Türk idari yargi tariHÇESİ


B.Cumhuriyet İdare Hukukçularının Şûra-yı Devlet Değerlendirmeleri: Tarihsel Miras Tezi v. Kopuş Tezi



Yüklə 1,28 Mb.
səhifə17/29
tarix29.08.2018
ölçüsü1,28 Mb.
#75715
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   29

B.Cumhuriyet İdare Hukukçularının Şûra-yı Devlet Değerlendirmeleri: Tarihsel Miras Tezi v. Kopuş Tezi


İdare hukukçularının tartışmalarından tamamen habersiz ve bağımsız olarak tarihçiler Şûra-yı Devlet’e ilişkin olarak yazdıklarında “idari dava”, “idare mahkemesi”, “idari yargı” nitelemesini yapmaktan hiç çekinmiyorlar. Çekinmiyorlar diyorum zira, bunlar sadece birer niteleme olarak kalmakta, bu nitelemelere hiçbir açıklama eşlik etmemektedir. Tarihçilerin de bu saptamalarını önceki bölümde ele almış olduğumuzdan yinelemeyi gerekli görmüyoruz.

Osmanlı İmparatorluğu’nu tarihe gömen Anadolu Hükümeti, 1920 yılından itibaren Şûra-yı Devlet sorunuyla uğraşmış, konu bu tarihten itibaren Büyük Millet Meclisi’nde görüşülmüştür. Meclis görüşmelerini aktarırken göreceğiz, milletvekilleri için Şûra-yı Devlet, Osmanlı’nın çürümüş kurumlarından biri, hatta birincisidir. Buna rağmen Cumhuriyet, Şûra-yı Devlet’i anayasada düzenlemiş ve hayata geçirmiştir.

Bu tarihsel olgulardan çürümüşlüğün kuruma değil, Osmanlı Devleti’ne atfedilen bir özellik olduğu sonucuna varabiliriz.

Nitekim, dönemin idare hukuku çalışmalarında Cumhuriyet Şûrayı Devleti ile Osmanlı Şûra-yı Devleti arasında bir kopuş yaratma çabasına da rastlanmamaktadır.487 Sadece, Osmanlı Monarşisi’nde idarenin yargısal denetimini sağlamanın imkansız olduğu vurgulanmaktadır. Yani, Şûra-yı Devlet’in bir eksikliğinden ziyade, rejimin kötülüğünden söz edilmektedir. İdarenin yargısal denetimi ve Şûra-yı Devlet’in tam varlığı için hukuka bağlı cumhuriyet rejimi gereklidir.

Hukukçuların çalışmalarından süreklilik ve kopuş görüşlerini aktarmadan, hemen belirtmekte yarar var. Ele aldığımız çalışmalar, bizim bu çalışma boyunca geliştirdiğimiz tarihsel evrim yönteminden tamamen uzaktır. Geçmişe bakışlı tarih anlayışı bu dönem idare hukukçuları üzerinde de etkilidir.

Tarihsel miras tezi: “İdari kaza kudretinin hududu, şumulü, ve envaı bizde muhtelif kanunlarla muhtelif heyetlere ve komisyonlara evvelden beri verilegelmişti ...”

Cumhuriyetin kuruluş döneminin hemen ardından, idare hukuku sahasında yazın geliştirilmeye çalışıldığı gibi, idarenin yargısal denetimi kavramı da tanıtılmaya çalışılmıştır. Sayıca az da olsa idari dava ve idarenin kazai murakabesi konularında çalışmalar yapılmıştır.

1934 yılında, İdare Dergisi’nde, Hukuk Müşaviri Ekrem tarafından “İdarî Kaza” başlıklı kısa bir yazı yayınlanmıştır.488 Yazıda, idari dava fikri hemen hemen hiç bulunmamaktadır. Şûrayı Devlet bir mahkeme olarak düşünülmemekte, idarenin denetlenmesi için kurulan sistem de bir yargılama olarak kabul edilmemektedir.489 Yazarın, çalışmasına damgasını vuran “düzenli idari başvuru yolu fikri” tam olarak Osmanlı sistemine işaret etmektedir.490 Bu yazı, Cumhuriyetin kurduğu idarenin yargısal denetimi sistemini kavramaktan tamamen uzaktır. Düşünsel çerçevesi, büyük oranda Osmanlı dönemine takılı kalmıştır.

1933 yılında, İstanbul Baro Mecmuası’nın, Cumhuriyetin onuncu yıldönümü münasebetiyle neşredilen fevkalâde sayısında, avukat Abdülhak Kemal tarafından yazılan “Cumhuriyet Devrinin İdare Sahasındaki Feyizli Bir İhdası: İdarî Kaza” başlıklı yazı yer almaktadır. İdari yargı kavramını tanıtmaya çalışan, düzgün kuramsal bilgiler aktaran bu önemli yazıda, kısaca Osmanlı dönemine de değinilmiştir. Bu sağlam özeti aktaralım : “Evvelce memleketimizde idarî davanın kabul edildiğini zannettirecek teşkilât yok değildi. Mülkî idare teşkilâtı içinde ve son derecede Şûrayı Devlette idarî davalar rüyet olunurdu. Fakat Şûrayı Devlette müstakil bir deavi dairesi yoktu. İdarî davalar mahiyetlerine göre Şûrayı Devletin muhtelif dairelerinde rüyet edilirdi. Bunlar da kazaî şekilde değil idarî şekilde vaki olurdu. Verilen kararlar ancak sadaret makamının tasdikı ile nafiz olabiliyordu. Hattâ sadaret makamının tasdik ettiği kararların ait olduğu dairelerce infazından imtina olunduğu da vaki olurdu.491 İdarenin yargısal denetiminde Osmanlı’nın mevcutları ve eksikliklerini saptayan Abdülhak Kemal, Cumhuriyet’in katkılarına geçmektedir: “Cumhuriyet idaresi fertlerle devletin idaresi arasında tahaddüs eden ihtilâfların halli için bir hakimi kabul etmekle hukuk sahasında büyük bir terakki adımı atmıştır. Bununla fertlerin hukuk ve hürriyetinin tam bir teminatını vücude getirmiştir (s.4197).” Abdülhak Kemal, Cumhuriyet’in, idarenin yargısal denetimi için yaptığını bir terakki olarak niteleyerek bu konuda Osmanlı ile arasında bir süreklilik bulunduğunu kabul etmiş olmaktadır.

İzmir Baro Dergisi’nde de iptal davaları tanıtılmıştır. 1937 yılında, İzmir Barosunda Manisa Meb’usu ve Avukat Refik Şevket İnce tarafından verilen “İdarî Kazada İptal Davalarının Mahiyeti ve Hukukî Neticeleri” konulu konferansının notları yayınlanmıştır.492 İnce, tamamen iptal davalarının tanıtılmasına ayırdığı konferansının girişinde, hukukçuların kuramsal birikiminin olmadığını saptamıştır: “O tarihten (1341’den) evvel idare hakkındaki hukukî noktai nazarımız bugünkü tekamül derecesinde değildi. Umumi harpten evvelki değil, hattâ umumi harbin hukuk fakültesi bile, asrî zihniyetle ve bittabi bizim için Fransız zihniyetiyle bir idare hukuku öğretmiyordu.” Bu kuramsal boşluğa karşılık idarenin yargısal denetiminde bir kurumsal birikimin bulunduğu İnce tarafından da kabul edilmektedir: “İdari kaza kudretinin hududu, şumulü, ve envaı bizde muhtelif kanunlarla muhtelif heyetlere ve komisyonlara evvelden beri verilegelmişti. Fakat Cumhuriyet devrinden beri bu salâhiyeti iyi tanzim edilmiş sistemli bir tarzda (abç.) görmekteyiz (s.313).

1941 yılında, Abdülkadir Özoğuz’un Fransa’da yayımlanan Le Conseil d’État et le Contentieux administratif en Turquie (Türkiye’de Şûra-yı Devlet ve İdari Yargı) adlı kitabında kurumsal süreklilikten ziyade işlevsel sürekliliğin kendini dayattığı savunulmaktadır. Özğuz’un saptamasıyla, “[Kurtuluş Savaşı’nın ilk yıllarında] Osmanlı Şûra-yı Devleti’nin yarattığı hayal kırıklığına rağmen idari yargı kavramı varlığını sürdürmüş ve yasakoyucu, yapısı koşulların dayatması ile belirlenen bir idari yargı örgütlenmesi oluşturmuştur.”493 Özoğuz bu saptamasından sonra, TBMM içinde kurulan Encümenleri anlatmaktadır.

Devlet Şûrası Birinci Başkanlığından emekli olduktan sonra yazdığı Devlet Şûrası kitabıyla, kurumun ve genel olarak idari yargının tarihi konusunda temel başvuru kaynağının sahibi olan İsmail Hakkı Göreli, hemen hemen hiçbir değerlendirmeye yer vermeyen ve bir belge derlemesi niteliğinde olan çalışmasında süreklilik görüşüne yakındır. Göreli’ye göre Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti kurulduğu zaman, tüm zamanını vatanın kurtuluşuna harcadığı için “devlet teşkilâtı tam olarak kurulamamış ve o meyanda Şûrayı Devlet Teşkilâtı da bizarrure ihmal edilmiş bulunmakta idi (s.38).” Göreli’ye göre, Şûrayı Devlet, tam bir devlet örgütlenmesinin zorunlu parçasıdır. Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyet İdaresine geçişteki kesinti ise zorunlu bir ihmalden kaynaklanmıştır.

İsmail Hakkı Göreli, 1953 tarihli kitabından önce de Şûra-yı Devlet tarihi konusunda çalışmalar yapmıştır. 20 Mart 1937 tarihinde Ankara Halkevinde, “Bizde Şûrayı Devlet ve İdarenin Kazaî Murakabesi” başlıklı bir konferans vermiştir.494 Göreli, bu tarihte henüz, Devlet Şurası Tanzimat Dairesi reisidir. 1953’te yayımlayacağı kitabının bütün kuruluğu, sistemsizliği ve kuramsal çerçeveden yoksunluğunu bu konferansta da görebiliyoruz. “Çok ümit ve temenni edilir ki Fransa için Fransa Şûrayı Devleti nasıl medarı iftihar ise Türkiye için de Türk Şûrayı Devleti o mevkii bulsun!” diyerek bitirdiği konuşmasında da zorunlu ihmal görüşü bulunmaktadır.

Danıştay’ın Yüzyıl Boyunca Danıştay adlı çalışması da tamamen Göreli’nin Devlet Şûrası kitabına dayanmaktadır. Kurumun, 10 Mayıs’ı kuruluş yıldönümü olarak kutlaması da tarihsel süreklilik (miras) düşüncesinin, kolektif kimliğinin bir parçası olduğunu göstermektedir.495

Tarihsel miras tezini, Türkiye’de kamu hizmeti anlayışına dayalı modern idare hukukunun kurucusu olarak takdim edilen496 Onar’ın çalışmalarında belirgin olarak görebiliriz.

Modern Türk idare hukukunun en önemli temsilcisi olan Sıddık Sami Onar’a göre, 1868 yılında Divan-ı Ahkâm-ı Adliye ile Şûra-yı Devlet’in kurulması ve hükûmetle eşhas beyninde olan dâvayı rüyet etme görevinin Şûra-yı Devlet’e verilmesiyle “Türk pozitif hukukunda idari rejim tamamiyle kabul edilmiş bulunmaktadır.”497 Onar, Şûra-yı Devlet’i açıkça idarenin yargısal denetimini gerçekleştirecek bir organ olarak görmektedir. Buna karşılık Onar’da yazılarında, Osmanlı Şûra-yı Devleti tarafından gerçekleştirilmiş bir denetimin varlığına ilişkin herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

Onar, “idari rejim”e geçildiği açık savı ile 1876 Anayasası’nın “eşhas ile hükûmet beynindeki dâvalar dahi mahakim-i umumiyeye aittir” diyen 85. maddesi arasındaki çelişkiyi açıklamak zorunda kalmıştır. Onar, maddedeki açık düzenlemenin “idarenin yalnız fertlerle beraber ve onların tâbi olduğu şartlar içinde yaptığı âdi ve hususî tasarruflardan çıkan ihtilaflar adliye mahkemesine bırakılmıştır” şeklinde anlaşılması gerektiğini, nitekim uygulamanın da bu yolda geliştiğini ve mevzuatta da (Mahakim-i Nizamiye Teşkilatı Kanunu498) buna uyulduğunu belirtmektedir. Bununla birlikte, Onar, uygulamaya ilişkin hiçbir denetim örneği vermediği gibi, 1886 senesinde Şûra-yı Devlet Nizamname-yi Dahilisi’nde yapılan tadilât ile “Şûra-yı Devletin kazaî fonksiyonunun yalnız memurin muhakemıtıyla sınırlandığı” ve 1913 senesinde ise Şûra-yı Devlet’in muhakemat dairesi lağvedilerek “memurların muhakemelerinin de adliye mahkemelerine bırakıldığı ve bu suretle Şûrayı Devletin bu kazai fonksiyonun da nihayet buldu”ğu saptaması da yapmaktadır.499

Şûra-yı Devlet’in teşkili ile Osmanlı’da idari rejimin benimsenmiş olduğunu kabul eden ve 1876 Anayasası’ndaki açık hükmü bile Şûra-yı Devlet ve idari rejim lehine yorumlamaya çaba gösteren Onar, Şûra-yı Devlet’in Osmanlı Dönemine ilişkin yazdıklarını “işlevsizlik” saptamasıyla bitirmektedir: “Kanun-u Esasî de fiilen tatbik sahasından kalkmış ve sadece Düstur sahifelerinde bir süs olarak kalmış olduğu gibi Şûra-yı Devletin kazaî vazifesi de gerek İkinci Sultan Hamit devrinde ve gerekse ikinci meşrutiyette imtiyaz işlerine inhisar etmiştir.500II. Sultan Hamit devrinde heyetler ve bunların toplantıları hoş görülmediği için Şûra-yı Devlet Heyeti Umumîyesi fiilen toplanamıyordu.501

Onar çelişkili bir tavırla, bir yandan Şûra-yı Devlet’in kurulması ile Osmanlı’nın idari rejimi kabul etmiş olduğunu savunmakta ve hatta 1876 Anayasası’ndaki hükme rağmen idari yargının varlığını sürdürdüğünü kabul etmekte, öte ynadan Şûra-yı Devlet için işlevsizlik saptamasında da bulunmaktadır. Bu çelişkiyi, Cumhuriyet Danıştayı ve idari yargısına tarihsel kökler bulmak gayretiyle açıklayabiliriz. Cumhuriyet Danıştayı’nın “yapay” bir kurum olmadığını, Fransa’dakine benzer tarihsel kökleri bulunduğunu kanıtlama arayışının bir sonucu olarak değerlendirilebilir.

Sıddık Sami’nin, idari yargı tarihine ilişkin çalışmaları, üç ciltlik İdare Hukukunun Umumi Esasları kitabından daha eskilere dayanmaktadır. 1935 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi Mecmuasında, “Türkiyede İdarenin Kazaî Murakabesi” başlıklı bir yazısı yer almıştır.502 Daha sonra kitabında kullanacağı çerçeveyi ilk kez bu yazısında kurmuştur. Sıddık Sami, bu yazısında, Cumhuriyetin kabul ettiği idarenin yargısal denetimi sisteminin tarihini, Osmanlı klasik döneminden başlayarak kurmaktadır. Elbette, gerek Osmanlı klasik dönemindeki denetim ve gerekse Tanzimat ile kurulan Şûra-yı Devlet sistemi, işlevsiz olarak değerlendirilmekte ve Cumhuriyet ile yargısal denetimin tam olarak kurulduğu kabul edilmektedir. Sıddık Sami için bu bir kopuş değildir. İşlevsiz yapılar, Cumhuriyet tarafından işlevli olarak yeniden kurulmaktadır.503 Sıddık Sami yazısını, Osmanlı Şûra-yı Devleti’nin ilk nizamnamesi ile Cumhuriyet Şûrayı Devlet Kanunu’nun hükümlerini karşılaştırarak bitirmekte ve gelişme saptaması yapmaktadır: “Bugünkü şurayı devlet kanununun hükümleri ile ilk şurayı devlet nizamnamesinin hükümleri arasındaki şu farklar, Türkiyede idarenin kazaî murakabesinin ne derecelerde esaslı bir sürette yerleşmiş olduğunu pek açık surette gösterir (s.39).

1942 yılında ilk idari yargı kitabını yazan Ragıp Sarıca da “idarî kaza teşkilâtının tarihçesi”ni anlatırken, Onar’ın kurduğu çerçeveyi benimsemektedir. Kitabının ilgili bölümündeki kaynaklar için şu notu düşmektedir: “Bu bahsi münhasıran sayın hocamız Ord. Prof. S.S. Onar’ın eserlerinden naklettiğimizi söylemek bizim için şerefli ve zevkli bir borçtur.” 504 Bu nedenle Sarıca ayrıca ele alınmayacaktır.



Kopuş Tezi: “Hicrî bilmem kaç yılının Şaban ayının bilmem kaçında çıkan nizamnamedeki müphem bir hükmün mefhum-u muhalifinden, Osmanlı İmparatorluğunda idarî yargının varlığını isbata elverişli sonuç çıkmaz ...”

Özyörük, Osmanlı Şûra-yı Devleti’nin niteliği konusunda, Onar çizgisinden farklı bir çerçeve geliştirmiştir.505 Ona göre, Osmanlı Şûra-yı Devlet’i, gerçek bir idari yargı kurumu olmadığı gibi, böyle bir kurum oluşturulması da Osmanlı’da idari rejimin kabulü sonucu doğurmamıştır.

Cumhuriyet Danıştayı’na, Osmanlı’dan tarihi kökler aramak gereksizdir.

Özyörük 1977 tarihini taşıyan Ders Notlarında, idari yargının tarihi konusunda Sıddık Sami Onar’ın tezlerini sıkı biçimde eleştirmiştir.

Özyörük, Şûra-yı Devlet tarihine ilişkin, değerlendirmelerini sorulardan oluşmaktadır. Özyörük sorularını kinayeli bir tonda biçimlemektedir: “İdare ile fertler arasındaki davaların genel yargı yerleri dururken yeni kurulan bu yüksek mahkemede görülmesinin sebebi neydi? Bu türlü davalarda uygulanacak özel nitelikte bir takım hükümler ve meselâ bir İdare hukuku mu vardı da, bunu o zamanlar Nizamiye mahkemeleriyle Şer’iye mahkemeleri uygulayamadıkları veya uygulamadıkları için mi bir idare mahkemesine ihtiyaç görülüyordu. Yoksa Devlet, o zamanlara kadar bilinmeyen bir takım kamu hizmetlerini mi yüklenmişti de bu hizmetlerin yeni kurulan bu mahkeme ile uygulanacak yeni bir hukukî rejime mi ihtiyaçları vardı? (s.43)” Özyörük, bu soruları sorduktan sonra, “bu soruların hiçbirine olumlu cevap verilemez” yanıtını vermektedir.

Şûra-yı Devlet’in varlık nedenine yönelik bu sorular için Özyörük’ün geliştirdiği yanıt, Şûra-yı Devlet’i bir reform danışma organı olarak ele almaktır: “Tek mâkul cevap, belki şu olabilir: Şûra-yı Devlet, özellikle mütaâlalar vererek, önemli bir takım idarî meselelerde, ıslahatta incelemeler yapıp önerilerde bulunarak batılı bir yönetim tipine dönülmesi yolunda hizmetler edecekti (s.43).”

Şûra-yı Devlet’in bu danışsal görevinin yanısıra, kuruluşunda öngörülen yargısal görevi Özyörük’e göre “sun’î”dir: “Şûra-yı Devlet’e, devleti yenileme hususunda verildiği açıkça görülen araştırma, inceleme ve danışma, önerilerde bulunma görevinin yanı sıra bir de bu tür yargısal görevin neden verildiğini anlamak kolay değildir. Zira, şer’i hukuk, Kamu Hukuku-Özel Hukuk ayrımını bilmez ve bu ayrımı gerektirecek ve kamu hukukunu geliştirecek hiçbir sebep de henüz yoktur. Netekim bu sun’î yargısal görevin o 8 yıllık süre içinde neye yaramış olduğunu da gösteren bir araştırmaya rastlamadık (s.44).

Özyörük, 1876 Anayasası’nın 85. maddesi hükmüyle, Şûra-yı Devlet’in idari yargıya ilişkin olabilecek görevini kaldırdığını kabul etmekte, bu açık düzenlemeye rağmen, Onar’ın aksi bir arayış içinde olmasını biraz da alaylı biçimde eleştirmektedir: “1876 Anayasasından sonra dahi Osmanlı Danıştayının idarî yargıda görev sahibi olduğu iddiaya gayret edilmeğe çalışılmakta, fakat bakmış olduğu davalardan bir tek misal bile verilmemektedir. Çünki yoktur. Ve olamazdı da ... 10 Mayıs 1868 de açılışı yapılan Osmanlı Danıştayı, madem ki fertlerle İdare arasındaki bütün davalara bakacaktı ... ve diyelim ki baktı; bu dosyalar herhalde bir yerdedir; acaba ihtilâflar ve verilen hükümler neydi? (s.45).

Özyörük’ün de eleştirdiği gibi, Şûra-yı Devlet’in kurulmasıyla, Osmanlı’da idari yargının da kurulduğunu savunan Onar, herhangi bir uyuşmazlık ve karar örneği vermemektedir. Onar bunun yerine, bir nizamnameye dayanarak, 1876 Anayasasından sonra da Şûra-yı Devletin yargısal görevlerinin sürdüğünü kanıtlamaya çalışmaktadır. Özyörük bu noktada, eleştiri dozunu yükseltmekte, Türk idari yargısının köklerini 1868’e götürenlerde tarih bilgisi bulunmadığını belirtmektedir: “Sizlere, gerçekçi bir hukuk öğreniminin, pozitivist bir hukukçu olmanın genel bir kültüre bağlı olduğundan sık sık bahsetmişimdir. Şimdi burada da, gene Hukukçu olmanın, tarih bilgisine de sahip bulunmayı şart kıldığını göstermek istiyorum. Siyasal toplumdaki üç fonksiyonun ve bunların icrasını mümkün kılan üç hukukî iktidarın bir tek elde birleştiği, bir tek organda toplandığı yerde ne idarî yargı, ne İdare hukuku olur. Hicrî bilmem kaç yılının Şaban ayının bilmem kaçında çıkan nizamnamedeki müphem bir hükmün mefhum-u muhalifinden, Osmanlı İmparatorluğunda idarî yargının varlığını isbata elverişli sonuç çıkmaz (s.47). 506

Özyörük, idari yargının varlığından söz edebilmek için mutlaka, idare ile vatandaşlar arasında çıkan uyuşmazlıkların idare hukuku veya genel olarak kamu hukuku kuralları ile çözülmesi gerektiğini kabul etmektedir. Özyörük’e göre, Osmanlı’da kamu hukuku - özel hukuk ayrımı bulunmadığından, yargısal görevleri bulunan bir Şûra-yı Devlet kurulmuş olsa da bunun bir idari yargı organı olarak kabul edilmesi mümkün değildir: “Devlet arşivlerinden Osmanlı Danıştayının bakıp hallettiği birtakım davaların dosyalarını dahi çekip çıkararak gözler önüne serebilsek, gene aynı kaçınılmaz soru karşımıza dikilecektir: Peki bu davalara hangi hukuk uygulanmıştır? Aynı hukuk uygulanmışsa -ki başka türlü olamazdı- Osmanlı Danıştayı ile Divân- Ahkâmı-ı Adliye arasında ne fark kalır? İkisi de aynı hukuku uygulayan mahkemeler demektir. Aynı hukukun uygulanması onu uygulayan mahkemeleri, aynı yargısal kategoride toplar (s.48).

Özyörük’ün idari yargı ve Danıştay konusundaki temel tezi, Cumhuriyet’in, Osmanlı’dan kopuş tezine uygundur:

Bir takım kıyıdaki köşedeki hükümlerden, memleketimizde 1868’den beri idarî yargı bulunduğu ve yürütüldüğünü iddia etmeyi bir tarafa bırakalım. Türkiye’de idarî yargının ve idare hukukunun ilk ve tek sahibi Türkiye Cumhuriyetidir (s.46).”

İdari yargımız ve İdare hukukumuz yönünden, Osmanlı Şûra-yı Devletini, Cumhuriyetimizin Danıştayı ile bağlantılı tutamayız. (s.50)”

Danıştayımızın tarihçesi hiç şüphesiz 1868’e iner. Fakat bir yargı organı olarak Danıştayımız 6 Temmuz 1927’den beri görev başındadır. O halde müesse 105 yaşındadır; fakat idarî yargımız 46 yaşının içindedir (s.48).”

Özyörük’ün soruları, geribakışımlı bir tarih anlayışıyla malûldür. Tüm idare hukuku yazarlarının aynı sorunla karşılaştıkları düşünülürse, bu malûliyet dışında, Özyörük, Onar’ın kurduğu çerçeveyi sorgulayan önemli itirazlar geliştirmiştir.

Aşağıda, Türkiye Büyük Meclisi kurulduktan sonra, Meclis Hükümeti’nin Şûrayı Devlet’in işlevlerini karşılamak için gösterdiği çabayı ve daha sonra da Şûrayı Devlet’in yeniden kurulmasını ele alacağız. Meclis Hükümeti dönemi ve 1924 Anayasası’nın idari yargının tarihsel evriminde nasıl bir gelişmeye işaret ettiğini ortaya koymaya çalışacağız. Bu döneme ilişkin ortaya çıkan veriler, kopuş ve süreklilik tezlerinden ikincisini destekler niteliktedir.



Yüklə 1,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   29




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin