Grafik 48.1.2.2. Türkiye’de Aile Yapısının Değişimi
Türkiye’de son 50 yılda aile yapısının dönüşümü sürecinde sosyoekonomik değişim (kentleşme, ekonomik yaşamda sanayi ve hizmet sektörlerinin ön plana çıkması, kadının ücretli istihdam sürecine dahil olması, kişi başına düşen gelirin artması), demografik dönüşüm (ilk evlilik yaşının yükselmesi, evlilik içi doğurganlık kontrolünün artması, ilk çocuğa sahip olma yaşının yükselmesi, doğurganlık seviyesinin iki çocukla sınırlanması, ideal çocuk sayısı ile sahip olunan çocuk sayısı arasındaki makasın daralması, boşanma hızlarının artması ve doğumda yaşam süresi beklentisinin artması) ve zihniyet değişim etkili olmaktadır.
Kentleşme ile birlikte geniş aile sayısı azalmakta, çekirdek aile sayısının artış eğiliminde olduğu görülmektedir. Değişen koşullarla birlikte geniş aile çatısı altındaki ikinci, üçüncü kuşak aileler giderek ayrı çatılar altında yaşamaya başlamıştır. Türkiye’de çekirdek aileler, yalıtılmış çekirdek aile değil daha çok ‘çekirdek aile ağı’ özelliğini göstermekte ve farklı coğrafyalarda yaşıyor olsalar da adeta ‘görünmeyen ortak bir çatı’ altında yaşamaktadırlar. Çekirdek aile ağı, geleneksel geniş aile özelliklerinin bir kısmını, yaşanmakta olan zaman-mekan bağlamına uygun bir biçimde, sürdürmekte olduğu anlamına gelmektedir. Ayrı çatılar, ayrı bütçeler olsa bile kuşaklar arasında özelikle hizmet alışverişi, yani emeğe dayalı yardımlaşma (torun, yeğen büyütmek; hasta bakmak; taşınma işlerine yardım etmek; trafik kazasında yardıma koşmak gibi gündelik hayatın destek gerektiren tüm faaliyetleri) devam etmektedir. Ailelerin durumuna göre hizmet kadar, mal ve para alışverişi de söz konusudur.
Yakın akraba ilişkilerinin en aza indiği yalıtılmış çekirdek aile daha çok Batı Avrupa ve İskandinav ülkeleri ile ABD’de metropol yerleşim merkezlerinde görülmektedir. Diğer dünya toplumları, akraba ve hısım ilişkilerinin şu veya bu ölçüde yoğun yaşandığı geniş aile veya çekirdek aile ağı özelliğini göstermektedir.
Aile yapısındaki değişimi tetikleyen en önemli faktör olarak nüfus yapısı gösterilebilir. Bu bağlamda Türkiye’nin zaman içinde genç nüfus yapısından yaşlı nüfus yapısına geçtiği görülmektedir. 1950’li yıllarda nüfusun yaklaşık %40’ını oluşturan 15 yaşından küçük nüfus, günümüzde %25 seviyesine gerilemiştir. Buna karşılık yaşlı nüfusun, yani 65 yaş ve üstü nüfusun payının aynı dönemde % 3’ten %7 seviyesine ulaştığı görünmektedir.
Nüfus yapısının değişimi ile benzer zamanlarda, nüfusun kent ve kırsal arasındaki dağılımı da dramatik şekilde değişmiştir. Yaşanan hızlı kentleşmenin bir sonucu olarak 1950’li yıllarda %75’i kırsal alanlarda yaşayan nüfusun günümüzde neredeyse %75’inin kentsel alanlarda yaşadığı görülmektedir.
1980’li yılların ortalarına kadar %25 seviyesinde kalan geniş aile, yaşanan sosyoekonomik ve demografik dönüşümlerin sonucu olarak direncini kaybederek 2000’li yılların sonunda %12 seviyesine kadar gerilemiştir. Modernleşme sürecinde istihdam yapısının değişmesi, kentleşmenin artması, tarımsal yapıda üretim biçiminin değişmesi, çocuğa atfedilen değerdeki farklılaşma, sosyal güvenlik sisteminin herkesi kapsayacak biçimde gelişmesiyle işlevi büyük ölçüde ortadan kalkan ataerkil geniş aile yapısı zayıflamış ve aile yapılarının çekirdekleşmesi süreci hızlanmıştır.
Türkiye’de 1950’li yıllarla birlikte giderek yoğunlaşan iç-göç sürecinde daha çok kentsel alanlarda organize olan sanayi ve hizmet sektörlerinin toplam üretim içindeki payı artmış ve bu sektörlerde bir işe yerleşmek için işgücünün eğitim seviyesi daha da önem kazanmıştır. Bu durum, kentsel yerleşim yerlerindeki aile kurulma sürecini kırsal yerleşim yerlerindeki aile kurulma sürecinden farklılaştırmıştır. Ailelerin kurulmasında eğitim seviyesi ve özellikle mülkiyet sahibi olma önem kazanmaya başlamış ve bunların sonucu olarak da eş seçimi için geçen süre uzamıştır. Böylece, özellikle kentsel yerleşim yerlerinde evliliklerin ertelenmesinin bir sonucu olarak ilk evlenme yaşları hızlı bir şekilde yükselmiştir.
Türkiye’de son 50 yıl içinde geniş aile yapılarında (%161 azalma), özellikle de ataerkil geniş aile yapısında çözülmenin meydana geldiği, bunların çekirdek (%15 artış) ve özellikle de dağılmış aile yapılarına (%53 artış) dönüştüğü görülmektedir. TNSA 2008 ve TAYA 2011 sonuçlarına göre, geniş aile yapısı içindeki diğer bir aile biçimi olan geçici geniş aile yapısının yaygınlığı %8-9 civarındadır. Ataerkil geniş ailenin yok olma sürecine girdiği bu dönemde, güçlenme sürecine giren geçici geniş ailenin çekirdek aileye eklemlenen birey ya da birey gruplarından oluştuğu düşünüldüğünde, geçici geniş ailenin, ölüm, yaşlanma, boşanma, iç göç, ayrı yaşama gibi sosyodemografik süreçlere maruz kalarak ailesinden kopan ve ekonomik, sosyal ya da kültürel nedenlerle kendi hanesini dağılmış aile biçiminde ya da yeni bir hane açarak sürdüremeyen bireyler için geçici de olsa sığınabilecekleri ortam sağladığı söylenebilir.
Türkiye’de özellikle 2000’li yıllarla birlikte ataerkil aileden çekirdek aileye geçişlerin azalması ve ağırlıklı olarak geçici geniş aileye dönüşmesi, geçici geniş aile yapısında (yaklaşık %12) hızlı artışa sebep olmaktadır. Bunun yanında, çekirdek aile biriminin tek kişiye, tek ebeveyne dönüşmüş olduğu ya da aralarında kan bağı olan ya da olmayan kişilerden oluşan aile biçimi olarak tanımlanan dağılmış ailelerde (yaklaşık %40) çok ciddi bir artış olmaktadır. Dağılmış aile yapısındaki hızlı artışın aile yapısının çekirdekleşmesi sürecini durağanlaştırdığı hatta gerilettiği gözlenmektedir.
Boşanma hızlarının artmasına bağlı olarak çekirdek aile yapılarının bir kısmının, özellikle tek kişilik ve tek ebeveynli dağılmış aile yapılarına dönüştüğü söylenebilir.
Türkiye’deki çekirdek aile yapısını (%70) oluşturan alt-aile biçimlerinden çocuksuz çekirdek ailenin çocuklu çekirdek aileye göre daha hızlı arttığı söylenebilir. 1978 yılında çocuksuz çekirdek ailenin çekirdek aile içindeki payı sadece %14 iken, 2011 yılında bu oran %24 seviyesine ulaşmıştır. Çocuksuz çekirdek ailenin çekirdek aile içindeki payının artışında, evlilik içinde çocuk sahibi olmanın geciktirilmesini sağlayan gebeliği önleyici yöntemlerin kullanımındaki artışın önemli bir payı bulunmaktadır. 1978 yılında her evli çiftten sadece %38’i gebeliği önleyici herhangi bir yöntem kullanırken 2000’li yılların sonunda bu oran %73’e yükselmiştir.
Bu süreçte, çocuksuz çekirdek aile sayılarındaki artış dikkat çekicidir. Bu hususta iki önemli etken bulunmaktadır. İlki, gebeliği önleyici modern yöntemlerin kullanımının sonucu ilk çocuğa sahip olma yaşının artmasıdır. Diğeri ise, ortalama yaşam süresinin uzamış olmasına bağlı olarak, çocukların evden ayrılması sonrasında ebeveynlerin çocuksuz çekirdek aile olarak hayatlarını sürdürmeleridir.
1970’li yıllarda kadın başına ortalama çocuk sayısı 5, kişilerin istedikleri ideal çocuk sayısı 3 ise civarındaydı. 2000’li yıllarda ise kadın başına ortalama çocuk sayısının 2,5; istenen ideal çocuk sayısının ortalaması ise 2,4 tür. Bu durum, Türkiye’de iki çocuk sahibi olma normunun yerleştiğini göstermektedir.
Türkiye’de az sayıda çocuk sahibi olma normunun yerleşmesi sürecinde (1978-2008 döneminde) bir çocuklu çekirdek ailenin yaygınlığında %44; iki çocuklu çekirdek ailenin yaygınlığında ise %38 seviyesinde bir artış görülürken üç ve daha fazla çocuklu ailenin yaygınlığında %58 seviyesinde bir azalma görülmüştür. Başka bir ifade ile 1978 yılında, çocuklu çekirdek aile içinde %54’lük bir paya sahip olan üç ve daha fazla çocuklu ailelerin payı 2008 yılında %24’e gerilemiştir.
Zaman içerisinde mevcut doğurganlık ile (2,1); istenen doğurganlık (2,4) (TNSA 2008) arasındaki farkın minimum seviyeye inmesi durumunda çiftlerin istedikleri sayıda çocuk sahibi olmaları konusunda daha kesin bir karara sahip oldukları ve dolayısı ile az çocuk sahibi olmanın bir norm olarak yerleştiği söylenebilir.
Türkiye’de modernleşme sürecinde kişi başına gelir seviyesinin hızlı bir şekilde artarak 2000’li yılların başında yedi bin dolar; 2010 yılında ise on beş bin dolar seviyesine yükselmiş olması batılı yaşam tarzının özellikle genç kuşaklar tarafından hızla benimsenmesine yol açmıştır. Batı Avrupa toplumlarında 1960’lı yıllardan sonra yaşanmaya başlanan ikinci demografik dönüşüm sürecinde ortaya çıkan tek kişilik ve tek ebeveynli ailelerin Türkiye’de henüz birinci demografik dönüşüm sürecinin erken aşamaları olan 1970’li yıllardan itibaren ortaya çıktığı görülmektedir. Bu aile yapılarının neredeyse Batı Avrupa toplumları ile aynı anda Türkiye’de ortaya çıkmış olmasının arkasında, Türkiye’de 1950’li yıllardan başlayarak çok yoğun bir iç göç sürecinin; 1960’lardan başlayarak kendisini işgücü göçü olarak gösteren çok yoğun bir dış göç sürecinin yaşanmış olması yatmaktadır. Daha sonraki yıllarda ise yine iç göç sürecinde geniş ve çekirdek ailelerin dağılması ile tek kişilik ve tek ebeveynli hanelerin oranında çok ciddi artışlar meydana gelmiştir. 1978-2011 döneminde tek kişilik hanelerin %67 artmış olmasının arkasında iç ve dış göç süreçlerinin bir katkısının bulunduğu anlaşılmaktadır. Tek kişilik hanelerin %62’sinin; tek ebeveynli hanelerin ise %89’unun kadınlardan oluştuğu görünmektedir. Tek kişilik hanelerin %38’i yaşlı kadınlardan oluşmaktadır. Tek ebeveynli hanelerin ise %15’inde en az bir yaşlı kadın yaşamaktadır.
Dağılmış aile kapsamında ele alınan bir diğer hanehalkı biçimi olan, aralarında akrabalık bağı bulunmayan kişilerden oluşan hanelerin de son yıllarda çok önemli oranda arttığı görünmektedir. Hemen tamamı kentsel alanlarda ve özellikle de metropol alanlarda yer alan bu hanelerin kentsel alanlardaki eğitim ve istihdam imkânlarından yararlanmak için kentsel alanlara göç eden erkek (%58) ve kadınlardan (%42) oluştuğu görünmektedir. Bu hanelerin, doğası gereği “geçici” haneler olması, zaman içinde bu hanelerin diğer aile biçimlerine, özellikle de çekirdek aileye dönüşme potansiyeli taşıdığını göstermektedir.
Evliliğin kuruluşuna ilişkin özelliklerin (evlilik yaşı, nikâh türü, evlilik kararı, akraba evliliği vb.) zaman içinde değişime uğramış olması da Türkiye’de aile yapısının değişimine yol açmaktadır. Evliliğe başlama yaşının kentsel ve kırsal alanlarda ve tüm bölgelerde hızlı bir şekilde arttığı Türkiye’de 1970 yılı ve öncesinde evlenen kadınların ilk evlilik yaşı 16 iken; 2000 yılı ve sonrasında evlenen kadınların ilk evlilik yaşı ise 24 olduğu dikkat çekmektedir.
Türkiye’de sadece dini nikâhla evlenen kadınların oranı, rızası olmadan evlendirilen kadınların oranı ve yakın akraba evliliği yapan kadınların oranı da, yaşanan hızlı sosyodemografik ve ekonomik dönüşümün bir sonucu olarak hızla azalmaktadır.
Çocuk sahibi olmanın ya da geniş aile içinde yaşamanın güvence olarak görüldüğü Türkiye gibi toplumlarda sosyal güvenlik kapsamının genişlemesinin aile yapısı üzerinde dönüştürücü etkisi vardır. Türkiye’de yaşanan bir başka demografik gelişme, sağlık koşullarının ve hijyenik durumun iyileşmesinin ve sağlık sigortası kapsamının genişlemesinin bir sonucu olarak doğuşta yaşam beklentisinin önemli ölçüde artmasıdır. Son 40 yıllık dönemde kadınlar için yedi yıl, erkekler içinse beş yıl artarak sırası ile 81 ve 78 yıla yükselmiştir.
Kadınlar, geleneksel olarak çalıştıkları tarım sektöründen, şehirlere iç göç sonrası çalışmak durumunda kaldıkları hizmet ve sanayi sektörlerine geçişleri de bu değişim sürecini hızlandıran bir faktör olarak göze çarpmaktadır. Bu süreçte kentsel alanlarda yaşayan ve eğitim seviyelerini artıran kadınların ücretli işlerde çalışma imkânına kavuşarak ekonomik olarak bağımsızlıklarını kazanmış olmaları evliliklerini geciktirerek aile kurma sürelerinin uzamasına; aile kurulduktan sonra çocuk sahibi olma süresinin uzamasına; nihai olarak da boşanma hızlarını artırarak evliliklerin sonlanmasına etkileyerek aile yapısını değiştirmiştir.
Dostları ilə paylaş: |