Türk edebiyatının islamiyet'ten önce ve îslamî dönem genel tasnifi içinde; Türk Halk Edebiyatı kendine has yerini almaktadır. Bu edebiyat



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə9/34
tarix12.12.2017
ölçüsü1,6 Mb.
#34567
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   34


Nizamî'nin etkisi Mevlana'dan başlayarak Ahmet Paşa, Ziya Paşa hatta Yahya Kemal'e kadar devam eder.

Nizamî'nin en ünlü eseri Hamse'dii. Bu eser beş kitaptan oluşmaktadır. Bunlar yazılış tarihleri itibariyle şunlardır: Mahzenü'l-Esrar, Husrev ü Şîrîn, Leyla vü Mecnun, îskendemame, Heft Peyker. Nizamî'nin Hamse''den başka îkbalname adlı bir eseri daha vardır. Bir de tezkireler Dîvan'dan bahsediyorlarsa da bu eser şimdiye kadar bulunamamıştır.115

Genceli Nizami'nin meşhur eseri Husrev ü Şîrîn'inden bir örnek vermeye çalışalım:

Şîrîn'in Güzelliğini Tavsif

işte bu çocuk, peri gibi bir kızdır, peri ne demek sanki bir ay parçası! Peçe altında bir tacidar... Gençliği bir mehtap gibi, parlak, gözleri abıhayat gibi siyah!... Endamı gümüşten bir hurma ağacı: îki kisu da, o ağacın üstünde hurma toplayan iki zenci.. Onun tatlı sözlerini hatırladığı andan itibaren hurmanın ağzı tatlanmıştır. Nur gibi inci dişleriyle sedefi sönük bırakmış ve sedef ödünç olarak ondan berraklık almıştır.

Şeker dudakları hakik kadar renkli.. O kisular bir kement gibi büklüm büklüm. Bunların büklümü île gönülleri takatsiz bırakmış.ve onları güzel yüzü üzerine dökmüş.. Onun mis kokulu saçlarına temas eden rüzgar, nergis'in gözünü hasta düşürmüştür. Kendi gözlerini kendine afsuncu yapmış ve bu afsunla kem gözün ağzını bağlamış. Bir bakışla gönüllerdeki ateşi alevlendirir, bir sözle akılları çileden çıkarır. Mütebessim dudakları tuzludur, tuz tatlı değildir amma onun ki tatlıdır. Dersin ki burun, gümüşten bir kılıçtır ve o kılıç bir elmayı ortadan ikiye bölmüştür. Onun ay yüzünden ne kadar yürekler harap olmuştur. Ayda leke vardır, fakat onun yüzünde asla...

114

Güzelliğinin panitısına gelmiş etrafinda nice pervaneler görürsün, fakat onun rıcayndan kimsede yanına sokulmaya cesaret göremezsin. Sabah rüzgarı, onun saçından ve yüzünden bir kaftan'a bürünmüştür ki bazen siyah kokum, bazen beyaz kunduz satar. Her gamzesine bir işveyi eş etmiştir. Çenesi bir elma, çene altı ise bir turunçtur. Yüzünün güzelliği, bütün letafet ve panitısıyle yıldızları, sönük bırakmış, aya ve güneşe hali île "Hele şu miskinlere bok!" demiştir... Lal dudakları bu-seye cevap vermez, zira onları açarsa inci dökerler. Ahu, o güzel gerdanını onun gerdanı karşısında değersiz görmüş ve onun eteğini gözyaşı île ıslatmıştır. O dilber, sihirli bakışları ile, aslanları yere vuran nice kahramanları titretmiş ve baygın düşürmüştür. Yüzlerce asılanı hüsran ateşinde yakmış, onlardan biri olsun, onun bir iltifatına nail olmamıştır. Bir gecede, yüzden fazla insan onu rüyada görür de kimse o güneşi gece göremez. Eğer kendi gözünü ahunun gözüne kıyas ederse ahuda sayısız kusur bulur. Onun nergis gözlerine hasetlerinden rem pazarında çiçek satanlar, telaşa düşmüşlerdir. Onun hilal kaşlarını görüp de can vermeyen bir kimse yoktur. Mecnun, onu hayaline getirince hayrette kalmış, Leyla, onun güzelliği karşısında parmak ısırmıştır. Halkı öldürmek için ferman yazmak istese, on parmağı dinde on kalemdir. Ay. onun güzeliği karşısında kendisini siyah bir "ben" farzetmiş, gece, onun beninden siyahlığın ne demek olduğunu öğrenmiştir. Kulaklarından ve gerdanından inciler taşıyor.. Can feda öyle inci satıcıya..



Bir söz ve gönül çeken bin cilve.. Bir dudak ve yüz, bin şeker gibi buse.. Zülfönün ucu naz ve işve ile dolu.. Dudaklar yakut, dişler inci.. O yakutlarda, o şeker gülüşü incilerde ne kadar aşıkların devasını gizlemiştir. Akıl, onun ay yüzü için çileden çıkmış, gönül ve can onun siyah zülfune kurban olmuştur. Hüner, onun nezih varlığına meftun olmuş, amber onun toprağını "kölesini" diye yazmıştır. Yüzü nesrin, kokusu da nesrini Dudağı şîrîn, adı da Şîrîn! Şeker sözlü dilberler, ona "Bal dudaklı" derler ve onu Mehin Bönü'nün velîahtı tanırlar.

O diyarın birer Şemîra'sı sayılan bütün güzeller, onun hizmetine girmiş, yine ay yüzlü yetmiş asilzade onun etrafinda birer pervane olmuştur. öyle ki, her biri güzellikte canı can katar, dilberlikte cihana meydan okur. Hepsi de kadeh ile, saz ile donatılmıştır, bir ay gibi menzilden menzile salınırlar. Bazen siyah saçlarını, ay yüzlerine döküp temaşaya çıkarlar, bazen gül bahçelerinde serpilip şarap içerler. Yüzlerinde peçeleri yoktur, zira kem göz onlara yol bulamaz,

Güzellikten yana cihanda bir eşleri gösterilemez. Dünyada zevk ve sefadan başka bir şey bilmezler. Fakat cenk zamanı olunca, o kahramanlar, aslanın pençesini kırarlar; filin dişini sökerler. Hücumları ile

115


kainatı yakarlar, bakışlarındaki oklar ve yıldızları delerler. Her ne kadar Cennetin hurisi meşhur ise de, o havali de bir Cennet ve güzelleri birer huridir. O Ülkenin sahibi olan Mehinbanü'nun işte böyle bir debdebe ve daratı vardır.1'6

8. ALÎ ŞÎR NEVAÎ (1441-1501)

Orta Asya Türk edebiyatını en yüksek noktaya ulaştıran şair Ali Şîr Neva'î'dir.

Ali Şîr Neva'î, 1441 yılında Herat şehrinde doğdu. Babası Kiçkine Bahadır veya Kiçkine Bahsi diye anılan Gıyaseddin Kiçkine'dir. Bu zat Timur Oğullarının hizmetinde bulunmuş, ancak memleketinde çıkan kargaşadan dolayı yurdundan uzaklaşarak Irak'a gitmiştir. Bu yüzden Ali Şîr Neva'î'nin ilk gençlik hayatı yurdundan uzakta geçmiştir.

Ali Şîr Neva'î babasının ölümünden sonra Ebu'l-Kasım Babür'ün himayesini görmüş iyi bir eğitim almıştır. Meşhed, Semerkand gibi devrin büyük medreselerinde ilim tahsil etmiştir. Asıl büyük hayatı, çocukluk ve okul arkadaşı Horasan Hükümdarı Hüseyn Baykara'nın yanında veya hizmetinde geçmiştir. Nihayet 1501'de de Herat'ta vefat etmiştir.

Ali Şîr Neva'î, Hüseyn Baykara ile tam bir işbirliği yaparak Türk ilim ve edebiyatına çok parlak, geniş ve uzun tesirli bir edebî dönem yaşatmıştır. İran, Horasan, Maveraünnehir gibi pek çok merkezden ilim ve sanat adamları bunların etrafında Herat'ta toplanmıştır. Herat bunlar sayesinde bir kültür merkezi durumuna geldi.

Ali Şîr Neva'î, süre olduğu kadar resim ve musikiye de ilgi duyuyordu. Devrinde Ali Şîr Neva'î gibi şiir söylemek bir gelenek halini aldı. Neva'î aynı zamanda samimî bir milliyetçi ve Türkçeci olarak milletinin diline ve kültürüne köklü hizmette bulundu. Arap ve Fars dillerini ana dili gibi biliyor ancak Türkçe söyleyişin bütün esaslarına sadık kalıyordu. Neva'î dili denilebilecek kuvvetli ve millî bir şiir dili meydana getirdi.

Türk edebiyatına otuzdan fazla eser kazandıran Neva'î'nin eserlerinden bazıları şunlardır: Divanlar (Dördü Türkçe, biri Farsça), Muhakemetü'l-Lugateyn, Hamse (Beş mesnevi geleneğine altıncıyı da eklemiştir: Hayretü'l-Ebrar, Ferhad ü Şirin. Leylî vü Mecnun, Seb'a-i Seyyare, Sedd-i Iskenderi, Usanü't-Tayr), Mecalisü'n-Neföis. Mîzönü'l-Evz/an, Nesa'imü'l-Mahabbe...

GAZEL

Yardın ayru könül mülki-durur sultanı yok Mülk kim sultanı yok cismi-durur kim canı yok



Cisindin cansızrıni hasıl iy müselmanlar kim ol Bir kara toprak dikdür kim gül ü reyhanı yok

116


Bir kara toprak kim yokdur gül ü reyhanı ana Ol karangu kiçe dikdür kim mehi tabanı yok

Ol karangu kiçe kim yokdur meh-i taban ana Zulmetîdür kim anın ser-çeşme-i hayvanı yok

Zulmeti kim çeşme-i hayvanı anın bolmagay Duzahîdür kim yomda Ravza-i Rıdvanı yok

Duzahî kim Ravza-i Rıdvandın olgay na-ümîd Bir humartdür kim anda mestlik imkanı yok

Ey Neva 't bar ana mundak ukubetler ki bar Hecrdin derdi vü lîkin vasidın dermOtiı yok1"

Gazel


Gamzeng ol sayyad kim gülsen ara aramı bar Hal birle zülfdin hem danesi hem damı bar

Hattının nev-reste cennet sebzesi dik haleti Kaddınıng nev-res nihali ömr dik endamı bar

Serv üze gül bitmedi hergiz kanı ol şuh kim Serv-i ra 'na dik kod üzre anz-ı gül-famı bar

Pare pare bağrım üzre tınmasa tang yok köngül Şu 'lening ahker üzre bir dem kaçan aramı bar

Vasi subhın ta ebed köz tutmasun uşşak ara Kim ki hicranım tüni dik bir karangu samı bar

Kati kılsa yok aceb dîn ehlim kafir közüng Munça İslam alıban ildin kaçan îsîamı bar

Şükrier kılding manga bakıp birev kim yandın Künde bir katla nazar solgunca çağlık kamı bar

İtlering sıngan sifalıdın Nevaî içse dürd Ol durur Cemsjîd ü ilginçle cihan-bîn camı bar"

Yardan ayrı gönül, sultansız bir ülke gibidir. Bir ülke ki sultanı yoktur, bu ülke cansız bir cisme benzer.

Cansız cisimden ne çıkar? Ey müslümanlar böyle bir cisim gülü ve fesleğeni olmayan bir kara topraktan başka nedir?

Gülü ve fesleğeni olmayan bir kara toprak ise, parlak aydan mahrum karanlık bir gece gibidir. Bir karanlık gece ki onda o parlak ay yoktur, bu bir karanlıklar ülkesidir ki onda hayat kaynağı yoktur.

Bir karanlıklar ülkesi ki onda hayat kaynağı yoktur, o bir cehennemdir ki yanında cenneti yoktur. Bir cehennem ki onda cennet ümidi yoktur, bu öyle bir içkinin verdiği baş ağrısıdır ki onda sarhoşluk imkanı yoktur.

Ey Nevaî ayrılıktan derdi olan fakat vuslat gibi bir dermanı olmayan bir insana bunun gibi (daha çok) azaplar vardır.

117


9. ŞAH ÎSMAİL HATAYÎ

Şah İsmail, 1487'de Erdebil'de doğdu. Çocuk denecek bir yaşta îran Tahtına oturduktan sonra Şii Mezhebi'ne devletin manevî propagandası için sarıldı. Horasan'da başarılar kazandıktan sonra büyük bir imparatorluk kurmak için Anadolu'da propaganda yapmaya başladı. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim'le Çaldıran'da karşılaştılar (Çaldıran Meydan Muharebesi, 1514). Bu savaşın sonunda Şah ismail mağlup olarak îran'a çekilmiş ve yaklaşık on yıl sonra vefat etmiştir.

Şah İsmail, Farsça'yı çok iyi biliyordu. Türkçe olarak da hem Divan şiiri tarzında, hem Halk şiiri, hem de Dîni-Tasavvufî Türk Edebiyatı sahasında şiirler, ilahiler, nefesler söyleyerek şairlik yönünü tam olarak sağladı. Bilinen üç eseri; Divan, Dehname ve Nasihatname'dir.

Mefülü/ FüilĞtü/Mefa 'ilü/ Failün

Bağdaş kurup otursa nigarum figan kopar Dursa otursa fitne-i ahir zaman kopar

Şirvan halayıkı hamu Tebriz daşına Melik-i Acem sorar ki kıyamet haçan kopar

Yetdükçe tükenür Araban küy-ı meskeni Bağdad içinde her nicelim Türkman kopar

Çıksa saraydan bu "cihan varısın dutar Bir mürşid-i tarikat-ipîr ü cavan kopar

Görmişdi ta Hatayî ezelden yakîn mum Nuh'un alameti gelür andan tufan kopar'2"

Gamzen öyle bir avcıdır ki gül bahçesinde dinlenmektedir; ben ile gaftan hem tanesi, hem de tuzağı var.

Hattının yeni yetişmiş (bitmiş) cennet yeşilliği gibi haleti (tavrı) boyunun yeni yetişmiş fidanının (yeai yetişmiş fidan gibi olan boyunun) ömür gibi endamı var.

Servi ağacı üzerinde asla gül yeşermedi; düzgün selvi ağacına benzeyen boy üzerinde gül renkli yanağı olan güzel nerede var?

Parça parça olan bağrım üzerinde gönül dinmeğe, bunda şaşacak şey yok; alevin kor ateş üzerinde sakin durmağı nasıl mümkün olur? (Kor ateş üzerindeki alev daimi hareket halinde bulunur. Şair bağrını kor ateşe, gönlünü de ateş üzerinde hareket halindeki aleve benzetmiştir.) Aşıklar arasında. benim ayrılığımın gecesi gibi karanlık bir gecesi bulunan kimse, kavuşma sabahını ebediyete kadar gözlemesin.

Kafir gözün din ehlini (dindarları) katletse, bunda şaşacak şey yok; bu kadar îslamı almış olanın islam'ı (Hak dine bağlılığı) nasıl olur?

Günde bir defa bir göz atışı kadar sevgilisini görme isteği olan bana bakıp şükürler kılsın. İtlerinin (aşıklarının) kırık çanağından Nevaî şarap tortusu içse, elinde cihanı gördüğü kadehi olan Cemşîd olur. (Cemşîd, şarabın mucidi kabul edilen iran hükümdarı. Efsaneye göre şarap içtiği kadehe bakıp, cihanda meydana gelen bütün olayları görürmüş.)

118


10. MAHDUM KULU"

Devlet Mehmed Azadi'nin oğlu olan Mahdumkulu, 18. yüzyılda Türkmenistan'da yaşayan gerçek anlamda bir Yunus Emre takipçisidir. Tahminen 1733'de Hazar Denizi kıyılarındaki Etrek Çayı civarında doğmuştur. Şair ve alim bir zat olan babasından ilk öğrenimini alan Mahdumkulu; Buhara ve Hive'de de iyi bir medrese öğrenimi görmüştür. Burada Arapça, Farsça ve edebi Doğu Türkçesini öğrenmiş; Nizamî, Sadi, Fuzuli, Nevaî gibi Türkçe ve Farsça'nın klasiklerini tanımıştır. Türkmenistan, Özbekistan, Afganistan ve İran'ı dolaşan Mahdumkulu, tahminen 1780'li yıllarda vefat etmiştir, bu gördüğü topraktan "Evliyalar Ummam" olarak vasıflandırmaktadır:

