GÜZEL SANATLAR BİRLİĞİ SANATÇILARI
ALİ KARSAN – (1903- )
1903 yılında İstanbul’da doğmuştur. Ressam Ahmet Münip Bey’in oğludur. İlk ve orta öğrenimini Nişantaşı Sultanisi’nde yapmış (1921), fakat mezun olamadan oradan ayrılarak, Sanayi-i Nefise Mektebi Âlisi’ne girmiştir. Hikmet Onat ve İbrahim Çallı atölyelerinde ikişer yıl çalıştıktan sonra, kendi olanaklarıyla Münih’e gitmiş ve burada Hoffmann’ı atölyesinde çalışmıştır.(234). Aynı yıl Paris’e giden sanatçı, Julian Akademisi’nde, Pierre Laruens’in öğrencisi olmuştur. Bu yıllarda açılan Ecole Nationale Superieure des Beaux - Arts´ giriş sınavını kazanarak okulun öğrencisi olmuştur ve öğrenimini Ernest Laurent atölyesinde tamamlamıştır. (1927) (235)
Türkiye’ye döndükten sonra Kırşehir, İzmir ve İstanbul okullarında uzun süre resim öğretmenliği yapan Karsan, İstanbul Güzel Sanatlar Birliği’nin bir üyesidir. Halkevler Genel Merkezi tarafından yurdun çeşitli yerlerine gönderilen Ali Karsan’da Bolu’ya gönderilmiş ve sanatçı buradan başarılı peyzajlar çizmiştir. (236)
Çağımızın espirilerinde kimi çalışmaları olmuşsa da, o daha çok klasik anlayışın yolcusu bir ressamdır. Paris’te bulunduğu sıra evlendiği eşi ressam İvon Karsan’la birlikte bu inanç doğrultusunda çaba harcamışlardır.(237)
Akademideki öğrencilik yıllarında ve Avrupa’da bulunduğu süre içinde yenilikçi akımlara bağlı kalarak çalışan Ali Karsan, 1930’lardan sonra klasik anlayışa yönelmiştir. Sanat yaşamı boyunca bu anlayışa bağlı kalmakla birlikte, üslubu gittikçe yalınlaştırmıştır. Manzara, portre, figür ve ölüdoğalar yapan Karsan, üyesi bulunduğu Güzel Sanatlar Birliği’nin bütün sergilerine katılmıştır.(238)
1979 yılında Güzel Sanatlar Akademisi tarafından kendisine “Onur Belgesi” verilen Ali Karsan, doğaya bağlı kalarak Geleneksel – Gerçekçi anlayışta, çoğunluğu, portre olan yapıtlar ortaya koymuştur. Yağlıboya ve fresk tekniklerinde, anlayışın başarılı örneklerini vermiştir. Sanatçının, çeşitli resmi ve özel koleksiyonlarda yapıtları bulunmaktadır.(239).
AYETULLAH SÜMER (1905-1979)
1905 yılında İzmir’de doğmuştur. İlk ve orta okul öğrenimini burada yaptıktan sonra 1925 – 1928 yılları arasında Marsilya Ticaret Okulu’nda öğrenim görmüştür. (240). Güzel Sanatlar Akademisi’nde Theophile Beranger’nin atölyesine devam etmiş ve bundan sonra Devlet hesabına öğrenim için Paris’e gitmiş ve burada P.Baudovin atölyesinde fresk çalışmıştır. Bu döneminde Paris’te katıldığı bir yarışmada gümüş madalya almıştır.
1933’te Türkiye’ye döndükten sonra Güzel Sanatlar Akademisi’nde fresk atölyesini kurmakla görevlendirilmiş ve 1971’de emekli oluncaya değin fresk atölyesinde ders vermeye devam etmiştir. Güzel Sanatlar Birliği’nin yanı sıra akademi dışında oluşturulan As Grubu’nun üyesidir.(241)
Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde uzun yıllar öğretim üyeliği yapan Ayetullah Sümer, bizde impresyonist kuşak arasında yer almakta ise de gerçekte o, tam anlamı ile bir realizm yolcusudur. Titiz ve sabırlı çalışmaları ile tanınan sanatçı, sanatın temel kurallarından ayrılmaksızın çalışmakta ve günün modalarına kendini kaptırmadığını eserleri ile ortaya koymuştur.(242)
Sümer’in portreleri gerçekçi; bazen romantik özelliklerin de göze çarptığı manzaraları doğalcı; ölüdoğaları ise malzemelir işleyiş tarzından dolayı klasik özellikler göstermiştir. Fransa’ya gitmeden önce özellikle koyu renk tonlarıyla buğulu bir atmosferi yeğleyen Sümer, Fransa dönüşü sert çizgili akademik bir tutumu benimsemiş olsa bile 1940’ların başından itibaren daha yumuşak çizgi ve renklere yönelmiştir. Çok renkli ve pastel tonlu resimlerinde İstanbul’un çeşitli köşelerini konu almıştır. 1960 yılından sonra ise; özellikle portre ve ölüdoğaya yeniden keskin bir çizgi ve canlı renk anlaşışı görülmeye başlamıştır. (243)
Ayetullah Sümer, portre konusundaki başarısını, 1950’den sonra da Atatürk portreleri ile ünelenmiştir. Devlet sergilerine 17 kez katılmış olan sanatçı, grup ve karma sergilerle sanat etkinliklerinde resmi ve özel koleksiyonlarda yapıtları bulunmaktadır. (244)
NAZLI ECEVİT (1900-1985)
17 Ocak 1900 yılında İstanbul’da doğan Fatma Nazlı, asker kökenlir bir aileden geliyor. Babası Miralay (Albay) Mehmet Emin Bey, onun babası, Refik Salih Zeki Paşa, Nazlı hanımın annesi, Adviye hanımın babası da Hünkâr yaverlerinden Ali Paşa’dır.
Nazlı hanım, Beşiktaş İnas Rüştiyesi’ni bitirdikten sonra, Darülmuallimat Kız Öğretmen Okulu’na yatılı olarak kabul edilmiştir. Bu okulu bitirdikten sonra İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’ne girmiştir. Orada 4 yıl Mihri Müşfik, sonra Ömer adil’in öğrencisi olmuştur. Bu arada Beşiktaş Kız Okulu’nda resim öğretmenliği yapmıştır.(245)
1922 yılında Kastamonu’da resim öğretmeni olarak atanır ve 1924’de Dr.Fahri Ecevit’le evlenmiştir. Kısa süre sonra Ankara’ya yerleşerek Ankara Musiki Muallim Mektebi’nde (Konservatuar) 19 yıl resim öğretmenliği yapmıştır. Eşinin ölümünden sonra, İstanbul’da yaşayan sanatçı, uzun yıllar GSB’nin başkanlığını yapmıştır. (246)
Nazlı Ecevit, GSB’nin sergilerine, Devlet Resim ve Heykel Sergileri’ne, başka karma sergilerine eserler veren sanatçı, “Clup Entrenational Femine”nin Paris’de düzenlediği birkaç sergiye katılmıştır. Ayrıca Ankara’da özel bir sergi de açmıştır. Impresyonist espride realizmin en güçlü örneklerini vermiştir. Özellikle renk konusunda olgunluğa ulaşmış, teknikte ustalaşmış bir ressamdır.(247)
Ecevit, akademik kurallarla izlenimci anlayışın yumuşak renk duyarlılığını yerel bir atmosfer içinde birleştirerek manzara, portre ve iç mekân resimleri, figürlü kompozisyonlar yapmıştır. Önceleri figür ve çıplak üzerinde çalışırken, daha sora manzara ve ölüdoğalara yönelmiştir.(248)
İstanbul ve Anadolu’nun çeşitli köşelerinden gerçekleştirdiği manzaralarında rengi birinci planda tutarak gerçekçi bir gözlemle çalışmıştır. Figürlü kompozisyonlarda serbest bir tutum içinde olan Ecevit, portrelerinde ise anlatımcı bir tavrı benimsemiştir. Son dönem çalışmalarında ise çiçek resimlerindeyse uyumlu ve çekici renk çeşitlemeleri kullanılmıştır. (249)
Ecevit, karakalem, desen, portre, manzara, natürmort gibi değişik türde çalışmalar yapmıştır. Başarılı portereleri arasında yer alan Kerime Salahor’unki, Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ndedir. Ecevit uzun süre resim yapan ve en çok eser veren, 70 yıl fırça kullanmış bir kadın ressamımızdır. Eserleri müzelerde, değişik sanatsever ailelerde,, yurt içinde ve dışında bulunmaktadır. 60’a yakın karma sergiye ve 10 kadar özel sergi açmıştır. 1985 Ağustos’unda Ankara’da hayatını kaybetmiştir.(250)
D. Bağımsız Sanatçılar
SAİP TUNA (1904-1974)
1904 yılında İstanbul’da doğmuştur. Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisinde iki yıl öğreniminden sonra kendi olanakları ile Almanya’da Hofmann ve hayman atölyeleriyle Paris’de Akademi Julian’a devam ederek öğrenimini geliştirmiştir. Paris’de bulunduğu sırada bir eseri Jö Dö Pon Müzesi’ne alınan sanatçı, Türkiye’ye döndükten sonra sadece sanat alanında çaba sarf etmiş, herhangi bir görev kabul etmemiştir. (251)
Tuna, Atatürk ile ilgili kompozisyonlar ve Atatürk’ün meclisinde O’nun portrelerini yapmıştır. Bir süre İsmet Paşa Kız Enstitüsü Resim Öğretmenliği yapmış ve buradan da emekliye ayrılmıştır.(252)
Saip Tuna, 1933’ten itibaren, katıldığı Halkevleri sergileriyle kendini kabul ettirmiştir. 1936-1966 yılları arasında sürekli, sonraki yıllarında da aralıklı olaraklı DRHS’ne katılmıştır. “Ressamların Yurt İçi Gezileri” programı gereğince 1940’da Maraş’a, 1943’te Kırklareli’ne gitmiştir. Buralardan yaptığı çoğu portre eserlerini Anadolu insanının gerçek yaşantısı içinde işlemiştir. Form anlayışı güçlü deseni ve olgun renk armonileri ile peyzaj figürlü düzenlemeleri ile en belirgin özelliği oluşturmuştur. (253)
Ankara Kız Lisesi’nden sonra, Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’nda uzun yıllar resim öğretmenliği yapmıştır. Saip Tuna, 24 Temmuz’da Ankara’da vefat etmiştir. (254)
NURETTİN ENGÜVEN (1905-1979)
1905 YILINDA Rumeli’de İskeçe kentinde doğmuştur. İlk ve orta öğreniminden sonra yüksek öğrenimini Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi’nde tamamlayan Ergüven, Almanya Dresten Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenimini bitirerek yurtta bir süre resim öğretmenliği yapmıştır ve daha sonra tam anlamı ile kendini sanata adamıştır. O, kendisini sanata adayabilen, bütün imkanlarını sanata veren, “memleketimizde sanat karın doyurmuyor” sözünü başa çıkartmak için çırpınan idealist bir ressamdır. Ergüven, yanız idealist yönü ile değil, sanat gücü ile de kendisini kabul ettirmiştir. (255)
Ergüven, çalışmalarını daha yoğun bir şekilde sürdürebilmek için, 1938 yılında öğretmenlikten istifa ederek 1939-1940’larda “Plastik Sanatları” adlı atölye kurmuştur. Ancak maddi olanaksızlıklar nedeni ile kısa bir süre sonra kapatmak zorunda kalmıştır.
1940 yılında C HP’nin düzenlediği “Yurt İçi Gezileri” gereğince Isparta’ya gitmiş ve altı yapıtı ile dönmüştür. Halkevleri sergilerinde yapıtları ile dikkati çeken sanatçı, 1944 yılında DRHS’lerine katılmıştır. (256)
Ergüven, çoğu peyzaj ve portre çalışmalarında renkçi bir anlatım göstermiştir. Renkçi yanı ile birlikte, biçim ve motifleri, kendine göre bir sadeleştirme ile yansıtmıştır. Cenaze’nin renklerinin, daha duyarlı ve coşkulu, daha canlı yapıtları ile görülmüştür. Bazen izlenimci, bazen de gerçekçi ve dışavurumcu yapıtları ile görülmüştür. Sanatçının çeşitli resmi ve özel koleksiyonlarda, yapıtları bulunmaktadır. (257)
NUSRET KARACA (1906- )
Çanakkale-Ayaş’ta doğan Nusret Karaca, ilk ve orta öğrenimini Bandırma’da yapmıştır. İstanbul Öğretmen Okulu’ndan mezun olmuştur (1928). Elaziz’de ilkokul öğretmeni olarak çalıştığı sırada, Cemal Tollu’yu tanıyan sanatçı, çalışmalarını hızlandırır ve ilk kişisel sergisini halkevinde açmıştır. Çalışmaları başarılı görülen sanatçının Milli Eğitim Bakanlığı tarafından “Üstün Başarılı Belgesi” verilmiş ve devlet bursu ile Paris’e gönderilmiştir. 1932 yılında, Paris’te Andre Lhote ve Fernand Leger atölyeleri ile Kalorossi Akademisi’nde çalışmıştır. Türkiye’ye dönüşünde Gazi Eğitim Enstitüsü Resim İş Bölümü’nden mezun olmuştur (1932-1935).
Başarılı bir portre ressamı olan Nusret Karaca’nın, başta Atatürk ve İnönü portresi olmak üzere birçok başarılı portre çalışmaları olmuştur. Desen çalışmalarında çizgi taramalarıyla iç kontura inen ışık-gölgeli işleyiş onu gerçekli anlatımda güçlü yorumlara ulaştırmıştır. Suluboya ve yağlıboya tekniklerinde çalışan sanatçı, yağlıboya tablolarında rengi tok, doymuş değerleriyle, suluboya çalışmalarında ise zaman zaman parlak kullandığı görülmüştür.
1935’ten sonra çocuk kitapları kapak ve iç resimlerinin çalışmalarını yapan Karaca, 1940 ve 1944 yıllarında Milli Eğitim Bakanlığı’na yaptığı kitap resimlerinde başarılı olmuş ve ödüllendirilmiştir. 1944-4960 yılları arasında ise, Resim Öğretmen Okulu’nu kurmak üzere Afganistan’a gönderilen sanatçı, burada başarılı çalışmalar ortaya çıkarmıştır.
1941 yılında CHP’nin düzenlediği ‘Ressamlar Yurt İçi Gezileri” programı için Urfa’ya gitmiştir. Nusret Karaca, Ankara’da çeşitli orta öğrenim kurumlarında, yirmi bir yıl resim ve sanat tarihi öğretmenliği yapmıştır.
Nusret Karaca bugüne kadar 10 kişisel sergi açmıştır. halkevleri sergilerine çeşitli karma sergileri açmıştır. (258)
HAMİT NECDET GÖRELE (1900-1980)
1900’de Giresun’un Görele ilçesinde doğmuştur. İlk ve orta öğrenimini Gümüşhane’de tamamlamıştır. Lise öğrenimini ise İstanbul’da bitirmiş ve babasının isteği üzerine o zamanki adı Mühendis Mektebi olan Teknik Üniversite’ye girmişse de, iki yıl sonra bu okulda da ayrılıp, Askerlik görevinden bir yandan Güzel Sanatlar Akademisi’nde Çallı ve Onat’ın yanında çalışırken, bir yandan da öğretmenlik yapmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın açtığı yarışmayı kazanmak Paris’e gitmiştir. (259)
Orada çağdaşı birçok ressam gibi Julian Akademisi’nde ve Andre Lhote Atölyesi’nde çalışmıştır. Kendi deyişiyle Czanne, Matisse ve Bonnard sevgisiyle gittiği Paris’ten, Picasso ve Braque gibi kübist ressamların hayranı olarak dönmüştür. Uzun süreler resim öğretmenliği yapmıştır. Müstakil Ressam ve Heykeltıraşlar Birliği’ne katılarak bu birliğin karma sergilerine resim vermiştir.
1967 yılında Çağdaş Türk Ressamlar Derneği tarafından yılın sanatçısı seçilmiştir. (260)
1941 yılında Devlet Resim Heykel Sergisi’nde ikincilik ödülünü, 1980’deki 41. Sergideyse Portre adlı tablosuyla başarı ödülünü almıştır. Ayrıca Kültür Bakanlığı tarafından kendisine “Devlet Onur Belgesi” verilmiştir. 12-29 Haziran 1967’de Güzel Sanatlar Akademisi salonlarında bütün dönemleri içeren bir sergi düzenlemiştir. Ölümünden sonra özel koleksiyonlardan derlenen eserleriyle, 1983’te Ankara’da bir sergisi daha açılmıştır. (261)
Yapıtları, başta İstanbul Resim ve Heykel Müzesi ile Ankara Müzesi ve Milli Kütüphane olmak üzere özel koleksiyonlarda bulunmaktadır. (262)
Görele, Atatürk ve Devrimler konusunda tablolar, kompozisyonlar, büstler, heykel çalışmaları yapmıştır. Ayrıca, sanat konusunda yazılar yazıştır. Non-figüratif, geometrik imkanlardan yararlanan, yeni ölçü ve oran araştırmaları yapmıştır. (263)
SANATI: Hamit Görele, sanat anlayışını özetlediği bir yazısında, sanatçının, doğasal görüntüye katkısı bulunduğu ölçüde, sanatçı adına hak kazandığını savunmuştur. Ona göre, mavi, gök ve deniz olduğu için değil, deniz ve gök, mavi olduğu için güzeldir. Sanatçının görevi, doğayı kendi sanat anlayışı düzeyinde değiştirmek, ona yaratıcı kişiliğinin damgasını vurmaktır. Sanatçı özgür sanat, doğayı değiştirmeden yanadır. (264)
Hamit Görele’nin sanatını oluşturan temel dinamik doğayı geometrinin sağlam disiplinine bağlamaktan kaynakların. Gerek figürlerinde gerekse doğa konulu resimlerinde, bu sağlam geometrinin büyük bir payı vardır. Hacimsellik ve üç boyutluluk resimlerini belirleyen başlıca plastik değerlerdir. (265)
İstanbul peyzajlarında, katı ve kuralcı bir uygulamadan çok, konuyu şiirsel denilecek bir anlatım ile bağdaştırmıştır. Son dönem resimlerinde ise geometrik soyut anlayıştan uzaklaşarak, daha önceki yalın anlayışı doğrultusunda doğa görünümleri ve portreler yapmıştır. (266)
ŞEFİK BURSALI (1903-1990)
Sanatçı, doğduğu kent Bursa’da doğmuştur. İlk ve orta öğeriminin bir bölünün8 tamamladığı Bursa kenti, o yıllarda Yunan işgali altında bulunduğundan, yetişme dönemi güç koşullarda geçen Şefik Bursalı, öğreniminin yanı sıra, ailesinin geçimini sağlayabilmek için çeşitli işlerde çalışmıştır. (Bir ara karikatürcü Cemal Nadir’le tabelacılık yapmıştır. Aynı zamanda suluboya resimlerinde, sanat yaşımın ilk ürünlerini vermiştir. Bir an önce akademiye yazılmak için lise öğrenimini yarıda bırakmıştır. İşgal altında iken Bursa’dan İstanbul’a geçmeyi başarmıştır. (267)
1921 yılında giriş sınavını kazanarak Güzel Sanatlar Akademisi’ne yazılıp, 1921-1930 yılları arasında, akademinin çeşitli atölyelerinde sanat eğitimi görmüştür. (268)
1930’da Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun olmuştur. Yarışma sınavını kazanarak devlet hesabına Paris’e öğrenime gönderilmiştir. Dönüşünde Bursa ve konya liselerinde resim öğretmenliklerinde bulunmuş ve buralarda ilk başarılı eserlerini meydana getirmiştir. Daha sonra akademi öğretim üyeliğine verilen Şefik Bursalı, pek çok öğrenci yetiştirmiştir.
Şefik Bursalı, güçlü ressamlarımızdandır. XXVII. Devlet Resim ve Heykel Sergisi’nde “Bursa Uludağ” adlı eseri ile II. ödül kazanan sanatçının Resim ve Heykel Müzesi’nde, Milli Kütüphane koleksiyonunda ve pek çok resmi ve özel koleksiyonlarda eserleri bulunmaktadır. (269)
Yapıtlarında doğaya bağlı kalarak geleneksel ve gerçekçi anlayışta çalışmıştır. Özellikle Bursa ve Konya resimlerinde bölgelerin yöresel ve tarihsel niteliklerini pitoresk bir anlatım içinde yansıtmıştır. Akademide bulunduğu süre içinde manzaların yanı sıra klasik bir beğeniye bağlı kalarak portre, figür ve ölü doğalar da yapmıştır.(270)
1987 yılında ‘Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ aynı bakanlık tarafından verilmiştir. 1987’de MSÜ’nce Fahri Profesörlük unvanı verilen Şefik Bursalı’nın aynı yıl Bursa Belediyesi’nce, doğduğu sokağa adı verilmiştir. Yöresel peyzaj resminin usta sanatçılarından biri olan Şefik Bursalı, evini müze yapmak şartıyla 55 adet yağlıboya ve 15 adet desen çalışması bağışlamıştır. (271)
FİKRET MUALLA (1903-1967)
Paris sanat çevresinde Türk ressamı denilince akla gelen ilk adlardan biri olan Mustafa Fikret Mualla Saygı, İstanbul’da, köklü bir ailenin ilk çocuğu olarak doğmuştur. Dedeleri ve babası, Dûyunu Umumiye’de (Osmanlı Borçları Toplama Kurumu) çalışmış, kültürlü ve başarılı kimselerdi. (272) Mualla’nın anne ve babası oğullarının, futbol tutkusu nedeni ile ayak bileğini kırması ile Birinci Dünya Savaşı yıllarında çok sevdiği annesini yitirmesi, kişiliği üstünde, sonradan bütün yaşamış boyunca sürecek olumsuz etkiler yaratmıştır. Çocukluğu, bakımını üstlenen teyzesinin yanında geçmiştir. Lise öğrenimini tamamlayama fırsat kalmadan, mühendislik öğrenimi için Almanya’ya gönderilmiştir. Babası, ne pahasına olursa olsun oğlunun dil öğrenmesini istiyordu; oysa Fikret Mualla, evinden atıldığı kanısında idi. İşsizliğin yaygınlaştığı, anarşinin kol gezdiği, 1920 yıllarının savaştan yenik düştüğü Almanya’sında, babasının gönderdiği para ile geçimini rahatça sürdürmesine karşın, gözü, mühendislik mesleğinde değil, ressamlıkta olduğundan, sanat dünyasının başıboş görüntüsüne sınır tanımayan özgürlüğünün büyüsüne kapılmış ve dayısından kendine geçmiş olan sanat yeteneğini, bu özgür ortamda değerlendirip, düzenli bir öğrenim yerine, kendi içgüdülerinin yönlendirici etkisinde bırakmıştır. (273)
İsviçre ve İtalya’ya giderek müzeleri dolaşmış ve büyük ustaları, büyük yapıtları yakından tanıma fırsatı bulmutur. (Almanya’da bir ara resim öğretmenliği yaptığı ve bir Mısırlı prensten para yardımı gördüğü söylenir.) (274)
Saint Joseph ve Galatasaray liselerinde öğrendiği Fransızca’yla Almanya’da yeterince anlaşamıyor, sık sık içiyor ve kavga çıkarıyordu. 1928 yılında Berlin’de bedenini alkolden temizlemek için hastaneye yatırılmıştır. İstanbul’a dönüşünde Ayvalık’a resim öğretmeni olarak atanan Fikret Mualla, bu görevinden kısa bir süre sonra “elektriği olmayan bir şehirde resim hocasına da ihtiyaç olmayacağı” gerekçesi ile ayrılmıştır. Toplumla iletişim kurabilmek için, hastaneden “akıllı” raporu alması gerekiyordu. Bu raporu almıştı fakat yeni bir işe atanamamıştır. (275) Çevresinde ressam sayılmamasının, resimlerini ilk kez bir kitapçı dükkanında sergilediği halde bir tanesini bile satamamasının yıktığı sanatçı, o dönemde gazete ve dergilere çok sayıda desen çizerek bu yolla, sanat ve yayın çevresinden Fikret Adil, Bedri R.Eyüpoğlu, Abidin Dino, Suat Derviş gibi dostlar ve yakın arkadaşlar edinmiştir. Onların yardımı ile de, Galatasaray Lisesi’nde resim öğretmenliği yapmıştır. Babasının 1938’de ölmesi, Fikret Mualla’nın yaşamına yeni bir dönemin başlamasına yol açmıştır. Eline geçen mirası değerlendirerek, 15 Ocak 1939’da Paris’e gitmiş ve Türkiye’den temelli ayrılmıştır. (Ayrılmasından kısa bir süre önce New York Uluslar arası Fuarı’nda Türk Pavyonu’nu düzenlemekle görevlendirilen Abidin Dino’nun Fikret Mualla’ya ısmarladığı panolar sanatçının Türkiye dönemiyle ilgili başlıca çalışmasıdır.) (276)
Paris’teki ilk yılları, İkinci Dünya Savaşı’nın acılı dönemine rastlayan Fikret Mualla, Montparnesse kahvelerinin bohem havasına kısa süre içinde uyum sağlamıştır. 1957 yılında Paris’te ilk kişisel serğisini Dina Vierny’de açmıştır. Birkaç şişe şarap karşılığında elden çıkardığı resimlerin, büyük paralara satıldığını öğrenince olay çıkmıştır. Bir yıl sonra ikinci sergisini açınca Paris’in sanat çevrelerine kendini kabul ettirmiştir. Önce sanayici Lhermine, daha sonra onu hastaneye yatırıp iyi bakım görmesini sağlayan ve Nice yakınlarında denizden 80 km kadar içerde Reillane kasabasındaki evine yerleştiren “koruyucu meleği” Madame Angles sanatçıya “sahip çıkmışlardır.” (217)
1967 yılında eski sinir bunalımları yeniden başladığı için, önce bir hastaneye, daha sonra da bir dinlenme evine yatırılmış ve Reillanue kasabasındaki “Mone” ihtiyarlar yurdunda yaşamını yitirmiştir. (278)
1986’dan itibaren Fransa’da tabloları en çok satılan Türk ressamı durumuna gelen Fikret Mualla, yapıtlarında sürekli olarak dışavurumcu ve fov akımlarına bağlı kalmıştır. Dufy, Van Gogh ve Alman dışavurumcu sanatçılarına benzer çalışmaları ile ruhsal coşkusunu güçlü bir biçimde yansıtmıştır. İçtenlikli, ama hırçın bir tekniğe bağlı idi. Gülünç, trajik sahnelerin yer aldığı yapıtlarında içgüdüsel arak, kalın konturlu figür soyutlamalarını canlı renklerle işlemiştir.
1939’dan ölümüne kadar Paris’te 15-20 bin dolaylarında karakalem, çini mürekkebi, suluboya ve guaş gibi eserleri vardır. (279)
İBRAHİM SAFİ (1898-1983)
Kafkasya’nın Nahcıvan kentinde doğan İbrahim Safi (Rahman Safiyef), 5-6 yaşlarında başladığı resim çalışmalarını, ilk ve orta öğrenim yıllarında gelişmiştir. Hocalarının ve çevresinin desteği ile Moskova Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmek için 1913 yılında bir yıl özel okulda resim eğitimi görmüştür. Ancak ailesinin maddi olanakları elvermediği için, akademiye girememiştir. (280)
Birinci Dünya Savaşı ve Rus Devrimi nedeni ile öğrenimini yarıda bırakarak İstanbul’a yerleşmiştir. Sanayi-i Nefise Mektebi’ne (Güzel Sanatlar Akademisi) girerek 1923’te diploma almıştır. 1930’a kadar akademide misafir öğrenci olarak çalışmalarını hocası Namık İsmail’in atölyesinde sürdürmüştür. 1924’ten itibaren ressam olarak tanınmaya başlamıştır. Bu yıllarda ilk Atatürk portresini, gerçekleştirmiş, ‘Atatürk’ün Samsun’a Çıkışı’ ve ‘Kurtuluş Savaşı’nı konu olarak kompozisyon seçmiştir. (281)
Kendisi gibi S.S.C.B.’nden Türkiye’ye göç etmiş olan Naci Kalmukoğlu’yla birlikte çalışmalar yapmıştır, yetenekli genç ressamları eğitmeye çaba göstermiştir. (İngiliz ressamı Jhonson Baker, bu sanatçılardan biridir.) Çok sayıda kişisel sergi düzenlemiştir. Ölümünden sonra bir gün önce, 4 Ocak 1983 yılında İstanbul’da düzenlenen Retrospektif Sergi 100. Kişisel sergisidir. (282)
SANATI: İbrahim Safi, daha çok klasik akademik türde portreleri ve izlenimci sanatın zamanla akademik anlatıma yatkın manzara resimleri ile tanınmıştır. Yaşamı boyunca geliştirmeye çalıştığı temel ilkelerden ödün vermeksizin, doğacı bir sanatı, geçen yüzyılın gerçekçiliğini akla getiren bir anlayışla yaygınlaştırmanın yollarını aramıştır. (283) Portrelerinde modeline benzetme çabasının yanı sıra, klasik sanat disiplinlerini benimseyici bir eğilim sezilebilir. Manzara resimlerinde, İstanbul görüntülerini konu almıştır. İbrahim Safi çağdaş sanatımızda Naci Kalmukoğlu ile klasik doğacı resmin “muhafazakar” bir örneğini oluşturmaktadır. (284)
SEYFİ TORAY (1902-1975)
İstanbul’da doğan Seyfi Toray, ilk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra, 1921 yılında Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi’ne girmiş ve burada dört yıl çalıştıktan sonra Paris’e gitmiştir (1925). Türkiye’ye dönüşünde Ankara Maarif Cemiyeti, Gazi Lisesi ve Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretmenliklerde bulunmuştur. (285)
Seyfi Toray, Güzel Sanatlar Birliği’nin üyesi olup, birliğin tüm etkinliklerine, 1939-1974 yılları arasında DRHS’lerine katılmıştır. (286)
İlk çalışmalarında ışık-gölge ağırlıklı “Valör” kaygısını öne alan çalışmalarıyla tanınan sanatçı, son yıllarında natörmort çalışmaları yapmıştır. Fakat Neo-Empresyonist sanat anlayışında fırça vuruşları ve bu hızlı çalışmanın, fırça darbeleriyle yarattığı dokusal yüzey, ışık ve renk etkilerini kılan sıcak-soğuk renklerle coşkulu işleyişiyle Toray, izlenimci anlayışın bir temsilcisi olmuştur.
Resim ve Heykel Müzesi’nde, Milli Kütüphane koleksiyonunda eserleri vardır. (287)
HULUSİ MERCAN (1913-1989)
Söğüt’te 1913 yılında doğan Hasan Hulusi Mercan, Bursa Öğretmen Okulu’ndan sonra, Güzel Sanatlar Akademisi’nde Resim Bölümü’ne girmiş, buradan 1945 yılında mezun olmuştur. Öğrenim yıllarında (1943), “Ressamların Yurt İçi Gezileri” programı gereğince Tunceli’ye gönderilmiş ve orada, çoğu zaman Hazat’a ait çalışmaları gerçekleştirmiştir. İki yıl Bursa’da, resim öğretmenliği yapan Hulusi Mercan, (1945-147), 1960 döneminde Paris’e gönderilen 10 sanatçı içinde yer almıştır. 1948-1954 yılları arasında orada Andre Lhote atölyesinde çalışmıştır. Paris’te üç yapıtı, “Sonbahar Sergisi”ne kabul edilen sanatçı, Lhote Kübizm’in etkisini çalışmalarında yansıtmıştır. Dönüşte gerçekleştirdiği “Keman” ve “Kadın” adlı yapıtlarında olduğu gibi Kübizm’in kolej ve sentetik dönemlerinin etkisi görülür. Sonradan, “Akide Şekeri Satan Kadın” vb. dikey ritimlerin üçgenlerle dengelendiği çalışmalarında, ışığın yüzeyde dağılışı ve ışık etkilerine önem vermiştir. (288)
Işıklı, parıltılı işleyişle izlenimciliği çağrıştırsa da, onun Kübizm’den temellendirdiği anlayışla, daima vazgeçemediği birer öğe olmuştur. Mozaik yüzey bölüntülerini hiç ihmal etmeyen bu işleyiş; İstanbul Boğazı’nı konu aldığı çoğu görünümü ve peyzaj çalışmalarını ışık ve çizgi birlikteliğinin, başarılı yorumlarını ortaya koymuştur. Kendine özel bir çalışması ve stili vardır. Mozaik tekniğini hatırlatan onun bu çalışmaları ahenklidir. İstanbul’un ptoresk yapısı, onun tekniği ile birleşince başarılı peyzajlar doğmuştur.
Kişisel, karma ve DRHS’lerine sürekli katılan Hulusi Mercan’ın resmi ve özel koleksiyonlarda yapıtları bulunmaktadır.(289)
Dostları ilə paylaş: |