TEKKE VE EDEBİYAT DÜNYASI
Prof. Dr.Mustafa KARA
Dinin iç âlemimiz, dolayısıyla sanat dünyamızla olan
ilişkilerine daha önce temas etmiştik. Bununla din ve
müesseselerinin gönül medeniyetine olan tesirlerine de temas
etmek gerekir. Sanata güzelliğe ve âhenge, dinindeki mistik yön
sebebiyle alışık olan mümin için güzel sanatlar iyi bir tatbikat
sahasıydı.
Tekkelerin diğer kuruluşlarla olan münasebetlerinin aksine
edebiyatla olan ilişkilerine Cumhuriyet nesli bile yabancı
değildir. Çünkü, gerek divan, gerek halk ve gerekse son asır Türk
edebiyatına büyük izler bırakan Tasavvuf edebiyatı okullarımızda
az da olsa okutulmaktadır. Bu izleri fazla ve mübalağa olarak
kabul edenler divan şairlerini anlamak ve açıklamak istedikleri
zaman tasavvuf literatür ve kültürünün tesirini göreceklerdir.
Tekkelerin kapalı oluşu, edebiyatının ise okutuluşu şöyle bir
mahzur da ortaya çıkarmıştır: “Tasavvuf bir edebiyat ekolüdür”,
“Tasavvuf sadece şair yetiştirmiştir”. Bu düşünce Cumhuriyetten
sonra zaman zaman kasıtlı olarak ta işlenmiş ve meseleye böyle
bir yön vermek istenmiştir. Fakat gerçek ne idi?
Mevlâna Celâleddin’in bir çoklarının meftun olduğu sanatkâr
tarafı O’nun zahiridir. Ahenk ile kafiyenin güzel söz ile gözyaşının
muhteşem terkibi olan sanat, kabuktaki parıltıdan ibarettir. Ancak
halk kitlesi şekle düşkün olduğundan Hz. Mevlâna’yı da şair diye
övmek âdet olmuştur. Güneşi güzel bir şamdan, yıldızları birer
inci tanesi halinde tasavvur etmekten hoşlanan gözlerimiz, her
büyüklükte bir sanat arıyor. Sonsuzluğu bile sanat ölçüleri içinde
düşünebiliyoruz. Tasavvufta sanat olsa olsa dervişin değneğidir.
Biz onun dervişliğini bu değnekle anlıyoruz.
Evet tekke edebiyatı ısmarlama edebiyat değildir. Paşa ve
padişahlara sunulmak üzere yazılan methiyelerle de ilgisi yoktur.
Tekke şairleri, divanlarını kabartmak için de dil dökmemişlerdir.
Onlar sadece içine daldıkları bir dünyadan bize gönderdikleri
buketlerdir. Aşkla, sevgiyle, ateşle, gurbetle ve davetlerle dolu
29
olan bu terennümler sahihlerinin düşünceleri kadar saf, sade ve
milli idi. Halk eğitimini omuzlayan bir müesseseye de ancak onlar
gibi konuşup düşünmek yaraşır.
“Tekke şiirinin fikir ve edebiyat tarihimizdeki yeri milli dil ve
edebiyat bakımından rolü ve değeri büyüktür. Bu grup, saz şiirine
nispetle daha çok fikrî ve felsefî divan şiirine nisbetle daha fazla
millî ve hayatidir. Her ikisine nispetle de daha tabiidir, spontanedir.
Edebi ve insani değer bakımından da onlardan aşağı kalmaz.
Tekke şairleri de diğer bütün şairler gibi ruhlarının ürperişlerini
hasretlerini ve rüyalarını söylemektedirler. Yer yer fikir hayâl ve
duygu ile dolu olarak meydana getirdikleri eserler, Türk milletinin
ve dolayısıyla insanlık psikolojisinin enteresan bir cephesini tespit
etmiş bulunmaktadır. Bu şahsiyetlerin en belirli tarafı kendilerine
mahsus ruhanî ve ilâhî bir edâ taşımalarıdır. O derece ki bunlara,
halk tarafından nerdeyse Kur’an gibi kudsiyet izafe olunmuş ve
Allah tarafından ilham edilmiş olduklarına inanılmıştır. Diğer
grupların estetiğinden ayrıldıkları bir nokta da tasannusuzluktur.
Söz oyunları umumiyetle ekarte edilmiştir. Bütün dinî-tasavvufi
şiirlerde yekpare bir ruh, divan edebiyatının tabiriyle yekâhenklik
vardır. Bazı maniler ve koşmalarda ve bir çok gazellerde görülen
vahdetsizlik bunlarda hiç görülmemektedir.”(Vasfi Mahir
Kocatürk, Türk tekke Şiiri Antolojisi s. 5)
Şiiri “Allah’ı sır ve güzellik yolundan arama”, “sonsuzluğa
fısıltı halinde söylenen dua” şeklinde tarif ettikten sonra bu
yazı şeklinin en güzellerinin tekkelerde meydana gelebileceğini
düşünmek herhalde haksızlık olmaz. İçlerindeki musikiyi bazen
düz bazen nağme ile bazan da bir musiki âleti ile terennüm
eden dervişler, güzeller güzelini aramaktan başka bir gaye de
gütmemişlerdir. Devamlı olarak -ölüme değil-sonsuzluğa yükselen
bir sarhoşlukla mest olan tekke ehli her zaman gönüllerindekileri
ifade ederek Allah aşkı ile yanan kalplerine âdeta bir serinletici
ilâç aramışlardır. Bu arayış ve ayrılık iştiyakı onların susuzluğunu
daha da artırmış, kâinatı ve insanları daha değişik ve orjinal bakış
açılarıyla değerlendirmelerine yol açmıştır.
(Mustafa Kara, Tekkeler ve Zaviyeler, s.244-246, İstanbul, 1976)
|