Türk ressamları daha sonra yeni arayışlar içine girmiş ve sürrealist, naif Renkçi-Lekeci, Pop-sanat eğilimleri ortaya çıkmıştır



Yüklə 1,04 Mb.
səhifə11/18
tarix30.05.2018
ölçüsü1,04 Mb.
#52156
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   18

“Yanık Tarlalar-Umut”


Tuval Üzerine Yağlıboya (9080 cm)


  1. Halil Akdeniz

“Motif Kare”

Tuval Üzerine Yağlıboya (6060 cm)


Refik Epikman’ın yapıtlarında hacimsellik, çok yalın bir plan ile soyutlayıcı bir görsellikten yola çıkar. İlk tablolarından’ “Dans”, bu eğilimin belirgin örneklerinden sayılabilir. Yine ilk resimlerinden olan (Bar) nesneler ve figürler, hacim değerleri, konumları sağlam desen kuruluşları üç boyutlu bir mekanda betimlenmiştir. Epikman’ın sonraki resimlerinde bu anlayış sürmüş, ışık ve renk değerlerinin dağılımı ile vurgulanan devingenliği ve yaşamsallığı aktarmıştır. (162)

Resim doğaya yaklaşsa da ondan derece derece uzaklaşsa da, asıl önemli olan, doğa biçimlerinin plastiğe yatkın olan işlevleridir. Bu nedenle sanatçıda, doğanın çok titiz ve çözümleyici bir gözlemden geçirilmesi ile bir tuvale aktarılması arasında, soyutlayıcı mekanizma, bir dizi etüdü gerekli kılmıştır. Mesela çalışmaların temelinde, temel olanı yakalama çabası yer alır. (163) Hareketlerin yarattığı dikey-yatay uyumu, açık ve kapalı biçim ilişkisi, açık-koyu ayrımı, konunun bağlayıcı etkisini de arka plana iter. Sanatında soyutlayıcı işlev, ne doğaya bütünü ile yaklaşır, ne de onu unutturacak bir düzeye gelir. İlk bakışta kübist anlayışı akla getirebilecek hacimsel ve plancı görüntüler, Refik Epikman’ın resimlerinde kararlı, disiplinli ve inançlı göstergelerini oluştururlar.

Sanatçı, 1930 kuşağı ressamlarının yenilikçi çabalarıyla da bu ortak eğilimin çok sadık bir temsilcisi olmuştur. Epikman, son dönem resimlerinde, doğayı bütünü ile yok sayan, soyut geometrizmi benimseyen bir yöne kaymışsa da, temeldeki anlayışı da benimsemiştir. (164)

Manzaralarında da zenginleşen geniş mekan izlenimleri, ıssız doğa güzellikleri, aynı renk ve leke anlayışı ile, doğanın gizemli, görsel değerlerinin algılanmasını sağlamıştır. “Ağaçlar” adlı resminde, mekan ve kütle etkisinin, ışık ve renk değerlerinin coşkulu anlatımına ve soyut geometrik formlara ulaşan geniş renk yüzeylerinden oluşur. (165)

Epikman, eski TBMM binasında sergilenmekte olan “Mustafa Kemal Paşa Millet Meclisi Binası’nın Balkonundan Halka Hitap Ederken ve Atatürk Mecliste Konuşuyor, Sivas Kongresi Toplantı Salonu” adlı kompozisyonlarında inşacı tasarım, konunun kuruluşu, figürlerin nesnel değerleri, renk ve ışık dağılımı sanatçının anlatımında başarılı örneklerdir. Manzaralarında da aynı duyarlılık işlenir: Kale Yolu (Hatay, 1939), Saman Pazarı, İhtiyar Köylü, Bağbozumu (Malatya) gibi resimlerinde kent ve kırsal yaşam görünümleri, doğa ve insan, güçlü bir anlatımla verilmiştir. (166)

Refik Epikman 1960 yılından sonraki eserlerinde soyut renk ve biçim uygulamalarına eğilir ve bu resimlerimde, tuval yüzeyine dağılan geometrik renk yüzeylerinin görsel ve duygusal çağrışımları serbest fırça vuruşlarıyla dinamizm kazanır. (Statik Düzen, Vizyon III, Soyutlama, İzlenim, Nü). (167)

Epikman kişisel sergi açmayı hiçbir zaman düşünmemiştir. Refik Epikman’ın birçok eseri kaybolmuştur. Bunlar, CHP yurt gezileri programına katılarak gittiği Hatay’dan Defne Şelalesi, Asi Nehri Kenarında, Kale Dağı, Değirmen, Kale Yolu, Nehir, Kadın Kıyafeti, Köprü, Antalya Dağları, Bityas Köyü, Harman, Kızılcahamam (2 tablo), Köy Evi, Haymana meydanı adlarını taşıyan resimlerinde bulunduğu toplam 24 eseridir. (168)

MRHB üyesi olan sanatçı, 1939’dan itibaren DRHS’lere sürekli katılmıştır. 1944’te 6. Sergide üçüncülük, 19. Sergide ikincilik ve 1974 yılında ise Başarı Ödülü almıştır. Resmi ve özel koleksiyonlarda yapıtları bulunmaktadır. Epikman, 17 Mayıs 1974 yılında, Ankara’da vefat etmiştir. (169)



ŞEREF AKDİK


1899 yılında İstanbul Fatih’te doğmuştur. Babası ünlü hattatlarımızdan, 1915 yılında reisülhattatin unvanını almış olan Kamil Bey’dir. Küçük yaştan başlayarak babasından hüsnühat, ebru ve minyatür dersleri almıştır. Babasının ısrarı ile 1915 yılında girdiği Sanayi-i Nefise Mektebi’nde Warnie atölyesinde alçı heykel, Ömer Adil ve Çallı atölyelerinde resim eğitimi gördü. Birinci Dünya Savaşı sonrasında askere alınan sanatçı, savaştan sonra okuluna dönmüştür. 1924 yılında Avrupa yarışmasını kazanarak gittiği Paris’te Academie Julian’da Paul Albert Laurens atölyesinde çalışmaya başlamıştır. (1925). (170) Çok sayıda kroki ve desen çalışıp galeri ve müzeleri gezerek resim bilgisini geliştirmiştir. Louvre Müzesi’nde kopyalar yapmıştır.

1928 yılında yurda dönüşünde sırasıyla Gazi Terbiye Eğitim Enstitüsü ve Haydarpaşa Lisesinde kısa sürelerde resim öğretmenliği yaptıktan sonra Akademi kadrolarında yer almıştır ve 1964 yılında emekli oluncaya dek burada adını taşıyan atölyenin şefliğini yapmıştır. (171)

Cumhuriyet Halk Partisi’nin yurt gezisi programı çerçevesinde 1940’ta İçel’e, 1943’te Erzincan’a gitmiştir. Bu dönem içinde yapıtlarıyla katıldığı 1945’deki 7. DRHS’de “Küçük Binici” adlı resmiyle binicilik ödülü almıştır. 1950 – 51’de Ortadoğu ve Avrupa ülkelerini gezerek araştırmalar yapmıştır. 1951 yılında da İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akedemisi’nde öğretim üyeliği görevi yapmıştır ve özellikle hat sanatı dersleri vermiştir.

1930 kuşağının izlenimci eğilimli ressamları arasında yer alan Akdik, akademik bilgi ve deneyimlerini yöresel gözlemleriyle birleştirmiştir. (172)

Yurtdışına çıkmadan önce Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin Galatasaray sergilerine katılarak ilk ürünlerini vermiştir. Yurtdışında çalıştığı resimleriyle de, 1928’de Ankara’da düzenlenen Birinci Genç Ressamlar Sergisi’ne katılmıştır. Resimlerinde genellikle portre, manzara ve natürmort konularına yönelmiş ve serbest fırça vuruşlarıyla v izlenimciliğe yakın bir teknikle çalışmıştır. (173)

İlk sergilerini Ankara Etnografya Müzesi salonunda 1929’da açan Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’nin kurucu üyelerinden olan, Birliğin 1930’daki toplu sergisine Ankara manzaralarından oluşan resimlerle katılan Şeref Akdik’in gerek söz konusu resimlerinde, gerek daha sonraki çalışmalarında, plan ve hacim kaygısının öne çıktığı görülmüştür. Cumhuriyet Türkiye’nin kültür oluşumuna, özellikle 1930 yıllarında büyük bir coşku ve duyarlılıkla katılan sanatçının “Harç İnkılâbı” tablosu, sözkonusu dönemin başlıca ürünleri arasında yer almıştır. Ve ayrıca Ankara’daki ilk devlet sergilerinin bir çoğunu o düzenlemiştir. Güzel Sanatlar Birliği’nin etkin üyelerinden biri olarak bütün9 sergilere katılmıştır. (174)

1940’ta yurtiçi gezileri programı çerçevesinde on kişilik bir toplulukla Anadolu’ya giderek İçel yöresinde yaptığı manzaralarını aynı yıl açılan İkinci Devlet Sergisi’nde toplu biçimde sergilenmiştir. 1943 yılında düzenlenen ikinci yurtiçi gezisinde Erzincan’a giderek, bu kentle ilgili izlenimlerini, bir yıl sonraki devlet sergisinde sunmuştur. (175)

Çok büyük boyutlarda gerçekleştirdiği kompozisyon çalışmaları, gerek içerdiği konular, gerekse teknik ve yorum açısından Şeref Akdik’in sanat gücünün önemli göstergeleridir. (176)

İlk defa yöresel konulara eğilen ressamlarımızdan olan Akdik, yapmacıksız, yalın bir anlatımla kırsal kesimin gündelik yaşamını betimlemiştir. Bu resimler yapıldığı dönemin bir belgeseli niteliğindedir. İlk kişisel sergisini 1932 yılında Ankara Halkevi salonlarında açan Şeref Akdik’in bu sergide Halk Dershanesi, Şemsiyeli Kadın, Hatip Çayı, Sokak, Ankara ve Kağnı, Etlik’te Bağ Evi, Bent Deresi, İncesu, Yenişehir, Fidanlık, Keçiören, Bahçede İstihbarat, Keklikler, Acem Laleleri, Çankaya Yolu, İncesu’dan Ankara adlı eserleri ve 11 portre çalışması da yer almıştır. (177)

Gerçekçi, modele balı yapıtlarında resim sanatının her türünü deneyen Şeref Akdik’in manzaraları en başarılı yapıtlarıdır. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde, başka müze ve galerilerde Ankara Milli Kütüphane galerisinde, çeşitli özel koleksiyonlarda tabloları vardır. (178)

Akdik, resim sanatının her türünü deneyerek büyük çapta kompozisyonlar, natürmortlar, peyzaj ve portreler meydana getirmiştir. Sayıca çok zengin tablolar arasında en başarılı olan peyzajları vardır. Akdik, kendinden önce gelen neslin İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Feyhaman Duran gibi sanatçıların çizgisinden ayrılmamakla birlikte başarılı bir içtenlilik göstermiştir. (179)

Çeşitli ödülleri ve Seçici Kurul üyelikleri vardır. Müzelerde başta Milli Küütüphane olmak üzere resmi ve özel pek çok koleksiyonda yapıtları bulunmaktadır. San Francisco’da düzenlenen uluslararası bir yarışmada 100x64 cm boyutlu, “Pazardan Dönüş” adlı resmi altın madalya almıştır ve buradaki müze koleksiyonuna girmiştir. Cumhuriyet döneminin uluslar arası alanlarda kendisini kabul ettirmiş bir ressamlardandır. (180)

Washington Nasyonel Galeri’de, Nis Müzesi’nde de bir eseri vardır. Milletlerarası sergilerde madalya ve şilt alan Akdik, Degas’ın sağlam desene dayanan impresyonizm sanat inancını kuvvetle temsil eden bir sanatçımızdır. O, konularını yurt gerçeklerinden alan, köyü, köylüleri işleyen ruh yapısı sağlam bir ressamımızdır. (181)

1950’den sonra Moda’da kurduğu özel atölyede resim dersleri vermiştir. Şeref Akdik, ilk kişisel sergisini 1957 yılında İstanbul’da açmıştır. Öümünden iki yıl sonra eşi Sara Akdik, Ankara’da sanatçının önemli yapıtlarını bir araya getiren ayrıntılı bir sergi düzenlemiştir. (182)



Sanatı: Özellikle figür ve portrelerinde geleneksel tekniğe bağlı kalmıştır. Bu teknik, resimlenen nesneleri oldukları gibi tuval ya da kağıda aktarış, bir yorum, bir değişim ya da bir üslûlaştırmaya yanaşmadan tekrarlama, doğal görünümlerin ışık ve gölge oyunlarına bağlı kalma gibi koşullara bağlı kalmıştır. “Objektif” teknikten söz edilirken “geleneksel” terimi yerine “akademik” terimi kullanmak daha yerinde olur. Gelenek çerçevesi içinde alabileceğimiz sanatın “klasik” dönemleri, sanatçının kişisel yorumlarını “deformasyon-değiştirme”lerini, doğayı, dış nesneleri kopya eder gibi görünse de gerçekte onları bambaşka kalıplara sokmuş ve üslûplaştırmıştır. Dış görünümlere bağlı kalmakla beraber Şeref Akdik, özellikle tek figür ve portrelerinde, 1928 dönemi ressamları arasında saygın bir yer almıştır. (183)

b- “D” Grubu Ressamları :

CEMAL TOLLU – (1899-1968)

Cemal Sait Tollu İstanbul’da doğmuştur. Babası, Türkiye’nin okul mezunu ilk inşaat mühendislerindendi. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamlayan Cemal Sait’in resim sanatına ilgi ve hevesi, daha küçük yaşlarında başlamıştır. Bu ilgi de, Sanayi-i Nefise Mekktebi’ne girmesine yol açmıştır; İstanbul’un işgal yıllarında okul kapanınca Cemal Sait’de öğrenimine ara vermek zorunda kalmıştır. Arkadaşlarıyla oturup durumu görüşmüştür. Genel kanı umutsuzluk ve karamsarlıktı. Ama genç, Cemal Sait, ülkenin içinde bulunduğu güç koşulları aşarak esenliğe ulaşacağına yürekten inandığı için dedesinden kalan altın köstekli saati satarak annesiyle vedalaşıp işgal kuvvetlerine görünmeden gizlice vapurla İnebolu’ya geçmiş ve oradan da Ankara’ya gitmiştir. (184)

Mustafa Kemal’in kurduğu “Ankara Zabit Namzetleri Talimgâhı”na katılmıştır. Talimgâh’ta arkadaşları arasında adı “Cemal der saadet”tir. Süvari zabiti olarrak eğitimini tamamladıktan sonra, çektiği kura sonucu merkezi Konya’da bulunan 20. Süvari Alayı’na gönderilmiştir. Anadolu’nun Kurtuluş Savaşı’na katılmış adsız neferlerinden biridir. (185)

Tollu, vatani görevini bitirip, sanat görevine kaldığı yerden devam etmek üzere İstanbul’a dönmştür (1926). Akademinin zamanki eğitim düzenine göre ikinci yıl sonunda sınava giriliyordu. Cemal Tollu bu sınavı başarılı olarak vermiş ve 1927 yılında ilk öğretmenlik göreviyle yeniden Anadolu’ya dönmüştür. Elazığ Öğretmen Okulu’nda ve arkasından Erzincan Askeri Lisesi’nde resim öğretmenliği yapmıştır. Yalnız resim konusunda öğrettikleriyle değil, sağlam ve dürüst kişiliğiyle de öğrencilerine örnek olmuştur. (186)

Cemal Sait’e, bilgisini geliştirmek ve yeni şeyler öğrenmek istemekte ve bunun en kestirme yolunun da bir an önce Avrupa’ya gitmek olduğunu bilmektedir. Kendisinden önce, Paris’e gitmiş olanlar, Julian Akademisi’ne devam etmişlerdir. Fakat Tollu’nun dikkatini çekenler, Almanya’da Hofmann’ın yanında çalışmış olanlar , başta Zeki Kocamemi ve Ali Çelebi idi. Onların yapı sağlamlığına öncelik veren, doğayı bu yönü ile çalışmaları, genç Tollu’nun kafasında öteden beri oluşturduğu yenilikçi düşüncelerle uyum göstermiştir. (187)

Fransa ve Almanya, anlatımcı ve konstrükstivist resmin büyük ustaları ve atölye hocaları önderliğinde geliştirdiği iki önemli ülkeydi. Tollu soyadını alan Cemal Sait, Münih’tte Hans Hofmann’ın, Paris’te ise Andre Lhote, Fernand Leger ve Marcel Gromaire’nin atölyelerinde çalışmıştır. Heykelsi formlara olan düşkünlüğü, onu Fransız heykeltıraş Despiau’nun yanında bir süre çalışmaya yöneltecek ve bu hocaların yanında edindiği deneyimler, “inşacı” resim tutkusunu, sağlam biçimlere bağlılık duygusunu geliştirecektir. (188)

Paris’ten dönüşünde bir ara görevli olarak bulunduğu Elazığ’da ilk sergisini açmıştır. Doğu yöremizin henüz yeterince gelişmemiş bir kentinde çıplak etütlerini sergilemiştir. Bu sergi İstanbul’da Galatasaray Lisesi salonlarında düzenlenen Güzel Sanatlar Birliği sergisinin konuk sanatçısıdır. Erzincan Lisesi’nde resim öğretmenliği yapmıştır ve daha sonra Ankara’da Arkeoloji müzesinde sonraki adı Anadolu Medeniyetler Müzesi’nde yöneticilik yapmıştır. (189)

Güzel Sanatlar Akademisi’nde atölye öğretmenliğine (1937), resim bölümü başkanlığına (1953) getirilmiştir. (190)

Akademideki reform hareketleri sırasında resim bölümü şefliğine getirilen Fransız Levy, Tollu’nun resimlerini görmüş, beğenmiş ve onu akademinin öğrenim kadrosunun içine almayı istemiştir. Bu amaçla Tollu’yu İstanbul’a çağırır ve onu kendisine baş yardımcı seçmiştir. Kadronun en güçlü elemanlarından birisi olmuştur. Ve aynı yıl evlenmiştir. 1964 yılında emekli oluncaya kadar, Güzel Sanatlar Akademisinde önce asistan, sonra atölye hocası, bunun yanı sıra mitoloji öğretmeni ve resim bölümü şefi olarak çalışmıştır. Kendisine mitoloji beğenisini, akademideki öğrenciliği sırasında Ahmet Haşim aşılamıştır. 1957’de ders notlarını bir araya getirerek yayımladığı “Mitoloji” kitabının önsözünde, yalnız Yunan mitolojisinin değil bütün kavimlerin ve devirlerin inanışlarını tarihini de kendisine yetecek kadar tanıma’nın yararından söz etmiştir. Bu kitabın yanı sıra ressam Şeker Ahmet Paşa üzerine bir monografi çalışması (1967) ve yıllarca “Yeni Sabah” götürdüğü sanat yazıları, onun sanatçı kişiliği kadar kaleminin de güçlü olduğunu gösteren başlıca belgelerdir. (191)

Cemal Tollu, sanat yazılarında özellikle sanat eğitim ve öğretiminin yurdumuz açısından önemi üzerinde durmuş ve sanat terbiyesini geliştirmenin gereğine değinmiştir. Gelip geçici eğilimlere kapılmak yerine, sanatın temel bilgilerini benimsemek, içtenlikten ayırmamak onun dayandığı başlıca ilkelerdir. (192)

Sanatta temel disiplinlere bağlı kalarak yenileşmekten yana olan Tollu, 1933’de beş ressam ve bir heykeltıraş tarafından kurulan “D” Grubunun kurucu üyelerinden biriydi. Grubun düzenlediği sergilere katılmış ve bu yolda çaba göstermiştir. (193) 1940’daki ikinci devlet sergisine ikincilik, 1941’deki sergide ise birincilik ödülünü kazanmıştır. 1938’de parti tarafından düzenlenen yurt gezileri sırasında Antalya’ya gitmiştir. 1946’da Paris ve Londra’daki çağdaş Türk sanatı sergilerine resim vermiştir. 1947 yılında İstanbul’da Oygar Sanat Galerisi’nde ikinci kişisel sergisini düzenlemiştir. Bir yıl sonra da Amsterdam’da açılan sergiye katılmıştır. (194)



1950’lerden başlayarak Venedik, Sao Paolo bienallerinde Bağdat ve Tunus uluslar arası sergilerinde Türk resminin temsilcileri arasında görünmüştür. 1960 yılında 21. devlet sergisinde, “Hasat” adlı tablosuyla ikinci kez birincilik ödülü almıştır. 1967’de akademi salonlarında ilk retrospektif sergisi yapılmıştır. 26 Ağustos 1968’de İstanbul’da ölmüştür. Ölümünün onuncu yılında, 1978 Nisanında İstanbul Cumalı Sanat Galerisi’nde özel bir koleksiyondan seçilen yapıtlarıyla, anısına bir sergi düzenlenmiştir. (195)

Sanatı: D Grubu’nun yenilikçi estetiği içinde Cemal Tollu’nun sanatı temel unsuru vardır. Birisi; 1930 yıllarının sonuna doğru devletin kültür siyasetine koşut bir görününüm kazanmış olan yöreselliktir. İkincisi; kompozisyon ressamlığıdır. Müstakiller Grubu’ndan Ali Çelebi ve Zeki Kocamemi’nin öncülüğünü yaptıkları kunt ve salam biçimcilik, Cemal Tollu’nun eserlerinde kübist bir aşamada değer kazanmıştır. Fakat bu, Batı’da Cezanne’ın belirttiği ilkeler doğrultusunda Picasso ve arkadaşları tarafından yüzyılın başlarında geliştirilmiş olan kübist estetiğin aktarılmasından kaynaklanmaz. Tollu’daki yapısal sağlamlığın kökeni, daha çok Anadolu Hitit sanatı ile ilgilidir. Tollu’nun resimlerini süsleyen yöresel figürler, taş üstüne ayrılmış Hitit tanrılarının duruşlarını akla getirmiştir. (196)

Yüklə 1,04 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   18




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin