12.HALİDE EDİP ADIVAR
1919’da İstanbul’un işgaline karşı düzenlenen mitinglerde ateşli ve milliyetçi konuşmalarıyla dikkat çekti. Daha sonra Milli Mücadele’ye katıldı. Fransa ve İngiltere’de kalmış, Türkiye’de Batı Edebiyatı profesörü olmuştur.
Yeni Lisan dili doğrultusunda romanlar yazdı. Romantizmden Realizm’e doğru değişim gösterdi.
Aşk, kadın psikolojisi, Türkçülük, Milliyetçilik, memleketçilik konuları çerçevesinde yazdı. Romanlarında canlı karakterler yaratmıştır.
Kadın tipleri idealize edilmiş tipledir. Ancak anlatıcı her zaman erkektir; bu erkekler kadını gözlemler ve onu tanıdıkça ne kadar mükemmel olduğunu görür.
Halide Edip’in üslubu çok güçlü değildir. Anlatım bozuklukları, basit cümle yanlışları göze çarpar.
Seviye Talip, Handan, Kalp Ağrısı gibi ilk romanlarında aşk ve bireysellik öne çıkmıştır.
Ateşten Gömlek, Vurun Kahpe’ye, Zeyno’nun Oğlu romanlarında Kurtuluş Savaşı ve direnişleri işler.
Sinekli Bakkal, Tatarcık ve Sonsuz Panayır romanlarında doğu-batı çatışmaları, töreler ve toplum sorunları ele alınır.
Kadın, onun eserlerinde ikincil konumda olmayan, birey olabilmiş, bağımsız ve sorumluluk sahibi olarak betimlenir.
Romanları: Raik’in Annesi, Seviye Talip, Handan, Yeni Turan, Son Eseri, Mev’ud Hüküm, Ateşten Gömlek, Kalp Ağrısı, Vurun Kahpeye, Zeyno’nun Oğlu, Sinekli Bakkal, Yolpalas Cinayeti, Tatarcık, Sonsuz Panayır, Döner Ayna, Âkile Hanım Sokağı, Sevda Sokağı, Çaresiz
Hikâyeleri: Harap Mabetler, Dağa Çıkan Kurt, İzmir’den Bursa’ya, Kubbede Kalan Hoş Sada
Tiyatroları: Kenan Çobanları, Maske ve Ruh
Anı: Mor Salkımlı Ev, Türk’ün Ateşle İmtihanı
Sinekli Bakkal: 2.Abdülhamit Dönemi çerçevesinde doğu-batı çatışmasını ele alan bir romandır. İstanbul’un Sinekli Bakkal mahallesinde yaşayan Rabia adlı bir kızın çevresinde geçer. Bu mahalledeki imam’ın kızı Emine, aynı mahallede orta oyunu oyuncusu Tevfik ile istemeden evlendirilir. Zenne rolünden dolayı Tevfik’e kız Tevfik denmektedir. Bir süre sonra bu yüzden ayrılırlar. Ancak Rabia adlı bir kızları vardır. Tevfik sürgüne gönderilir. Sesi ile herkesi büyüleyen Rabia Kur’an ve mevlid okumaktadır. Tevfik sürgünden dönünce Genç Türklere üye olduğu için bu defa da Şam’a sürülür. Rabia ise Peregrini adlı biriyle evlenir. Peregrini doğu ve batı kültürünü bilmektedir. Rabia da onunla evlenerek doğu kadının her iki kültüre de adapte olabileceğini göstermiş olur.
Vurun Kahpeye: Aliye köye erkenden gelmişti. Çocuklara ders vermek için köyün okuluna gitti. Ancak orada okulun hizmetlisi Mehmet Efendi ve müdürden başka kimseyi bulamadı. Daha sonra Aliye’ye Okulu tanıttılar, köyde nerede kalacağını gösterdiler. Aliye Ali Rıza Efendi'nin evinde kalacaktı.
Ali Rıza Efendi ve karısı, Aliye'yi yıllar önce ölen kızlarının yaşında olması sebebiyle çok sevdiler. Aliye de bu yüzden kendini çok rahat ve güvende hissediyordu. Zamanla köydeki insanlar da yavaş yavaş Aliye'yi tanıdı.
Aradan geçen zamanda Yunanlılar köye yaklaşmışlardı. Köyün düşman tarafından işgali artık an meselesiydi. Köyün imamı ve köyün zenginlerinden birkaçı alçakça düşmana yardım etmeye başladılar. Köy imamı, genç ve güzel Aliye'nin güzelline kapılıp onu değişik yollardan elde etmek için düşmanla iş birliğine girdi. Düşman köyü işgal ettiğinde Aliye de ona kalacaktı. Tosun Bey ise, düşmanın gidişatını yavaşlatmak için elinden geleni yapıyordu. Fakat köyde neler olup bittiğinden habersizdi ve arkasında dönen hain dolaplardan haberi yoktu.
Köy imamı Fettah Hoca'nın bazı önemli zamanlarda Tosun Bey ve arkadaşlarını Yunan kuvvetlerine ispiyonladı. Bu gammazlıklar yüzünden Tosun Bey'in kuvvetleri zor anlar yaşadı. Bu olaylar yaşanırken, köydeki hainlerden yardım da alan Yunanlılar köye girmişti. İmam Fettah ise canla başla Yunanlılara yardım ediyordu. Sebebi ise Aliye'yi en kısa zamanda elde edebilmekti.
Bütün bu olaylar olurken idealist öğretmen Aliye de boş durmuyordu. Tosun Bey gibi bir vatansever olan Aliye, okuldaki öğrencilerini alıp her gün köyün meydanında dolaştırıyordu. Ayrıca onlara sık sık Türk kanı taşıdıklarını hatırlatıyor, bu yüzden de vatanlarını kanlarının son damlasına kadar savunmaları gerektiğini anlatıyordu. Ayrıca öğrencilere vatan sevdası ile ilgili marşlar söyleterek dolaştırıyordu.
Aliye bir gün eve gittiğinde Ali Rıza Efendi'nin Yunanlılar tarafından tutuklandığını öğrendi ve hemen Yunan karargahına gidip Yunanlı komutandan onu serbest bırakmasını istedi. Aliye'nin güzelliğinden etkilenen komutan da Aliye'ye uygunsuz teklifte bulundu. Aliye ise bu uygunsuz teklife hiçbir karşılık vermeden Ali Rıza Efendi'yi alıp karargâhtan ayrıldı.
Aradan geçen zamanda Fettah Bey'in yaptıkları ve düşman işbirlikçileri, köylüyü galeyana getirip Aliye’ye karşı tavır aldırdılar. Gittikçe köşeye sıkışan ve tüm hainlere karşı tek başına mücadele etmek zorunda kalan idealist öğretmen Aliye, öldürüldü.
Ateşten Gömlek
Peyami, Dışişlerini seçen bir gençtir. Bacaklarını kaybetmiştir. Hatıralarını yazdığı sıralarda, kafatası da açılacak, içeride kaldığı sanılan bir kurşun aranacaktır.
Peyami’nin uzak bir akrabası olan Ayşe, İzmir’den, onunla evlendirilmek üzere İstanbul’a davet edilmiş, ama Peyami istememiştir. Bunun üzerine, onuruna çok düşkün olan Ayşe, bir daha hiç bir zaman Peyami ile evlenmemeyi kafasına koymuştur. Nitekim bir başkasıyla evlenir. Ayşe’nin kardeşi Cemal de subay olan akrabadır. Harbiye Nezareti’ndeki Binbaşı İhsan’la Mütareke’nin ilk zamanlarından beri çok iyi anlaşmaktadırlar. O sırada hepsi İstanbul’da bulunmaktadırlar. Peyami’nin annesi Şişli’deki salonuyla o günlerin kibar kadını, söz geçiren bir kadınıdır. Kadınlar arasındaki propagandayı o idare eder. İstanbul’da çeşit çeşit inanç, türlü türlü çalışma vardır. Özellikle manda taraftarları, ülkeyi başka bir devletin boyunduruğu altına koymak isteyenler çok çalışmaktadırlar. Bir gün, İzmir’e yunanlıların çıktığı haberi gelir. Ayşe’nin kocasını, küçük oğlunu, birçok masum insanla birlikte süngülemişlerdir. Ayşe, İstanbul’a Peyami’lere gelir.
İhsan’la Cemal, Sultan Ahmet Mitingi’nden sonra Anadolu’ya geçerler. Şiddetli bir tifo geçirdikten sonra Peyami ile Ayşe de, bir kağnıya atlayıp Kandıra köylerinde İhsan’la buluşurlar. Bir çete kurmuşlardır. Ulusal Hareket’e karşı koymak isteyen köyleri yola getirirler. Peyami’yi, dil bilgisinden yararlanmak üzere, tercüman olarak Milli Müdafaa’ya verirler. Ankara’ya gelir. Ayşe de hemşire olmuş, Eskişehir’e gitmiştir. İhsan, sessiz ve çelikten bir insan gibi, yorulmak bilmeden çalışır durur. Hepsi Ayşe’nin İzmir kızının peşinde, İzmir yolunda ölmeye söz vermişlerdir.
Peyami büyük bir uğraştan sonra, kendini İhsan’ın komutası altındaki birliğe verdirir. İhsan bir akşam Peyami’ye Ayşe’yi nasıl yana yana sevdiğini anlatır.İkinci İnönü Savaşı’nda alayının başında, başını kurşunlara uzatarak ölümü beklemiştir. Metristepe’de göğsünden bir kurşun yiyerek bayıldığı an her şeyin bittiğine hükmetmiştir.
İhsan bir saldırı sırasında, bir makineli ateşiyle vurulur. Peyami’nin kolları arasında hayatını kaybeder. Hemşire Ayşe de bu saldırıda hayatını kaybedenler arasındadır.
Peyami, Ayşe ile İhsan’ı Gökçepınar’da yan yana gömdürür. Niyeti İzmir’e en önce girip, bunu Gökçepınar’da yatan Ayşe’ye anlatmaktır.
Peyami’nin hatıra defteri burada biter. Ameliyattan sonra Cebeci Hastanesi’nin iki doktoru bu konuda konuşurlar. Yedek Asteğmen Peyami Efendi’nin kâğıtları incelenmiştir. Ne İhsan isminde bir alay komutanı bulunmuştur, ne de Ayşe adında bir hemşire. Peyami’nin akrabası da bulunmamıştır. Bunun üzerine iki doktor, hatıra defterindeki olayların, kafasına kurşun girmesinden ileri gelme hayaller olduğuna karar verirler.
Yolpalas Cinayeti
Yolpalas Cinayeti, İstanbul’un zengin semtlerinden birinde Yolpalas isimli apartmanda geçer. Roman, sosyetik bir ailenin hastalıklı oğluna bakmakta olan Akkız’ın hikayesidir.Evin hanımı sonradan görme olduğu için bir zamanlar kendinin de dahil olduğu yoksul kesimi aşağılar ve sosyete partilerinden vakit ayırıp oğluna bakamaz. Akkız’ın ise tek tesellisi bu çocuktur, çocuğun üzerine titrer adeta. Ailenin bir de Mükerrem isimli şoförü vardır.Bir gün Akkız, Mükerrem’i öldürür.Suçunu kabul eder fakat nedenini açıklamaz.Roman bu cinayetin oluşunu ve nedenlerini inceliyor, farklı bir bakış açısıyla aktarıyor. Roman 1900’lü yılların İstanbul’unu, aydınların doğu ve batıya bakışlarını, sınıf çatışmalarını ele alıyor.
Tatarcık
Tatarcık, Halide Edip Adıvar’ın 1939 yılında yayımlanan bir romanıdır. Sinekli Bakkal ve Zeyno’nun Oğlu romanlarının bir devamı niteliğindedir.
Romanın konusu, Boğaz’ın Karadeniz kıyılarındaki Poyraz Köyü’nde geçer. Romanın başkahramanı, bir balıkçının kızı olan, "Tatarcık" lakaplı Lale’dir. Eğitimli, çalışarak hayatını kazanan bir genç kız olan Lale, devrin kadınları için bir model olarak öne sürülür. Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan eski-yeni çatışmasında Tatarcık, yeninin sembolüdür ve roman, “yeni”’nin zaferini ilan eder.
Mor Salkımlı Ev(anı)
Halide Edip’in çocukluğundan 36 yaşına kadarki dönemi kapsayan anıları.
Türk’ün Ateşle İmtihanı(anı)
Yazarın 1.Dünya Savaşı’ndan Cumhuriyet’in ilanına kadarki anıları.
|
13.YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU
Kahire’de doğup büyümüş bir ara Türkiye’ye geldikten sonra yeniden Mısır’a dönüp öğrenimini tamamlamış sonra Türkiye’ye gelerek romanlar yazmış yazarımızdır.
Önceleri Fecr-i Âti’yi sonra da Milli Edebiyat’ı desteklemiştir. Eserlerinde Türk toplumunun Tanzimat’tan Atatürk Türkiyesi’ne kadarki zaman dilimini yansıtmıştır.
Yakup Kadri bazen mistik bazen de devrimci(mücadeleci) bir yapıya sahiptir.
Romanlarındaki tiplerin çoğu iç dünyaları zengin, kötümser, düzensizlik kurbanı, töre ve geleneklere bağlı tiplerdir. İlk zamanlar Fecr-i Âti dilini kullansa da daha sonra Milli Edebiyat dilini kullanmıştır.
Eserlerinde Türk toplumunun geçirdiği yakın tarihi sürecin kronolojisi dikkat çeker:
Kiralık Konak
|
1.Dünya Savaşı öncesi
|
Hüküm Gecesi
|
2.Meşrutiyet
|
Sodom ve Gomore
|
Mütareke dönemi
|
Yaban
|
Kurtuluş Savaşı
|
Ankara
|
Cumhuriyetin 10 yılı
|
Bir Sürgün
|
2.Abdülhamit dönemi
|
Panorama
|
1923-1952 arası
|
Dostları ilə paylaş: |