Türkiye'nin Sosyo-Ekonomik Yapısına Genel Bakış 3 (SAĞLIK)
Dergimizin bu sayısında ülkemizin sağlık konusundaki mevcut durumu, başlıca sorunları ve önemli gelişmeler özet bir şekilde ele alınacaktır.
TÜRKİYE'DE SAĞLIK
Kişilerin ve toplumların sağlıklarını korumak, hastalandıklarında tedavilerini yapmak, tam olarak iyileşmeyip sakat kalanların başkalarına bağımlı olmayıp yaşayabilmelerini sağlamak ve toplumların sağlık düzeylerini yükseltmek için yapılan planlı çalışmaların tümüne" sağlık hizmetleri " denir. Sağlık hizmetlerinin üç boyutu vardır. Koruma, tedavi ve rehabilitasyon.
Koruyucu Sağlık Hizmetleri: Kişiye yönelik koruyucu hizmetler; Bağışıklama, ilaçla koruma, erken tanı, iyi beslenme, aile planlaması, sağlık eğitimi.
Çevreye yönelik koruyucu hizmetler; Çevremizdeki olumsuz biyolojik, fiziksel ve kimyasal faktörleri yok ederek, düzelterek ya da insanları etkilemelerini önleyerek kişilerin sağlıklarını koruyabilmektir.
İyileştirici (tedavi edici) sağlık hizmetleri: Sağlık ocakları, dispanserler ve hastaneler aracılığıyla sunulan hizmetlerdir.
Rehabilitasyon hizmetleri: Rehabilitasyon (esenlendirme) bedence ya da ruhça sakat kalmış olanların başkalarına bağımlı olmaksızın yaşayabilmelerini sağlamak için yapılan bütün çalışmaları kapsar.
Cumhuriyet kurulduğunda 1923'te 554 hekim vardı. 1935'te 1625'e ulaştı. 1948'de doktor sasısı 5000'e yükseldi. 2000 yılında ise hekim sayısı toplam 81.988 (36.854'ü uzman, 45.134'ü pratisyen)dir.
Ülkemizde Sağlık Bakanlığı 2 Mayıs 1920'de kurulmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında koruyucu sağlık hizmetleri ön planda tutulmuştur. Kuduz aşısı başta olmak üzere sıtma, trahom, frengi ve salgın
yapan bulaşıcı hastalıklarla mücadele için en uzak köylere kadar uzanan yaygın bir çalışma yapılmıştır.
1937-1949 döneminde en önemli olgu 2. Dünya Savaşıdır. Türkiye savaşa girmemekle beraber sağlık durumunun bozulması söz konusudur. 1943 yılında Köy Ebeleri ve Köy Sağlık Memurları Kanunu çıkarılmıştır. Bu dönemde sıtma, epidemik tifüs ve çiçek büyük salgınlara sebep olmuştur. 1945 yılında sıtma ile savaş için "Olağanüstü Sıtma Savaş Kanunu" çıkarılmıştır. 1949'da kabu! edilen yöntemle verem savaşına kentlerde "Verem Savaşı Demekleri", köylerde ise bu alandaki çalışmaları Sağlık Bakanhğı'nın yürütmesi kabul edilmiştir. 1960 yılında da Sağlık Bakanlığına bağlı Verem Savaşı Genel Müdürlüğü kurulmuştur.
Bu dönemde diğer en önemli olay da 1945'de İşçi Sigortaları Kurumunun kurulmasıdır. Bu kanunla Kurum, sigortalı işçiler için sağlık örgütü kurma, işletme ve sağlık personeli yetkisi almıştır. Bu hüküm 1952'de uygulanmaya başlanmıştır.
Türkiye, 1948 yılında kurulan Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)'nün kurucu üyeleri arasında yer almıştır. 1950'lerden sonra Türkiye'de yapılan tüm reformlarda DSÖ'nün teknik bilgi, uzmanlık ve sistem bilgilerinden yararlanılmıştır.
Kişilerin ve toplumların sağlıklarını korumak, hastalandıklarında tedavilerini yapmak, tam olarak iyileşmeyip sakat kalanların başkalarına bağımlı olmadan yaşayabilmeleri için rehabilitasyon yapmak ve toplumların sağlık düzeyini yükseltebilmek için yapılan planlı çalışmaların tümüne "sağlık hizmetleri" denümektedir.
Dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de, sosyal ve ekonomik kalkınmanın temel göstergelerinden olan sağlık hizmetleri, giderek artan bir önem kazanmaktadır. Türkiye'de sağlık hizmetleri talebini karşılama, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamasını ve sağlık hizmetlerinden eşit ve en iyi şekilde faydalanmasını sağlama görevi Anayasa ile devletin yükümlülüğüne verilmiş ve sağlık kuruluşlarının planlanmasının tek elden ve devlet tarafından yürütülmesi öngörülmüştür.
Sağlık sektörü çok merkezli bir yönetim ve yapılanmaya sahip olmakla birlikte, sektörde daha çok kamu kuruluşları faaliyet göstermekte ve bunun içinde hizmet sunma, hizmeti finanse etmed9 en büyük payı, Sağlık Bakanlığı almaktadır. Bunu, SSK Genel Müdürlüğü, Milli Savunma Bakanlığı takip etmektedir. Bu yapılanma, aşırı derecede merkeziyetçi ve katı bir yönetim tarzını da beraberinde getirmekte ve bunun sonucu kurumlar arası koordinasyon sağlanamamaktadır.
Türkiye'de temel sağlık göstergelerindeki gelişim aşağıdaki tabloda verilmiştir. Tablonun incelenmesinden de görüleceği gibi, temel sağlık göstergeleri olarak kabu! edilen ve uluslararası karşılaştırmalarda kullanılan kaba doğum ve ölüm hızı, bebek ölüm oranı ve doğuşta hayatta kalma ümidi verilerinde önemli iyileşmeler olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarıyla karşılaştırıldığında, kaba doğum hızı binde 48.2'den binde 20.8'e, kaba ölüm hızı binde 23.5'den binde 6.3'e düşmüş, doğuşta hayatta kalma ümidi 43 yıldan 69 yıla çıkarak önemli bir gelişme göstermiştir.
ftilgiNotu f
KUŞ GRİBİ
Uzakdoğu Asya'da kuşlar ve kümes hayvanları arasında
başlayıp daha sonra insanlara geçen kuş gribinin, Rusya
ve Romanya'dan sonra ülkemizde de görülmesi,
hastalığın sınırlı bir salgın olmayıp, tüm dünyayı tehdit
ettiğine dair uyarıları doğruladı.
Kuş gribinin 15 ayrı çeşidi var. En bulaşıcı kuş gribi
virüsleri H5 ve H7 diye kodlanan türdeki virüsler.
Kuşlarda genellikle ölüme neden oluyorlar. Alarma yol
açan ve Türkiye'de de tespit edilmiş olan ölümcül kuş
gribi virüsü H5N1 ailesinden gelen virüs. Bu virüsün
insanlara da sıçrayabildiğine tanık olundu.
Göçmen kuşlar -özellikle de yaban ördekleri- virüsün
doğal taşıyıcıları. Göçmen kuşlarla taşındığı için virüs
sınır tanımadan ilerleyebiliyor. Buna ek olarak göçmen
kuşların uçuş güzergahları bilindiğinden bu yol üstünde
tavukçulukla uğraşanların daha dikkatli olması
sağlanabiliyor.
Kuş gribi, 1997 yılında Hong Kong'ta hastalanan bir
insana dek sadece kanatlı hayvanları etkiliyor
sanılıyordu.
Virüs, kuş gribinden hastalanmış canlı hayvanlarla yakın
temas halindeki insanlara bulaştı.
Kuşların ve kanatlı hayvanların dışkısında H5N1 virüsü
olabiliyor.
Kuruyan dışkının toz halinde havaya karışması ardından
insan bünyesine solunum yollarından giriyor.
Semptomları (belirtileri), diğer grip türleriyle aynı: ateş,
halsizlik, boğaz ağrısı ve öksürük.
tn 'o tc
UJ
Q
m c/> o.
:*:
■1
Vietnam'da kuş gribine yakalanmış bir insan üzerindeki I araştırmalarda virüsün sadece akciğerleri etkilemekle I kalmadığı ve vücudun bütün organlarına yayılabildiği |
Bilimadamlarını kaygılandıran bu gözlem, belki bugüne
değin Uzak Doğu'da başka bir nedene bağlanan çok
sayıda hastalığın -ve ölüm vakasının- aslında kuş gribi
virüsünden kaynaklanmış olabileceğine işaret ediyor.
10 Ekim 2005 tarihi itibariyle Endonezya, Vietnam,
Tayland ve Kamboçya'da 117 kişinin kuş gribi virüsüne
yakalandığı teyit edildi. Bu kişilerden yaklaşık 6O'ı -
hemen hemen yarısı- öldü.
H5N1'e yakalanan insanlar arasındaki ölüm oranı,
yüksek bir oran.
Yaklaşık 3 yıl önce ortaya çıkan ve dünya çapında en az
8,400 kişinin yakalandığı düşünülen solunum yolları
virüsü Sars, bu vakalardan 800'ünde ölüme yol açmıştı.
Kuş gribi insandan insana geçebileceğinin işaretleri alındı
fakat henüz korkulan türden büyük bir salgına yol
açabilecek düzeyde mutasyon örneğine rastlanmadı.
Uzmanlar bunun mümkün olabileceğinden endişe
duyuyor.
Virüsün bugüne değin normal insan gribiyle karıştığı bir
vakaya rastlanmadı.
Bilimadamlarının en büyük korkusu, bu olasılık. Normal
gribe yakalanmış bir insanın, kuş gribi virüsünü de
kapması durumunda, iki virüs türünün genleri birbirine
karışabilir.
'Çift enfeksiyon' ne kadar sık yaşanırsa ortaya yeni,
bulaşıcı ve öldürücü bir virüs türünün çıkması olasılığı da
o kadar artıyor.
Uzmanlar, milyonlarca kişinin öldüğü 1918 yılındaki grip
salgını ("İspanyol Gribi" olarak bilinir) sırasında, kuş gribi
virüsünün yukarıdakine benzer bir senaryodan geçmiş
olabileceğini düşünüyor.
Bu olasılığın günümüzde tekrar etmesinin dünya çapında
2 ila 50 milyon arasında kişiyi öldürebileceği tahmin
ediliyor.
Henüz kesin sonuç veren bir aşı yok. Fakat kuş gribinin
H5N1 türüne koruma sağlayan aşı prototipleri -ön
ürünleri- üretilmeye başlandı.
Antiviral ilaçlar da semptomları hafifleterek hastalığın
bulaşıcılığını azaltabilir.
Uzmanlar kuş gribinin yiyecek içecekten geçmediğini
söylüyor. Dolayısıyla tavuk yemekte bir sakınca yok.
BM'nin kuş gribine karşı küresel mücadeleyi
örgütlemekle görevlendirdiği yetkili Doktor David
Nabarro, gelecekte bir kuş gribi salgınının 150 milyon
insanın ölümüne yol açabileceği uyarısında bulundu.
Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü başta olmak üzere bütün ulusal ve uluslar arası kuruluşlar alarma geçmiş durumda.
"Hayat kalitesi" göstergeleri adı altında da tanımlanan "genel ölüm ve bebek ölüm oranlan" ile "doğuşta hayatta kalma ümidi" göstergelerinin Türkiye'deki durumu dünya ve AB ortalamasıyla karşılaştırıldığmda; Türkiye'nin sağlık alanında
nilgiNotuf
Sağlık Bakanlığı ile Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü'nün birlikte gerçekleştirdikleri Araştırması'nın (2003) sonuçları:
Türkiye'nin nüfus yapısı doğum oranının azalmasına paralel olarak genç nüfus oranının yüksek olduğu yetişkin yaş grubuna doğru ilerliyor. Buna göre Türkiye nüfusunun yüzde 64'ü 15-64 yaş grubundan oluşuyor. Toplam doğurganlık oranı da 5 yılda 2,6'dan 2,2'ye geriledi. Araştırmada Türkiye'de nüfus artışının 2050'li yıllara kadar devam edeceği ve ardından da nüfusun durgun hale geleceği tahmin ediliyor. 2015 yılında Türkiye nüfusunun 80 milyonu aşması, 2025 yılında 90 milyon olması, 2050 yılında ise 100 milyon olması bekleniyor.
Anne ve çocuk sağlığı konusunda artırılan çalışmalar sayesinde ülkedeki bebek ölüm hızı bir önceki 5 yıllık döneme göre binde 42,7'den binde 28,5'e düştü.
o
GC UJ
Q
V) Cfl
Q-
Sağlık Bakanlığı, bebek ölüm hızını AB ortalaması olan binde 10-15 seviyelerine kadar indirmeyi hedefliyor.
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ÇOCUK FONU (UNICEF)
Birleşmiş Milietler örgütüne bağiı kültürel uzmanlık "j|
kuruluşlarından birisi. 1946'da geçici olarak kurulan 'g
UNICEF, 1953 yılında sürekli hale getirildi. *~
UNICEF, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından çocuk haklarının korunması için çalışmaiar yapmak, çocukların temel gereksinimlerinin karşılanmasına yardımcı olmak ve çocukların potansiyellerini eksiksiz biçimde gerçekleştirmek için fırsatlar yaratmak üzere görevlendirilmiş bir kuruluştur.
ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESİ
Çocuk Hakları Sözleşmesi (ÇHS) Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilmiştir. ÇHS, çocukların, bedensel, zihinsel ve sosyal açıdan gelişebilecekleri en üst düzeye kadar gelişme ve görüşlerini özgürce ifade etme hakkına sahip bireyler olduklarını kabul etmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ÇHS'yi 1990 yılında imzalamış ve 1995 onaylamıştır.Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) ÇHS'nin Türkiye'de yaşama geçirilmesi görevıni üstlenmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü tarafından koordine edilen ve küresel düzeyde uygulanan Genişletilmiş Bağışıklama Programı kapsamında Türkiye'de çocuklar 7 hastalığa karşı aşılanmaktadır (difteri, hepatit B, kızamık, boğmaca, çocuk felci, tetanoz ve tüberküloz). Ayrıca okula devam eden çocuklar difteri, kızamık, çocuk felci, tetanoz ve tüberküloza karşı, hamile kadınlar da tetanoza karşı aşılanmaktadır. Kapsamlı bir aşılama kampanyasının ardından 1993 yılında aşılama oranı % 75-80'e yükselmiştir. Ancak, son birkaç yıl içinde aşılama oranında azalma gözlenmektedir.
İyot eksikliğine bağlı bozukluklar (İEB), Türkiye'de beslenme alanında önemli sorunlardan birini oluşturmaktadır. Her üç kiçiden biri İEB ve bunun yol açtığı guatr ve zeka geriliği gibi sonuçlarm tehdidi altındadır.
»ÇIKMIŞSORU(1999DMSOÖ)
Aşağıdakilerden hangisi Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin çocuklara tanıdığı haklardan biri degildir?
-
Özel korunma hakkı
-
Bir ad ve yurttaşlık hakkı
-
Her yaşta çalışma hakkı
-
Eğitim hakkı
E) Korunma ve yardımdan ilk yararlanma hakkı
(Cevap C)
Çocuk Hakları Bildirgesi
20 Kasım 1959'da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda on ilkeden oluşan "Çocuk Hakları Bildirgesi" kabul edilmiştir.
-
Tüm dünya çocukları bu bildirgedeki haklardan
din, dil, ırk, renk, cinsiyet, milliyet, mülkiyet, siyasi,
sosyal sınıf ayırımı yapılmaksızın yararlanmalıdır.
-
Çocuklar özel olarak korunmalı, yasa ve gerekli
kurumların yardımı ile fiziksel, zihinsel, ahlaki, ruhsal
ve toplumsal olarak sağlıklı normal koşullar altında
özgür ve onurunun zedelenmeyecek şekilde
yetişmesi sağlanmalıdır. Bu amaçla çıkarılacak
yasalarda çocuğun en yüksek çıkarları gözetilmelidir
-
Her çocuğun doğduğu anda bir adı ve bir devletin
vatandaşı olma hakkı vardır.
-
Çocuklar sosyal güvenlikten yararlanmalı, sağlıkiı
bir biçimde büyümesi için kendisine ve annesine
doğum öncesi ve sonrası özei bakım ve korunma