Türk edebiyatının islamiyet'ten önce ve îslamî dönem genel tasnifi içinde; Türk Halk Edebiyatı kendine has yerini almaktadır. Bu edebiyat



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə7/34
tarix12.12.2017
ölçüsü1,6 Mb.
#34567
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   34

Türklerin münferit islamlaşma hareketinin başlaması, hilafetin Abbasilere geçtiği dönemden itibaren hızlı bir şekilde görülür. Zira bu dönemde Arap olmayan Müslümanlara karşı da bir yakın ilgi artar, Müslümanlar arasında daha adil ve uyumlu bir devre başlar. Ayrıca hilafetin Abbasilere geç-mesi esnasında ve sonrası dönemlerde Müslüman Türklerin fiilen Abbasilerin yanında yer aldıkları da görülür.

Ayrıca 751'de Talaş Savaşı'nda. Türklerin Çinlilere karşı; Müslümanlar tarafını tutmaları ve bu sebeple Çinlilerin mağlup olmalarında da Türklerin yardımlarının büyük olduğu görülür. Bu yardımlaşma dolayısıyla Türklerle Müslümanlar arasında bir yakınlaşma ve islamın Türkler arasında münferiden de olsa yayılmasına bir vesile olur ki böylece Türkler arasında bir islamlaşma hareketi de başlamış olur.

Halife'nin İslama davet mektuplarına; Maveraü'n nehir, Merv, Kaşgar, Aksu, însicab, Semerkant, Taşkent, Fergana, Buhara vb. sınır bölgeleri ve mahalli idareleri tarafından da olumlu cevaplar alınır98 ve münferit islamlaşma hareketi onuncu yüzyıla kadar da devam eder.

Türkler, bir yandan da Bizanslılara karşı Anadolu'daki uç boyları olan Erzurum ve Malatya "dan Tarsus 'a kadar çekilen hat üzerine yerleştirilirler. Bu da gösteriyor ki Anadolu'nun da kapıları ilk günlerden itibaren Türklere açılmaya başlar ki, Alparslan da 1071 de Anadolu'nun Türkler adına tapusunu alır.

4. 2. 2. Türklerin Kitleler Halinde Müslüman Oluşları

Türkler arasında kitle halinde ilk Müslüman olanlar, Volga Kazan havalisindeki îtil Bulgarları 'dır. Tuna Bulgarlarının Hristiyanlığı, Hazar Haninin Museviliği, Uygur Haninin Mani dinini kabul ettiği sıralarda Büyük Bulgarların Hanı da Müslümanlığı kabul eder ve topyekün Müslümanlığa girerler.

ikinci ve büyük hadise; Karahanlı Hanı Satuk Buğra Hanın 920'de Müslüman olması ve bütün teb'asının islamiyeti seçmesidir. Türkler arasında, Satuk Buğra Hanın rüyası ile menkabeleşen bu olayla Karahanlılar ilk Müslüman Türk Hakanlığı olma şerefini kazanırlar. Büyük Türk kitleleri bu arada Karluk boyu Müslümanlığa girer.

93

960'larda ise üçüncü büyük hadise gerçekleşir ve Oğuzlar Müslüman olurlar. Tarihler, iki yüz bin çadır balkının toptan Müslümanlığa geçtiğini kaydeder.



Onuncu asrın sonlarına yaklaşıldığında, Türk boylarının yurtlarının hemen tamamına yakını Müslüman olmuş bulunuyorlardı.99

Netice: Türklerin Müslümanlığa geçişleri; yedinci asrın başlarından itibaren münferiden başlar ve kitle halinde de onuncu asırda gerçekleşir. Demek oluyor ki Türkler, onuncu asırda Orta Asya'da hiçbir zorlama olmaksızın kendi seçimleriyle kitleler halinde islam'a geçmişlerdir.

Türklerin İslama geçişi Türk tarihi açısından olduğu kadar, dünya tarihi açısından da oldukça önemlidir. Bir Ermeni tarihçi;

"- Dünya, Türkleri taşımaya kafi gelmiyordu." derken, başka meşhur bir tarihçi olan Karabacek de bu konuda Türkleri kastederek;

"- Dünya tarihinde Türklüğün İslama intisabı kadar başta önemsiz görünen, fakat sonunda büyük tesiri olan başka bir hadise gösterilemez. Bu öyle bir tarihi olayın başlangıcı idi ki, Arap Cihan devletini kökünden sarstı ve sonunda Doğu Halifeliğinin muhteşem binası yıkıldı "100 demektedir.

Türklerin İslama geçişlerindeki önemli faktörlerden biri de uluhiyyet anlayışındaki yakınlıktır. Bilindiği gibi her dinin esası, bu konudaki inancıdır. Türklerin ilk dönemlerden beri tek Tanrı inancı'na sahip oldukları bilinmektedir. Bu konuyu pekçok tariçi kaydettiği gibi bir Süryani tarihçi de;

"- Türkler daima tek bir Tanrı 'ya inanıyor ve Arapların da aynı Allah'a inanmaları onların dini'ni kabule sebep oluyordu." demektedir.

Türklerin, Islamın tevhid inancına koşmaları, bir akide değiştirmeden çok, inançların temizlenme, yükselme, derinleşme, aydınlanma, birlik ve beraberliğe ulaşma, sevgi ve hoşgörü sahibi olma niteliğini taşımaktadır.

Bilindiği gibi Türkler, mizaçları itibariyle kendilerine uygun olmayan hiçbir unsuru kabul etmezler. Bu cümleden olarak Türklerin, daha önce, bazı doğu dinlerinin de kendi tabiatlarına uymadığı, kendilerini uyuşukluğa sevkettiği gerekçesiyle reddettikleri bilinmektedirler. Hatta Gök-Türk Hakanı Tapu Han, Buda dinine girmesine rağmen, ona kendi halkı bile itibar etme-yince Buda dini de Türkler arasında fazla yayılamamıştır. Çünkü Türk boyları bütün yaşayışlarında hareketli, hayatı tanzimde sade ve aksiyona yönelik tabiatlıdır. Tarihi birikimleri, islamiyetin kabulü ile çok derin ve zengin ufukları kazanmış; yeni bir enerji patlaması gibi tesir etmiştir. Türklerin islamiyete geçişleri ile beraber Türk tarihinde daha geniş bir aksiyon, şevk ve hareket başlamıştır.

94

Türklerin İslama geçişlerinden sonra devlet yönetimi bakımından temel ölçülerden biri de adalet olmuştur. Yani hakimiyetin kaynağı ve meşruiyeti, adalet fikrine dayandırılmıştır. Adalet fikrinin kaynağı ilahi, ölçüleri ise islamî'dir. "Adalet mülkün temelidir." sözü bu anlayışın ifadesidir ve mülk, devleti, hakimiyet hakkını ifade eder. Adaletin karşıtı ise zulum'dar. Millî kültürümüzde;



" -Bir memleket küfr île yaşar, fakat zulüm île durmaz." sözü bir darb-ı mesel olmuştur ki, bu anlayışın, üstün bir hukuk şuurunu getireceği tabiîdir. Nitekim Hz. Ömer'in;

"- Ben Allah'ın ve Resulü'nün yolundan saparsam ne yaparsınız? " sorusuna cemeatin,

"- Seni kılıçlarımızla doğrulturuz." cevabı, bu yüksek hassasiyeti dile getirmektedir. Bu şuur, özellikle Osmanlılar döneminde, şeyhülislamlık şeklinde kurumlaşacak ve harp kararlarında bile fetva almak gibi henüz asrımızın bile ulaşamadığı bir seviye kazanacaktır.

islamiyet ile Türk kültüründeki dinî telakki ve kavramların kolay intibakını, daha birçok noktada görmek mümkündür. Bu cümleden olarak islam öncesi Türklerin inancındaki; Kam'ların yerini İslam velîleri, dervişler alır;

halk ozanlarının yerini atalar, babalar alır; güç ve kahramanlığı temsil eden Alpler, Alperenler olur ve bu muhteva kazanmada; ruh, ölüm, ahiret, cennet, cehennem inançları da aynen devam eder. Bu kavramlar daha da zenginleşir. berraklaşır; Tanrı, uçmag, tamu, yükünç(namaz.), yazukÇgünalı), yek(şeytSin) vb. dinî kavramlar peşpeşe kullanılmaya devam eder. Böylece Müslümanlık Türk boyları arasında millî şuur ve birliğin gelişmesinde en büyük etken ve giderek de milliyet şuurunun gelişmesinin de adeta tek ölçüsü olma haline dönüşür.101

Bu inanç ve duygularla Türkler, Islamiyeti kabul eder, yaşar, yaşatırlar. Hiçbir zaman taassuba kaçmazlar, İslam'ın kelime manasındaki teslimiyet île herkes;

"-Allah'a, peygambere, vatanına, milletine, bayrağına, kanunlarına, ailesine vb. 'lerine teslimiyet'i" anlar.

Türklerin anladığı islamiyet, Kur'an-ı Kerim'in dinî ve bilimsel yönüyle ifade ettiği İslamiyet'tir. Bunda; hurafe, taassub, gericilik, tembellik, miskinlik, kavgalı olma, karşı gelme, bilimsizlik, gayri ahlakîlik. İslam dümanlığı, zulüm, iftira, yalancılık, vefasızlık, saygısızlık, çeşitli iftira ve yalanlarla bazı masum kişileri yoketme senaryoları hazırlamalar vb. asla bulunmaz. Burada ancak; adalet, saygı, sevgi, hoşgörü, yarınını bugünden daha ileriye götürecek kendi toplumunu çağın üstüne taşıyacak ve bütün insanlığın yararına olan bilimsel araştırmalar yaparak bu uğurda yükselme bilinci vermek, devletin

95

ve milletin bölünmeme, bütünlüğünü sağlayıcı çalışmalar yapmak, devletin teb'ası île, teb'anın da devleti ile uyum içinde olmalarını temin etmek, birlik ve beraberlik içinde mutlu bir dünya yaratmak vb. mutlak, güzel ve başarılı hasletler vardır.



B. Orta Asya Türk Edebiyatına Kısa Bir Bakış

a. Genel Özellikler

8. yüzyıldan itibaren artarak Türkler arasında yayılan Müslümanlık Satuk Buğra Han zamanında devlet dini haline geldi, kısa sürede bütün Türkler bu yeni dini seçti. 10. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Tarım havzasındaki Türklerle îrüş'in ötesindeki Türkler dışında bütün Türkler islamiyeti seçtiler.

Yeni din ile birlikte haliyle yeni bir medeniyet seçilmiş oldu. Uygur yazısı daha uzun bir süre Türklerin yazısı olarak devam etmekle birlikte Arap harfleri de onun yanında yerini aldı. islam dinine ait kavramlar Türk diline ve dille birlikte düşünce ve edebiyat hayatına girmeye başladı.

Karahanlıların, Samanîlerin merkezi Buhara'yı almalarından sonra Horasan ve Maveraünnehir'deki Semerkant, Buhara, Nişabur gibi Müslüman kültür merkezleriyle doğrudan temasa geçtiler. Bu yüzyıllarda artık bir Müslüman Türk edebiyatı da doğmuş oldu. Muhtemelen de Divanü Lügati't-Türk’teki tarihi bilinmeyen şiirlerden bazıları da bu dönem edebiyatının ilk örneklerini oluşturdu.

Karahanlılar dönemi Türk edebiyatının ilk büyük eseri 1069'da yazılan Kutadgu Bilig'dir. 12. yüzyılın başlarında yazıldığı tahmin edilen Atabetü 'l-Hakayık, bu edebiyatın diğer bir önemli ürünüdür. 1166'da vefat eden Ahmed Yesevî'nin hikmetleri de Karahanlı Türk Edebiyatı ürünlerinden sayılması gerekir. Karahanlı dönemine ait Kur'an tercümesi ile birkaç tarla satış senedi, edebî eser olarak değil, dil metni olarak önem taşır.

10. yüzyıldan başlayarak Türk varlığının etkisini gittikçe artırdığı bir bölge olan Harezm sahası 13. yüzyılda siyasi olduğu kadar bir kültür ve ekonomi merkezi halini aldı. Oğuz, Kaşgar, Kıpçak ve Kanglı gibi Türk şivelerinin birbirlerini etkilemeleri sonucunda Harezm Türkçesi oluştu. Bu şivenin en ünlü ürünü Kutub'un Tini Bek Han ve Karışı Melike Hatun adına, Nizamî'nin aynı adı taşıyan kitabından 1341 yılında Türkçeye çevirdiği Hüsrev ü Şîrîn adlı eseridir. Bu eserin dil özellikleri, fiil çekim biçimi ile Çağatay Türkçesine yaklaşmakla ses özellikleri ve kelime hazinesi bakımından da Kıpçak şivesi nitelikleri göstermektedir.

Harezm-Alünordu Türkçesinde yazılan eserlerden bir diğer önemli olanı da Mahmud bin Ali e's-Sarayî tarafından yazıldığı kabul edilen Nehcü'l-Feradis (Uştmahlaming Açuk Yoli - Uçmakların 'Cennetlerin' Açık Yolu) adlı eserdir. 14. yüzyıl Harezm Türkçesiyle yazılan bu eserde birer edebî

96

dil özelliği kazanan Kaşgar, Kıpçak, Oğuz şivelerinin çeşitli dil unsurları ve kelime serveti görülmektedir.



Harezm-Altmordu Türkçesinin karma dili ile yazılan ve içinde Kaşgar şivesi etkilerini diğer eserlere göre daha az bulunduran eser Muhabbet-name'du. Yazannın adı bilinmemekle birlikte yazıldığı yer Sir (Seyhun), yazılış tarihi 754 (M. 1352)'tür. Eserde devrinin diğer kitaplarında olduğu gibi Kaşgar, Kıpçak ve Oğuz gibi Türk şivelerinden geçen unsurlar göze çarpmaktadır.

14. yüzyıl Harezm Türkçesinde yazılmış eserlerden Muînü'l-Münd de Nehcü'l-Feradis gibi dil incelemesi bakımından önem taşıyan bir eserdir. Eser İslam veya Şeyh Şerif adlı biri tarafindan kaleme alınmıştır.

Uygur, Kaşgar gibi değişik Türk şiveleri içinde değerlendirilen Rabguzî'nin Kısasü'l-Enbiyası bu yüzyılın diğer önemli bir eseridir. Eser kendi çağının edebî ölçüleri içinde oldukça sanatlı bir nesirle yazılmış, yeri geldikçe Türkçe-Arapça karışık olmak üzere çeşitli şiirlere yer verilmiştir. Eser Müslümanlığı yeni kabul etmiş kitlelerin birtakım dinî ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Türkçe olarak yazılmıştır.

Harezm sahasında müşterek Orta Asya edebî Türkçesinin bir başka ürünü Mirac-name'du. Uygur harfleriyle Nehcü'l-Feradis adlı eserden tercüme edilen bu eserin mütercimim bilmiyoruz. Malik Bahşî adlı biri tarafindan Herat'ta 1436 yılında istinsah edilen bir nüshası bulunmaktadır. Eser, bildiğimiz Nehcü'l-Feradis'{.e, Miraç bahsi olmadığına göre herhalde aynı adı taşıyan bir başka eserden tercüme edilmiş olmalıdır.

13. yüzyılın ilk yarısında Suriye ve Mısır'da hüküm süren Eyyübîler siyasî varlıklarını sürdürebilmek için Karadeniz'in kuzeyinde yaşayan Kıpçakların bir kısmını göçmen olarak ülkelerine yerleştirmiş, bu göçmen nüfus kısa sürede Suriye ve Mısır'da hakim duruma geçmiştir. Bir kültür hayatı başlamıştır. Ancak Memlük Kıpçakçası metinleri dil bakımından bir bütünlük göstermez.

Türk-Kölemen (Memlük) döneminde gerek tercüme ve gerekse telif olarak yazılmış dil, din, edebiyat, askerlik-spor (atçılık, binicilik) gibi alanlarda pek çok eser vardır: Tercüman Türkçe ve Arabi (Yazarı belirsiz), Kitabü'l-îdrak li-Lisani'-İdrak (Ebü Hayyan Muhammed bin Gamati), Kitabu Bulgati'l-Müştakfî'l-Lügati't-Türk ve'l-Kıpçak (CemSle'd-dîn Ebü Muhammed Abdullah et-Türkî), Kitabu't-Tuhfetiz-Zekiyyefî'l-Lügati'-Türkiyy'e (Yazarı belirsiz), Eş-Süzürü'z-Zehebiyye ve'l-Kıt'a el-Ahmediyye fi'l-Lugati't-Türkiyye (Molla Salih), Kitdbü'l-Fıkh (Tercüme), Kitabu Mukaddimati Ebî Leyse 's-Semerkandî (Tercüme) ve benzerleri arasında en dikkati çeken Seyf-i Sarayî'nin Kitab Gülistan bi't-Türkî adlı eseridir. Gülistan tercümelerinin en

97

eskisi olan bu eserin yazıhş tarihi 793 (M. 1391)tür. Kıpçak Türkçesi özelliklerini en iyi koruyabilmiş ender eserlerden biridir.



Kıpçak dili ve edebiyatının ele geçebilen eserleri arasında en önemlisi Codex Cumanicus adını taşımaktadır. 11. yüzyılda Doğu Avrupa bozkırlarını yurt tutan ve Hristiyanlaşan Kıpçak Türklerine aittir. Eser, Kıpçakça-Almanca, Kıpçakça-Latince olarak düzenlenmiş ve Kıpçakçayı karakterize etmesi bakımından önemlidir.

Başlangıçta Çağatay ismi, Çağatay Hanın sülalesine ve bu sülale tara-fından kurulan devlete verildiği halde, daha sonra bu isim Maveraünnelur'deki Türk ve Türkleşmiş göçebe unsurlara, nihayet Tünurlu-lar zamanında inkişaf eden edebî Türk lehçesi ile bu lehçede meydana getiren Orta Asya Türk edebiyatına verilmiştir.

15. yüzyılın ikinci yarısında Ali Şîr Nevaî ile bu edebî lehçe klasik bir edebiyat halini almış, Babur ve Babur'dan sonra Hindistan'da varlığını uzun bir süre devam ettirmiştir. Çağatay kültürüne varis olan Özbekler bu edebî geleneği sürdürürler, ancak Özbek karakteri de vermeği ihmal etmezler. Böylece yavaş yavaş Çağatayca tabiri yerine Özbekçe tabiri geçer.

Çağatay tabirini Çağatay sahasının dışındakiler kullanmışlardır. Çağatay şairleri de eski geleneğe bağlı kalarak Çağatay tili yerine Türkî dili, Türkî tabirlerini kullanmışlardır. Nevaî bazı eserlerinde Türkî dili tabirini kullanmıştır. Sekkakî, Haydar Tilbe, Mevlana Lutfı, Yusuf Emîrî, Seydî Amed Mirza, Geda'î, Ata'î, Ahmedî, Yakînî bu sahada bu yüzyılın önemli isimlerini oluşturmakla birlikte en önemli şahsiyeti Ali Şir Nevaî'dir. Ali Şir Nevaî'den sonra Hüseyn-i Baykara ve Hanıidî gelmektedir.

Ali Şîr Nevaî öncesi Çağatay edebiyatı bir emekleme dönemi yaşamıştır. Bu dönem şiirleri klasik divan şiirinin ilk örneklerini oluşturur. Meydana getirilen divanlar, tertip bakımından klasik devirdeki kadar gelişmiş değildir. Divanda yer alan şiirler genellikle münacat, na't, kaside, gazel, muhanımes, tuyuğ ve müfredlerdir. Bazı divanlarda ise çoğu zaman gazel tarzındaki şiirler yer alır. Kullanılan vezinler aruzun remel, hezec ve rezec bahirlerinin yaygın olan ölçüleridir.

16. yüzyıla gelindiğinde klasik Çağatay edebiyatı Şeybanîler tarafın-dan Orta Asya'da, Babur ile de Hindistan'da olmak üzere iki sahada devam etmiştir.

Babur'un kardeşlerinden Şeyban'a mensup prensler 16. yüzyılın başlarında Harezm ve Maveraünnehr'i daha sonra da Horasan'ı ele geçirip Timurlular hakimiyetine son verdiler. Buralar tekrar eski önenüni kazanarak devrin ilim ve sanat adamlarının merkezi halini aldı. Çağatay dili ve edebiyatı devam ettirildi.

98

Hindistan'da Babur'la devam ettirilen Çağatay dili ve edebiyatı Babur'dan sonra Kamran Mirza, Bayram Han gibi önemli şairlerle 17. yüzyıla kadar devam ettirildi.



Klasik Çağatay şiirini devam ettiren başlıca şairler şunlardır: Şeybanî Han, Ubeydu'llah Han, Muhammed Salih, Babur, Kamran Mîrza ve Bayram Han.

17. yüzyılda Orta Asya'da daha önce başlayan parçalanmalar giderek artar ve yaygınlaşır. Siyasî parçalanmaların yanısıra iktisadî ve ticarî açıdan da bir yıkım başlar. Böylece Rusların kolayca yayılmalarının zemini hazırlanmış olur.

Bu sırada Nakşibendîlik bütün Orta Asya zümrelerine hakimdir. Burhaneddin Kıhçoğullan, Zengî Ata ve Seyyid Ata mensupları da Nakşibendîlik içinde toplanırlar. Şeyhlerin artan güçleri hanların parçalanıp küçük şehir beğliklerinin doğmasında kullanılır.
Bu yüzyılda edebiyatın her dalında bir gelişme görülür. İran'da doğup Hindistan-Türk imparatorluğu sarayında gelişen Sebk-i Hindi (Hind yolu, Hind tarzı, Hind üslubu) üslubu bütünüyle Türk edebiyatını etkisi altına almaya başladı. Bu üslubu kullanıp geliştiren iranlı şairlerin hemen hemen hepsi Türk asıllıdır: Tebrizli Saib, Buharalı Şevket gibi. Yine bu yüzyılda tasavvuf sosyal hayatta olduğu kadar edebiyatta da umumî bir hal halini almıştır.

18. yüzyıl Türk dünyasının küçük emirliklere dönüştüğü ve büyük ölçüde Rus-Çin hakimiyetine girmeye başladığı bir zamandır. Siyasî yapıdaki bu çöküntüden edebiyat pek etkilenmemiştir. 18. yüzyıl edebiyatı genel olarak 17. yüzyılın devamı olarak gelişmesini sürdürür.

19. yüzyıla Orta Asya Türk dünyası iyice parçalanmış, siyasî kimliği silinmiş olarak girmiştir. Hanlıklar beğliklere, onlar da yer yer kasaba hakim-liklerine dönüşmüştür. Bazı göçebe Türkler de siyasî hakimiyet tanımadan bozkırlara yayılmışlardır. Bu dağınıklık öteden beri Türk dünyasını işgal amacı taşıyan Rusların işini kolaylaştırmıştır. Siyasî anlamda bir Rus işgalinin yanında kültürel açıdan da-bir Rus yayılmacılığı başladı. Bu yayılmacılık Türk dünyasında bir şuur uyanışına da sebep olur. Medrese ve tarikatler en büyük direniş ve millî şuur merkezleri durumuna gelir. Medrese ve tarikatler büyük ölçüde amaçlarına da ulaştılar. Millî şuuru uyanık tutmada etkili diğer bir zümre de şairlerdir. Tarihî olaylar ve kahramanlar hakkında şiirler yazan bu coşkun insanlar her türlü toplantılar ve çayhanelerde destan okuyup dombaralarını çalarak halkın iradesini uyanık tutmaya çalışıyorlardı.

Bu yüzyılın sonlarına doğru Türk dünyasını Kırım, Kazan ve Azerbaycan'da başlayan Ceditcilik hareketi sarmaya başlar. Orta Asya Türk aydını Ceditçiler ve Koruyucular olmak üzere ikiye bölünürler.

99

20. yüzyıl başlarında Osmanh İmparatorluğu dışındaki, Türklüğün merkezlerinden biri de Baku* dür. Rusya'nın 1904'teki Rus-Japon savaşındaki yenilgisi, 1905 Rus inkılabı, iran ve Türkiye' deki değişiklikler, Azerbaycan'ın sosyal ve kültürel hayatını etkilemişti. Çarlık Rusyasının zulümleri, halkın cehaleti dönemin diğer sorunları arasındaydı.



Böyle bir zeminde ortaya çıkan Rus inkılabı. Orta Asya Türklerine yeni haklar sağladı. Edebî hayat, kalem sahiplerinin millete hizmet etme idealinin de yardımıyla yeni bir boyut kazandı. 1920 den sonra fazıl emperyalizm baskısı altına giren Orta Asya edebiyatı idealini kaybetti ve sanatçıların bir devlet memuruna dönüştürüldüğü bunalım devrine girdi.

Çarlık Rusya' sinin Orta Asya Türklerini Ruslaştırma siyasetine karşı millî ve dinî duyguları başarılı bir şekilde yürüten yayın organları ve çevresindeki yazarlar, iki dünyanın, iki çağın ve iki neslin temsil ettiği ahlakî değerleri, kutupları, edebi hayatı sürdürüyordu. Dönemin şartları, coğrafi mekan, devlet rejimi bu edebi hayatın dinî ve tasavvuf? konulara değinmesini güçleştirmiştir. Tamamıyla dinî ve tasavvuf? anlayışı savunan şair ve yazarlar olmamakla birlikte, eserlerinde -değişik yaklaşımlarla- dinî-tasavvufî konulara değinen yazarlar ve şairler mevcuttur.

20. yüzyıl Orta Asya Türkleri edebiyatında büyük ölçüde ideolojinin hakim olduğu bir dönem olmuştur.

b. Belli Başlı Şahsiyetlerden Örnekler

1. KAŞGARLI MAHMUT

Kaşgarlı Mahmut eserinde babasının adinin Hüseyin, büyük babasının da Mehmet olduğunu belirtir. Babası Işık gölü kıyısında bulunan Barsgan'dan olan Mahmut, Kaşgar doğumludur. Eserini İrak'ta yazdığına bakanlar onun Irak'a yerleştiği tahmininde bulunurlar.

Türkçeyi ve Türkçenin diğer şubelerini iyi bilen Mahmut, Arapçayı da çok iyi derecede bilmektedir. Bu bakımdan iyi bir eğitim almış, Türkçe şuuruna sahip alim; iyi silah kullandığını belirttiğine göre de askerî bir kişiliğe sahiptir.

Kaşgarlı Mahmut, Türk illerini, obalarını ve bozkırlarını birer birer dolaşmış, Türk dili ve kültürüne ait ne bulmuşsa toplayıp bunları titiz bir elemeden geçirerek yazıya geçirmiştir.

Kaşgarlı Mahmut, Türk dili, Türk tarihi, Türk coğrafyası, Türk kültürü kısacası Türklükle ilgili her konuda bir hazine değerindeki eseri Dîvanü Lugati't-Türk'ü H. 464/M. 1072 yılında yazmaya başlamış iki sene üzerinde çalıştıktan sonra H. 466/M. 1074'te tamamlamıştır. Eser Bağdat'ta yazılmış olup Halife Ebu'l-Kasım Abdullah bin Muhammedü'l-Muktedî bi-Emrillah'a

100


takdim edilmiştir.103 Eser Türk dilinin Arap diliyle atbaşı yürüdüğünü isbat ve Araplara Türkçe öğretmek gayesiyle yazılmıştır. Kaşgarlı bu eserden başka Kitabu Cevahirü'n-Nahvi Lügati't-Türkî adıyla bir gramer kitabı daha yazmışsa da ne yazık ki bu eser bugüne kadar elimize geçmemiştir.

Bu eser sayesinde 11. yüzyıl ve öncesine ait pek çok ürün günümüze kadar gelmiş bulunmaktadır.

Dîvanü Lugati't-Türk'ten

Alp: Yiğit. "Alp yağıda alçak çoğlda: Yiğit düşman karşısında, yumuşak huylu adam savaşta belli olur. " Şu parçada dahi gelmiştir:

Alp Er Tonga öldi mü Isız ajun kaldı mu Ödlek öçin aldı mu Emdi yürek yırtilur104

Türk: Tanrı yarlığayası Nuh'un oğlunun adıdır. Bu, Tanrı’nın Nuh oğlu Türk'ün oğullanna verdiği bir addır. Nitekim Tanrı’nın "Hel ata ale'l-insani hîn mine'd-dehr" sözündeki insan kelimesi Adem anlamına gelmiştir; burada yalnız, bir tek kişiyi bildirir. "Lekad halakne'l-ins&ne fî ahseni takvim sümme radednahü esfele safilîn. île'llezîne amenü ve Ğmilu's-salihati" ayetinde bulunan insan kelimesi çokluğu, yığını bildiren bir insandır. Çünkü müfredden bir şey çıkarmak doğru olmaz, burada da öyledir Türk sözü, Nuh'un oğlunun adı olduğunda bir tek kişiyi bildirir, oğullarının adı olduğunda "beşer" kelimesi gibi çokluk ve yığını bildirir. Bu kelime müfred ve cemi yerinde kullanılır, nitekim Rum kelimesi Tanrı yarlığayası îshak'ın oğlu lysu, lysu'nun oğlu Rum'un adıdır, oğulları da bu adla anılmıştır, Türk kelimesi de böyledir. Biz "Ad olarak Türk adını ulu Tanrı vermiştir." dedik. Çünkü bize Kaşgarlı Halef oğlu imam. Şeyh Hüseyn, ona da îbnü'l-Garkî denilen kimse, İbni Ebîe'd-Dünya demekle tanınan E'ş-Şeyh Ebu Bekr el-Müfîd el-Cerceraiyyü 'nün ahir zaman üzerine yazmış olduğu kita-bında Ulu Yalavac (Peygamber)a tanıkla varan bir hadisi yazmış; hadis şöyledir: "Yüce Tanrı 'Benim bir ördüm vardır, ona Türk adı verdim, onları doğuda yerleştirdim. Bir ulusa kızarsam Türkleri, o ulus üzerine musallat kılarım.' diyor." "işte bu, Türkler için bütün insanlara karşı bir üstünlüktür. Çünkü, Tanrı onlara ad vermeyi kendi üzerine almıştır: onları yeryüzünün en yüksek yerinde, havası en temiz ülkelerinde yerleştirmiş ve onlara "kendi ördüm" demiştir. Bununla beraber Türklerde güzellik, sevimlilik, edep, büyükleri ağırlamak, sözünü yerine smrmek. sadelik, öğünmemek, yiğitlik, mertlik gibi öğülmeye deşer. sayısı: iyilikler görülmektedir. Nitekim şu parçada gelmiştir:

101

Kaçan korse anı Türk Budun anga amng aydaçı Munger tegir ulugiug Mundananı keslinür



"Onu Türk baylari görse, bu adam için büyüklük ve ululuk yaraşır ve ululuk bunda kesilir." der.105

2. YUSUF HASHACİB

Hayatı hakkında bilgimiz hemen hemen yok denecek kadar azdır. Kendi adını yalnızca bir yerde anar:

Ay Yusuf kerek sözni sözle koni Kereksiz sözüg sizle kılga kora106

(Ey Yusuf, gerekli ve doğru sözü söyle; gereksiz sözü gizle, onun zararı dokunur.) Onun hayatı hakkında bildiklerimiz Kutadgu Bilig müstensihleri-nin bu eser mukaddimelerinde verdikleri bilgilerden ibarettir. Bu kayıtlardan anlaşıldığına göre Yusuf Has Hacib, Balasagun'da doğmuş, asil bir aileye mensuptur, ilmiyle, fazillederiyle, zühd ve takvasıyla toplumda oldukça önemli bir yere sahipti. Eserine Balasagun'da başlamış daha sonra Kaşgar'a giderek tamamlamış, Tavgaç Buğra Hanın huzurunda okumuştur. Hükümdar, şairin kalem kudretini görüp takdir ederek ona has hacib unvanını vermiştir. Bu sebeple Yusuf Has Hacib adını almıştır.

Yusuf Has Hacib, eserini 18 ayda, H. 462 (M. 1069/1070) tarihinde tamamlamıştır. Eserini 50 yaşlarında yazmaya başladığına göre M. 1019 yılla-nnda doğduğu tahmin edilir. Ölümü hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz.

Kutadgu Bilig'deki kut (saadet, devlet, ikbal)'u temsil eden Ay Toldı ile ukuş (akıl)'u temsil eden Ögdülmiş'in şahsında aslında şairin kendinİ tasvir ettiği düşünülmektedir. Buna göre Yusuf Has Hacib, inanmış bir Müslümandır. Devrinin en geniş manada şair, alim ve mütüfekkiridir.107


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   34




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin