hece sayısının denk olması) ve aruz ölçüsü (seslerin uzunluğuna ve kısahsına
dayanan ölçü) kullanılmıştır.
Kafiye, mısra sonlarındaki birbirinden farklı kelimelerdeki ses benzerlikleri olarak ifade edilmektedir. Mısra sonlarında aynı anlam ve görevde kullanılan ses benzerliklerine redif adı verilmektedir.
Vurgu, bir metni okurken veya konuşma sırasında bazı heceleri diğerlerine göre daha baskılı okumaya denir. Vurgu, hem kelimenin anlamını güçlendiren hem de şiiri ahenkli kılan bir unsurdur. Vurgu ve tonlama okunan
şiirin ahengini ve etki gücünü arttırır.
Tonlama, anlatılmak istenen duygu ve düşüncenin daha etkili ifade edilebilmesi için ses tonunu değiştirerek okumadır. Tonlama dilin tabiî özelliği
değildir. Okuyucu ses tonunu metnin muhtevasına uygun olarak yükseltir, ya da azaltır. Böylece, acıma, üzüntü, özlem, hayranlık, sevgi, korku gibi duygular belirginlik kazanır.
c. Sözlü ve Yazılı îfade Tarzları Arasındaki Benzerlikler ve Farklılıklar:
Sözlü ifade; dinleyiciyi, yazılı ifade ise okuyucuyu hedef alır. Bu sebeple sözlü ifadede, sözün etki gücünü tonlama, vurgulama, jest ve mimiklerle arttırma imkanı vardır.
Yazılı ifade kalıcıdır. Sözlü ifade zamanla unutulur.
Sözlü ifadede hedef alınan kitle sınırladır. Bu kitle yalnızca dinleyenlerdir. Yazılı ifadenin yayılma alanı sınırsızdır.
44
Yazılı ifadede düzeltme ve geliştirme imkanı vardır. Sözlü ifadede ise bu
imkan yoktur.
Her iki ifade biçiminin de malzemesi dildir.
Yazılı ifadede gerektiğinde uzun soluklu anlatım türlerine başvurulabilir. Sözlü ifadede ise konuşmanın kısa ve etkili olması gerekir. Dinleyici roman kadar uzun bir konuşmayı dinleme sabrını gösteremez.20
Sözlü ifadede, eser sahibine konuşmacı, ya da hatip; yazılı ifadede ise
eser sahibine yazar ya da şair denir.
C. Edebiyat Eğitimi-Öğretimi ile ilgili Kavramlar
1. Eğitim: Dünyaya gelen bebek; zamanla yürümesini, konuşmasını, yemek yemesini öğrenir. Başlangıçta annesi, babası ya da ailesinin diğer bireyleri bebeğin bir şeyler öğrenmesine yardımcı olur. Bu öğretilenlerin tümüne "eğitim" denir. Zamanla büyüyen çocuk çevresindeki kişilerce eğitilecektir. Ancak çocuğun çevresindeki doğal eğitimcilerin çocuğa sağladığı eğitim çoğunlukla plansız ve programsızdır. Çocuğun bu tür eğitim ortamında tam olarak eğitilmesi yanında eksik ya da yanlış eğitilmesi de söz konusudur. Oysa profesyonel eğitimciler, öğretmenler böyle bir davranışın doğuracağı sonuçları bilirler ve çevrenin böyle bir etkisi varsa bunu da gidermeye çalışırlar. Gerçek eğitim ortamında çocuk planlı ve programlı bir biçimde her şeyin doğrusunu öğrenir. Gerçek eğitim ortamı okulda sağlanır. Böyle bir ortamda çocuk eğitiminin en genel amacı olan "bireyi topluma yararlı hale getirme" ilkesine göre yetiştirilir.21
2. Öğretim: Öğrenmenin gerçekleşmesi ve bireyde istenen davranışların gelişmesi için uygulanan örgün süreçlerin tümüdür.22 Bir başka deyişle planlı programlı eğitime "öğretim" denir.23
3. Öğrenme: Yaşantısı sonucunda insanın davranışında oluşan değişmedir. İnsan, ya yeni ya eski davranışını biçimlendirerek yeni bir davranış yaptığında eskisine göre davranışını değiştirmiş olmaktadır.24
4. Eğitim-oğretimde Metot: "Metot" kelimesi Latince'deki "meyhodos methodus"tan alınmış; "bir amaca ulaşmak için izlenen, tutulan yol, usul, sistem.." vb' endir. Ancak konumuz itibariyle "Türk Halk Edebiyatı" açısından bir tarif yapacak olursak metot; "Türk Halk Edebiyatının öğretiminde bir plana göre izlenen yol olup, giriş, belli bir hedefe yönelik sistem" anlamına gelmektedir. (Heuer 1979, 115) Bu kavramda, öğretmenin ders tatbikindeki davranışını yönlendirmeye uygun olan görüşler, usuller ve tekrar edilebilen davranış örnekleri, toparlanır ki, bu, öğrencinin sözlü genel davranışındaki öğretim araçlarının değişik türlerinin, seçilerek oluşturulan ve kur biçimindeki kullanımına dayanabilir ve kalıcı bir şekilde öğretmeyi amaçlar. (Werlichl986,ll) Bu yöntem öğretişi sadece ders tatbikinin yönlendirihnmesini tarifini ele almaz, aynı zamanda ders planının hazırlanmasına ve öğretim malzemesinin gelişmesine dair talimatı da içerir.
D. Türk Halk Edebiyatı île ilgili Kavramlar
a. Halk-Cumhur-Millet Kavramları
1. Halk; Türkçe'de bazen "kavim" bazen "devletin tebası" bazen de "ümmet" anlamlarında kullanılmış olan halk kelimesi ve mefhumu, dinî siyasî hadiselerde iş bölümünün meydana getirdiği birtakım zümrelerin doğması ile ortaya çıkmıştır. Halk adı verilen topluluk aile. köy, aşiret, meslek grupları, siyasî partiler dinî ve lisanî cemaatler gibi birtakım ocaklardan müteşekkildir.26
Halk daha ziyade kültür muhtevasını bünyesinde koruyan kültürlerie, unsurları muhafaza eden bir zümredir. Halk, kendi seviyesinde kültürünü unsurlarını muhafaza eden bir zümredir. Halk seviyesinde kültür unsurları bir harç vazifesi görür ve kardeş soyları bir arada yaşatır. Halk zümresi, kültürün muhafaza edildiği ve kültür muhtevasının canlı olarak korunduğu bir seviyedir. Kültürü kuşaktan kuşağa nakleden ailelerdir. Fakat kültürü soylar ve aileler arasında bir kalıp halinde muhafaza eden ve yaşatan da halk dediğimiz sosyal zümredir.
2. Cumhur; topluluk, halk, kalabalık. Cumhurı Nas (Halk kalabalığı
3. Millet; "Ortak bir geçmişi olan ve birlikte yaşama arzusu olan insan topluluğudur." Millet, manevî bir ilkeye, bir ruha dayanır. Ortak geçmişten anlaşılan aynı tarihe sahip olmaktır. Bir milleti millet yapan öğe, kişilerde ortak bir bilincin varlığı ve belli bir ülkeye bağlılık ve ortak yaşama arzusunun bulunmasıdır.
Millet kavramı, devamlılık ve ebedilik fikri ifade eder. Bu bakımdan da millet, manevî bir varlığın karşılığıdır ve hükmî bir şahsiyettir. Millet halinde yaşayan bir topluluğun amacı diğer millletlere karşı ortak menfaatlerini korumak olmakla beraber, ortak inanışları, hayat tarzını, adet, fikir, bilinç ve iradeyi de devam ettirmektir. Halk ise, belli zaman ve yerde birlikte yaşayan insan topluluğudur.
46
Halk kavramında devamlılık yoktur. Halk, kişilerden oluşan kolektif ve fiziksel bir topluluktur. Halbuki millet, politik bir örgütlenme sonucunda iradesini gösterebilecek duruma gelmekle devlet şekline girer.
Ziya Gökalp'in millet tanımı ise şöyledir; "Millet, lisanca, dince, ahlakça ve bediiyatça müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan bir zümredir. "28
4. Ümmet; "İnsanları belirli zamanlarda bir araya toplayan, onlara belirli yerlerde ibadetler yaptırtan ve o insanları belirli ulvî ve manevî değerler içinde barındıran, yalnız milliyet ülküsünde birleşmeyen, sadece dinî ülküde birleşen çok geniş bir camiadır, yahut zümredir. Yani aynı dinden olan insanların mecmuuna ümmet" denir.
Ümmet zümresi, siyasi faktörün dışında tamamıyla dinî muhtevaya sahip ve dinî prensiplerin insanlarına, yani aynı dinden olanlara tatbik edildiği dini bir zümredir. Bu zümre çok geniş ve büyük manevî güçleri bünyesinde muhafaza eden bir topluluktur.
5. Ümmet- Devlet- Millet; Bu zümrelerin aralarındaki farklar dinî, siyasî ve kültürel niteliklere sahip olmalarından ileri gelmektedir. Bu farklılıkları dikkate alan Ziya Gökalp ümmet, devlet ve millet kavramlarını şu şekilde tanımlamıştır:
"Dinî bir efkar-ı amme rabıtasıyla birleştirerek dinî bir velayete tabi olan heyete ümmet"denilir. Siyasî bir efkar-ı amme rabıtasıyla birleştirerek siyasî velayete tabi olan heyete devlet denilir. Harsi efkar-ı ammelerin rabıtasıyla birleştirerek harsı velayete tabi olan heyete millet namı verilir.29
b. Halk Edebiyatı ve Halk Bilimi ile ilgili Kavramlar 1. Halk Edebiyatı
Folklor disiplini Avrupa'da doğmuştur. Disiplinin doğuşunu hazırlayan sebeplerin kökleri coğrafî keşiflere kadar uzanır. Coğrafî keşifler Avrupa toplumunda bir dizi dönüşüme sebep olur. "Rönesans" ve "Reform" hareketleri Avrupa toplumunda köklü yapı ve zihniyet değişikliklerine yol açar. Romantizm hareketi "Halk" hayatına karşı ilgi uyandırır. "Halk" kavramına bağlı bir halk edebiyatı anlayışı doğar. Alman filozofu J. G. Von Herder'in "Milliyet", "Millî ruh" "Halk edebiyatı" ve "Millî kimlik" konularında başvurulacak yegane kaynak olarak "halk"ı göstermesi çağın sosyal ve beşeri ilimlerinde heyecan yaratır. Fransız inkılabı ile birlikte "halk" hayatinin araştırılması ve "millîyet" tespiti önem kazanır.30
Halk edebiyatı, Türk edebiyatının "bütün"ü içinde geniş halk kütlesi ile tarikat zümrelerinin edebî zevk, düşünce, inanç ve hayat görüşlerini genellikle sade bir dille aksettiren"31 veya "Divan Edebiyatı dışında kalan saz ve tekke şiiri nevinden ferdî mahsullerle malzemesi dile dayanan atalar sözü, destanlar, masallar, hikayeler, fıkralar, bilmeceler, maniler, türküler, ağıtlar, ninniler v b. gibi ilk söyleyicileri genellikle de tespit edemediğimiz anonim veya ferdi eserler"dir. 32 Ancak bu tarifteki, "Saz ve Tekke şiiri nev'inden"ı ayrı birer bilim dalı kabul ederek, halk edebiyatını "anonimler" için kabullenmenin daha doğru olacağını söyleyebiliriz.
1908'den sonra Türkiye Türklerinde halka dönüş hareketi, Türkçülük ve Milliyetçilik davalarına paralel olarak nazarîde folklor cereyanı şeklinde kendini gösterdi. Halk kültürü ile aydınların bilgi veya kültürleri arasındaki hududu tayin etmek, Türk halkının maddî ve manevî hayatını aramak, bulmak düşüncesi ve "Divan Edebiyatı" yanında bir de "Halk Edebiyatı" tasavvuru bu devrin romantizmini teşkil eder.33
Milletlerin en eski hayatlarında meydana getirilen eserler, ferdin malı olmaktan çok cemiyetin ürünleridir ve bu ürünler onların zevk ve düşüncelerine tercüman olmuşlardır. Bugün asıl edebiyat sayılan ürünler zaman içinde bu eserlerin tekamülü ile meydana gelmişlerdir. Sonraki devrelerde ortaya konulan ferdi manzum eserlerin vezin, kafiye, şekil gibi unsurlarda ilk ürünlerin teknik ve geleneğine bağlı kaldığı unutulmamalıdır. Bunun için anonim ve kolektif karakter taşıyan ürünleri, "Halk Edebiyatı" içinde göstermek gerekir.
2. Halkbilimi
Halkbilimi, bir ülke ya da bir bölge halkına ilişkin maddî ve manevî a-landaki kültürel ürünleri konu edinen bunları kendine özgü yöntemleriyle derleyen, sınıflandıran, çözümleyen, yorumlayan ve son aşamada da bir birleşime vardırmayı amaçlayan bir bilim dalıdır.34
Bir ülkenin bir yöre halkının bir etnik grubun hayatinin bütününü kapsayan ve temelinde o halkı oluşturan insanların ortak davranış kalıplarına, yaşama biçimine, belirli olaylar ve durumlar karşısındaki tavrına, çevresini ve dünyayı algılayışını açıklamada; geleneksel ve törensel hayatı düzenleyen, zenginleştiren, renklendiren bir dizi beceriyi, beğeniyi, yaratıyı, töreyi; zamanımıza uzanan gelenekler, görenekler, adetler zincirini saptamada; bu kültürün atardamarlarını yakalayarak bunlardan özgün ve çağdaş yaratmalar çıkarmada halkbiliminin rolü ve önemi birinci derecededir.35 Demek oluyor ki Halk Bilimi, toplumun genel anlamda madî ve manevî hayatının ahenkli bir bütünüdür.
İKİNCİ BÖLÜM İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATI
A. Devrin Genel Özelliklerine Kısa Bir Bakış
Türklerin islamiyet'i kabul etmelerinden önceki dönem, tamamen bir sözlü edebiyat karakteri taşımaktadır. Çünkü yaşanan hayat, yazılı edebiyat geleneğinin başlayıp gelişmesine müsait değildir. Yazılı edebiyat; düşündüklerini ve hissettiklerini yazma, yazarak düşünme, okuma, bilgilenme, bilgilerini yazıya aktarma, bilgiyi kitaplarda arama, bunları alıp yeni bilgiler üretme vs. demektir. Bu faaliyetler için kişinin belli bir mekanı ve bu mekanda yazma imkanı; en önemlisi de okuyucusu olması gerekir. Halbuki bu dönem Türk dünyasında yazan ve okuyan olmak üzere iki ayrı sınıf yoktur. Söylenen ve dinleyen vardır. Söyleyen ve dinleyen de iki ayrı sınıf değil, bizatihi halkın kendisidir.
Ancak Türk boylarında ozan, baksı, kam, saman gibi isimlerle anılan bir sanatçı tipi var ki, bunlar, sadece edebî şahsiyetler değildirler. Bunlar; müzisyenlik, bilim adamlığı, din adamlığı, tabiplik, kahinlik vb. gibi pek çok özelliklere sahiptiler. Sığır, şölen, yoğ gibi törenlerin baş aktörleri bu sair ruha-m'lerdi. Bunlar törenleri idare ederler, törenlerin mahiyetine göre sagu, koşuk ve destanlar söylerlerdi. Bu döneme ait bir tür olan destanları da yalnızca bunlar ezbere biliyorlardı, işte ozan adıyla bilinen bu sanatçılar, söz edebiyat ürünlerini özel zamanlarda kopuz eşliğinde okuyorlardı. Bu ürünler zamanla merasim ortamlarından ayrılarak müstakil bir tür halini almaya başladı. Böylece halk edebiyatının ilk örnekleri oluştu.
Bilindiği gibi Türkler; eski zamanlarda ayrı ayrı boylar halinde yaşarlardı. Sonraları birleşerek kavimlere dayalı toplulukları, bunları da bir araya getirerek devletleri oluşturdular.
boyların ayrı ayrı beyleri olmasına karşılık bunların hepsinin bağlı olduğu hakan ve hatun, devleti temsil ederlerdi. Bundan dolayı Türk devlet yapısında zayıf bir merkeziyetçilik hakimdi. Her an dağılmaya müsait olan bu yapı sebebiyle iktidar sık sık el değiştirirdi. Güçlenen boylar, derhal diğerlerini hakimiyetleri altına alarak yeni bir devlet kurarlardı.
Türkler, İslamiyet'in kabul yıllarına kadar ekseriyetle yan göçebe olarak bir çadır hayatı sürmekteydiler. Savaşlara ve yeni vatanlara ordu-millet halinde göçüp evleriyle, yani çadırlarıyla birlikte gitmekteydiler.
50
Bir kısım halkın bazı küçük şehirler kurup buralarda yaşadıkları bilinmekteyse de kalabalık Türk boyları besledikleri hayvanlara bağlı olarak yazın başka, kışın başka yerlerde konar göçer bir hayat sürmekteydiler.
Göçebe halinde yaşayanlar, avcılık ederler, hayvan sürüleri beslerler, kıldan yapılma çadırlarda otururlardı. Binicilik ve silah kullanmakta oldukları kadar, madenden sanat eseri yapmakta da usta idiler. Boynuzdan yayları, keskin kılıçları, ıslık sesli okları vardi. Vücutlarına göğüslük koyarlar, kemerlerini kabartmalarla süslerlerdi.
Türkler, göçebe bir hayat sürmekle birlikte çiftçilikle de uğraşırlardı. Sürü ve av ürünlerini Çinlilerle tahıl karşılığında değişir; Hint, îran ve Bizansla ticaret yaparlardı.
B. İlk Dönemlerde Oluşan Sözlü-Yazılı Eserler ve Eski Türk Şiirinde Türler
a. Sözlü Eserler
Türklerin henüz yazıyı kullanmadıktan veya edebî ürünlerini yazıya geçirmediği dönemlerdeki bu edebî ürünler sözlü edebiyat içinde değerlendirilir. Bu ürünler destan, sagu, koşuk ve yarlardan ibarettir. Bunlar daha çok kopuz eşliginde söylenen millî vezin ve nazım şekilleriyle ifade edilmiştir.
Sözlü edebiyat ürünlerinin en eskileri Uygurlar döneminde yazıya geçirilen dinî ilahî ve dualardır. Bunlardan başka daha sonraki yüzyıllarda yazıya geçirilen bazı kaynaklarda ve Divanü Lugati't-Türkte eski Türk şiiri ile ilgili kayıtlar mevcuttur. Şimdi bu sözlü edebiyat ürünlerinden birkaç örnek vermeye çalışalım:
1. Sagular
Sagular, islamiyet'in kabul edilişinden önceki dönemlere özgü şiirlerdir. Çünkü bu dönemlerde ölen kişiyi toprağa vermeden önce yuğ/yoğ36 adı verilen, gösterişli bir tören düzenleniyordu. Komşu ülke kaynaklarına göre yuğ/yoğ merasimlerinde; cenaze çadıra yatırılır, ölenin yakınları atlarına binerler, çadırın etrafinda yedi defa dönerler, sonra atlarından inerek yüksek sesle ağlaşıp, yakalarını, yüzlerini yırtarlar, bu esnada ozanlar da törene katılanların hüznünü artırıcı sagular söylerlerdi. Sagular, ağıt töreni anlamına gelen bu yuğ törenlerinde kopuz eşliginde okunuyordu.
Cenaze ile ilgili bu törenlerin Anadolu'nun pek çok yöresinde bugün de uygulandığı, ağıtlar yakıldığı hatta bazı yörelerde bu işin profesyonel ağıtçılar tarafından yürütüldüğü bilinmektedir.
51
Sagunun, bugünkü karşılığı ağıttır. Türk dünyasında Sagunun karşılığı olarak; "ağı (Azerbaycan), sızlamag (Irak Türkmenleri), joktov, koşuk in, köri (Kazaklar), cır, coktov, koşok (Kırgızlar), Bozlaw (Nogaylar), ağı, tavş, tavşa, tovum, ses etmek (Türkmenler)" gibi değişik kavramlar kullanılmakla beraber esas itibariyle bunların hepsi birbirine benzemektedir. Geçmişte bu şiirlerde, ölen bir devlet adamının, bir kahramanın veya sevilen herhangi bir kimsenin ölümünden duyulan üzüntü dile getirilirken, günümüzde ise her insan için söylenebilmektedir.
Klasik edebiyatta da muhteva yönünden sagular ve ağıtlara benzeyen örnekler vardır. Ancak bu şiirlere şekil olarak kaside, tür olarak da mersiye denmektedir. Bu şiirler sagu/ağıtlardan şekil olarak olduğu kadar, muhteva itibariyle de ayrılır. En önemli farkları ise; sagu/ağıtların sanat kaygısından uzak, fakat ifadelerinde samimî oluşları, buna karşılık mersiyelerin bir sanat kaygısı taşımaları ve ifadelerinin resmî oluşlarıdır.
Bugün elimizde bulunan en eski sagu örneği; Alp Er Tonga isimli Türk hükümdarı için söylenmiş olup, 11. yüzyılda Kaşgarh Mahmud'un Divanü Lügati't-Türk adlı eserinde bulunmaktadır.
Eserin tamamı 12 dörtlüktür. Ancak bu dörtlüklerin hepsi bir arada verilmemiştir. Eserde muhtelif maddelerde değişik kelimelerin izahında ayrı ayrı zikredilmiştir. Belki de tamamı daha uzun olan bu sagunun ancak 12 dörtlüğü Divanü Lügati't- Türk'te yer almıştır.
Bu parça da Alp Er Tonga'nın ölümü üzerine düzenlenen "yug" törenin-de söylenmiştir. Belki de bu şiir ilk kez bu törende okunmuş ama, daha sonra Alp Er Tonga'yı sevenler tarafından geliştirilmiştir.
Bu şiirlerde ölen kişinin kahramanlıktan, idealleri, yaptığı çalışmalar ve ölümünden duyulan üzüntü dile getirilmiştir.
Sagu, islamiyet öncesi Türk şiirine ait bir nazım türüdür. Sagular da bu döneme ait diğer şiirler gibi hece vezniyle söylenmiştir. Nitekim Alp Er Tonga sagusunun 7'li hece vezniyle ve 4+3=7 duraklı olarak söylendiğini görüyoruz:
Alp Er Tonga / öldi mü 4+3=7
isiz ajun/kaldı mu4+3=7
Ödlek öçin /aldı mu4+3=7
Emdi yürek /yırtılur4+3=7
Saguların nazım birimi dörtlüktür. Şekil olarak koşmaya benzer. Kafiye sıralanışı şöyledir:
aaab / cccb / dddb /...
52
ALP ER TONGA SAGUSU
Alp Er Tonga öldi mü isiz ajun kaldı mu Ödlek öçin aldı mu Emdi yürek yırtilur
Ödlek yarag közetti Ogn tuzak uzattı Begler begin azıttı Kaçsa kail kurtulur
Ulşıp eren börleyü Yırtıp yaka urlayu Stknp üni yuriayu Sigtap közi örtülür
Beyler atın argurup Kadgu anı turgurup Mengzi yüzi sargarup Körküm angar türtülür
Ödlek küni tavratur Yalnguk kuçin kevretür Erdin ajun sevritür Kaçsa takı ertilür
Ögreyüki mundag ok Munda adın tıldag ok Atsa ajun ograp o Tagiar başı kertilür
Günümüz Türkçesiyle
Alp Er Tonga öldü mü Kötü dünya kaldı nü Zaman öcünü aldı mı? Artık yürek yırtılır
Felek firsat gözetti Gizli tuzak uzattı Beyler beyin şaşırttı Kaçsa nasıl kurtulur
Uludu erler kurtça Bağırıp yırttılar yaka Çığırdılar ıslıkla Yaştan gözler örtülür
Beyler atların yordular Kaygudan zayıf düştüler;
Sarardı betler benizler, Sanki zaferan dürtülür.
Felek günü davrandırır, insanın gücünü söndürür, Dünyayı erden boşaltır;
Ne kadar kaçsa er ölür.
Onun adeti böyle, Gaynsı hep bahane, Acun gelip ok atsa, Dağlar başı kertilir.
Divanü Lugati't-Türk
2. Savlar
Sav "atalar sözüdür. Bu cümleden olarak atalar sözü; bilgi, tecrübe ve tavsiyelerin veciz (özlü) bir şekilde dile getiriliş şeklidir.
Atalar sözüne islamiyet öncesi dönemde sav (sab) deniyordu. Bu kavram, tarihî kaynaklarda da görülmektedir. Şöyle ki;
Kül Tigin Kitabesi'nde sav kelimesi "sab" biçiminde; "Tokuz Oğuz begleri, bu sabi'mın katigdı tıngla: Dokuz Oğuz beyleri, bu sabi'mı adamakıllı dinle!"olarak geçmektedir.
Bu cümlede sab (sav) kelimesinin; önemli söz, nasihat anlamlarında kullanıldığını görüyoruz. Aynı kelime daha sonraki dönemlere ait Uygur metinlerinde aynı anlamlara gelecek şekilde kullanılmıştır.
53
Kaşgarlı Mahmut, sav (sab) kelimesinin, mektup, atçılar sözü, kısa hikaye, kıssa anlamlarında kullanıldığını belirtmektedir.
Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig adh eserinde sav kelimesinin yerine mesel kelimesini kullanmıştır. 11. yüzyılda yazılmış olan bu eserde Arapça ve Farsçadan alınmış çok sayıda kelime kullanıldığını biliyoruz. Mesel kelimesi de islamiyet'in kabulünden sonra hızlanan kültür alışverişiyle alınmış bu kelimelerden biridir. Burada dikkat çeken durum mesel, misal kelimeleri-nin yaygın olarak özlü söz, anlamlı söz veya olay, atalar sözü anlamında kullanılmasıdır.
Sav kelimesi ise 12. ve 13. yüzyıllarda soy. söz şeklinde telaffuz edilmeye başlanmıştır.
Bütün bunlardan şu anlaşılmaktadır: Sav kelimesi, 12. yüzyıla kadar atalar sözü anlamında da kullanılmış; ancak 12. yüzyıldan sonra bu anlam mesel, misal, temsil kelimeleriyle ifade edilir olmuştur. Bazen de bu kelimenin Osmanlı Turkçesinde darb-ı mesel şeklinde söylendiğini görüyoruz.
Bu alanda ilk ilmî çalışmayı Tanzimat dönemi şair ve yazarlarından ibrahim Şinasi Efendi yapmıştır. Yaptığı çalışmaya da Durüb-ı Emsal-i Osmaniye (Osmanlı Ata Sözleri) adını vermiştir. 1871 yılında da Ahmet vefik Paşa'yi Müntehabat-ı Durüb-ı Emsal-i Türkiyye adlı çalışmasıyla görürüz-
Ata sözleri, atalarımızla bizim pek çok ortak yönümüzü gösteren kültür mirasıdır. Binlerce yıl öncesinde komşuluk, iyilik, tarım, ticaret, evlilik, aile gibi pek çok konuda söylenmiş ata sözleri bugün de kullanılmaktadır. Bu durum bizim atalardan farklı düşünmediğimizi, onların devamı olduğumuzu göstermektedir.
Başlangıçta mutlaka bir kişi tarafından söylenmiş olan ata sözleri, söyleyenin unutulmasından sonra millete mal olmuştur. Bu sebeple ata sözlerini Türk Halk edebiyatının anonim ürünleri içinde değerlendiriyoruz.
Ata sözlerimizin çoğu edebî sanatların gücünden faydalanarak söylenmiş cümlelerdir. Bu sebeple hem etkili hem de ezberlenmeye müsait ve akılda kalıcıdır.
- Ağaç yas iken eğilir, (istiare)
- Kurt komşusun yemez. (Mecaz)
- Sana su vermeyene sen süt ver. (Mecaz)
- Misafir gelse mutluluk da gelir. (Hüsn-i ta'lîl)
- Can boğazdan gelir. (Kinaye)
- Güvenme varlığa; düşersin darlığa. (Tezat)
Ata sözlerimizin çoğu manzum özellikler göstermektedir. Kafiye, redif, aliterasyon gibi nazma ait hususiyetlerden faydalanılarak söyleyiş güzelliğine ulaşılmıştır:
- Yigaç uçuğa yil tegir, körklük kişige söz tegir. (Yüksek ağaca yel, güzel kişiye söz gelir.) Bu ata sözünde "g" sesiyle aliterasyon yapılmıştır.
54
- Sub bermeske süt bir. (Su vermeyene süt ver.)
- Tay atatsa at tmur, (Tay büyüyünce at dinlenir.) Oğul erdese ata tmur. (Oğul erleşince baba dinlenir.)
Bu ata sözlerinde ise "sub-süt" kelimeleri ve "at-ata" kelimeleriyle kafiye yapılmıştır. Ancak bu kafiye türü kelimelerin sonundaki değil başındaki seslerle elde edilmiştir, islamiyet öncesi dönemde bu tür kafîyeye de sık sık başvurulduğunu görüyoruz.
SAVLAR
1. Yıgaç ucuya yil tegir, korktuk kişiye söz tegir. (Yüksek ağaca yel, güzel kişiye söz gelir.)
2. Böri konşusin yimes. (Kurt bile komşusuna zarar vermez.)
3. Yir basruki tag, budun basrugı beg. (Yerin düzeni dağ ile, milletin düzeni bey ile.
4. Kanı kan bile yumas. (Kanı, kanla yıkamazlar.)
5- Sub benneske süt bir. (Sana su vermeyene sen süt ver.)
6. Uma kelse kut bolir. (Misafir gelince mutluluk getirir.)
7. ît ısırmas, at tepmes dime. (ît ısırmaz, at tepmez deme.) Divanü Lügati't-Türk
3. Koşuklar
atalarımız, yerleşik hayata islamiyet'in kabulünden sonra geçmeye başlamışlardır. Bundan önce Orta Asya steplerinde yan göçebe bir hayat sürüyorlardı. Çadırlarda oturuyorlar ve hayvancılığa büyük önem veriyorlardı. Bu nedenle bütün planlarını tabiat şartlarını dikkate alarak yapıyorlardı. Böyle bir kültür içinde tabiatın önemli bir yer tutması kaçınılmazdır. Bu sebeple tabiat, güzellik ve kahramanlık (yiğitlik) konulu şiirler, İslamiyet öncesi Türk edebiyatında önemli bir yer tutmaktadır. Aşık tarzı Türk şiirindeki koşmaya çok benzeyen bu şiirlere "koşuk" diyoruz. Koşuklar en kısa tarifiyle bir güzellik ve övgü şiirleridir.
Koşuklar günümüzde Türk halk edebiyatındaki türkülere benzemektedir. Söyleniş biçimi, söylenme zamanı ve şekil özellikleri bakımından ise Aşık Tarzı Türk şiirindeki koşma ile büyük benzerlikler göstermektedir.
Koşuklar, pratik, hareketli ve coşku dolu bu hayat içerisinde önemli bir yere sahiptir. Bugün koçaklama, güzelleme, taşlama diye ifade ettiğimiz değişik türlerin hepsine birden İslam öncesindeki dönemde koşuk deniyordu. Dolayısıyla koşuklar; "yiğitlik, kahramanlık, güzellik, aşk, hayranlık" gibi temaların işlendiği, bazen de pastoral bir şiir olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |