer diğer şâirlerdir. Bunlar Kavsî-i Tebrizî ve Sâib de dâhil Nevâî ve Fuzûlî gibi üstad şâirlerin mektebine dahildirler.

Sâdıkî bu asrın Âzerî Türk Edebiyatında Mecmaü’l-Havâs adlı tezkiresiyle yer almıştır. Sâdıkî, Tezkiresi’nde bu sahada yetişen şâirlere yer ayırdığı gibi, Osmanlı sahası şâirlerini de ihmal etmemiştir.



On sekizinci yüzyılda devam eden Fuzûlî ve Nevâî mekteblerinin yanında yeni Âzerbaycan Türk Edebiyatına katılan ve kurucu rolde bulunan Molla Penah Vâkıf (1717-1797) ve Vedidî (1709-1809) gibi şâirler yer almaktadır.

Vâkıf bu yüzyılda Âzerî Türk Edebiyatının en şöhretli şâiridir. Bir Kafkas Türkü olup, Sünnî akîdeye mensuptur. Şöhreti daha çok Kafkas Türkleri arasında yayılmıştır. Vâkıf, Karabağ hükümdarı İbrahim Halil Hanın eşik ağasıdır. İran Şahı Aka Mehmed, Karabağ’ı istilâ etmiş, Vâkıf bu zamanda ölümden kurtulmuştur. Fakat Aka Mehmed Şahın halefi tarafından oğlu ile birlikte öldürülmüştür. Mezarı Âzerbaycan’da Şuşa şehrindedir. Âzerî Türkleri, kabrini evliyâ türbesi gibi ziyaret etmektedirler. Vâkıf divan şiirini elden bırakmamakla birlikte halk şiiri de yazmıştır. Şiirlerinde yaşanılan hayata yer vermektedir. Bunu şâir dostu Vedidî’ye yazdığı gazelinde görmek mümkündür. Âşık tarzındaki şiirlerindeyse divan estetiğiyle halk söyleyişini kaynaştırdığı görülür. Onun tesiri Vedidî ve Ârif gibi asrının şâirlerinde sürmüş ve 19. asrın Âzerî şâirlerinden olan Zakir’de devam etmiştir.

Yine bu devrin Kürenî, Gurbanî, Tufarganlı Abbas gibi saz şâirleri, halk edebiyatı sahasında zikre değer şâirlerdir. Ayrıca bir Türkmen şâiri olan Mahtum Kulu’yu da saha itibariyle buraya dahil etmek gerekir.

Bu asırda Âzerî sahasında yetişen şâirler, bununla kalmaz. Araştırıldığı takdirde daha başka şâirlerin de ortaya çıkması büyük ihtimal dahilindedir. Hüseyin Efendi Gayıbof’un Âzerbaycan’da "Meşhur Olan Şûarâ’nın Eş’ârına Mecmûadır" adındaki antolojisi, bu asra geniş çapta ışık tutmaktadır.



On dokuzuncu yüzyılda Âzerî Türkçesi Edebiyatı eskiyi devam ettirdiği gibi, Osmanlıya paralel olarak yeniliğe de yüzünü dönmüştür. Fakat Kuzey Âzerbaycan’ın Ruslar tarafından, Karabağ’ın Ermenilerce işgâli bu Türk ülkesini ağlayan şâirlerle doldurmuştur. Vatanın düştüğü felâketi dile getiren şâirler çoğunluktadır.

On dokuzuncu yüzyıl ortalarından sonra sönmeye başlayan klasik edebiyat (Divan edebiyatı), İran Âzerbaycanı’nda varlığını korumakla birlikte, bizde Şinâsi’nin yaptığı gibi mevzuda değişikliğe uğramıştır. Hattâ bu değişiklik dilde de görülmüştür.

Kuzey Azerbaycan’da klâsik şiir varlığını biraz da tekkelerde sürdürmüştür. Bu bölgede yaşayan Mehmed Askerî mahlâslı bir Nakşî şeyhinin tekke şiirinde öncülük ettiği görülür. Mehmed Askerî daha çok Türkiye Türkçesi'ne yakın bir dil kullanan ve dilde birliğin şuuruna varan bir şeyhtir. Kutkaşınlı Abdullah, onun Âzerî Türk Edebiyatında takipçisi olup dinî şiirleriyle tanınmaktadır. Bölgenin destanî kahramanı Şeyh Şâmil de, bilhassa Dağıstan taraflarında bu dil edebiyatında yer almıştır.

Bu yüzyılın ünlü tarikât şeyhi Mir Hamza Nigârî'dir (1815-1885). Türkiye’de tahsil gören Mir Hamza Nigârî, Osmanlı-Rus Harbinde Türkiye lehinde rol oynamış ve sonunda Anadolu’ya göç etmiştir. Dilinde Türkiye Türkçesi hususiyetlerine yer veren bu şeyhin şiirleri lirik olup, dinî unsurlara da yer vermiştir. Dîvân’ının yanında Çaynâme, Nigârnâme gibi mesnevîleri de vardır. Farsça şiirleri ayrı bir dîvânda toplanmıştır. Şiirinde Fuzûlî tesiri vardır. Âşık şiiri tarzındaki manzumeleri onun diğer bir yönünü verir.

Eski edebiyata bağlı olan şâirler içinde bu asırda Baba Bey Şâkir’i de zikretmek yerinde olur. Baba Bey Şâkir daha çok satirik (yergiyle ilgili) şiirde kendisini göstermiş ve manzumelerinde Rus memurlarının ahlâksızlıklarını, cemiyeti soymalarını ve sahte din adamlarının yaptıklarını dile getirmiştir. Kendisini Güney Âzerbaycan’da Hacı Mirza Mehdî (1830-1896) takip etmiş ve satirik şiirin bölgedeki canlılığını devam ettirmiştir. Manzumeleri daha çok, halk şiirine yakın olup, akıcı bir dile sahiptir. Türkçe'nin yanında Farsça şiirler de yazan Hacı Mirza Mehdî sağlığında bir Dîvân bırakmıştır. Ayrıca Manzara-yı Âşk adlı bir mesnevîsiyle Lâtifeleri mevcuttur.

Âzerî Edebiyatı, belki köklü bir sözlü edebiyata dayanması sebebiyle, bu yüzyılda da Halk Edebiyatı şubesinde varlığını pek fazla hissettirmiştir. Gerek aşıklar (saz şâirleri), gerekse kalem şuarâsı (halk şâirleri) 19. asırda eski geleneği bırakmamışlar ve hece vezninde şiirler yazmışlardır. Bu şâirler az da olsa, ayrıca eski edebiyatın nazım şekilleriyle manzumeler de yazmışlardır. Bu asrın belli başlı halk şâirleri, Mehemmed Beg Âşık, Agabegumaga, Kâzımaga Sâlik, Âşık Peri, Melikballı Kurban, Şekili Hatem, Mücrim Kerim Vardânî, Mirza Bakış Nâdim, Bababey Şâkir, Kasım Bey Zâkir, Hayran Hanım, Andelib Karacadagî, Mehdi Bey Şekâkî, Mîrza Mehdî Şukûhî, Seyyid Ebulkâsım Nebâtî vs. dir.

Âşık Mûsâ (1785-1840) Mehemmed Hüseyin (1800-1880), Âşık Mehemmed, Âşık Dilgam, Âşık Rece, Âşık Hasan, Âşık Cavad ve Âşık Cemâl gibi saz şâirlerini de bu arada zikretmeliyiz.

On dokuzuncu asrın ilk yarısında Osmanlı Türk Edebiyatına paralel olarak, modern edebiyata yönelen Âzerî Türk Edebiyatının bazı isimleri maddî imkânlar temin edilerek, Çarlık Rusyası tarafından yönlendirilmiştir. Bunların başında gelen ve ayrıca Hıristiyan da olan, Mirza Kâzım Bey Zâkir’in Türk Tatar Dilleri Grameri’nden başka eserleri de vardır. Zafer Nağmesi adlı manzumesiyle meşhur olan Mirzâ Câfer Topçubaşı da, Rusların hizmetinde çalışmış Âzerî şâirlerindendir.

Asrın ilk yarısında görülen ve Esrârü’l-Melekût adlı eserini, Abdülmecid Han'a takdim eden Abbas Kulaga Bakıhanlı Kudsî (1794-1846) de âlim, mütefekkir ve istidadlı bir şâirdir. Ayrıca tarih yazarıdır, Farsça'ya âit yazdığı Kânûn-ı Kûsî adlı eserinin yanında Tehzîb-i Ahlâk adlı eserini de zikretmek gerekir. Geleneğe uyarak növhalar (mersiye) yazdığı da vâkidir. Öte yandan Kâsım Bey Zâkir (1784-1857), Vâkıf ve Vidâdî ile başlayan realizmin Âzerî Edebiyatında önde gelen temsilcisi durumundadır. Sanatı kuvvetli olup, güzellik ve sevgi konularını işlemiştir. Onun âşık tarzında yazdığı şiirleri, diğer bir cephesini aksettirir.

İsmail Bey Kutkaşınlı da Rus ordusunda subay olarak hizmette bulunmuştur. Hikâyeler yazmıştır.

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, modern edebiyatın takipçileri olarak Mîrza Fethali Ahundzâde (1812-1878), Seyyid Ezim Şirvânî (1835-1888) gibi simalar görülmektedir. Ahundzâde çok yönlü bir şahsiyet olarak karşımıza çıkar. Eserlerinde Âzerî Türkçesi'ni açık bir şekilde kullanır. Tarihten coğrafyaya, felsefeden dine kadar hemen her mevzuda yazılar yazan bu ansiklopedist şahsiyette, millet kavramına rastlanmaz.

Şahsında Beytü’s-safâ gibi bir edebiyat mahfili kuran Seyyid Ezim Şirvânî, Âzerî Türkçesi yanında Farsça'ya da yer ayırmıştır. Ayrıca eğitimci gaye ile Rebiü’l-Etfâl adlı ders kitabını yazmıştır. Şiirlerinde Fuzûlî tesiri açıkça görülür. Ancak bazı şiirlerinde cemiyetin dertlerini anlatmış ve hicviyeler de yazmıştır. Zaten kendisi bir muallimdir. Külliyatı vardır.

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısındaki en büyük hâdiselerden birisi, Âzerbaycan’da matbuatın geniş yer tutmasıdır. Bunlar içerisinde; Ekinci (22 Temmuz 1875), Ziyâ, Keşkül, Şark-ı Rus gibi gazete ve dergilerin müstesnâ yeri vardır.

Yirminci yüzyılda Âzerbaycan Türk Edebiyatının belli başlı simaları Câfer Cabbarlı (1899-1934), Resul Rızâ (1910-1981), Samed Vurgun (1906-1956), Mirzâ Aliekber Sabir (1866-1932), Hüseyin Cavid (1882-1941), Seyyid Mehemmed Hüseyn Şehriyar (1907-1987) Bulut Karaçorlu Sehend (1907-1979), Yahya Şeyda gibi şâirlerdir. Şehriyâr ve Yahya Şeydâ gibi şâirler, bugün Azerbaycan ilinde yankılanan ve Türk dünyasınca geniş çapta tanınan şâirlerdendirler.

Çağdaş Âzerî Edebiyatı:

On dokuzuncu asrın başlarından itibaren Rus istilâları neticesinde, Azerî edebiyatı, iki kola ayrılır. Bunlardan Kuzey Âzerbaycan Edebiyatı, Rus tesiri altında şekillenirken, Güney Âzerbaycan Edebiyatı da klâsik çerçeve içinde sönükleşir ve bir taklit edebiyatı hâlini alır.

Bunun yanısıra Halk Edebiyatı, bütün canlılığıyla tekâmülünü sürdürmekte olup, âşık tarzı şiirin yanında halk destanları, nağıllar, latifeler, tapmacalar ve bayatılar gibi sözlü edebiyat türleri ileri seviyededir.

Rus istilâsı karşısında, destanlar, ağıtlar oluşturmuş halk şâirleri arasında Abdurrahman Ağa Dilbazof ve Genceli Hasan mühim yer tutar.

Klâsik edebiyat gittikçe zayıflamakla birlikte bilhassa Güney Âzerbaycan’da geleneğini sürdürmektedir. Klâsik Edebiyatın türlerinden gazel ve özellikle mersiyenin Azerî Edebiyatında özel bir yeri vardır. Dâhil, Dilsüz, Râcî, Kumrî, Mukbil, Pürgam, Şuâî ve Ahî 19. asrın önemli mersiye şâirleridir.

Tekkelerde gelişen tarikat edebiyatında ise Hamza Nigâri, Mir Mehemmed Askerî ve Kutkaşınlı Abdullah önde gelirler.

Baba Bey Şakir ise satirik daldaki şiirleriyle tanınır.

Güney Âzerbaycan’da yeni edebiyatın ilk temsilcileri arasında Abdurrahim Talıbof, Zeynelâbidin Şirvânî ve Mirza Ağa Tebrizî sayılabilir.

Konuları, klasik konulardan ayrılmakla birlikte bu dönemin en çok rağbet gören nazım şekli gazeldir. Andelib Karacadağı, Nebatî, Heyran Hanım ve Hacı Mirza Mehdi Şükûhî devrin önemli şâirleridir.

Güney Âzerbaycan’da modern Âzerî Edebiyatının öncüleri, daha çok Rusça’yı öğrenip Batı medeniyetleriyle temasa geçen ilim adamları olmuştur. Mirza Cafer Topçubaşı, Mirza Kâzım Bey ve Abbâskuluağa Bakıhanlı Kudsî ansiklopedik yönü de ağır basan birer şâir ve ilim adamıdır.

Devrin en renkli simalarından biri de Mirza Şefi Vâzıh’tır. Onun yanında realizm çığırının mahallîleşme yönünde en mühim temsilcisi olan Kasım Bey Zâkir ile modern hikâye yazarlarından olan İsmâil Bey Kutkaşınlı önemli isimlerdir.

On dokuzuncu asrın ikinci yarısında Âzerî Edebiyatı, tiyatro yazarı, şâir, mütefekkir ve reformist olan Âhundzâde’nin şahsında en büyük temsilcisini bulur. Lirik şiirleri ve satirik manzumeleriyle Seyyid Azim Şirvanî de asrın en büyük şâiridir.



Âzerbaycan’da Tiyatronun Doğuşu ve Gelişmesi: Âzerbaycan’da tiyatronun ortaya çıkışı, Avrupaî hayat tarzının tesiriyle Tiflis’te olmuştur.

1851’de vali Vorontsov tarafından tiyatro binası hizmete açılır. Başta Ahundzâde’ninkiler olmak üzere komediler, ilk defa Rusça olarak oynanır.

1880’den sonra profesyonel tiyatro toplulukları kurulur. Bu gelişmelerde H. Zerdabi, Necef Bey Vezirli, S. M. Gânizâde, N.Nerimanof, Cihangir Zeynalof ve H. Mahmudbeyof çok büyük hizmetler görmüşlerdir.

Celil Mehmedguluzâde, Abdurrahman Bey Hakverdili, Üzeyir Hacıbeyli, Abdullah Şâik de bu dönemin isimleri arasında önemli yer tutar.

İlk profesyonel tiyatro topluluklarında Hüseyngulu Serabski, Cihangir Zeynalof, Mehdibey Hacınski, H. Ereblinski, Hacıağa Abbasof ve Ebulfeth Veli şöhret kazanmış isimlerdir.

Hüseyin Câvid ve Câfer Cebbarlı, devrin meşhur yazarlarındandır.

1930-1940 yıllarının önemli eser sahipleri arasında Mirza İbrâhimof ve Said Ordubadi vardır.

Daha sonra dramlarıyla İlyas Efendiyef, komedileriyle Sabit Rehman, Enver Memmedhanlı ve son dönemde Şıheli Gurbanof, İslâm Seferli, Ekrem Eylisli, seçkin tiyatro örneği veren sanatçılardır.

Yirminci yüzyılın başında Âzerîler, gözlerini dünyaya çevirmiş, olan bitenler ışığında gelecek hazırlıklarını yapmaya başlamışlardır. Türkiye matbuatı ile yaptıkları alışveriş neticesinde, dildeki yakınlaşma ile edebî ve siyasî münasebetler de gelişmiştir.

Bu yıllarda Âzerî Edebiyatı, Türkiye’ye paralel olarak gelişirken iki ayrı temayülün daha etkisi altındadır: İslâmcılık cereyanı ve sosyal cereyanlar. Yirminci yüzyılın ilk çeyreği bu cereyanların temsilcilerini yetiştirirken, Molla Nasreddinciler adlı bir edebî ekol de bu üçünün senteziyle en doğru yolu seçmiş görünür. Ö. F. Numanzâde ve C. Mehmedguluzâde’den başka Sabir, Ali Nazmi, Aligulu Gamkusar da bu gruptandır.

Romantik temâyülün öncüleri olarak ise Ahmed Cevad ile Memmed Hâdi’yi görürüz.

Ülkenin Sovyet idaresine geçmesiyle, 1920’den önce olgun eserler vermiş sanatçılar, bu dönemde ya susup bir kenara çekilmeyi ya da devre ayak uydurmayı tercih ederler. Bu dönemde mevzular, genellikle 1917 ihtilâli öncesi ve hemen sonrasındaki Âzerbaycan hayatını içine alır. Eserlerde epik hususiyetler ağır basar.

Yusuf Vezir Çemenzeminli, Memmed Sait Ordubadi, Mirza İbrâhimof, Mir Celâl, Mehdi Hüseyin, Enver Memmedhanlı, bu dönemde olgun eserler veren isimlerdir.

Mikâyıl Rızaguluzâde, Osman Sarıvelli, Süleyman Rüstem, Samed Vurgun, Mehdi Seyidzâde, Memmed Rahim, Resul Rıza Sovyet devri Âzerî şiirinin öncüleridir. Onu Cafer Handan, Mirvarid Dilbazi, Nigâr Refibeyli, Elekber Ziyatay, Enver Elifbeyli ve Ehmed Cemil’in oluşturduğu ikinci kuşak takip eder.

Bu dönemin ilk şâirlerinde İkinci Dünya Savaşının tesiriyle sosyal ve siyasî konular ağır basarken, sonrakilerde sosyal hayat, millî ve insanî problemler işlenmiştir.

Bunların dışında Eliağa Vâhid, Nebî Hazrî ve özellikle günümüz Âzerî şiirinin en tanınmış şâiri olan Bahtiyar Vahapzâde’yi ayrıca ele almak gerekir.

Yirminci asırda Güney Âzerbaycan’daki edebiyatın iki büyük isminden Habib Sahir ve özellikle Seyid Hüseyn Şehriyar, sadece Âzerbaycan’ın değil, yakın dönem Türk dünyasının da en büyük şâirlerindendir.

Çağatay Türkçesi Edebiyatı

Müşterek Orta-Asya Türkçesi'ni takip eden Kuzey-Doğu Türkçesi'nin meydana getirdiği edebiyat, geniş mânâda Çağatay Türk Edebiyatını meydana getirmektedir. Dîvân ü Lügâti’t-Türk ve Kutadgu Bilig gibi büyük eserlerin ortaya çıkışından sonra Kaşgar Türkçesi, edebî kudretini göstermiş oluyordu. Hakâniye diye anılan bu Türk şivesi, sadece bu eserlerle kalmamış, teşekkül eden yeni kültür merkezlerinde birçok eserler vücuda getirmiştir.

Gerçekte Kutadgu Bilig’le başlayan bu devre, ortaya çıkan kültür merkezlerine göre üçe ayrılırsa da onları Müşterek Orta Asya Türkçesi eserleri olarak zikretmek gerekir. Dil bakımından bu bölgeler Kaşgar şîvesindeyseler de arada bazı ayrılıklar görülmektedir.

Müşterek Orta Asya Türkçesi'nin doğu kolu olan Kaşgar veya Hâkâniye (Karahanlı) şivesi, gerçekte Doğu Türkçesi'ni meydana getirmiştir. Bu şîveyle yazılan eserlerin başında 12. asır mahsullerinden sayılan Edib Ahmed Yüknekî’nin yazdığı Atabetü’l-Hakâyık gelmektedir. Dilin gelişmesi ele alınınca, az da olsa Kutadgu Bilig’den ayrıldığı görülen bu eser, daha çok bir nasihatnâmedir. Edib Ahmed Yüknekî ise devrinde itibarlı bir şâirdir. Eserinde, Kutadgu Bilig’e nazaran daha fazla Arapça ve Farsça kelimelere yer vermiştir.

Asıl 12. yüzyıl Kaşgar Türkçesi edebiyatının en büyük temsilcisi Yesili Ahmed’dir. Ahmed Yesevî (ölm. 1166), ruhu okşayan çekici hikmetleriyle tanınmıştır. Timur Han, bu büyük Türk tarikat şeyhi ve şâirinin türbesini yaptırmıştır. Pekçok lakapla anılan Ahmed Yesevî gerçekte bir mektep kurmuş ve bu mektep, talebeleri tarafından devam ettirilmiştir. Hakîm Süleyman Ata (ölm. 1186) önde gelen talebelerinden olup, Bakırgan’da irşad faaliyetlerinde bulunmuştur. (Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet adlı eseri, Kültür Bakanlığı tarafından neşredilmiştir.)

Miftâhü’l-Adl adlı fıkıh kitabıysa bu dönemde ayrı bir önem taşımaktadır. On dördüncü yüzyıla kadar bu sahada görülen eserlerden Oğuz Kağan Destanı ve 14. yüzyılın başında Rabguzî’nin yazdığı Kısasü’l-Enbiyâ’nın önemini belirtmek gerekir.

Müşterek Orta Asya şîvesi sadece doğuda varlığını sürdürmemiştir. Bu şîvenin batı ağzı bilhassa Batı Türkistan’da yeni ve canlı bir edebiyatın doğmasına sebep olmuştur. Harezm ve Sirderya (Seyhun) Irmağının güneyindeki yerler; Yedisu, Merv, Buhara gibi şehirler bölgenin kültür merkezi hâline gelmiştir. Burada Türklüğün Kaşgar, Kıpçak ve Oğuz şîveleri karışık olarak yaşadığından, yazılan eserlere de bu durum aksetmiştir. Bölgenin en önde gelen eseri Alioğlu Mahmud’un yazdığı Nehcü’l-Ferâdis’tir. Eser daha çok hadisler ve açıklamalarıyla siyer-i Nebî cinsindendir. Fakat İslâmiyet'e âit geniş bilgileri ihtiva etmesi, her çeşit halk tabakası için yazıldığını göstermektedir. Harezm şîvesi dalını en iyi şekilde aksettiren eserin edebî yönü ayrı bir değer taşımaktadır.

Şeyh Şerif Hoca tarafından yazılan Muînü’l-Mürîd de şîve itibariyle Nehcü’l-Ferâdis’e yakındır. Türkmenler arasında üstün tutulan eser, 14. yüzyıla âittir. Hazermî’nin Muhabbetnâme’si de aynı asrın eserleri arasına girmektedir. Zemahşerî’nin Mukaddimetü’l-Edeb’i ise bu yüzyılda Dîvân ü Lügâti’t-Türk’ü hatırlatır mâhiyettedir.

Dil bakımından yine aynı şîveye dahil olan, fakat nerede yazıldığı belli olmayan eserler de mevcuttur. Bunların başında 12. yüzyılda Ali’nin yazdığı Kıssa-i Yusuf gelmektedir. Eser, Kıpçak Türkçesi unsurlarını da taşımaktadır. Kutb’un Hüsrev ü Şirin’i Kıpçak Türkçesi unsurlarını ihtiva etmesi bakımından Kıssa-i Yûsuf’a yakındır. Böyle olmakla birlikte Altınordu sahasında yazılan bu eser Oğuz-Kıpçak Türkçesi ürünüdür. Hüsrev ü Şirin, 1341 yılında Harezm bölgesinde Kutub mahlâsını kullanan bir Türk şâiri tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir. Eser ayrıca Nizâmî’nin aynı isimdeki eserinin Türk Edebiyatındaki ilk tercümesidir. Yer yer Kur’ân-ı kerîmden alınan sûrelerin bulunduğu eser, İran Edebiyatının tesiri altındadır.

Bölgenin diğer bir eseri Revnaku’l-İslâm’dır. Eserde o devir Türklük hayatına bir hayli yer verilmiştir. Yalnız Şeyh Şeref’in yazdığı bu eser, daha ziyade Türkmen ağzı ile yazılmış ve pek fazla rağbet görmüştür.

On dördüncü asırda Kıpçak ili dil yadigârları da, edebî yönden zikre değer eserlerdir. Bunların başında Kırım veya Kefe’de yazıldığı tahmin edilen Codex Cumanicus gelir. Eser, Lâtin harfleriyle yazılmıştır. İki kısımdan meydana gelen eserin İtalyan bölümünü lügat, Alman bölümünü ise çeşitli dinî metinler meydana getirmektedir. Eserin Kıpçak Türkçesi'ni öğrenmiş misyoner rahipler tarafından yazıldığı tahmin edilmektedir.

Kuzeyde yazılan bu eserin yanında Kıpçak Türkçesi'yle güneyde, Mısır’da bilhassa gramer ve lügatçiliği ilgilendiren bir hayli eser vücuda getirilmiştir. Fakat edebî yönden bunlardan ayrılan yegâne eser, 1391 yılında tamamlanan Seyf-i Serâyî’nin Gülistan Tercümesi’dir.

Müşterek Orta Asya Türkçesi'nin bütün edebî faaliyetleri, Kuzey-Doğu Türkçesi dil yadigârları içinde yer aldığı için, geniş manâsıyla Çağatay Türk Edebiyatının birinci ve ikinci devresini meydana getirirler. Dar manâsıyla Çağatay Edebiyatı, Timur ve Timurlular devrinde meydana getirilen edebî mahsuller için kullanılmıştır. Timur ve şehzadelerinin sarayında, Türkçe konuşulurdu. Bu devre ait ilk eser, Ulu Tav'daki (Ulu Dağ) 1391 tarihli Timur Hanın Uygur harfleriyle yazdırdığı 11 satırlık bir kitâbedir.

Timurlular devrinin ilk şâiri Mîr Haydar Harezmî’dir. Timur Hanın torunlarından İskender Mirza’nın (1409-1414) şâiri olan Mîr Haydar Harezmî, Mahzenü’l-Esrâr mesnevîsini onun adına yazmıştır. Eserin mevzuunu Nizamî’den almıştır. Tek nüshası Biritish Museum’da bulunan eser, 1858’de Kazan’da basılmıştır.

Bu devrin güçlü şâirlerinden olan Yusuf Emirî, Baysungur Mirza’nın (ölm. 1435) himayesinde bulunmuştur. Bu şâirin Dîvân’ından başka Dehnâme’si ve Çagır ve Bang münazarası vardır. Eserdeki nesirlere bakılırsa Yusuf Emirî’nin kuvvetli bir nâsir olduğunu söylemek mümkündür. Herat’ın sanat ve edebiyat muhitinde yaşayan bu şâirin Dîvân’ı, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde bulunmaktadır. Çagır ve Bang eseriyle münazara türünün kuvvetli şâiri olduğunu ispat etmiştir.

On beşinci asrın ilk yarısında Çağatay Edebiyatında, Atâyî görülür. Ahmed Yesevî’nin kardeşi İsmâil Ata’nın evlâdından olduğunu, Ali Şîr Nevâî haber vermektedir. Bu soydan olmasından dolayı, Atâyî mahlâsını kullanmış ve Yesevî tarîkatı şeyhlerinden, Mansur Ata, Zengi Ata, Süleyman Hakîm Ata gibi mutasavvıflara karşı büyük alâka duymuştur.

Yine bu asrın şâirlerinden olan, Uluğ Bey devrinde kemalini bulan Sekkakî, Çağatay Edebiyatında mühim bir yer tutmaktadır. Timur Hanın ölümünü müteakip hükümdar olan Halil Sultan (1405-1410) adına bir kaside sunan Sekkâkî’nin 1467 yılına varmadan öldüğü tahmin edilmektedir.

Şâir Lutfî’ye gelince 1366 yılında doğmuştur. Bu devrin büyük şâirlerindendir. Şöhreti ve Türkçe şiirleri Irak’a kadar yayılmıştır. İskender Mirza adına Gül ü Nevrûz mesnevîsini yazmıştır. 1465 yılında 99 yaşında Herat’ta vefât etmiştir. Bir bakıma Ali Şîr Nevâî’ye üstadlık etmiştir. Dîvân’ı vardır.

Timur Hanın torunu Mîranşah’ın oğlu olan Seyyid Ahmed Mirza da bu asrın şâirlerindendir. Dîvân’ının olduğu söylenirse de ele geçmemiştir. Sağlam tabiatlı ve temiz zihinli bir kimse olan Seyyid Ahmed Mirza’nın gazelleri ve kaside şeklinde şiirleri oldukça meşhurdur. Perişan hâlinden bahseden ve Şahruh’u medheden Taaşşuk-nâmesi’nin nüshası, British Museum’da bulunmaktadır.

Bu yüzyılın bir diğer şâiri, Gedâî’dir. Ebü’l-Kâsım Bâbür’ün saray şâirlerindendir. Ebü’l-Kâsım Bâbür, kendisi de şâirdir. Yakînî’ye gelince Ok ve Yay münazarası ile dikkati çeker. Yine münazara türü üzerine eser yazan şâirlerden birisi, hayatı hakkında bilgi bulunmayan Ahmedî’dir. Ayrıca bu devrin mesnevî yazarlarından olan Durbig, Yûsuf ile Zelîha adlı eserini yazmıştır.

On beşinci yüzyılda Klasik Çağatay Edebiyatı devrinin kökleştiği görülmektedir. Bu devir Çağatay Edebiyatının en yüksek devreye ulaştığı bir devirdir. Millî ruh ve şuurun ortaya çıkması, Türkçe'ye ehemmiyetin verilmesi bu devre rastlar. Ali Şîr Nevâî, Muhakemetü’l-Lügâteyn’i bu açıdan ele alarak yazar. Sultan Hüseyin Baykara da bu devrin şâiriydi. O da Türk dilini müdâfaa etmiş hatta bir de ferman çıkarmıştır. Hüseynî mahlâsı ile şiirler yazan Hüseyin Baykara’nın Dîvân’ı vardır.

Ali Şîr Nevâî’nin eserleri bir hayli fazladır. Bunların başında dört dîvânını içine alan Hazâinü’l-Meânî adlı eseri gelmektedir. Ali Şîr Nevâî, yazdığı dîvânlara göre hayatı dörde ayırmış ve her biri için bir isim vermiştir. Dîvânları; Garâibü’s-Sıgar, Nevâdirü’ş-Şebâb, Bedâyiü’l-Vasat, Fevâidü’l-Kiber adını taşımaktadır. Dîvânlarından başka Mecâlisü’n-Nefâis, Nesayimü’l-Mahabbe, Muhakemetü’l-Lügâteyn ve Hamse’si vardır. Hamsesi; Hayretü’l-Ebrâr, Ferhâd u Şîrîn, Leylâ vü Mecnun, Seba-i Seyyâre, Sedd-i İskenderî ve Lisânü’t-Tayr adlı mesnevîlerinden meydana gelmektedir. Mîzânü’l-Evzân ise edebî bilgileri ihtiva eden diğer bir eseridir. O, Mecâlisü’n Nefâis adlı tezkeresiyle Türk Edebiyatında tezkere yazan ilk şâirdir.


Yüklə 499,24 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin