f) 1961-1980 Dönemi :
Kamusal Kesimin Ağır Bastığı bu dönem, Karma Ekonomi Dönemi olarak nitelendirilebilir.
Kamusal kesimin ağırlığında yeniden bir Müdahaleci Kapitalizm dönemi başlayacak ve Anayasaya giren Karma Ekonomi, resmi bir İktisadi Politika haline gelecektir. Kısacası 1950-60 döneminin plansız yönetimine karşı (tepki), Türkiye’de Müdahaleci Kapitalizmin Karma ve Planlı Dönemi uygulanacaktır.
27 Mayıs 1960 ihtilali ile devlet yönetimini ele alan Milli Birlik Hükümeti özellikle devlet kesimine ait sınai tesislerin plan ve programlara bağlı olarak faaliyet göstermesine büyük çaba sarfetmiştir.
Türkiye, 1961 yılında IMF’ye mektup vermeye başlamış ve 1960’lı yıllarda yılda bir mektup imzalamıştır. Ancak bu mektupların hiçbiri uygulanamadığından iptallerine de gerek duyulmamıştır.
Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) 1960 yılında kurulmasından sonra ise önce geçici nitelikte olmak üzere 1962 yılını kapsayan bir plan hazırlanarak hemen uygulanmış, sonra da 1963-1967 yıllarına ait Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlanarak uygulamaya konulmuştur.
1963-1983 yılları arasında uygulanan 4 adet 5 Yıllık Planın ortak özelliklerini (*) şu şekilde sıralayabiliriz;
-
Üretim yapısını veri almaları,
-
Ekonominin her yıl belli bir hızla büyümesini temel amaç edinmeleri,
-
Sanayileşmeye, sanayinin teşviki için organize sanayi bölgeleri (OSB) ile küçük sanayi sitelerinin (KSS) devletçe kurulmalarına önem ve öncelik vermeleri,
-
Belli bir uzun dönem stratejisinin bir parçası olmalarıdır.
-----------------------------------------------------------------------
(*) : Bu planlardan sadece birincisi, büyümenin sürükleyici gücü olarak kamu yatırımları ile devlet işletmeciliğini görmekte ve bu yönüyle diğerlerinden kısmen farklı bir yaklaşım içermektedir.
Birinci Beş Yıllık (1963-1967) Kalkınma Planı
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 1963-1967 yıllarını kapsayacak şekilde hazırlanmış ve 1.Ocak.1963 tarihinden itibaren uygulamaya konulmuştur.
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın amacı, ekonominin yılda %7 büyümesini sağlamaktır.
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda sanayi sektörü öncü ve sürükleyici bir sektör olarak kabul edilmiş, yatırımların bu sektöre yönelmesini sağlayacak çeşitli önlemler ile özellikle yatırım ve ara malları üreten temel ve stratejik endüstrilerin kurulması hedeflenmiştir. Bu amaçla, organize sanayi bölgeleri ile küçük sanayi sitelerinin ülkenin uygun bölgelerinde kurulması suretiyle sanayi yatırımlarının teşviki ile sanayi üretiminin miktar ve kalite olarak artırılması öngörülmüştür.
Organize sanayi bölgelerinin yapımındaki politikalar; şehirlerin planlı gelişmesi, sanayinin az gelişmiş bölgelere yaygınlaştırılması, tarım alanlarının sanayide kullanılmasının önlenmesi, ortak arıtma tesisleri ile çevre kirliliğinin önlenmesi, altyapı ve sosyal tesisleri hazırlanmış ucuz arsa üretimi suretiyle sanayinin teşvik edilmesi, olarak sıralanabilir. Küçük sanayi siteleri ile benzer iş kollarında çalışan işletmeleri aynı site içinde toplamakta, bölgesel ihtiyaçları hep birlikte daha kolay ve ekonomik olarak karşılayabilen bu işyerlerine yeni teknolojilerin taşınması da daha kolay olmaktadır.
KİT’lerde de Plan hedefleri belirli olmasına ve her işletmenin bu hedeflere katkısı gösterilmiş olmasına rağmen, kısa zamanda politik tercihlerin etkisi görülmeye başlamıştır. Hızla artan nüfusun istihdamı ekonominin en önemli sorunu haline geldiği için, politik iktidarlar KİT’leri plan hedeflerine göre yeniden düzenleyecekleri yerde, istihdam sorununu çözmede kullanmayı tercih etmişlerdir.
Ereğli Demir-Çelik ve Kütahya Azot İşletmelerinin üretime başlamaları Birinci Plan dönemine rastlamıştır. Yine bu dönemde özellikle lastik, plastik, petrol ürünleri, çimento, seramik sanayileri gibi genellikle ara malı üreten sanayiler hızla gelişmişlerdir.
Bu dönemde yatırım malları imal eden sanayilerden hızla gelişenler tarım makineleri, elektrik makineleri ve gemi inşa ve makine sanayileri olmuştur. Montaj sanayileri için getirilen düzenlemeler, karayolu taşıtları ve traktör imalinde yerli yapım oranının yükselmesini sağlamıştır.
İkinci Beş Yıllık (1968-1972) Kalkınma Planı
1968 yılı başından itibaren İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı yürürlüğe girmiştir. Bu plan da birincisi gibi, ekonominin %7’lik bir hızla gelişmesini hedeflemiştir.
İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı döneminde, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planının aksine özel sektöre ağırlık verilmiştir. Ekonominin ve giderek toplumsal gelişmenin “Sanayileşmeye” dayandırılması öngörülmüştür.
Plan, sanayi kesiminde modern teknolojilerin kullanılacağını da belirtmiştir.
Plan, kesimler arasındaki gelişmede önceliği imalat sanayine vermiş, bu dönemde toplam yatırımın %22,4’ünün imalat sanayine ayrılması öngörülmüştür.
Birinci Planın yalnızca tüketim malları sanayini bıraktığı özel kesime, İkinci Plan tüm imalat sanayini bırakmayı amaçlamıştır.
Sanayileşme hareketi içinde önemli bir aşamayı oluşturan ara malları sanayilerinden kağıt, plastik, kimya, gübre, petrokimya, çimento, cam sanayileri bu dönemde hızla gelişmiştir.
Yatırım malları sanayilerinden de tarım makineleri elektronik, karayolu taşıtları, demiryolu taşıtları ve gemi inşa sanayileri hızla gelişmiştir. Artan traktör talebi tarım makineleri sanayinin, dayanıklı tüketim malları talebi de elektronik sanayinin hızla gelişmesini etkilemiştir.
Sanayi ürünleri ihracatında da hem artış olmuş, hem de çeşitlilik başlamıştır. Bu alanda en hızlı gelişme dokuma, giyim sanayi ve deri sanayi ürünlerinde olmuştur.
Sanayi ürünleri ihracatı 1963 yılındaki 65 milyon dolar seviyesinden 1972 yılında 242 milyon dolara yükselmiştir.
1963-1972 yıllarını kapsayan 10 yıllık planlı dönemde, İskenderun Demir-Çelik, Karadeniz Bakır, Seydişehir Alüminyum, Aliağa Rafinerisi, Samsun Gübre Kompleksi, Mersin Gübre Kompleksi, İzmit Petro-Kimya Kompleksi, Aksu, Dalaman, Çaycuma Kağıt tesisleri gibi büyük sınai tesisler gerçekleştirilmiş veya son aşamaya getirilmiştir.
Üçüncü Beş Yıllık (1973-1977) Kalkınma Planı
1973 yılında uygulamaya konulan III. Beş Yıllık Kalkınma Planı Türkiye’nin, 22 yılın bitiminde yani 1995’de AET ülkelerinden birinin o günkü gelir düzeyine ve ekonomik yapısına ulaşılmasını amaçlamaktadır. Bu sözkonusu AET üyesi ülke İtalya’dır. III. Beş Yıllık Kalkınma Planının uzun dönem gelişme stratejisinin özünü bu “benzetme özlemi” oluşturmaktadır. Bu yapılırken de kamu kesimi önceliği esas alınmıştır. Bu plan, 22 yıllık bir perspektifte Türkiye’nin AET ile önce Gümrük Birliği, daha sonra tam üyeliği hedefleyen stratejik bir kalkınma ve gelişme yaklaşımı öngörmüştür.
Plan döneminde, imalat sanayinde hızlı bir holdingleşme olgusunun varlığı da gözlenmektedir.
Plan döneminde, ekonominin gereksindiği enerji zamanında ve yeterli ölçüde karşılanamamıştır. Başta elektrik olmak üzere enerji sektörü önemli bir darboğaza girmiştir.
Ekonomi, kendi teknolojisini üreten bir düzeye ulaşamamıştır. Sanayinin ihtiyacı olan teknoloji, transfer yoluyla karşılanmaktadır. Teknoloji politikasının Plan hedefleri doğrultusunda uygulanabilmesi için Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nda “Bilim ve teknoloji Dairesi” kurulmuşsa da, bu daire plan dönemi içinde etkin bir çalışma gerçekleştirememiştir.
2. LİBERAL-NEOLİBERAL EKONOMİK POLİTİKALAR DÖNEMİ
(1980 ve SONRASI):
Batıda 1970 yılında giderek ağırlık kazanan neoliberal politikalar, 1980 yılından sonra ülkemizde de etkili olmaya başlamış, 24.Ocak.1980 tarihinde ve 1979’da IMF’ye verilen mektup çerçevesinde IMF ile işbirliği yapılarak uygulamaya konulan ekonomik istikrar tedbirleri bu doğrultuda önemli bir başlangıç oluşturmuştur. Ekonomiyi piyasa güçlerinin inisiyatifine terk eden, devletin bu konudaki fonksiyonlarını Devletin küçültülmesi ve özelleştirme çalışmalarıyla minimuma (minimal devlet) indirmeyi amaçlayan bu neoliberal yaklaşım, uluslar arası kuruluşlarla sürdürülen yapısal uyum programlarıyla günümüze kadar devamedegelmiştir.
Bu neoliberal yaklaşım ve politikalar kalkınma planlarının fonksiyon ve etkinliklerinde de değişikliklere neden olmuş, zaten yalnızca kamu sektörü için emredici olan kalkınma planları, Devletin fonksiyonlarının azalması nedeniyle eski önemlerini kaybetmişlerdir. Bu nedenle 1980 yılından sonra yürürlüğe konulan kalkınma planları, giderek ekonomi için beşer yıllık perspektifler çizen, istatistiksel rakam ve değerlendirmeleri içeren birer doküman olmaktan öteye geçememiştir. Kuşkusuz böylesi bir neoliberal çerçeve içerisinde tavsiye olunan, bugünkü kapsam ve fonksiyonlarıyla artık önem ve anlamını yitirmiş bulunan plancılık yaklaşımının terk edilerek, kalkınma planlarının; makro ve sektörel düzeyde orta ve uzun vadeli stratejiler oluşturan, yönlendirmeler içeren, ABD ve Japonya örneği, ulusal Ekonomik Siyaset Belgeleri haline dönüştürülmesidir.
Bununla birlikte 1979-1983 dönemini kapsayan dördüncü beş yıllık kalkınma planı ile günümüzdeki sekizinci beş yıllık kalkınma planına kadar uzanan çeyrek asırlık dönemin kısa bir analizi, plan dönemleri itibariyle aşağıda sunulmuştur.
Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (1979-1983), 1977-1978 yıllarında meydana gelen siyasal istikrarsızlıklar nedeniyle zamanında uygulamaya konulamamış, plan 1979 yılı başında yürürlüğe girmiştir.
Plan dönemine girilirken Türkiye ağır ekonomik sorunlarla, siyasal yaşamıda etkileyen bunalımlarla karşı karşıyadır.
Ekonominin 1977 yılından itibaren gerileme dönemine girmesinin başlıca nedenlerinden biri de, dünya petrol fiyatlarındaki çok süratli artış ve işçi dövizleri miktarlarının giderek azalmasıdır.
Özellikle sanayi içinde ağırlığı çok büyük olan imalat sanayi grubunda 1977 yılında %8.1 olan büyüme hızı 1978’de %2.6, 1979’da %5.3 gibi önemli düşüşler göstermiştir.
Bu koşullarda, modelin yerini alacak alternatif model tartışmaları 1978’de başlayıp, 1979’da yoğunlaşmıştır.
Bu bağlamda olmak üzere, 24 Ocak 1980 tarihinden itibaren uygulamaya konulan ekonomik istikrar tedbirleriyle, sanayileşme politikamızda önemli değişiklikler meydana gelmiştir.
24 Ocak 1980 ekonomik istikrar tedbirlerinin sanayiye ilişkin politikaları şöyle özetlenebilir :
-
Kaynak dağılımında fiyat mekanizmasına ağırlık verilmesi,
-
Dış ticarette kısmi liberalleşmeye gidilmesi,
-
Devletin yatırım politikasında alt yapı yatırımlarına ağırlık verilmesi,
-
Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının teşvik edilmesi,
-
İhracata dönük sanayileşme politikasına ağırlık verilmesi.
Bu tedbirler paketi ile kaynakların daha etkin dağılımını sağlamak amacıyla piyasa güçlerini harekete geçirici kimi reformlar gerçekleştirilmiştir. 24 Ocak kararlarıyla Türkiye, yalnız bir istikrar paketini değil, uluslararası mali kuruluşların “yapısal uyum” adını verdikleri bir programı da kabul etmiştir.
Türkiye’nin ekonomisi ile, siyasi açılımlarıyla yeni bir ekonominin eşiğine adım attığı 1981 yılında, 2-7 Kasım tarihleri arasında İzmir’de İkinci İktisat Kongresi toplanmış ve önündeki 10 yılın hedefleri belirlenmiştir. Kongrede çeşitli ekonomik konuları kapsayan 7 başlık altında sunulan bildiriler tartışılmış ve bu bildiriler daha sonra DPT tarafından sekiz cilt olarak yayınlanmıştır. İkinci İktisat Kongresinin ekonomik yaşama etkileri, birinci kongreye göre daha sınırlı kalmıştır. 24 Ocak 1980 tarihinde alınan kararlarla bütünleşen ve konulan hedeflerle aynı çizgide olan Kongrede, ekonomik istikrarın sağlanabilmesi için enflasyon hızının sanayileşmiş ülkelerdeki cari düzeylere doğru süratle düşürülmesi ile birlikte döviz gelirlerinin ithalatı karşılayabilecek kadar artırılması gerektiği hususunda görüş birliğine varılmıştır. Yine bu dönem içerisinde ve 8-10 Mayıs 1984 tarihinde Sanayi ve Ticaret Bakanlığının koordinatörlüğünde DPT, TÜBİTAK, ODTÜ ve TOBB’un ortak çalışmalarıyla Teknoloji 1. Milli Kongresi toplanmış ve 5 ana başlık altında ele alınan temel konularda öneriler ve hedefler belirlenmiştir.
1980 yılında yürürlüğe konulan ekonomik politikalar, genel olarak “serbest piyasa modeli” çerçevesinde oluşturulmuştur. Aynı yıl uygulanmasına geçilen istikrar politikaları, öncelikle ekonominin iç ve dış dengelerini kurmayı amaçlamıştır. Mal piyasalarında fiyat kontrolleri kaldırılırken, ithalat serbest bırakılmıştır. Para ve sermaye piyasalarındaki kontroller ise, en aza indirilmiştir. Faizlerin kamu tarafından belirlenmesine son verilmiş, gerçekçi döviz kuru politikası izlenilmesine başlanılmış, kambiyo mevzuatı liberalleştirilmiş, yabancı paranın ve sermayenin yurtiçinde serbest dolaşımı sağlanmıştır. Hükümetlerin ekonomiye müdahalesini en aza indirmek amacıyla, kamu sektörünün ürettiği mal ve hizmetlerin fiyatlarını serbestçe belirlemeleri ilkesi benimsenmiş ve ekonomideki kamu hakimiyetini azaltmaya yönelik özelleştirme programları hazırlanmıştır.
Dış ticarette ithal ikameci politikalar yerine ihracata ağırlık verilmeye başlanmıştır. Dış ticaret rejimi liberalleştirilmiş, dış ticaret üzerindeki miktar kısıtlamaları kaldırılmıştır. Türk dış ticaret hacmi 1980’li yıllarda artış göstermiş ve dışa açılma politikaları olumlu sonuçlar vermiştir. Aynı zamanda artan ihracat hacmi ve turizm gelirleri ile birlikte ödemeler dengesi sorunları çözümlenmiştir. Diğer taraftan, ihracat yapı değiştirmiş, 1980 yılında toplam ihracatın yaklaşık %30’unu oluşturan sanayi ürünlerinin payı, 1992 yılına gelindiğinde %80’lere kadar yükselmiştir (bu yükselişte, mal serilerindeki tanımsal değişikliklerin de kuşkusuz etkisi vardır).
Mali sektör reformu ise, 1980 programının başarıya ulaşmasında en önemli faktörlerden biridir. Yabancı para mevzuatı bu dönemde tamamiyle değiştirilmiş, döviz kazandırıcı faaliyetlerin serbestleştirilmesi sonucunda ülkenin döviz rezervlerinde artış sağlanmıştır. 1989 yılında ise Türk Lirası konvertibl hale getirilmiştir. Mali sektör reformları konusunda belirtilmesi gereken diğer bir önemli husus da İstanbul Menkul Kıymetler Borsasının 1986 yılında kurulmasıdır.
Ekonominin tümünü kapsayan bu İstikrar Programı açıklandığı tarihten itibaren 3 yıl boyunca kararlı bir şekilde uygulanmış ve ülkemizin özel ticari borçlarının ödenmesi veya ertelenmesi konusunda anlaşmalar yapılmış, Türk Lirasının gerçek değerinin saptanması için devalüasyonlara devam edilmiş, vergi sisteminde reform yapılmış, ücret ve maaş artışları sınırlandırılmış ve ithal engelleri azaltılmıştır. Alınan tedbirler sonucu, 1981 yılında, ortalama yıllık enflasyon oranı %36,8’e düşmüş ve reel değerlerle GSMH büyüme oranı (yeni seri), 1980 yılında negatif %2.3 iken 1982 yılında %3.7 oranına yükselmiştir.
1983 genel seçimlerinden sonra hazırlanan ve 1984 yılını ara yılı kabul ederek 1985-1989 döneminde uygulanan Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı döneminde, ekonomik büyümenin yıllık %6.3 artması hedeflenmiş, ekonominin işleyişinin ekonomik kurallar içinde düzenlenmesi öngörülmüştür.
1984-1986 döneminde büyüme hızı istenilen düzeylerde gerçekleştirilmiş ve GSMH’de 1984 yılında reel olarak %7.8, 1985 yılında ise %4.5 büyüme (yeni seri) kaydedilmiştir. Burada özellikle tarım ve sanayi sektörlerindeki gelişmelerin katkısı önemli olmuştur.
Ancak, 1986 yılına gelindiğinde, yüksek büyüme hızına bağlı olarak yatırım malları ve sanayi girdileri ithalatımızın artması ve 1986 yılı başlarında ham petrolün fiyatlarındaki düşüşe paralel olarak ihracatımızda önemli bir paya sahip olan petrol ihracatçısı Orta Doğu ülkelerinin ithalatlarını kısmaları, ödemeler dengesini olumsuz yönde etkilemiştir.
Bu dönemde ve 1986 yılında toplanan 2. Milli Teknoloji Kongresi, çalışmalarını başta takım tezgahları olmak üzere yatırım malları üzerinde yoğunlaştırmıştır.
1986-1989 döneminin ilk yarısında ekonomide canlılık, ikinci yarısında ise durgunluk görülmüştür. 1986 yılında iç talepteki artış, petrol fiyatlarındaki düşmenin yarattığı uygun uluslar arası koşullarında katkısıyla, ekonominin, hedeflenen uzun dönem büyüme hızının üzerinde büyümesine yol açmıştır. Bu süreç 1987 yılında da devam etmiş, 1986 yılında %7.5’i bulan büyüme hızı (yeni seri) bu yılda %9.3 olmuştur. Ekonomik büyüme oranlarında görülen bu yükselme, özellikle kamu kesimi yatırım-tasarruf farkının artmasına neden olmuş ve sonuçta kamu kesiminin borçlanma gereği 1986 yılında GSMH’nın %5’i iken 1987 yılında %8’e ulaşmıştır.
Ekonomideki dengesizlikleri giderebilmek üzere 1987 yılı sonunda kamu tarafından üretilen mal ve hizmetlerin fiyatları önemli ölçüde yükseltilmiş ve piyasalardaki dengenin yeniden kurulabilmesi amacıyla Şubat 1988’de bir dizi önlem alınmıştır. Bu önlemlerin amacı, Türk Lirasına olan talebi artırmak, ithalatı frenlemek, ihracatı tekrar canlandırmak ve kamu harcamalarını kısarak ekonomideki aşırı ısınmayı soğutmak şeklinde özetlenebilir. Ancak kamu açıklarını kısmak için kamu yatırımlarının azaltılması, özel kesimin üretim ve yatırım kararlarını da olumsuz etkilemiştir.
Böylece ekonomi, 1988 yılının ikinci yarısından itibaren, özellikle imalat sanayinde belirginleşen bir durgunluğa girmiş ve daralan iç talebin etkisi ile ortaya çıkan tasarruf fazlası, cari işlemler dengesi fazlasına dönüşmüştür.
1988 yılına kadar bu politikaları başarıyla uygulayan Türkiye, mevcut kurulu kapasitesini artıramaması ve kısa ömürlü sermaye stokunu yenileyememesi nedeniyle dur-kalk diye tanımlanabilecek istikrarsız bir büyüme ortamına girmiştir.
Böylesi olumsuz koşullarda 1987 yılında toplanan 1’inci Sanayi Şurasında, sorunlar sektör bazında ele alınarak tartışılmış, temel konularda ise,
- Üniversite-Sanayi işbirliğinin geliştirilmesi,
- Belli başlı üniversitelerde Bilim ve Teknoloji Merkezleri kurulması,
- Enerji üretiminde nükleer teknolojiden yararlanılması.
- Yurtiçi ihalelerde kendi şirketlerimize Garantili Kredi mekanizması
uygulanmasına önem verilmesi,
-
Küçük ve Orta büyüklükteki işletmeler ile esnaf ve sanatkarların korunması ve geliştirilmesi
hususlarında görüş birliğine varılmıştır.
Aynı yıl içerisinde TMMOB Makine Mühendisleri Odası tarafından 4-5.Kasım.1987 tarihleri arasında 1987 Sanayi Kongresi düzenlenmiş, 8 ana başlık altında toplanan sektörel sorunlarla ilgili görüş ve hedefler belirlenmiştir (Bu Kongreler daha sonra 2’yer yıllık periyotlarla 1989, 1991 ve 1993 yıllarında da tekrarlanmıştır).
Bu Şura ve Kongreler sürecinin bir devamı olarak, 4-7.Haziran.1992 tarihleri arasında İzmir’de Türkiye Üçüncü İktisat Kongresi toplanmıştır. Uluslararası nitelik taşıyan Kongrenin amacı, 2000’li yıllara yönelik gerçekçi ve tutarlı ekonomik politikaların belirlenmesine zemin oluşturmaktı. Kongrede 48 Tebliğ üzerinde görüşmeler yapılmış, Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL KİT’lerin özelleştirilmesi ve bilgi çağının insanının yetiştirilmesi için eğitimde reform; Başbakan Demirel’de ekonomik büyüme ve serbest piyasa ekonomisine geçişin zorlukları üzerinde durmuşlardır. Kongreye, aralarında yabancı siyaset ve bilim adamlarının da bulunduğu 1500’den fazla delege katılmıştır.
1990-1994 yıllarını kapsayan Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı genel olarak; tarımın Gayri Safi Milli Hasıla içerisindeki payının azaltılması, sanayileşmenin kalkınmanın temel unsurlarından biri olması, dışa dönük ve rekabet gücü olan bir üretim yapısının geliştirilmesi, ihracatta sürekliliğin ve çeşitliliğin sağlanması, rekabet gücünün artırılması için girdilerin dünya fiyatlarından sağlanması, sanayinin dampingli fiyat, düşük kaliteli ürün ve özel pazarlama yöntemleri şeklinde ortaya çıkan haksız rekabete karşı korunması ve özel kesimin sanayileşmedeki rolünün arttırılması gibi temel politikaları benimsemiştir.
Ancak, önceki plan dönemlerinde başlayan ve VI’ncı Plan döneminde de sürekli olarak artan kamu açıkları, ekonominin dışa açılması ve serbestleştirilmesi yönünde sağlanan olumlu gelişmelerden elde edilecek faydaları önemli ölçüde sınırlandırmıştır.
Yükselen kamu açıklarına bağlı olarak artan iç faiz oranları sıcak para girişini hızlandırmış ve Türk Lirasının reel olarak aşırı değer kazanmasına neden olmuştur. Bu gelişme, işgücü maliyetindeki reel artışlar, doğrudan ve dolaylı ihracat teşviklerindeki azalma ile birleşerek Türk ekonomisinin hızla rekabet gücünü kaybetmesine yol açmıştır. Sonuçta, yüksek kamu açıklarından kaynaklanan ekonominin iç dengesizlikleri dış dengede de hızlı bir bozulmaya neden olmuş, ithalat hızlı artmış, ihracat yavaşlamış ve dış ticaret açıkları önemli boyutlara ulaşmıştır. Hızla bozulan iç ve dış dengeler, 1994 yılı başında para, sermaye ve döviz piyasalarında ciddi bir krize yol açmıştır.
Ekonomiyi hızla istikrara kavuşturmak, kamu açıklarını daraltmak, dış talebe dayalı bir büyüme yapısı oluşturmak ve ekonomik istikrarı sürekli kılacak yapısal reformları başlatmak amacıyla 5 Nisan 1994 tarihinde Ekonomik Önlemler Uygulama Planı yürürlüğe konulmuştur.
Uygulama Planı ile öncelikle kamu harcamalarının kontrol altına alınmasına ve kamu gelirlerinin artırılmasına yönelik tedbirler ile ekonomik istikrarı sağlamaya yönelik düzenlemelere öncelik verilmiştir. Bu kapsamda, KİT fiyat ayarlamaları yapılmış, petrol ürünleri üzerinden alınan vergilerde düzenlemelere gidilmiş ve ekonomik denge için ek vergiler ihdas edilmiştir.
Ekonomik Önlemler Uygulama Planı kapsamında, orta vadede kamu kesiminin ekonomideki ağırlığını azaltan, gelir ve giderlerini daha sağlıklı bir yapıya kavuşturan ve piyasa koşullarının egemen olduğu bir ekonomik altyapının oluşumuna imkan veren yapısal düzenlemeler de yapılmıştır.
Bu kapsamda, ekonomide etkinliği ve verimliliği artırmak amacıyla geniş kapsamlı uzlaşma zeminine dayanan Özelleştirme Kanunu çıkarılarak gerekli kurumsal düzenlemeler oluşturulmuş, özel kesim veya yabancı sermayeli şirketlerin büyük altyapı projelerine katılımını sağlayacak Yap-İşlet-Devret modeline ilişkin yasal düzenlemeler gerçekleştirilmiştir.
Hazinenin ve diğer kamu kuruluşlarının Merkez Bankası kaynaklarına başvurmasını kademeli şekilde azaltan yasal düzenleme yapılarak, Merkez Bankasının özerkliğini artırma yönünde önemli bir gelişme sağlanmıştır. Sosyal güvenlik kurumlarının kaynak yaratmalarının sağlanması, bütçe üzerindeki yüklerin azaltılması ve tarımsal desteklemenin daha rasyonel bir yapıya kavuşturulması yönünde kimi düzenlemelere gidilmiştir.
Uygulanan istikrar önlemleri ve yapısal düzenlemelerin etkisiyle, kamu açıkları ve dış ticaret açıkları önemli ölçüde daraltılmış, Türk Lirası gerçek değerine kavuşturulmuş ve mali piyasalarda istikrar sağlanmıştır. Bununla birlikte, kamu açıklarını hızla daraltarak ve iç talebi kontrol altına alarak ekonomik istikrarı sağlamaya yönelik radikal düzenlemeler, 1994 yılında büyüme hızının önemli ölçüde gerilemesine yol açmıştır.
1994 yılında dış dengenin kurulması yönünde önemli gelişmeler sağlanmıştır. Türk Lirasının reel olarak değer kaybetmesinin yanısıra; ihracatın kısa vadeli finansman ihtiyacının karşılanmasına yönelik uygulamalar ve dünya ekonomisindeki canlanmanın etkisiyle ihracatta hızlı bir artış dönemine girilmiştir.
Diğer yandan, iç talepteki daralma, Türk Lirasının reel değer kaybı ile ithalatın pahalılaşması ve yurtdışı kredi imkanlarının azalması sonucunda ithalatta hızlı bir düşüş kaydedilmiştir. Böylece cari işlemler hesabı 1994 yılında 2.6 milyar dolar civarında fazla vermiştir.
Sonuç olarak; VI’ncı Plan döneminde ortaya çıkan gelişmeler, kamu açıkları ve kısa vadeli sermaye girişi ile desteklenen tüketime dayalı büyüme ortamının sürdürülebilir olmadığını, ekonomik dengelerin sağlanmasında para ve maliye politikalarının uyum içinde uygulanması gereğini, dış ticaretin ve sermaye hareketlerinin serbestleştirildiği bir ortamda yurtiçi makro politikaların uluslararası konjonktürdeki gelişmelerle tutarlılığının önemini, ekonomik politikalar ile ilgili kararların zamanlamasındaki önemi ve sürekli büyümenin temel şartı olan verimlilik artışını sağlayacak ortamı yaratmak için yapısal sorunlara süratle çözüm getirilmesi ihtiyacını açıkça ortaya koymuştur.
Bu dönem içerisinde ve 11-12 Şubat 1994 tarihinde yapılan 1. Sanayi Yüksek Konseyi toplantısında da; Türk Sanayinin altyapısı, rekabet gücü ve öncelikleri tartışılmış, toplantının sonuç bildirgesinde aşağıdaki görüşlere yer verilmiştir.
“- Sanayileşme stratejilerinin ihracatı artırma ve ithalatı ikame etme ilkelerini bir arada benimseyen ve yürüten dual bir ekonomik stratejiye oturtulması gerekmektedir.
- Öncelikli sektörlerin kritik ve ileri teknoloji ürünlerinden tesbiti gerekli olmakla birlikte, başlangıçta savunma sanayi gibi satın alınması güç veya mümkün olmayan teknolojileri içeren sektörler tercih edilmelidir.
- Yüksek teknolojiye ve bilime dayalı yeni sanayileşme anlayışı
oluşturulmalıdır.
- Türk sanayinin teknolojileri geliştirilirken dış kaynaklardan çok iç kaynaklara önem ve ağırlık verilmelidir.
- Belirli Üniversitelere sanayiye yönelik teknoloji ve bilgi üretim misyonu verilmelidir.
- Uluslararası rekabete katılım teşvik edilerek, firmaların içinde ve dışında eşit koşullarla ticaret yapabilmesini engelleyen nedenler ortadan kaldırılmalıdır.
- Gelişmiş ülkelerde KOBİ’lere uygulanan özel teşvik politikaları ülkemizde de uygulanmalı, teşvikler doğrudan ödeme yerine, kamuya yönelik ödemelere mahsup suretiyle gerçekleştirilmelidir.
- Sanayileşmenin yaygın ve dengeli kılınması için sanayi, ulaştırma, enerji eksenlerini ve yerleşim dokusunu yeniden tasarlayan büyük mekansal projeler geliştirilmeli ve böylece üretim coğrafyası yenilenmelidir. “
Birinci Sanayi Yüksek Konseyinin bu toplantısından yaklaşık 1,5 yıl sonra ve 15.Haziran.1995 tarihinde gerçekleştirilen 2’nci Sanayi Şurasında ise; gümrük birliğini ve diğer entegrasyonları dikkate alan sektörel ve ürün bazında öncelikleri de içeren ülkemiz ihtiyaç ve koşullarına en uygun sanayi politika ve stratejisi; tüm toplumsal kesimlerin örgütleri, devletin ilgili kurumları, bilimsel ve teknik araştırma kurumları ile üniversiteler temsilcileri arasında tartışılmış, sonuçta aşağıdaki görüş ve önerilere ulaşılmıştır.
“Ülke stratejisi bir ucunda yönlendirici plan, öteki ucunda ise serbest piyasa mekanizmaları bulunan geniş bir süreç aralığında oluşur. Ortamı doğru ve zamanında değerlendirip doğan fırsatlardan yararlanmak veya tehditlere karşı önlem almak, ülke stratejisinin başlıca getirisidir.
Bu bağlamda, uluslar arası rekabet üstünlüğü için izlenecek sanayi stratejisi bir sınai yetenek geliştirme stratejisi kimliğinde olmalıdır.
Bu ana strateji çerçevesinde 2005 yılı Türkiye’si için aşağıdaki hedefler belirlenmiştir.
-
Türkiye 10 yıl içerisinde; İç bölgeler arası dengesizliklerin azaltıldığı, siyasi istikrarın sağlandığı, makroekonomik dengelerin kurulduğu, ekonominin kayıt içine alındığı, vergi verenlerin denetlemeyi de yaptığı bir Türkiye olmalıdır.
-
Ekonomi alanında küçülmüş ve temel işlevlerini yerine getiren düzenleyici bir devlet yapısına geçilerek, yaşam kalitesi yükseltilmelidir.
-
Ulusal sanayinin rekabet gücü arttırılarak dışa açık gelişme ve yatırım politikaları ile sürdürülebilir bir ekonomik büyüme sağlanmalıdır.
-
Rekabet avantajı sağlanabilmesi için, bir dizi yeni kurumlar veya kurumsallaşma gereklidir. Bu kurumlar ve işbirlikleri, kamu ve özel sektör arasında ve özel sektörün kendi arasında oluşturacağı kurumlar olmalıdır.
-
Sanayinin problemlerinin çözümünde, kolektif çalışmanın ve ortak aklın ön plana çıkarıldığı taktik ve strateji çalışmaları esas alınmalıdır.
-
İhracatta yüksek teknoloji ürünlerinin oranının arttırılması, ürün portföylerinin geliştirilmesi ve değiştirilmesine öncelik verilmelidir.
-
Rekabet öncesi araştırma ve araştırma işbirlikleri etkin bir şekilde desteklenmeli ve yaygınlaştırılmalıdır.
-
Devletin satın alma stratejisinde kendi sanayini özendirmesi gereklidir.
-
Girişimcilerin ve emeğin adaptasyon kabiliyetini belirleyen eğitim, iş kültürü ve organizasyon gibi konulara özel önem verilmelidir.
-
KOBİ’lerin Gümrük Birliği’nden kaynaklanacak muhtemel sorunlarının çözümü için, bir fon kurulmalıdır.
-
Gümrük İdareleri hızla reorganizasyona tabi tutulmalıdır.”
1994 krizinden sonra hazırlanacak VIII. Kalkınma Planının ilk yılının krizli ekonomi olmaması için 1995 yılı geçiş yılı kabul edilmiş ve 1996-2000 yılları arasında uygulanan VII. Plan döneminde, ise sanayi üretiminin yıllık ortalama yüzde 6,0-7,8 artması hedeflenmiştir. Türkiye ekonomisi 1994 yılında karşı karşıya kaldığı şiddetli daralmanın ertesinde 1995 yıllarında kazandığı canlılığı 1996 ve 1997 yıllarında da sürdürmüştür. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla büyüme hızı, sabit fiyatlarla, söz konusu üç yıl boyunca sırasıyla %7,2, %7 ve %7,2 oranında gerçekleşmiştir. Ekonomide 1995-1997 döneminde gerçekleşen ve büyük ölçüde iç talep genişlemesine dayalı yüksek büyüme hızı, iç ve dış talepteki azalma nedeniyle 1998 yılının ikinci üç aylık döneminden itibaren yavaşlama süreci içerisine girmiştir (1998 yılı Büyüme Oranı %3,9’dur). Bu dönem içerisinde Türkiye, ekonomide %6.1 oranında bir daralmaya neden olan 1994 krizinden sonra, 1998 Rusya krizinin etkileri ve ülkemizi maddi ve manevi açılardan sarsan 1999 yılındaki deprem felaketleri nedeniyle aynı şekilde %6,1 oranında daralmıştır.
17.Ağustos.1999 depremi ülkemizin gerek nüfus gerekse ekonomik aktivite bakımından en ağırlıklı bölgesinde etkili olmuştur. Depremin etkilediği 7 İl’in Gayri Safi Milli Hasıla içindeki payı %34,7, sanayi katma değeri içindeki payı ise %46,7’dir. Bölge; petrol arıtımı, petro-kimya, tekstil hammaddeleri, metal ana sanayi ve motorlu kara taşıtları yapım, montaj ve onarımı ve lastik sanayinde önemli bir ağırlığa sahiptir.
Deprem nedeniyle konut, ticari ve sınai yapı, yol-otoyol, köprü, diğer altyapı,ulaşım aracı, makine-teçhizat ve mamul-yarımamul mal stoklarında önemli kayıplar ortaya çıkmıştır. Deprem sonrasında gerek bir süre için üretimin durması gerekse belirli bir dönem düşük kapasite ile çalışması nedeniyle milli hasılada da 9-13 milyar dolar arasında bir kayıp olmuştur.
1999 yılı sonunda, enflasyon oranı (TÜFE) yüzde 68,8, faizler yüzde 85-95 bileşik aralığında, kamu borçlanma gereği milli gelir içinde bir yılda yüzde 9’dan 15’e çıkmış, iç borç 42, dış borç ise 103 milyar dolara ulaşmıştır.
İç ve dış koşullardaki bu olumsuz gelişmeler 1999 yılında, sabit fiyatlar üzerinden GSYİH’nın yüzde 5.0, Gayrisafi Milli Hasılanın ise yüzde 6.4 oranında daralması sonucunu doğurmuştur.
Haziran 1999 ayında IMF ile yapılan görüşmelerde, daha önce, 26.Haziran 1998 tarihinde yine IMF ile yapılmış olan “Yakın İzleme Anlaşması”nın,süreli programlara bağlı ve mali destek içeren bir “stand-by” anlaşması yolunda köprü görevi görmesi yolunda mutabakata varılmıştır. Bu kapsamda yapılacak bir “stand-by” anlaşmasının başarılı olabilmesi açısından ısrarla üzerinde durulan bazı yapısal düzenlemeler alanında önemli adımlar atılmış, Bankalar Kanunu, Sosyal Güvenlik Kanunu yürürlüğe konulmuş, uluslararası tahkimle ilgili Anayasa değişikliği gerçekleştirilmiştir.
Türkiye tarafından 9 Aralık 1999 tarihinde verilen “Niyet Mektubu”nun IMF İcra Kurulu tarafından onaylanması ile üç yıl süreli Stand-by Anlaşması yürürlüğe girmiştir.
Stand-by düzenlemesi başlıca üç esasa dayanmıştır;
-
Önceden de bir takım önlemlerin alınmış olduğu mali uyum,
-
Sterilizasyona yer vermeyen, dövizin çapa olarak kullanıldığı ve bir “Para Kurulu” uygulamasını çağrıştıran bir para politikası ile kısmi bir gelirler politikası,
-
Önemli yapısal reform düzenlemeleri.
Stand-by anlaşmasına dayanak oluşturan Niyet Mektubu ile; tarım destekleme politikasının aşamalı olarak kaldırılması, sosyal güvenlik reformunun tamamlanması, özel emeklilik fonları için hukuki çerçeve oluşturulması, vergi idaresinin etkinliğinin arttırılması,bütçenin hazırlanması, uygulanması ve kontrolünün güçlendirilmesi ve kapsamının genişletilmesi, bu amaçla mevcut fonların tedricen kapatılması hedeflenmiştir.
IMF’ye Niyet Mektubunun sunulduğu 9 Aralık 1999 tarihinde Merkez Bankası da istikrar programının yürürlükte olacağı üç yıllık dönemde uygulanacak para ve kur politikasını açıklamıştır.
Para ve kur politikası çerçevesinde; kur politikasının, istikrar programı boyunca yalnızca enflasyon hedefine göre belirlenmesi, döviz kurları tespitinin, Ocak.2000- Haziran.2001 döneminde “enflasyon hedefine yönelik kur sepeti”, izleyen dönemde ise “kademeli olarak genişleyen band” sistemine göre yapılması kararlaştırılmıştır.
2000 yılında enflasyon düzeyinin düşürülmesi alanında başarılı olunmuş,yurtiçi talepteki canlanma hernekadar ithal talebinin hızla yükselmesi sonunu doğurmuşsa da üretim artışına yol açmış, istihdam seviyesi yükselmiştir.
Öngörülen para ve kur politikası çerçevesinde kur hadlerinin hedeflenen enflasyona göre belirlenmesi, gerçekleşen enflasyonun, hedeflenen enflasyonun üzerinde tahakkuk etmesi sonucu, Türk Lirası yıl içinde giderek reel değer kazanmaya başlamıştır.
Türk Lirasının beklenenin üzerinde reel değer kazanması, yılın ilk yarısında faiz oranlarının beklentilerin üzerinde düşmesiyle ve aşırı değerli TL’nin ithal talebini arttırmasıyla birlikte iç talebin hızla artmış, uluslararası petrol ve buna bağlı olarak enerji fiyatlarındaki artış ve Euro/Dolar paritesindeki gelişmeler cari işlemler açığının giderek yükselmesine ve sonbaharda sözkonusu açığın GSMH’ya olan oranının yüzde 5 mertebesine kadar çıkmasına neden olmuştur. Bu gelişmeler iç ve dış piyasalarda uygulanmakta olan kur politikasının sürdürülebilirliği ve cari açığın dış finansmanı konusundaki endişeleri arttırmıştır.Uluslararası piyasalarda istikrar programına olan güven azalmış, Ağustos ayından sonra faiz oranlarının artış eğilimine girmiş olmasına rağmen yeterli sermaye girişi olmamış, ve ciddi bir likidite sorunu ile karşı karşıya kalınmıştır. Giderek etkisi derinleşen bir süreç Kasım ayının ikinci yarısında, bir şok halinde, kısa vadeli faizlerde hızlı bir yükselmeye ve menkul kıymet fiyatları da düşmeye yol açmıştır.Yurt dışına önemli miktarda sermaye çıkışı olurken, döviz rezervleri azalmış, bu gelişmeler döviz kuru üzerinde baskı oluşturmuştur. Kasım krizi sonrasında alınan önlemler ve IMF ile varılan anlaşma sonucunda mali piyasalardaki dalgalanmalar kısmen giderilmiş, Merkez Bankasının rezervlerinde sınırlı bir artış meydana gelmiş ve faiz oranları Kasım ayındaki kriz ortamına göre önemli bir biçimde gerilemiştir.
Ancak bankacılık kesiminin yapısının zayıflığı ve Kasım krizinin bankaların öz varlığında meydana getirdiği erime, kur çapası politikasının korunması ile TL’nın aşırı değerli konumunu sürdürme konusundaki ısrar ve yıllar boyu kamu bankalarının bilançolarına gizlenmiş olan yüksek hacimli kamu finansman açığı, Şubat 2001 krizini kaçınılmaz kılan başlıca nedenler olmuşlardır. Yine önemli boyuttaki bir sermaye kaçışının ardından Hükümet “döviz çapası” sisteminden vazgeçilerek dalgalı kur sistemine geçilmiş olduğunu deklare etmiş ve hızlı bir süreç içerinde, makroekonomik dengelerin tekrar tesis edilmesi amacıyla yeni bir istikrar programının uygulanmasına geçilmiştir.
Program çerçevesinde, kamu kesimini artan borç yükünün sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulması amacıyla maliye politikası hedefleri daha da sıkılaştırılmış, para politikasında Merkez Bankasının kısa vadeli faiz oranları üzerindeki etkinliği arttırılmış ve dalgalı kur sistemine geçilmiştir. Ekonomik program öncelikle, ekonomideki yapısal zayıflıkların giderilmesi ve bankacılık kesiminin rehabilitasyonu üzerinde yoğunlaşacak bir biçimde şekillendirilmiştir.
Dostları ilə paylaş: |