Yukarıda Hindistan'ı

Arkada Türkistan'ı

Evliyalar Ummam

Ol Rumistan'ı görsem

Mahdumkulu'nün Divanına bir bütün olarak bakıldığı zaman Yunus Emre Divanı ile büyük benzerlikler içinde olduğu görülür. O, 18. yüzyılda Türkmenistan'da, bir Yunus ekolunun temsilcisi ve Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatının en seçkin kişisidir.

Gönlüm aydar, dostlar, eyleyin beyan, Bilmenem, yakın mı ahir zamane, Dünya için şeriatı taşlaban, Bilmenem, yakın mı ahir zamane.

Mollalar ilmine itmedi amel, Şeriat isine eylemey cedel, Fi'timiz bozulup, köpeldi kesel, Bilmenem, yakın mı ahir zamane.

Müftüler mal alıp, rivayet berir, Nahak pul(u)nu alır, hakkı koydurur, Fileri bozulup, fesat köpelir, Bilmenem, yakın mı ahir zamane.

Hocalar sual eder aslı zatım Kıyam îsameddin koyup adım, Filan keş hoca der hem evladım, Bilmenem, yakın mı ahir zamane.

119


Günahlar kop bolup. eksildi sevap,

Korkarım, bu cihan bolmagay harap.

Kesp edip satarlar arak u şarap,

Bilmenem, yakın mı ahir zamane.

Mahdumkulu bunca kılmak hikayet, Akitlere.

şayet bolgay kifayet, Dünyanın işine yoktur nihayet, Bilmenem, yakın mı ahir zamane.

GklidBolma

Gel, ey, gönlüm, sana nasihat kılay, Vatanı terk edip gidici bolma, Özünden eksik bir gayrı namerdin, Hizmetinde kulluk edici bolma!

Bir nasihat berey, pendimi alsan, imtiyaz, eylegil, otursan, (tursan, îndegsiz habersiz, biryere barsan, Kişi aşının tuzun tadıcı bolma!

Çağırlan yere bar, oturgıl, durma, Çağırılmayanyere görünme, barma, Uyalmaz kişi dek sürünüp yomu;

Buyrulmayan işi edici bolma!

Ey gönül, gelgil sen, Hakk'ı tapalı, Nefsimiz merkebin binip çapalı Aydarlar: Hak ermiş mihr ü vefalı Sol sözünden hergiz kaydıcı bolma

Mahtumkulu, gönülde köptür armoni Tapmadı akibet derde dermanı Yetişir bir günü Tann fermanı Rüz u şeb gaflette yatıcı bolma.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

TÜRK HALK EDEBİYATI ÖĞRETİMİNDE KULLANILAN GENEL YÖNTEMLER

A. Türk Halk Edebiyatınin Öğretim Yöntemleri

a. Halk Edebiyatının Amacı ve Hedef Kitlesi

Bilindiği gibi her toplum, kendine daha köklü ve daha kadim bir tarihî mazi ve kendine özgü bir kültür zemini inşa etme yoluna girer, işte bu yeni akım için en önemli kaynak "Halk Edebiyatı" diye tarif edilen eserler olarak öne çıkar. Böylece aydınlar, bilim adamları, filozoflar ve siyasetçiler için, millet inşaasında bu eserler dikkate alınıp incelenmeye ve değerlendirilmeye başlar. Siyasetçiler, kendi toplumlarına ait bu eserlerin incelenmesi ile ortaya çıkan sonuçtan, toplum kimliği yaratmada ve farklı bir millet inşa etmede kullanır. Sömürgelere sahip devletler, yönetmekte oldukları toplumları daha iyi yönetme konusunda yine onlara ait malzemeyi toplatıp değerlendirtmek suretiyle sonuçlarından yararlanmaya çalışır.

Halk edebiyatı, halk bilgisi bize halkı "Halk" denen kıymetler külçesini öğretecektir. Halkı yükseltme yollarını onun manevî hayatinin muhteviyatını öğrenmek ile açabileceğiz. Folklorcular yaptıkları işin millî hayata parlak bir gelecek vadeden bir faaliyet olduğunu yani topladıkları, derledikleri bir türkü veya destanın, yeni bir edebi esere; ele geçirdikleri bir halk bestesinin bir yeni musikî mahsulüne; bir örf ve adetin bir yeni hukuk ortaya koymasına belki zemin hazırlayacağını düşünerek onun asil, yüksek heyecanım kalplerinde daima artan bir sevgi ile yaşatmalıdır.

Hangi devirde olursa olsun bağımsızlığa ulaşılması, her zaman ülkenin kültürel ve manevî hayatında yenilenmeye bireylerde millî şuur kavrayışının keskinleşmesine, tarihî olarak büyüyüp gelişmeye olan ilginin artışına, millî örf ve adetlerin canlamp yenilenmesine öncülük eder. Bu sebeple şimdilerde bütün ülkeler büyüğüne küçüğüne bakmaksızın millî kültürün özünü oluşturan halk edebiyatına onun içindeki sözlü halk edebiyatı ürünlerine dönerek onun bitmez tükenmez ve eskimeyen zenginliklerine dayanarak onlardan bugünün şartlanna uygun bir şekilde faydalanmanın yollarını aramaktır.

122


Halkın kullandığı kelimelere kurduğu cümlelere dikkat etmek. Söylediği darb-ı meselleri, an'anevi hikmetleri işitmek. Düşünüşündeki tarzı, duyuşun-daki üslubu zaptetmek. Şiirini, musikisini dinleyerek, raksını oyunlarını seyretmek. Dinî hayatına, ahlakî duygularına nüfuz etmek. Giyinişinde, evinin mimarisinde, mobilyalarının sadeliğinde güzelliklerini tadabilmek. Bunlardan başka halkın masallarını, fıkralarını, menkıbelerini, tandırname adı verilen eski töreden kalma akidlerini öğrenmek. Halk kitaplarını okumak. Korkut Ata'dan başlayarak Aşık kitaplarını. Yunus Emre'den başlayarak Tekke ilahilerini, Nasreddin Hoca'dan başlayarak halk nekreciliğini, çocukluğumuzda seyrettiğimiz Karagöz'le Orta Oyununu aramak bulmak lazımdır. Halkın cengnameler okunan eski kahvelerini, Ramazan gecelerini, cuma arifanelerini, çocukların her sene sabırsızlıkla bekledikleri bayramlarını yemden diriltmek, canlandırmak gerekmektedir. Halkın bu millî kültür müzeleri ve mektepleri içinde yaşadıkları ve ruhları Türk kültürüyle meşbu olduktan sonradır ki millîleşmek söz konusu olabilir. Sonuç olarak halk edebiyatının en önemli amacının bireylere millî şuurun kazandırılması olduğunu söylemek mümkündür.

Türk Halk Edebiyatı gerçek anlamda bütün bir toplumun millî ve manevî ortak kültürünü, ortak dilim, ortak inancım, ortak duygu ve düşüncelerini aksettiren milletin öz varlığıdır. Bu sebeple onun başlangıcını ve sonunu belli bir zaman dilimi ile sınırlamak mümkün değildir. Zira bu edebiyat Türk milletinin tarih sahnesine çıktığı andan günümüze kadar hayatını sürdüren gelecek kuşaklara da aktaracak olan, halkın millî dilini, millî zevkini kuvvetle yaşatan, her kesim arasında birlik ve beraberliği sağlayan millî, manevî, hoşgörü köprü edebiyatıdır.

Bu sebeple onun hedef kitlesi de haik'tır, toplumun bütünü'dür. Halkın huzurlu, millî ve manevî değerlere sahip olmasının teminatıdır.

b. Halk Edebiyatının Faydalandığı Bilim Dalları

Folklor birçok ayrı bilim dalıyla sıkı ilişkiler içerisindedir. Folklor diğer disiplinlerde ayrı bir bilim dalı olarak düşünmek imkansızdır. Ziraat, tıp ve baytarlığa kadar bütün bilim dallarıyla Halk Edebiyatı ve folklorun sıkı iliş-kisi vardır. Birçok halk kültür ürünlerinin anlaşılması için bunlara ait bilgilere ihtiyaç vardır, folklorcu bunlardan uzak kalamaz; fakat bu türlü ilim ve tekniklerle folklorun ilişkisi, şüphesiz ki bu sahalarda uzmanlaşmayı değil, o sahaların uzmanlarının bilgisinden istifadeyi gerektirecek mahiyettedir.

Modem folklorun bu söylenen şekilde münasebette bulunduğu ilimlerin her biriyle alaka derecesi aşağıda birer birer gözden geçirilmiştir:

123

1. Tarih ve Halk Edebiyatı



Folklor mahsullerinin incelenmesi, tarihin birçok karanlık noktalarım aydınlatır Mesela biz yaklaşık olsa da, yazılı olarak bize kadar gelmiş birtakım masalların tarihim tespit ettik nü, o yamanın halk hayatına ait en mükemmel vesikalar kaynağım elde etmiş oluruz.

Biliyoruz ki, bilhassa eski tarih telakkisi, halkın hayatına çok defa lakayd idi. Tarihçiler genellikle, halktan çok hükümet otoritelerinin gözlü-ğünden görürler. Bu sebeple o devrin halk edebiyatı mahsulleri olayların halk üzerindeki intibalanm daha iyi yansıtacaktır.

Buna karşılık tarih de folklora malzeme verir. Birçok tarihî kaynaklarda, bugün yaşayan mahsulleri zaman içinde açıklamamız için ipuçları buluruz. Veyahut da birtakım mahsullerin zamanım yaklaşık olarak tespit ettiğimiz zaman, onlar üzerinde izahlanmızı tam yapabilmemiz için tarihî bilgilere başvururuz.

2. Etnografya ve Halk Edebiyatı

Etnografya genellikle, dünya üstünde muhtelif ilkel kavimlerin ve medenî milletler içinde geri kamus, fakat büyük topluluklar halinde ve az çok tecrit edilmiş olarak yaşayan zümrelerin hayatlannın, kurumlanmn, eşyalan-mn, meskenlerinin bir kelimeyle hayat belirtilerinin ve kiiltürlerinin tasvirim yapan ilim diye tarif edilir. Etnografyacı folklorcunun mesaisinin sonuçlarım toplayarak, bir kavmin tasvirinde eksik kalan yerleri doldurabilir; folklorcu da, kendisine araştırdığı konulan etnograftan incelemelerine rehber olacak bilgiyi alır.

3. Etnoloji ve Halk Edebiyatı

Etnoloji, hem etnografyanın hem de folklorun incelemelerinin neticelerim birleştirmek durumunda olan bir ilimdir. Etnografyanın yalnız tasvirle yetindiği konulan, etnoloji tasnif eder ve muhtelif kavimler ve memleketler arasında karşılaştırma yapmak suretiyle geneller ve terkip eder.

4. Sosyoloji ve Halk Edebiyatı

Sosyoloji ile folklorun ilişkisi, yine tarihle folklorun ilişkisi gibi açıklanabilir. Folklor sosyolojiye, gerek ham maddelerim gerekse terkiplerim malzeme olarak verir. Diyebiliriz ki Folklorcu terkiplerim bir dereceye kadar götürüp sosyolojiye teslim eder ve devamım ona biralar; folklorcunun terkipleri nihayet ayrı ayrı olguların doğuş ve oluş süreçlerinin izahı mahiyetindedir.

Sosyolojiye folklorcunun müracaatı ise, cemiyet kanunlarım tanımak suretiyle ferdî ve şahsî olgu ile toplumsal olguyu birbirinden ayırmak, böylece, meraklı şeylerin koleksiyonunu yapmak gibi, dar ve bir ilim için tehlikeli bir sahada kalmayarak zaman ve mekan içinde müesseselerin ve kültür mahsullerinin izahlarım gaye edinmeyi öğrenmek içindir.

124

5. Psikoloji ve Halk Edebiyatı



Folklor, bilhassa sosyal psikoloji için de zengin malzeme verir, yani, cemiyetin kaide ve nizamlanna tabi olan ferdin psikolojik faaliyetlerinin izahı için folklorun topladığı verilerden psikologlar istifade edebilirler.

B. Halk Edebiyatı Öğretim Yöntemlerim Hazırlayan Unsurlar

îlke amaca ulaştıran doğruluğu kanıtlanmış, her türlü şüpheden arındırılmış öncül düşünceler, klavuz fikirlerdir. Belli başlı öğretim ilkelerim127 'Türk Halk Edebiyatı" için de kabul edebiliriz. Bu ilkeleri kısaca şöyle sıralayabiliriz.

1. Öğrenciye görelik ilkesi: Eğitim-öğretim faaliyetlerinin öğrenciye yönelik olması gerekir. Öğretimin şeklini ve yöntemim öğrencinin gelişim özellikleri, ilgi ve ihtiyaçları, olayları algılama şekli belirler. Öğretimin öğrenciye uygun olarak yürütülmesi şu hususları kapsamaktadır:

Öğrencinin öğrenmesini engelleyen durumların gözlenmesi ve gideril-meye çalışılması; öğrencinin öğrenme gücünün, hızının tanınması ve öğretimin bu özelliklere göre ayarianması; öğrencinin özel yeteneklerinin ortaya çıkaniması ve geliştirilmeye çalışılması, öğrencilerin basan düzeylerinin belirlenerek seviye grupları oluşturulması ve bu grupların faaliyetlerde dik-kate alınması; derslerin öğrencilerin aktif katılımım sağlayacak biçimde dü-zenlenmesi.

2. Yakından uzağa ilkesi: Öğrenci biyolojik ve toplumsal bir varlık o-larak doğal ve toplumsal bir çevrede yaşar, ihtiyaçtan bu çevreden karşılanır bu çevreye bağlıdır, çevresinin etkisinde kalır. Bu sebeplerden dolayı öğrenci çevresini öğrenme isteği içindedir. Bu istekten öğretimde yararlanılmalıdır.

Bu ilkeye göre işlenmekte olan konularla ilgili örneklerin, problemlerin, olaylann, yakın doğal ve toplumsal çevreden seçilmesi; evrensel ve genel konulann başlangıcının en yakın çevreden alınması, yavaş yavaş daha uzak örneklere, problemlere ve olaylara geçilmesi; öğrencinin içinde yaşadığı yakın zamandan hareket edilmes», konulann güncelleştirilmesi yerinde olur.

Mesela, Aşık Tarzı Türk şiiri işlenirken yerel aşıklardan başlanabilir. Masal işlenirken o yörede anlatılan masallardan örnekler verilebilir vb.

3. Bilinenden bUinmeyene ilkesi'. öğretim faaliyetlerinde amaca ulaşmak için çoğu kez bilinen gerçekleri başlangıç olarak ele almak, bilinmeyene doğru ilerlemek ve bilinmeyeni bulmaya çalışmak gerekir. Yeni konuya başlamadan önce kazanılmış eski bilgiler hatırlanmalı ve onlardan yararlanılmalıdır. Bu hatırlama yeni öğrenileceklerin çağnşımlarla daha kolay, daha çabuk ve daha doğru sonuçlara ulaştınîmasıdır.

125


Bu kolay ve çabuk öğrenme öğrencinin özgüvenim artmasuu, cesaretle çalışmaya başlamasını ve başanya ulaşmasını sağlayacağı için değeri yüksek bir ilkedir. Bu ilkeye göre öğretmen yeni konuya başlamadan önce bir önceki derste öğretilenleri tekrar etmeli; geçmiş dersi tekrar ederek kalıcılığı sağlamalı; konuyu anlamayan, yanlış anlayan ya da eksik anlayan öğrencilere konuyu doğru ve tam anlama imkanı verilmelidir.

Halk edebiyatı dersinde efsane anlatılmadan önce masal konuşu anlatılır ve tekrar edilirse öğrenci efsaneyi daha iyi anlayabilecek, hem de masal ko-nusunu da pekiştirmiş olacaktır.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   34




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin