Türk edebiyatının islamiyet'ten önce ve îslamî dönem genel tasnifi içinde; Türk Halk Edebiyatı kendine has yerini almaktadır. Bu edebiyat



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə2/34
tarix12.12.2017
ölçüsü1,6 Mb.
#34567
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   34

İslamiyet'in kabul edilmesinden 10-17. yüzyıla kadar müspet ilimlerle manevî ilimler atbaşı yürümüş, fakat 1683* ten Tanzimat'a kadar olan dönemlerde dini eserler ağırlık kazanmıştır. Bunun da sebebi devletin güçlü olması ile orantılıdır.

Tanzimat döneminde ise, edebî eserlerin şeklinde ve muhtevasında büyük değişmeler olmuştur. Gerek Tanzimat Fermanında (1839), gerekse onun tamamlayıcısı niteliğindeki Islahat Fermanında (1856) ifade edilen siyasî, askerî, ekonomik ve diğer alanlardaki değişiklikler doğrudan Batı medeniyeti esas alınarak düzenlenmiştir. Bu durum, devletin Batı medeniyeti dairesine girmeyi resmî bir politika haline getirmesinden kaynaklanmaktadır. Yapılan çalışmalar kısa zamanda meyvesini vermiş; devlet halkıyla ve yönetimiyle hızlı bir değişim sürecine girmiştir- özellikle sosyal hayatın değişmesi doğrudan o dönemde yazılan edebî eserlere yansımıştır.

özetlemek gerekirse, 10. yüzyıldan itibaren Acem ve Arap edebiyatlarının etkisiyle ve Islami düşünceye dayalı olarak başlayıp daha sonra millî bir hüviyet kazanan yazılı Türk Edebiyatı, Tanzimat'tan itibaren hızlı bir batılılaşma sürecine girmiştir. Bunun etkileri ise 2000'li yıllara geldiğimiz şu günlerde de devam etmektedir.

B. Türk Edebiyatının Günümüze Göre Tasnifi:

Türk Edebiyatı araştırmalarında sağlıklı bir neticeye ulaşabilmemiz Türk Edebiyatının bütünlüğünü zedelememek kaydıyla, sağlıklı bir sınıflama yapmamamıza bağlıdır.

Bilindiği gibi edebiyat tarihçileri, Türk edebiyatını kronolojik ölarak Islamiyetten Önce. Islamiyetten Sonra ve Batı Tesirinde Kalan Türk Edebiyatı olmak üzere üç ana döneme ayırmışlardı. Bunlardan özellikle islamiyet Sonrası Türk Edebiyatını, Divan (Klasik) ve Halk Edebiyatı biçiminde İncelemek konusunda müşterek bir anlayışa varmışlardı. Ana hatlarıyla doğru olan ve araştırmalar açısından da kolaylık sağlayan bu sınıflamada Dinî-Tasavufî Türk Edebiyatının yeri muğlak kalmış, diğer Türk topluluklarına ait edebiyatlar ise ihmal edilmiştir.

Bu sebeple Türk Edebiyatının yeniden tasnif edilmesi gereğine inanıyoruz. Aşağıdaki biçimde yapılacak bir tasnifin bu itirazları ortadan kaldıracağı kanaatindeyiz.13

A. islamiyet Öncesi Türk Edebiyatı.

1. Sözlü Eserler.

2. Yazılı Eserler.

B. Islamî Dönem Türk Edebiyatı.

1. Halk Edebiyatı.

2. Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı.

3. Divan (Klasik Türk) Edebiyatı.

4. Aşık Edebiyatı.

5. Dünya Edebiyatları Tesirinde Kalan Türk Edebiyatı.

6. Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı.

7. Türk Dünyası ve Türk Toplulukları Edebiyatları.

31

a. Türk Cumhuriyetleri Edebiyatı



aa. Azerbaycan Türk Edebiyatı

ab. Kazakistan Türk Edebiyatı

aç. Kuzey Kıbrıs Türk Edebiyatı

ad. Kırgızistan Türk Edebiyatı

ae. Özbekistan Türk Edebiyatı

af. Türkmenistan Türk Edebiyatı

b. Türk Toplulukları Türk Edebiyatı

ba. îdil-Ural Çevresi Türk Edebiyatı, Tatar, Başkurt ve Çuvaş Edebiyatları

bb. Karadeniz, Kafkas ve Hazar Ötesi Türk Edebiyatı

Gagauz, Kırım, Karaçay-Balkar, Kumuk, Nogay, Kara-kalpak

be. Sibirya Türkleri Edebiyatı

Saha, Hakas, Tuva, Altay Edebiyatları

bd. Balkanlar ve Irak Türkleri Edebiyatı

Balkanlar: (Romanya, Yugoslavya, Makedonya, Bulgaristan, Batı Trakya)Irak Türkleri Edebiyatı

be. Doğu Türkistan Türk Edebiyatı Uygur Türkleri Edebiyatı
BİRİNCÎ BÖLÜM TÜRK EDEBİYATI ÎLE İLGİLİ KAVRAMLAR

A. Edebiyat ve Edebî Eserler ile İlgili Kavramlar a. Edebiyat:

Genel anlamda edebiyat kavramı, geniş bir yelpazede incelenmesi gereken önemli konu başlıklarını ihtiva etmektedir. Bunların başında öncelikle edebî eserin; konusu, muhtevası, metodu, tarihî bakımdan önemi, kaleme alınış şekli, kültürel durumu vb.leri gelmektedir. Bir milletin edebiyatının incelenmesinde bu kavramların ayrıntılı bir şekilde ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.

Şimdi, bu kavramları ayrı ayrı başlıklar halinde inceleyelimm. Bu incelemeye geçmeden önce, edebiyat kavramı üzerinde kısaca durmaya çalışalım.

1. Tanımı

Edebiyat, Arapça kökenli bir kelimedir. Edep (Edb) kökünden türetilmiştir. Arapçada olduğu gibi Türkçede de bu kelimenin birçok manası vardır. Bu tanımlardan birkaçını sıralayacak olursak,

- Edebiyat, derinleştirme, işleme, geliştirme, düzen verme, iyice belirtme, vb'leri hakkında yazılmış ve söylenmiş olan herşeydir.

- Edebiyat, derin hisler uyandıran duygu, düşünce ve hayallerin, dil aracılığıyla güzel, etkili ve belli bir şekil içerisinde anlatımıdır.14

- Edebiyat, gönülden kopan duyguları aynı güzellikle başkalarına duyurabilmektir.

- Edebiyat, tabiatı, maddi alemi uzak ve yakından teşrih ederek insanlarca makbul olabilecek bir suretle anlatmaktır.

- Edebiyat, şekil ve yapılışı itibariyle her zaman semaların derinliklerine uçabilen bir balondan farksızdır, îlim ve fenden kuvvet aldıkça sükütuna imkan görülmez.

36

Dikkat edersek, tanımların genelinde edebiyat kavramının estetik yönü daha ağırlıklı olarak ele alınmıştır. Halbuki edebiyat kavramı, tarih içerisinde sadece estetik yönüyle algılanmamalı, aynı zamanda, içerisinden çıktığı toplumun kültürünü, hem aynı donemdeki diğer toplumlara, hem de ait olduğu milletin doğacak nesillerine aktarmada önemli bir araç olarak görülmelidir.



Bu noktadan yola çıkarak edebiyat, basılı olan herşey olarak tanımlanabilir mi? Böyle bir tanım bizi, 14. yüzyılda tıp mesleği, ortaçağ başlarında gezegenlerin hareketleri, eski ve yeni ingiltere'de büyücülük konusundaki kitaptan da inceleyecek bir konuma sokar. Edwin Greenlaw'va iddiasına göre, medeniyet tarihiyle ilgili hiçbir şey bizim alanımızın (edebiyatın) dışında değildir.15

Edebiyat kavramının bu sahip olduğu işlevler, ilişkide olduğu sosyal bilimlerin zaman, mekan, şahıs, muhteva ve konu bağlanımda ne kadar işlendiği ile ilgilidir.

Sonuç olarak, edebiyatla ilgili tanımları incelediğimizde, bu kavramın tanımıyla ilgili iki temel bakış açışı olan, estetik ve öğreticilik yönleri itibariyle ortaya çıktığını görüyoruz. Bu bakış açıları, aynı zamanda edebî eserin, diğer eserlerden nasıl ayırt edilebileceği konusunü da gündeme getirmektedir. Bu konuyu "edebi eser nedir?" başlığı altında daha ayrıntılı şekilde ele alacağız. Şimdilik, burada sadece edebiyat kavramının hem estetik hem de öğreticilik yönünün olduğunu vurgulamakla yetiniyoruz.

2. Konusu:

Bilindiği gibi Konu, 'konuşmada, yazıda, eserde ele alınan düşünce, duygu, olay veya durum, mevzu-konu olarak tanımlanmaktadır'^6 Konuşmada, ya da yazıda ele alınan durum, olay ya da mevzunun temel konusu insandır. O halde, "Edebiyatın asıl konusu insandır." şeklinde bir hüküm vermek yanlış olmaz. Edebî eseri meydana getiren de bir insan olduğuna göre, bu hükmümüz daha da geçerlilik kazanmaktadır.

Konu kavramı, edebiyat çerçevesinde düşünüldüğünde, iki önemli noktayı daha gündeme getirmektedir. Bunlar ana fikir ve temadır.

Birinci ana fikir, edebi eseri meydana getiren konunun asıl fikridir. Her edebî eser, bir konu ve buna bağlı bir ana fikirden meydana gelmektedir. Edebî eserde verilmek istenen ana fikir, çoğu kez, yazar tarafından doğrudan verilmeyebilir. Burada ana fikri çıkarmak, okuyucuya bırakılmaktadır. Okuyucu bu gibi durumlarda, yardımcı fikirlerden yararlanarak ana fikre ulaşmaya çalışır. Hiçbir zaman, edebî eserin konusu ile ana fikri birbiriyle karıştırılmamalıdır. Ana fikir, yeri geldiğinde bir tek cümleyle de ifade edilebilmelidir.

37

İkinci anafikir "tema"dır. Yani, sözde ve yazıda işlenip geliştirilen bir düşünce veya görüştür, özellikle manzume ve şiirlerde hakim olan ve karşıdakine verilmek için işlenen, geliştirilen duygudur. Temanın yapısını meydana çıkaran buluş, görüş, düşünüş ve duygu bir eserin en belli başlı motifidir.17



Yukarıda yapılan açıklamaları kısaca özetleyecek olursak, edebiyatın konusunu, insanı ilgilendiren herşey olarak tanımlayabiliriz. Ayrıca, konu kavramı, beraberinde ana fikir ve tema kavramlarını da getirmektedir. Bir edebî eserin konusunun anlaşılmasında bu kavramları gözönünde bulundurmak gerekmektedir.

3. Muhteva

Muhteva(içerik), bir şeyin içinde bulundurduğu öğelerin bütünü18 olarak tanımlanmaktadır. Bir başka deyişle, edebî eseri meydana getiren unsurların tamamı, edebî eserin muhtevasını oluşturmaktadır.

Bu düşünceden yola çıkarak, edebiyatın muhtevası başlığı altında, edebî eseri meydana getiren öğelerden bahsetmek gerekir.

Daha önce de belirtildiği gibi edebiyat, "Derin hisler uyandıran duygu, düşünce ve hayallerin dil aracılığıyla, güzel, etkili ve belli bir şekil içerisinde anlatımıdır." Muhtevanın oluşmasında ise, "anlatım tarzının, nazım şekillerinin, edebi türlerin, amaçların, ilkeler ve hedeflerin önemli bir yeri" vardır. Bütün bunlar, sanatkarların şahsi üslubuyla zenginleşerek esere yansımaktadır.

Üslup, muhtevanın etkili bir biçimde ortaya konmasında son derece önemlidir. Sanatkarın kendine has üslubunun yardımıyla okuyucu, bir eserin içerisinde, sanatkarın ideallerini, hayal dünyasını, değer yargılarıni, diline getirdiği zenginlikleri ve duygularını ahenkli bir bütün halinde görür.

Edebi eserin içeriği, aynı zamanda insanların duygu ve düşünce dünyasını harekete geçirip zenginleştirmede önemli bir rol oynamaktadır.

4. Metot:

Edebiyat, güzel sanatların bir koludur. Ancak birçok yönüyle de artık bilim olarak kabul edilen bir alandır. Edebiyat metot olarak, "tarih, sosyoloji, psikoloji, felsefe ve ekonomi" vb gibi bilim dallarının verilerinden yararlanmaktadır.

Edebî eserin ise; iki önemli yönünü teşkil eden hayal ve gerçekliğin ortaya konmasında belirli metotlar gözönünde bulundurulmaktadır. Sanatçı, edebî bir eser ortaya koyarken, vermek istediği mesajı, ferdin iç dünyası, toplumun kabulleri, tarihi ve sosyolojik motifler, kültürel seviye gibi hususları göz önünde bulundurarak düzenler. Burada edebiyatın metodu, "Güzel olanı, hoşgörüyü, sevmeyi, sevilmeyi dil aracılığıyla ifade etmesidir."

b.. Edebi Eser:

1. Tamım:

Edebi eser; "insanı etkileyen, duygu, düşünce ve hayalleri harekete geçiren her türlü sözlü ve yazılı eserlerdir." Edebî eserin "ana malzemesi dildir. Edebî eser, dilin en güzel ve en etkili bir biçimde kullanılmasıyla meydana gelmektedir.

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, edebî eserin meydana gelmesinde dil önemli bir araçtır. Edebî nitelikteki eserler, toplumların maddi ve manevî dünya görüşlerini yansıtmaktadır. Ortak duygu ve düşüncelerin dile getirilmesinde önemli bir rol üstlenmektedir. Bütün bunların yanısıra yetişmekte olan nesillere ana dili bilincini ve sevgisini aşılamaktadır. Bu yönüyle edebî eseri kısaca, belli kurallarla iletişimi sağlayan dilin, estetik bir biçimde belli unsurlar eşliğinde işlenmiş hali olarak da tanımlayabiliriz.

2. Özellikleri:

Öncelikle "edebî bir eserde" olması gereken önemli özelliklerden biri, insanlar üzerinde derin duygu ve düşünceler uyandırmasıdır. Bir edebiyat eserisin etkileyiciliği, ele alınan konunun ortaya konuş biçiminde saklıdır. Kuşkusuz, ele alınan duygu ve düşünceler, dil vasıtasıyla okuyucuya ulaştırılır. Edebî eser bir anlamda, dil birliğini ve kültür birliğini de sağlamaktadır. Bu bakımdan, yazarın dili kullanma becerisi de önem taşımaktadır.

Edebî eserde bulunması gereken bir diğer önemli nitelik, biçimdir. Yazar, aktarmak istediği duygu ve düşünceleri belirli bir formada okuyucuya sunmalıdır. Bir başka deyişle, eserini hangi türde verecekse, o türün özelliklerini iyi özümsemiş olması gerekir.

Bütün bunların yanısıra, eserde yer alan olaylar ve durumlar, edebî bir söyleyiş tarzıyla kaleme alınmalıdır. Bu söyleyiş tarzı, çoğu zaman yazarın üslubu içerisinde şekillenmektedir.

c. Edebiyat Tarihinin Önemi:

Bir milletin meydana getirmiş olduğu eserleri ve bu eserlerin yazarlarını kronolojik olarak (eser-sanatçı-dönem ilişkisi içinde) inceleyen eserlere "edebiyat tarihi" adı verilmektedir. Edebiyat tarihi, hem edebî eser ve şahsiyetlerin bir bütün olarak incelenmesi, hem de milletin uygarlık tarihine yapacağı katkı bakımından büyük önem taşımaktadır.

Tarih, bir milletin hafızasıdır. Edebiyat tarihi de tarih biliminin geniş kapsamlı bir koludur. Bir milletin, tarihî seyrini iyi takip edebilmesi için edebî ürünlerin iyi incelenmesi gerekmektedir.

39

Bir milletin geçmişinde, belirli bir dönem hakkında bilgi toplarken tek başına resmi kayıtların incelenmesi yetmez, aynı zamanda, o dönemde yazılan edebî ürünlerin de ele alınması gerekmektedir.



Bilindiği gibi yazarlar, yaşadıkları dönemin sosyal ve kültürel olaylarından yoğun bir şekilde etkilenmektedirler. Edebiyatımızda bunun birçok örneğine rastlayabiliriz. Örneğin, Milli Mücadele Tarihi'ma ayrıntılarını o dönemde yaşamış yazar ve şairlerin ortaya koydukları ürünlerden daha canlı ve ayrıntılı olarak öğrenebiliriz. Halide Edip Adivar ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun bazı romanları o dönemi camı sahnelerle ve bireye indirgeyerek vermektedir.

Bir milletin kaderini derinden etkileyen olayların bu tip eserlerden öğrenilmesi, yetişmekte olan nesiller Uzerinde daha etkili ve öğretici bir şekilde tezahür edebilir. Bu nedenle edebiyat tarihi kavramı büyük önem taşımaktadır.

Sonuç olarak, edebiyat ve tarih kavramları özellikle araştırmacılar için birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak algılanmalıdır.

d. Edebiyat-Dil-Kültür Birliktelikleri:

Bilindiği gibi, edebiyatın ana malzemesi dildir. Yazarlar ve şairler, herkesin gördüğü veya bildiği bir olayı, ustalıkla kullandıkları dil aracılığıyla daha canlı ve etkileyici bir biçimde ortaya koyarlar.

Dil, aynı zamanda kişiliği ve kültürü yansıtan bir aynadır. Aynı toplumda yaşayan kişiler, dil aracılığıyla ortak birtakım değerlere sahip olurlar. Ortak değerlerin bütünü, aynı zamanda o toplumda yaşayan insanların kültürünü oluşturmaktadır. Toplumsal değerlerin bir kısmı evrensel değerlerle örtüştüğü gibi önemli bir kısmı da başka milletlere göre farklılık arzeder. Biz buna "milli kültür" adını veriyoruz. Millî kültürün gelişmesinde ve nesillere aktarılmasında dil önemli bir araçtır. Dil, sadece bu unsurları aktarmakla görevlidir. Kültürel değerlerin yeni nesiller tarafından özümsenmesinde asıl unsur edebiyattır. Edebi eserler, kültürel değerlerin sonraki nesillere özümsetilmesinde uzun vadeli ve kalıcı bir etki yaratmaktadır. Yazar, eserini ne kadar nitelikle bir şekilde ortaya koyarsa, bu etki o kadar güçlü ve kalıcı olur.

Yukarıdaki açıklamalarımızı kısaca toparlayacak olursak. Dil, edebiyat ve kültür arasında doğal bir ilişki olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bir milletin geleceğini emanet edeceği nesiller bu üç kavram arasındaki doğal ilişkiden ne kadar olumlu yönde etkilenirse, o millet sonsuza kadar bağımsız yaşayacaktır. Bilindiği gibi, bir milletin dili, "sanat adamları, yazar ve şairler tarafından geliştirilir ve zenginleştirilir. Bu bakımdan edebî eserler, bir milletin dilinin en güzel ve en doğru bir biçimde temsil edildiği ürünler olmalıdır.

40

e. Edebiyat Araştırmaları ve Diğer Bilim Dalları:



Edebiyat araştırmalarında, özellikle "tarih, dini bilimler, sosyoloji, felsefe, psikoloji" vb. bazı bilim dallarının metotlarından faydalanılmaktadır. Zira edebiyat araştırmacısı, eserin yazıldığı dönemin, sosyal ve siyasi şartlarını, kültürel değişimlerini, toplumun bazı değer yargılarını tarih, dinî bilimler ve sosyoloji yardımıyla ortaya çıkarmaktadır. Bu bilgiler İşığında eserin, edebî akımların, şahsiyetlerin ele alınan konunun, olay örgüsünün incelenmesinde farklı yaklaşımlar oluşturulabilir, örneğin, edebiyatımızda Mehmet Kaplan, edebî metin incelemelerinde psikanaliz, metodunu getirmiştir. Teyfik Fikret'in şiirlerini incelerken, yazarın ruhi özelliklerinden ve bu özellikleri oluşturan siyasi ve sosyal olaylardan yola çıkmıştır. Edebiyatın diğer bilim dallarıyla ilişkilendirilmesi konusunda bu çok çarpıcı bir örnektir. Kaplan, Tevfik Fikret'in eserlerini yorumlarken, kendisini sadece edebi ürünün içerisine hapsetmemiş, dönemin siyasi ve sosyal olaylarının yazar üzerindeki psikolojik etkilerini tespit edip, adeta yazarın bir ruh analizini yaparak verdiği ürünü yorumlamaya çalışmıştır.

Demek oluyor ki, Türk Edebiyatının, kendini besleyebilmek ve geliştirebilmek için, diğer bilim dallarının kaynaklarından, kadrolarından ve kullandığı metotlardan faydalanması gerekmektedir.19

B. EDEBİYATTA İFADE TARZLARI a. Sözlü İfade

1. Tanımı: Duygu ve düşüncelerimizi konuşma yoluyla anlatmaya sözlü ifade ya da sözlü anlatım denir. Dil kavramı dört temel beceriyi içine almaktadır: Okuma, dinleme, konuşma ve yazma. Sözlü ifade de bu dil becerilerin-den konuşma ile ilgilidir. Dil becerilerinin hepsi bir diğeri kadar önemlidir. Bu sebeple eğitimde bu dil becerilerinin aynı oranda geliştirilmesi ve en ileri düzeye ulaştırılması hedeflenmelidir. Sözlü ifade ya da sözlü anlatım da eğitim sürecinde üzerinde titizlikle durulması gereken bir husustur.

2. önceliği ve Önemi: insanlık tarihine bakıldığında belli dönüm noktaları görülür ki, bu noktalar insanlığın gelişme yolundaki büyük sıçramalarına tanıklık etmiştir. Bunlardan en önemlisi hiç şüphesiz "yazının" bulunmasıdır.

Yazının bulunmasından önce insanlar arasındaki anlaşma söze dayalı olarak gerçekleşmekteydi. Bu yönüyle düşünüldüğünde sözlü anlatım insanlığın varoluşundan bu yana kullandığı bir anlaşma biçimi olarak değerlendirilebilir. însan olmanın belirleyici özelliği olarak değerlendirilen konuşma, insanlığın geleceğinde de önemini koruyacaktır.

41

Konuşma, insanın kendisini, sağladığı birimlerden de yararlanarak kusursuz bir söz diliyle dinleyicilere yansıtmasıdır. (Ağca 1999: 71) Bu yansıtmadaki basan kişinin yaşamındaki başarıyı da doğrudan etkilemektedir. Konuşma, kişiliğin, bilginin, zarafetin ve kültür düzeyinin bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Bu yönüyle konuşma, bir ihtiyaçtan ziyade zevk hali-ne gelmiştir.



Konuşmadaki başarı, konuşmanın ağız özelliklerinden arınmış olmasına ve kültür dili seviyesinde gerçekleşmesine bağlıdır. Konuşma eğitimindeki hedef de bu olmalıdır. Günümüzde söz, teknolojinin imkanları ile çok geniş dinleyici kitlelerine ulaşabilmekte, iyi söz söyleyen kişiler toplumları peşinden sürükleyebilmektedir. Yaşamın her alanında konuşmanın / sözün gücü kendini göstermektedir.

Günümüzde dil, bir sanat olarak kabul edilmekte, konuşma da dil sanatlarından birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenledir ki, bir güzellik düzeyine ulaşmış kişisel konuşmaları bir edebiyat ürünü olarak değerlendirmek gerekmektedir. Nutuk (söylev) bu edebi türlerin başında gelmektedir.

b.Yazılı İfade:

Yazının bulunması insanlık tarihinin en büyük sıçraması olarak kabul edilebilir. Yazıdan önceki dönemlerde kuşaklar arası söze dayalı bilgi aktarımı mevcutken; bu, insanlığın en büyük buluşuyla birlikte, mevcut bilgilerin yeni kuşaklara aktarımı çok daha sağlıklı şekilde gerçekleşmiş böylelikle insanlık yazıdan sonra her alanda çok büyük gelişmeler göstermiştir. Yazının koruyucu özelliği aynı bilgi, beceri ve tecrübelerin tekrar tekrar üretilmesinin önüne geçerek, eski bilgi, beceri ve tecrübelerin üzerine yenilerinin eklenmesine imkan sağlamıştır.

Yazının kullanılmaya başlanmasının ardından söze dayalı anlatmanın yanında yazıyla anlatım da doğal olarak ortaya çıkmıştır. Bugün, hayatın her alanında çok önemli bir yere sahip olan yazılı anlatım, eğitim sürecinde de üzerinde titizlikle durulması gereken bir konudur.

Yazılı anlatım; "bir duygunun, düşüncenin, konunun daha genel bir ifadesiyle pek çok hususlar hakkındaki bilgilerin yazı ile muhatabına/ okuyucuya aktarılmasına" denir. Türkçe eğitimi açısından bakıldığında yazma / yazılı anlatım ise; dört temel dil becerisinden biri olarak karşımıza çıkar. Bu anlamda yazılı anlatım, ya da yazma, bir konu hakkında salt bir bilgi aktarılmasından farklı olarak düşünülmelidir.

Yazılı anlatım, uygulanışı bakımından nesir ve nazım olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.

1. Nesir ve Nesir Eserleri: Nesir kelimesi, "yaymak, saçmak, dağıtmak, sermek" anlamlarına gelmektedir. Ölçü ve kafiye endişesi taşımadan yazı dilinin kurallarına uygun cümlelerle oluşturulan eserlere nesir veya düz yazı denir. Manzum eserlerin oluşturulmasında vezin ve kafiye gibi sınırlayıcılar

42

bulunurken, nesir için böylesi bir sınırlama söz konusu değildir. Bu bakımdan nesir yazan daha özgürdür. Nesirde cümle uzunluğu, cümlenin yargı kapsamına göre değişir. Bu nedenle cümle uzunluğunda bir sınırlama yoktur. Yazarın başarısı, düşüncesini inandırıcı hale getirmesi neticede vereceği mesajı tam verebilmesi ve kendi üslubunu kurmasıyla ölçülür.



Nesir, yazı dilinin kurallarına uyularak yazılır. Yazı dili, bir ülkede herkesin uymak zorunda olduğu kurallara uygun bir anlatım yoludur. İlmi eserler kaleme alınırken de bu kurallara uyma mecburiyeti vardır. Ancak, bir nesrin yanlışsız kaleme alınmış olması, onun edebî bir nesir olmasını sağlamaya yetmez. Nesir / düz yazı günlük ihtiyaçları gidermek için oluşturulduğu gibi edebî eser olarak da ortaya konabilir.

Bir edebî eser sadece bir isimden ibaret değildir, çünkü onun karakterini belirleyen onun uyduğu estetik kuraldır. (Wellek-Warren 1983: 311) Okuyucuda, "estetik zevk uyandıran ve aynı zamanda estetik değeri bulunan nesirlere edebi nesir" denir. Bu estetik zevk, okuyucuda oluşan dil zevki olarak somutlaştırılabilir. Edebi değeri olan bir nesir, çağlar üstü bir özellik göstermelidir. Yani hem yazıldığı dönemde hem de sonraki dönemlerde okuyanda aynı estetik duyguları harekete geçirebilmelidir.

Düz yazı ile yazılmış farklı türdeki eserler nesir türlerini oluşturur. Roman, hikaye, deneme vb. birçok farklı türdeki eser nesir formunda kaleme alınır ve nesir eserlerini oluşturur.

2. Manzum ve Manzum Eserler: Nazım, manzum ve manzume aynı kökten türeyen kelimelerdir. Bu sebeple öncelikle nazım üzerinde durmak gerekir. Nazım, sıra, düzen, dizmek anlamlarına gelmektedir. Edebiyattaki anlamı vezinli ve kafiyeli anlatım şeklidir. Mısralardan meydana gelen, vezinli ve kafiyeli anlatım şekline nazım denir.

Nazım, edebiyatın en temel ve en eski formu ve bütün milletlerin sözlü edebiyat dönemlerinde kullandıkları ifade şeklidir.Yazının kullanılmadığı dönemlerde nazım, hatırda daha kolay kalması ve böylelikle kuşaklar arasında iletişimi sağlaması dolayısıyla özel bir yere sahip olmuştur. Nazım, çağlar içinde birçok yeni özellikler kazanarak gelişmiş olmasına rağmen mısralardan oluşması özelliğini kaybetmeden günümüze kadar gelmiştir.

Nazım tarzının özelliklerini taşıyan genellikle uzun sayılabilecek eserlere manzum eser denir. Klasik edebiyatımızda önemli yer tutan, mesneviler, terkib-i bent ve tercî-i bent gibi uzun nazım şekilleri birer manzum eserdir.

Günümüzde ölçüsü ve kafiyesi olmayan manzum eserler de yazılmaktadır. Böylece ölçünün ve kafiyenin nazma vereceği ahenk, kelimelerin yan yana getiriliş şekli ve mısraların birbirine bağlanmasındaki akıcılıkla sağlanmaktadır.

Yine vezin ve kafiye gibi kurallara uyularak yazılmış kısa eserlere manzume denir. Rubailer manzume olarak adlandırılabilen türlerdendir.

43

2.1. Manzum Eserlerin Şekil Özellikleri: Manzum eserler mısralardan oluşur. Bir nazmın her satırına mısra adı verilir. Mısraların bir araya gelerek oluşturdukları yapıya nazım birimi adı verilir. Nazım birimi, en az iki mısra



olmak üzere, üç, dört, beş ya da daha fazla mısranın bir araya gelerek oluşturduğu yapılardır.

Beyit, aynı ölçüyle söylenmiş ve anlamı birbirini tamamlayan iki mısranın oluşturduğu yapıdır. Klasik edebiyatımızda yaygın olarak kullanılan nazım

birimidir.

Bir manzumenin her bir bölümüne kıt'a veya bent denir. Beyit ve dörtlükte mısra sayısı belli olmasına rağmen, bentte mısra sayısı değişebilir.

2.2. Ahenk Özellikleri: Ahenk, bir sözün kulağa hoş gelmesi, dinleyici

üzerinde musikî etkisi yapmasıdır. Şiiri şiir yapan en önemli özellik bu ahenge sahip olmasıdır. Şiirde ahengi sağlayan unsurlar; ölçü, kafiye, vurgu ve

tonlamadır. Kelimelerin seçiminde de bu ahenge dikkat edilir.

Ölçü, bütün mısraların aynı ses değerine sahip olması ve aynı uzunlukta

olması için uyulan kurala denir. Edebiyatımızda hece ölçüsü (her mısradaki


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   34




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin