TÜRKİYE CUMHURİYETİ
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER İŞKENCE VE DİĞER ZALİMANE, İNSANLIKDIŞI YA DA AŞAĞILAYICI MUAMELE YA DA CEZAYA KARŞI SÖZLEŞME İLE İLGİLİ ÜLKE RAPORUNA KARŞI İNSAN HAKLARI DERNEĞİ (İHD) RAPORU
Giriş:
1-İnsan Hakları Derneği, kurulduğu 1986 yılından beri Türkiye’de insan hak ve özgürlükleri konusunda faaliyet yürüten devletten, hükümetlerden ve siyasal partilerden bağımsız Türkiye’nin en eski ve en büyük insan hakları örgütüdür. Halen Türkiye’de 34 ilde şubesi 6 ilde temsilciliği olmak üzere toplam 7.766 üyesi bulunmaktadır. İHD, Uluslar arası İnsan Hakları Federasyonu (FİDH) ve Avrupa Akdeniz İnsan Hakları Ağı (EUROMED) üyesidir. İHD, Türkiye içerisinde faaliyet yürüten bir çok platform, koalisyon, ağ ve farklı birlikteliklerin kurucusu ve aktif bileşeni olarak faaliyetlerini yürütmektedir. Bu kapsamda; İnsan Hakları Ortak Platformu(İHOP), Uluslararası Ceza Mahkemesi Türkiye Koalisyonu(UCMK), Mülteci Hakları Koordinasyonu kurucu üyesidir. Ayrıca, çocuk ve kadın hakları ile ilgilenen çok sayıda ağ ve birlikteliğin yanı sıra çeşitli konularda(eğitim hakkı, anayasa platformları gibi) ortak çalımalar yürütmektedir. İHD’nin İnsan Hakları Akademisi bulunmaktadır.
2-Türkiye Hükümetinin BM İşkenceye karşı Komite’sine sunduğu taraf devlet raporuna karşı İHD gölge rapor hazırlamıştır.
3- İHD’nin kurucusu olduğu Türkiye İnsan hakları Vakfı(TİHV) kapsamlı bir rapor sunacağından dolayı tekrara düşmeden değinilmeyen ve önemli gördüğümüz konulara yer verilecektir.
Madde 2
4- Türkiye ceza mevzuatında tutuklamanın kolaylıkla uygulanabildiği yasal problemler bulunmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanununun 100.maddesinin 3. Fıkrasında belirtilen suçlamalarla ilgili olarak kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde tutuklama nedeninin varsayılacağı kabul edilmekte ve sık sık tutuklama yapılmaktadır. Bu suçlar arasında özellikle terör örgütü üyeliği ve terör örgütüne yardım ve yataklık suçlamaları en sık rastlanan suçlamalardır. TCK 220/6 ve 7.maddeler ile TCK 314/3.madde ve TMK 2.madde birlikte uygulanarak yasa dışı silahlı örgüte yardım suçlamasından dolayı çok sık tutuklama yapılmaktadır. Bunun yanı sıra TCK 314/2.fıkradan doğrudan doğruya silahlı örgüt üyeliğinden tutuklamaya başvurulmaktadır. 2015 yılında iç güvenlik paketi olarak bilinen hükümet tasarısı yasalaştırılarak 3713 sayılı TMK’nın 7/3.fıkrası ve 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununun 33.maddesinden yapılacak suçlamalarda da CMK 100/3.fıkra uygulanmakta ve tutuklamanın kapsamı genişletilmiştir. Son olarak bu suça ortak olmayacağız bildirisini imzalayan ve imzalarının arkasında olduğunu ikinci bir basın açıklaması ile kamuoyuna açıklayan akademisyenler terör suçlaması ile karşılaşmış, TMK 7.madde gerekçe gösterilerek tutuklanmışlardır.
5- Türkiye Adalet Bakanlığı’nın resmi istatistiklerine göre 31.12.2011 tarihinde Türkiye cezaevlerinde 410’u çocuk olmak üzere 92.617 hükümlü, 1924’ü çocuk olmak üzere 35.987 tutuklu olmak üzere toplam 128.604 mahpus bulunmakta idi. 30.11.2015 tarihi itibari ile Türkiye cezaevlerinde 661’i çocuk olmak üzere 150.135 hükümlü, 1641’i çocuk olmak üzere 25981 tutuklu olmak üzere toplam 176116 mahpus bulunmaktadır. Adalet Bakanlığı istatistiklerinde hükmen tutuklu kategorisi bulunmamaktadır. Bilindiği gibi tutuklu iken hakkında hüküm verilip temyiz incelemesi henüz sonuçlanmamış kişilerin oluşturduğu gruba hükmen tutuklu grubu denilmektedir. Şuanda Türkiye’de gerçek anlamda kaç kişinin tutuklu olduğu açıklanmamaktadır. Ancak mahpus sayısına bakıldığında Avrupa Birliği ortalamasının oldukça üzerinde olduğu görülmektedir. Türkiye’de CMK 102/2. madde uyarınca tutukluluk süresi 5 yıl ile sınırlıdır. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu ile başvurma imkanı bulunmaktadır.
6- İHD’nin verilerine göre Türkiye’de 1979 yılı ile 2004 yılları arasında 455 zorla kaybedilme vakasına rastlanmıştır. Bu vakaların tamamının isim listesi BM Zorla Kaybedilmeler Çalışma Grubu’na iletilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, BM’nin kayıplar ile ilgili uluslar arası sözleşmesine taraf değildir. Bunun yanı sıra 5237 sayılı TCK’nun 77.maddesinde insanlığa karşı suçlar düzenlenmiş olup bu suçlar arasında zorla kaybetme ile ilgili herhangi bir suç tanımına yer verilmemiştir. 5237 sayılı kanun 2005 yılında yürürlüğe girmiştir. Türkiye’de 2005 yılından önce işlenen suçlardaki en uzun zaman aşımı süresi 20 yıldır. Şayet bu 20 yıl içerisinde iddianame düzenlenmiş ise 20 yılın üzerine bir 10 yıl daha eklenip nihai olarak 30 yılda davanın sona ermesi gerekmektedir. İHD’nin tespitlerine göre Türkiye’de zorla kaybetme nedeni ile hiç kimse cezalandırılmamıştır. Türkiye’de bu konuda suç tanımı olmadığı gibi zaman aşımı kuralı da uygulanmakta ve cezasızlık politikası izlenmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin 14.01.2016 tarihli Resmi Gazete de yayınlanan 2013/1566 Başvuru nolu Nurettin Yedidöl davasında zaman aşımı nedeni ile red kararı verilmiştir. Nurettin Yedidöl 1981 yılında İstanbul’da zorla kaybedilmiş ve halen akıbeti bilinmemektedir.
7- Zorla kaybetmelerle ilgili olarak bugüne değin AİHM’e yapılan başvurularda Türkiye aleyhine çok sayıda ihlal kararı verilmiş ve sorumlu kamu görevlilerinin yargılanması gerektiği tespiti yapılmıştır. Buna rağmen sorumlular ile ilgili çok az sayıda dava açılmış, açılan davalarda ise beraat kararları verilmektedir. Örneğin Nezir Tekçi Davası: Bu olayda AİHM’in, Tekçi ve diğerleri v. Türkiye, 10 Aralık 2013 tarihli ihlal kararı bulunmaktadır. (Çobanlık yapan Nezir Tekçi’den 26 Nisan 1995’te Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı Yukarı Ölçek mezrasında askerler tarafından gözaltına alındıktan sonra bir daha haber alınamadı. Babası Halit Tekçi’nin başvurusu üzerine 1997 yılında askeri savcılık tarafından başlatılan soruşturmada kısa sürede takipsizlik kararı verildi. 2010 yılında zorunlu askerlik yaptığı sırada Nezir Tekçi’nin öldürüldüğünü gördüğünü söyleyen Yunus Şahin’in yaptığı tanıklık soruşturmanın yeniden başlatılmasına yol açtı. Soruşturma sonucu emekli Albay Ali Osman Akın ile Yarbay Kemal Alkan hakkında ‘’canavarca bir his sevki ile veya işkence ve tazip ile kasten öldürme’’ suçlamalarıyla Hakkari Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Güvenlik gerekçesiyle Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne nakledilen davada, savcılık makamı esas hakkındaki mütalaasında şüpheden uzak ve kanaat uyandırıcı delil elde edilmediği gerekçesiyle sanıkların beraatlarına karar verilmesini talep etti. 11 Eylül 2015 tarihinde görülen karar duruşmasında mahkeme heyeti sanıklara isnat edilen suçun sabit görülmemesi nedeniyle emekli Albay Ali Osman Akın ve Yarbay Kemal Alkan’ın oy birliğiyle beraatlarına karar verdi). Kamuoyunda Görümlü davası olarak bilinen Silopi Görümlü köyünde gözaltına alınan 6 köylünün kaybedilmesi olayı. Bu olay ile ilgili AİHM’in Cülaz ve Diğerleri Türkiye davası 15 Nisan 2014 tarihinde ihlal kararı ile sonuçlanmıştır. Kaybedilmelerin sorumlusu olarak yargılanan General Mete Sayar ve arkadaşları Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmış ve beraat etmişlerdir. Dava dosyası halen Yargıtay’da temyiz aşamasındadır.
8- BM Kalkınma Örgütünün insani gelişmişlik raporuna göre Türkiye dünyada 149 ülke arasında toplumsal cinsiyet eşitliği bakımından 69.sırada yer almaktadır. Türkiye’nin sıralamadaki yeri yıllar itibari ile giderek geriye düşmektedir. Bu durum Türkiye’de kadın hakları bakımından siyasal iktidarın başarısız olduğunu göstermektedir. Türkiye’de kadına yönelik cinsel suçlarda giderek artan oranda bir yönelim vardır. Hükümetin yasal olarak aldığı tedbirlerin uygulamaya geçilmesinde sorunlar bulunmaktadır. İHD’nin istatistiklerine göre 2012’de 165, 2013’te 214, 2104’te 281, 2015’te 348 kadın öldürülmüştür. Bu süreler içerisinde 2012’de 722, 2013’te 691, 2014’te 776, 2015 yılında 805 kadın yaralı kurtulmuştur. Türkiye’de kadına yönelik şiddet önlenememektedir. Kadına yönelik şiddeti önlemek amacı ile Türkiye’de İstanbul’da kararlaştırılan İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye iç hukukuna tam olarak yansıtılmamasından kaynaklı sorunlar bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmamasından kaynaklı eşitsizlikler bulunmaktadır. Kamu kesiminde üst düzey bürokrat ve yönetici konumunda çok az sayıda kadın bulunmaktadır. Ayrıca yargıdaki cezasızlık kültürü ve kadına yönelik suçlardaki indirim maddelerinin uygulanması önemli sorunlar olarak sıralanabilir. Türkiye’de kadın sığınma evleri …………. Bunun yanı sıra şiddete uğrayan kadınların korunmasında ciddi yetersizlikler bulunmaktadır.
Madde 3.
9- Türkiye İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü verilerine göre 11.03.2016 tarihi itibari ile Türkiye’de 2.747.946 Suriye’den gelen mülteci Türkiye mevzuatı gereği “geçici koruma” statüsü ile ikamet etmektedir. Toplam geçici koruma statüsü verilmiş nüfusun %10’una denk gelen 272.812 kişi türkiye7nin 10 farklı kentinde, 26 adet Başbakanlığa bağlı AFAD kamplarında barınmaktadır. Bu kamplar birer Cezaevi gibi korunmakta, hak temeli çalışan sivil toplum örgütlerinin inceleme ve ziyaretlerine açılmamaktadır. Ayrıca bu kampların neredeyse yarısı BM’nin belirlediği sınırdan uzaklık mesafesine aykırı olarak Türkiye-Suriye sınır hattında kurulmuşlardır. Bunun yanı sıra İran, Irak, Afganistan ve Afrika ülkeleri gibi Avrupa Konseyi üye ülkeler dışından Türkiye’ye uluslararası koruma amacıyla gelenlerin sayısı yaklaşık 400.000 kişi olarak ifade edilmektedir. Bunlardan en büyük grubu Afganistan’tan gelen Afganlar ile Irak’tan gelen Ezidiler ve Türkmenler oluşturmaktadır. Ezidilerin Türkiye’de kaldığı kamplardan 6’sı yerel Belediyeler tarafından oluşturulmuştur. Bu hususta savaştan kaçan Suriyelilere tanınan imkanlar aynı şekilde Irak’ta DAİŞ saldırısından kaçıp Türkiye’ye sığınan Ezidilere tanınmamıştır. Merkezi hükümet yerine Kürt kentlerinin Belediyeleri bu insanlara kucak açmıştır.
10- 6458 sayılı kanunla iltica ve göç alanına ilişkin yetkiler Emniyet Genel Müdürlüğünden alınarak Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne devredildi. 18 Mayıs 2015 tarihi itibariyle de Emniyet İl Müdürlükleri yetkileri (taşra teşkilatı) Göç İl Müdürlüklerine devredilmiştir. Sınır dışı edilmek üzere hakkında idari gözetim kararı alınan yabancıların kapatıldığı Geri Gönderme Merkezleri de yeni kurulan Göç İdaresi Genel Müdürlüğü yetkisindedir. Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün Emniyet Genel Müdürlüğü’nden devraldığı toplam 2980 kişi kapasiteli 15 geri gönderme merkezi bulunmaktadır.
11- Göç İdaresi Genel Müdürlüğü yetki alanında bulunan Geri Gönderme Merkezlerinde yaşam hakkı başta olmak üzere kötü muamele ve işkence uygulamalarının da olduğu bir çok hak ihlali gerçekleşmektedir. Avukatların müvekkilleri ile görüşmek üzere merkezlere alınmaması veya dosyasının avukatlar tarafından incelenmesinin engellenmesi hem orada tutulan yabancıların adalete erişim hakkını hem de avukatların anayasa ve kanunlarla garanti altına alınmış çalışma haklarını kısıtlamaktadır. Kapasitenin çok üstünde kişinin aynı yere kapatılması, havalandırma imkanının tanınmaması, cinsel tacize maruz bırakılmaları, yeterli hijyen koşullarının sunulmaması, yeterli beslenme olanaklarının sunulmaması, sözlü ve fiziki şiddete maruz bırakılmaları, tecrit cezası, başkaları ile telefon/ziyaret yoluyla iletişim kurma hakkının kısıtlanması, kelepçe ve zincirle bağlanma uygulamaları gibi bir çok ağır hak ihlalinin yaşandığı iddia, ifade ve rapor edilmektedir.
12- Ayrıca, Türkiye’de yakalanan DAİŞ ve diğer dinci cihatçı örgüt mensuplarının mahkemeler tarafından tutuklanmadığı, büyük bir kısmının geri gönderme merkezlerine sevk edilip buradan serbest bırakıldıkları veya başka bir ülkeye gönderildikleri yetkililerce ifade edilmiş ve ifade edilmeye devam etmektedir. En son Belçika Brüksel’de canlı bomba saldırısını gerçekleştirenlerden birisi de bu şekilde Türkiye’den sınır dışı edilmiştir. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü web sayfasında 93 farklı uyruktan toplam 3.124 yabancı savaşçının Türkiye’den sınır dışı edildiği bilgisine yer verilmektedir. (http://www.goc.gov.tr/icerik3/yabanci-savascilar_363_378_4742)
13- 17 yaşındaki Lütfillah Tacik, 27 Mayıs 2014 tarihinde Van Yabancılar Geri Gönderme Merkezi’nde bir polis tarafından dövülmesinin ve hastaneye vaktinde ulaştırılmamasının ardından, Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin yoğun bakımında beyin kanaması neticesinde yaşamını yitirmiştir. Sanık polisler Serdar Oran ve Hasan Özgür Özdemir’in tutuksuz olarak yargılandıkları davanın 4. duruşması 21 Nisan 2016 tarihinde Van 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecektir. Sanık polislerden Serdar Oran halen Tunceli Emniyet Müdürlüğünde, Hasan Özgür Özdemir ise Van Emniyet Müdürlüğünde görevlerine devam etmektedir.
14-18 Ağustos 2015 tarihinde Adana'da gözaltına alınıp yasa dışı örgüt üyeliği iddiası ile tutuklanan, 17 Kasım 2015 tarihindeki ilk duruşmada mahkeme tarafından tahliye kararı verilen Dilo Derviş isimli Suriyeli Kürt mülteci, mahkemenin tahliye kararına rağmen, Göç İdaresi tarafından idari bir kararla Erzurum Geri Gönderme Merkezine gönderilmiştir. AB fonları ile kurulan Erzurum Geri Gönderme Merkezindeki kötü koşullar ve insan hakları ihlallerini protesto eden yabancılar 29 Aralık 2015 tarihinde bir isyan çıkardı. Geri Gönderme Merkezine giden avukatlar, sivil toplum örgütleri ve gazeteciler merkeze alınmadı ve tutulanlarla görüşme imkanı verilmedi. Mültecilerin üzeri numaralı mavi damga ile gezdirilmesi, çevik kuvvet müdahalesi, tecrit, darp, zincirlenerek soğuk hücre cezası, yemek verilmemesi gibi hak ihlalleri ile basında yer alan Aşkale Geri Gönderme Merkezi’nde çıktığı söylenen isyan sonrası çevik kuvvet polisleri Geri Gönderme Merkezi’ne müdahale etti. Merkeze giden yol kapatılarak gazetecilerin bilgi alması önlenirken avukatların müvekkilleri ile görüşmesi engellendi ve olaya ilişkin bilgi almak isteyen İnsan Hakları Derneği ve Halkların Demokratik Partisi yetkililerine bilgi verilmemiş ve merkeze girmeleri engellenmiştir. 31 Aralık 2015 tarihinde Dilo Derviş’in intihar ettiği bilgisi yakınlarına ve avukatına verildi. Avukatı otopsi işlemine katılarak cenazenin Suriye’nin Haseke kentindeki ailesine ulaştırılması sürecinde rol almıştır. Dilo Derviş’in ölümü Erzurum Aşkale savcılığındaki dosyaya “intihar” olarak geçti. Fakat avukatı ve ailesi olayın meydana geliş biçiminden yola çıkarak olayın intihar değil, cinayet olduğuna inandıklarını dile getirdiler.
15- Türkiye’de başta İstanbul Atatürk, İstanbul Sabiha Gökçen, Ankara Esenboğa olmak üzere Türkiye’deki havalimanlarında şüpheli olarak görülen yabancılar havalimanı içindeki “inat yolcu odası” veya “sorunlu yolcu odası” adı verilen yerlerde tutulmakta, özgürlükleri kısıtlanmaktadır. Bu “oda”lar birer alıkonma merkezi olarak kullanılmakta ve yabancılar -Suriyeli mülteci Fadi Mansur örneğinde olduğu gibi- 1 yıla varan süre boyunca bu merkezlerde tutulabilmektedirler. Havalimanı içindeki bu kapatma merkezlerinin dışarıya açılan bir penceresi olmadığı gibi, 24 saat boyunca aydınlatma sistemi ve kamera sistemi açık, yatak olmayan, duş imkanı olmayan yerlerdir. Tutulanlara düzenli yemek verilmediği gibi, uçak firmalarının ikramda kullandığı yiyecek ve içecekler verilmektedir. Örneğin, Suriyeli mülteci M.K. 9 Kasım 2015'ten beri Sabiha Gökçen Havalimanı'nda insanlık dışı şartlarda keyfi bir şekilde gözaltında tutuluyor. Hayatının tehlike altında olduğu Suriye'ye geri gönderilme tehlikesi altında.(Ayrıntılı bilgi için: http://www.acileylem.org.tr/eylem-detay.php?q=234#sthash.nRqvQGWz.dpuf ). Diğer bir örnek, 15 Mart 2015’den bu yana Atatürk Havalimanı'nda "Sorunlu Yolcular Odası"nda gözaltında tutulan Fadi Mansur 19 Mart'ta yani 1 yıldan sonra Türkiye'ye giriş izni verildi ve hemen Mansur hakkında idari gözetim kararı verilerek Adana Geri Gönderme Merkezi'ne gönderildi.(Ayrıntılı bilgi için: http://www.acileylem.org.tr/eylem-detay.php?q=227#sthash.NGxoe0Cg.dpuf).
Madde 4.
16-25 Temmuz 2015 tarihinde Anakara’da Eğitim-Sen Genel Merkezi misafirhanesinde gözaltına alınan yaralı Ahmed Şêrko, Omer Qadir, Rêber Seyho, Ehmed Helûm, Cemal Ehmed ve Beşîr Mihemed isimli altı Rojava/Kobane kantonundan gelen yaralıların Savcılık tarafından ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakılmalarına rağmen, Ankara Terörle Mücadele Şubesi tarafından Yabancılar Şube Müdürlüğüne teslim edilmeleri sonrası “Gecici koruma Yönetmeliğine” göre geçici kimlik belgesi verilerek serbest bırakılmaları gerekirken, yasal izin ile Türkiye ye giriş yaptıkları Mürşitpınar sınır geçiş noktası yerine Cilvegözü sınır kapısından cihatçı Ahrar uş-Şam çetelerine teslim edildiklerine dair açıklamaları, maalesef dehşetle öğrenmiş bulunmaktayız. Bu konunun, tarafınızdan Türk yetkililere sorulmasını talep ederiz.
17- Türkiye’de 5237 sayılı yeni ceza kanununun 94. Ve 95. maddelerinde işkence suçu, 96. Maddesinde eziyet suçu tanımlanmış olup, bu suçta zaman aşımı uygulanamayacağına dair hüküm getirilmiştir. Ancak Haziran 2005 tarihinden önce işlenen işkence suçlarında zaman aşımı kuralı uygulanmaktadır. Özellikle 12 Eylül 1980 Askeri darbesi döneminde işkenceye uğrayan yüzbinlerce insanın hak arama süreçlerinde karşılarına zaman aşımı kuralı çıkarılmıştır. 12 Eylül döneminde işkenceye uğrayanların yaptıkları suç duyuruları üzerine açılan davalarda maalesef zamanaşımı kuralı işletilerek davalar düşürülmüş ve böylece işkenceciler cezasız bırakılmıştır. Örneğin Konya 3. Ağır ceza Mahkemesinin 2012/475 E, 2013/122 K sayılı ve 28.02.2013 tarihli kararı ile işkenceciler bakamından davanın zamanaşımından düşürülmesine karar verilmiştir.12 Eylül darbe döneminin sistematik olarak en ağır işkence yöntemlerinin uygulandığı ve işkence ile Kürtlere asimilasyonun uygulanmak istendiği Diyarbakır 5 Nolu Askeri Cezaevi’nde kalanların işkence nedeni ile yaptıkları suç duyuruları zamanaşımı nedeni ile takipsizlikle sonuçlanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/6268 Soruşturma nolu, 2014/7701 Karar nolu ve 30.05.2014 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına yapılan itirazlar Diyarbakır 1. Sulh Ceza Hakimliğinin 2014/1532 Değişik İş Nolu ve 12.11.2014 tarihli kesin kararı ile red edilmiştir. Bu karara karşı Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu ile yapılan başvurularda halen bir karar verilmemiştir. Ancak, Anayasa Mahkemesi’nin Nurettin Yedigöl’ün 1981 yılında İstanbul’da zorla kaybedilmesi ile ilgili olarak vermiş olduğu karar oldukça talihsizdir. AYM’nin 14.01.2016 tarihli Resmi Gazete de yayınlanan 2013/1566 başvuru nolu kararında genel zaman aşımı süresine atıf yapılmış ve bu konu ile ilgili olarak zaman aşımı süresinin dolduğu belirtilmiştir.
18- Türkiye’de 31 Mayıs 2013 tarihinde başlayan ve Eylül 2013 tarihine kadar devam eden İstanbul Taksim Gezi Parkı protestoları olmuştur. Bu süreç içerisinde İHD’nin 26 Haziran 2013 tarihinde açıkladığı raporuna(http://www.ihd.org.tr/gezi-park-direnii-ve-sonrasnda-yaananlara-likin-deerlendirme-raporu/) göre sadece 31 Mayıs ile 18 Haziran tarihleri arasında yapılan protestolara müdahalede 4 gösterici polisler tarafından öldürülmüş, 63’ü ağır olmak üzere 7.744 kişi yaralanmış, 2.977 kişi gözaltına alınmış, 70 kişi tutuklanmıştır. İnsan Hakları Derneği (İHD)’nin 31.05.2013 tarihli şikayet dilekçesi ile İstanbul Taksim alanında bulunan Gezi Parkı’nda demokratik gösteri hakkını kullanan göstericilere karşı aşırı güç kullanan ve yoğun gaz kullanarak göstericilerin ve halkın genel sağlığını tehlikeye atan polis memurları ve amirlerinin belirlenerek haklarında görevi kötüye kullanma suçu olmak üzere, zor kullanma yetki sınırının aşılması suçundan kamu davası açılması istenmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/56347 soruşturma nolu, 2015/80706 karar nolu ve 10.11.2015 tarihli kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir . Bu karar üzerine başvurucu dernek adına Genel Başkan Öztürk Türkdoğan süresi içerisinde itirazda bulunmuştur. İtiraz üzerine İstanbul 4. Sulh Ceza Hakimliği’nin 2015/4684 Değişik İş nolu ve 17.12.2015 tarihli kararı ile itiraz reddedilmiştir. Bunun üzerine Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu ile başvuru yapılmıştır. Görüldüğü gibi cezasızlık devam etmektedir.
Madde 11.
19- İHD verilerine göre Cezaevlerinde işkence ve kötü muamele nedeni ile derneğe yapılan veya dernek yetkililerinin yaptıkları tespitlere göre bilanço şöyledir. 2012 yılında 583, 2013 yılında 843, 2014 yılında 213, 2015 yılında 215 kişidir. Bunun yanı sıra zorunlu sevk uygulamaları ve uygulama sırasında çıplak arama yapılması, sağlık muayenelerinin kelepçeli yapılması, yeni tutuklanan kişilerin çıplak arama ile cezaevine alınması ve terör suçlaması ile karşılaşanların en az bir gün tecrit odasında tutulması ve F tipi hapishanelerde tecrit cezası ile ziyaretçi görüş yasağı cezalarının uygulanması en önemli sorunlar arasında bulunmaktadır.
20- İHD verilerine göre Türkiye Cezaevlerinde 15 Aralık 2015 tarihi itibarı ile 300’ü ağır hasta olmak üzere 757 hasta mahpus bulunmaktadır(http://www.insanhaklaridernegi.org/wp-content/uploads/2015/12/19-ARALIK-2015-y%C4%B1l-sonu-hasta-listemiz.pdf). Türkiye Adli Tıp Kurumunun kötü uygulamaları nedeni ile bu kişilerin tahliyesi yapılmamaktadır. Geçmiş süreçte de bu şekilde ağır hasta olan çok sayıda mahpus yaşamını yitirmiştir. Türkiye bu konuda AİHM’in kararlarına uymamaktadır. AİHM’in Gülay Çetin v. Türkiye (5 Mart 2013 tarihli ve 44084/10 başvuru sayılı kararı önemli bir karardır. Bu kararda belirtilen ilkelere uyulmamaktadır.
21- Türkiye’de cezaevlerinin bağımsız sivil toplum örgütleri tarafından incelenmesine izin verilmemektedir. İnsan Hakları Derneği’nin değişik kereler Adalet Bakanlığı’na yapmış olduğu başvurular ile ilgili olarak sürekli red cevapları verilmekte ve bu konuda sadece Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin yetkili olduğu belirtilmektedir. Dolayısıyla STK’ların izleme ve gözlemcilik yapmasına izin verilmemektedir. Buna karşın STK’lar avukatları vasıtası ile cezaevindeki tutuklu ve hükümlülerle görüşmekte, zaman zaman cezaevlerinin müdürleri ve savcılarının yanı sıra Adalet Bakanlığı yetkilileri ile görüşerek sorunları tespit etmekte ve çözüm önerilerini iletmektedirler. Türkiye İnsan Hakları kurumuna yaptığımız başvurular sonucunda Metris R Tipi, Sincan F1, F2 tipi hapishanelerinde İnsan hakları kurulu üyeleri ile birlikte inceleme yapma imkanımız olmuştur.
22- Cezaevleri izleme kurulları ile il ve ilçe insan hakları kurullarının idareye bağımlı kurular olduğu, bu nedenle işlevsel olmadığı ve bu konuda caydırıcı bir etkilerinin bulunmadığını ifade etmek isteriz.
23- Türkiye’de İmralı Adası F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde Abdullah Öcalan ve 3 hükümlü tutulmaktadır. İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Kapalı Hapishanesi’nde hükümlü olarak tutulan Abdullah Öcalan’ın avukatlarının İHD’ye yaptığı başvuru üzerine, Abdullah Öcalan’ın 27 Temmuz 2011 tarihinden beri avukatları ile görüştürülmediği, 5 Nisan 2015 tarihinden beri HDP Heyeti ile görüştürülmediği, aile bireylerinin ve vasisinin görüşme isteklerinin keyfi olarak reddedildiği belirtilerek Abdullah Öcalan üzerinde tam bir tecrit uygulandığı belirtilmiştir. 5275 sayılı İnfaz kanunun 25. 59. ve 83.maddeleri birlikte değerlendirildiğinde Abdullah Öcalan’ın yasal haklarından mahrum bırakıldığı açıktır. Tecrit altında tutmak ağır bir ihlaldir. Bunun yanı sıra F tipi Yüksek Güvenlikli hapishanelerde(Bunların sayısı 14’tür, her birinin kapasitesi 368 kişiliktir.) tek ve üç kişilik odalarda tutulan mahpusların diğer mahpuslarla hapishanenin ortak alanlarında bir araya gelmesi Adalet bakanlığının 45/1 sayılı genelgesi ile mümkün olabilmektedir. Bu genelge ile haftalık sadece 10 saat ortak alanlarda bir araya gelinebilmektedir. Çoğunlukla bu genelgeye uyulmamaktadır.
24- Türkiye’de yukarıda da istatistiklerini verdiğimiz gibi çocuklardaki tutuklu yargılama oranı çok yüksektir. Halen Türkiye cezaevlerinde 661 hükümlü, 1641 tutuklu olmak üzere 2302 çocuk bulunmaktadır. Çocuk tutuklular genellikle büyüklerin kaldığı cezaevlerinin içinde ayrı bir çocuk koğuşunda tutulmaktadırlar. Bu nedenle de sık sık istismara maruz kalmaktadırlar. İHD’nin de içerisinde bulunduğu ve çok sayıda STK’nın yer aldığı Çocuk Cezaevleri Kapatılsın Girişimi yaklaşık 3 yıldır faaliyet yürütmekte ancak çocuk tutukluluğunun önlenmesi konusunda somut adımlar atılmamıştır. Türkiye’de çocuk ceza adalet sistemi uygulanmamaktadır.
Madde 12 ve 13
25- Türkiye’de bağımsız kolluk gözetim mekanizması bulunmamaktadır. Bir öncesi dönem TBMM’ye sevk edilen kolluk gözetim komisyonu kurulması ile ilgili kanun tasarısı yasalaşmamıştır. 16 mart 2016 tarihinde TBMM’ye sevk edilen kolluk gözetim komisyonu kurulması yasa tasarısı görüşülmeyi beklemektedir. Bu tasarı ile tamamen İçişleri Bakanlığı bünyesinde hükümete bağımlı, tarafsız ve bağımsız olmayan mevcut hükümet için denetim mekanizmalarını çağrıştıran yeni bir Bakanlık içi denetim mekanizması kurulmaktadır. Dolayısıyla bağımsız olmayan bir kurul oluşturulacaktır.
Madde 16.
26- 28 Aralık 2011 tarihinde Türkiye-Irak sınır hattında Şırnak İli Uludere İlçesi Roboski köyü sınır hattında tamamen silahsız ve çoğu çocuk 34 Türkiye Cumhuriyet vatandaşı kişi Türk Silahlı Kuvvetleri savaş uçakları tarafından bombalanarak öldürülmüştür. Bu olay ile ilgili sivil savcılık soruşturmayı askeri savcılığa yönlendirmiş, askeri savcılık kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiş, bu karara yapılan itiraz Genelkurmay Askeri Mahkemesi tarafından reddedilmiştir. Bunun üzerine bireysel başvuru yolu ile Türkiye Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmuştur. Anayasa Mahkemesi 2. Bölüm 2014/11864 Başvuru nolu Mehmet Encü ve diğerleri davasında 24 Şubat 2016 tarihinde karar verilmiştir. Mahkeme kararında evrak eksikliği, daha doğrusu evrakların asıllarının olmaması gerekçe gösterilerek başvuru oy çokluğu ile reddedilmiştir. Başvuru ile ilgili karar 23 Mart 2016 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Başvurucular AİHM’e başvuru yapacaklardır. Bu olay Türkiye tarihinin en önemli toplu katliamlarından birisidir. Bu kadar açık bir katliamda dahi devletin cezasızlık politikası uygulanmış ve failler yargı önüne çıkarılmamıştır. Bu olaydaki yargılama süreci Türkiye’deki cezasızlığın tamamen bir devlet politikası olduğunu ve Türkiye yargısının bu politikayı benimsediğini göstermektedir.
27- Türkiye’de 80’li ve 90’lı yıllarda işlenen yargısız infazlar, faili meçhul cinayetler ve gözaltında kaybetme vakaları ile ilgili bugüne kadar etkili soruşturma ve kovuşturma yöntemlerine başvurulmamıştır. İnsan hakları savunucularının, baroların ve avukatların çabaları sonucu bugüne kadar açılmış davalarda etkili kovuşturma yöntemleri uygulanmadığından bütün sanıklar beraat ettirilmektedir. Örneğin, Cizre Jitem Davası” olarak bilinen1993-1995 yılları arasında yirmi sivilin öldürülmesi nedeniyle yargılanan Albay Cemal Temizöz vd. davası 2009 yılından bu yana Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmekte iken, sanık vekillerinin talebi ile dava 5 yılı aşkın süre sonra somut hiçbir gerekçe olmaksızın Eskişehir iline nakledilmiştir. Dosya Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ nin 2015/47 Esas sayılı dosyası ile devam etmektedir. Duruşmanın son celsesinde tek tutuklu sanık olan Burhanettin Kıyak da tahliye edildi ve dosyada tutuklu sanık kalmadı. Gizli tanıklar daha önce ayrıntılı olarak vermiş oldukları beyanları reddettiler. Savcılık mütalaasında tüm sanıkların beraatini talep etti. Tüm sanıklar beraat etti. Bir başka davada ise yüzde yüz görgü tanıklarının gözü önünde işlenen yakarak öldürme suçu aklandı. Kamuoyunda Vartinis davası” olarak bilinen dava. Bu dava da nakil kararı ile Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi’ne gelen davalardandır. 1993 yılında 7 si çocuk 9 Kürt yurttaşın güvenlik görevlilerince yakılarak katledilmesinin sanıkları Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuksuz yargılanmaktadır. Sanık polis ve askerler için ihmalden öldürme suçundan ceza mütalaası verildi. Tüm sanıklar beraat ettirildi.
28- Türkiye’de geçmişle yüzleşme süreci yaşanmadan cezasızlık politikasının sona erdirilemeyeceğini düşünmekteyiz. Özellikle Kürt sorununda devam eden şiddetli silahlı çatışmalar cezasızlığı besleyen önemli sebepler arasındadır. Bu nedenlerden ötürü Türkiye’de çatışma çözümlerinin yaşanması, bu kapsamda geçmişle yüzleşme sürecine girilerek gerçek bir hakikat komisyonu kurulması gerektiği kanaatindeyiz. Böylece onarıcı adalet yöntemi ile mağdurlar ve mağdur yakınları bir nebze de olsa adalete olan güvenlerini sürdürebilirler. Aksi taktirde adalete olan güven tamamen bitecektir.
Madde 16.
29- Türkiye'de insan hakları savunucularının çalışmaları yargı baskısı altında sürmektedir. Ancak belirtmek isteriz ki insan hakları savunucusu ve Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi 28 Kasım 2015 günü Diyarbakır'da bir suikast sonucu öldürüldü. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma da hala hiç bir şüpheliye ulaşamadı. Tahir Elçi’nin öldürülmesi Türkiye’de insan hakları savunucuları üzerinde büyük bir baskı ve korku ortamı yaratmıştır.
30- Türkiye, BM İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesini 2004 yılında İçişleri Bakanlığı’nın 2004/139 sayılı özel kalem müdürlüğü genelgesi ile il emniyet müdürlüklerine bildirmiştir. Ancak bu genelgenin uygulanmadığını rahatlıkla belirtebiliriz. Türkiye’de ceza mevzuatında şiddete başvuran ile şiddete başvurmayan arasında ayrım yapılmadığı için herkes terör suçlamasıyla karşılaşabilmektedir. Bu kapsamda insan hakları savunucuları da sık sık yasa dışı silahlı örgüt üyeliği veya silahlı örgütlere yardım ve yataklık etmek yani terörist olmak veya teröre yardım etmekle suçlanabilmektedirler. Bu kapsamda devam eden çok sayıda dava bulunmaktadır. İHD Genel Sekreteri Av. Hasan Anlar, İHD Ankara Şube Başkanı Av. Halil İbrahim Vargün ve İHD eski yöneticileri Av. Filiz Kalaycı, Av. Murat Vargün Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 24.01.2013 tarihli ve 2009/309 E sayılı kararı ile yasa dışı silahlı örgüt üyeliğinden 6 yıl 3 ay hapis cezası almışlardır. Yargılama halen temyiz aşamasında olup Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 2015/…. sayılı kaydında devam etmektedir. Öğrendiğimize göre dava dosyası karar aşamasına gelmiş durumdadır. Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2014/235 E sayılı dava dosyasında İHD eski genel başkan yardımcısı Muharrem Erbey, İHD Diyarbakır eski şube yöneticileri Roza Erdede ve Aslan Özdemir’in yasa dışı silahlı örgüt üyeliği suçlaması ile yargılaması devam etmektedir. İHD Onur Kurulu Üyesi yayıncı ve yazar Ragıp Zarakolu’nun aynı şekilde yargılaması İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/134 E sayılı davasında devam etmektedir. İHD MYK Üyesi Veta Aydın ve İHD Siirt Şube yöneticileri Abdullah Gürgen ve Roja Arslan’ın aynı şekilde yargılanmaları Siirt Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2014/126 E kaydında devam etmektedir. İHD eski MYK üyesi ve Mersin Şube Başkanı Ali Tanrıverdi ile Göç-Der eski başkanı Selahattin Güvenç, Kürdi-Der eski başkanı Selahattin Çam aynı suçlama ile Mersin 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2014/146 E sayılı dava dosyasında yargılamaları devam etmektedir. Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Av. Selçuk Kozağaçlı ve 15 avukat hakkında aynı suçlama ile İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2014/117 E sayılı dava dosyasında yargılama devam etmektedir. Esasen buradaki listeyi uzatmak oldukça mümkündür, ancak bunları örnek olarak verdiğimizi belirtmek isteriz.
31- Halen tutuklu bulunan insan hakları savunucuları vardır. İHD Erzurum Şube Yöneticileri Erdal Özakçil, Yavuz Karabudak ve Hamit Ateş Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebi ile yasa dışı silahlı örgüt üyesi olmakla itham edilmiş ve 4 Şubat 2016 tarihinde gözaltına alınarak tutuklanmışlardır. Bunun yanı sıra İHD MYK üyesi Mesut Aslan internet ortamındaki sosyal paylaşımları nedeni ile 26 Kasım 2015 tarihinde gözaltına alınmış tutuklanmış, Gaziantep 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2015/477 Esas sayılı ve 04.03.2016 tarihli karar duruşmasında beraat ederek tahliye edilmiştir. Son olarak da Özgürlükçü Hukukçular Derneği üyesi avukatlar 16 Mart 2016 günü İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebi üzerine gözaltına alınarak tutuklanmaları istemi ile Hakimliğe sevk edilmişlerdir. İstanbul 1 No’lu Sulh Ceza hakimi avukatları serbest bırakmıştır. Ancak daha sonra yapılan itiraz üzerine 23 mart 2016 günü avukatlardan Hüseyin Boğatekin, Ramazan Demir, Ayşe Acinikli ve Ayşe Gösterişlioğlu tutuklanmışlardır. Bunun yanı sıra hükümete yakın gazete ve televizyonlar ile internet sitelerinde sürekli olarak hükümet uygulamalarını eleştiren başta İHD olmak üzere insan hakları örgütleri ve hak savunucuları hedef gösterilmekte ve tehdit edilmektedirler. “Bu suça ortak olmayacağız” isimli bildiriyi imzalayan akademisyenler adli ve idari soruşturma geçirmekte, internet sitelerinde hedef gösterilmektedir. Bu akademisyenlerden üçü halen tutuklu durumdadır. İHD MYK üyesi ve yazar Av. Eren Keskin ifade özgürlüğü hakkını kullandığı için sık sık soruşturma geçirmekte olup halen hakkında devam eden onlarca ceza soruşturması bulunmaktadır. Eren Keskin’e Çerkezköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2012/827 E, 2014/451 K sayılı ve 11.12.2014 tarihli kararla TCK 301. Maddeden 10 ay hapis cezası verilmiştir. Bu cezanın temyiz incelemesi Yargıtay’da devam etmektedir.
32- Türkiye İnsan Hakları Vakfı işkenceye karşı mücadele eden ve işkence görenlere rehabilitasyon hizmeti veren bir uzmanlık kuruluşudur. Türkiye’de 31 Mayıs 2013’te başlayan ve Eylül 2013 tarihine kadar geçen sürede devam eden ve adına İstanbul Taksim Gezi Parkı Protestoları denen süreçte işkence ve kötü muamele gören göstericilere hizmet verdiği için Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından 18-21 Haziran tarihleri arasında denetlendi. SGK, yarım gün çalışan ve bu konuda bütün bildirimleri tam olan bir çalışanının niçin tam gün çalışmış gösterilmediğini belirtip, Vakfa 83 bin 329 TL idari para cezası ile cezalandırdı. Vakfı çalışanının diğer zamanda bir başka yerde çalıştığı aynı SGK kayıtlarında mevcut olmasına rağmen idari para cezası verilmesi açık bir baskıdır.
33- Türkiye’de terörle mücadele yasası kapsamında terör suçlaması ile karşılaşıp cezaevinde bulunan 30 gazeteci bulunmaktadır. Bu kişiler, Ali Konar, Beritan Canözer, Cengiz Doğan, Cüneyt Hacıoğlu, Deniz Babir, Ensa Tunca, Erdal Süsen, Erol Zavar, Ferhat Çiftçi, Gültekin Avcı, Hamit Duman Dilbahar, Hatice Duman, Hidayet Karaca, Kamuran Sumbat, Kenan Karavi, Mehmet Baransu, Mehmet Serhat Polatsoy, Mikail Barut, Miktad Algül, Mustafa Gök, Nedim Oruç, Nuri Yeşil, Ömer Gül, Rojda Oğuz, Sami Tunca, Seyithan Akyüz, Şahabettin Demir, Tahsin Sağaltıcı ve Ufuk Erhan. Gazeteciler Can Dürdar ve Erdem Gül ise Türkiye Anayasa Mahkemesi kararı ile tutukluluktan kurtulabilmişlerdir. TMK 2.madde gerekçe gösterilerek TCK 314/3.madde uygulanıp gazeteciler yasadışı silahlı örgüte yardım ve yataklık etmekle suçlanıp yasa dışı örgüt üyesi gibi muamele görmekte ve CMK 100/3.madde uyarınca tutuklanabilmektedirler. CMK 100/3.maddeye eklenen ek fıkralar uyarınca 2911 sayılı kanunun 33.maddesi ve TMK 7/3.madde uyarınca da artık tutuklamalar yapılabilmektedir. Türkiye hükümeti tutuklu gazeteci kavramını kabul etmemekte bu kişilerin tamamının başka suçlardan sanık olarak nitelemektedir. Bu durum Türkiye’deki ceza mevzuatında şiddete başvuran ile başvurmayan arasında net bir ayrım yapılmaması ve bu şekilde herkesin terör suçlaması ile karşılaşabilmesinden kaynaklanmaktadır.
34- İnsan hakları savunucusu Osman İşçi ve diğer 71 sendikacı toplam 72 kişinin yargılandığı davada son durum şöyledir. Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2014/137 E sayılı dava dosyasında yargılamada durma kararı vermiştir. Bilindiği gibi bu dava TMK 10. Madde ile görevli Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesinde açılmıştı. TMK 10. Madde kaldırılınca dava dosyası kaldığı yerden devam etmek kaydı ile normal ağır ceza mahkemesine devredildi. Ancak, yargılamanın kaldığı yerden devam etmesi anayasa aykırı bulunarak bir başka mahkeme tarafından Anayasa Mahkemesine başvuru yapıldı. Anayasa mahkemesi henüz karar vermedi. Anayasa Mahkemesi kararı verilinceye kadar bu yargılamada durma kararı verildi.
35- Türkiye’de vicdani ret davaları devam etmektedir. AİHM’in Bayatyan/Ermenistan kararında vicdani ret hakkının tüm Avrupa Konseyi ülkeleri tarafından tanınması gerektiği belirtilmiştir. Ancak Türkiye bu hakkı hala tanımamıştır. Bunun yerine TCK 318. Madde de 2013 yılında kısmi değişiklik yapmış ve böylece vicdani retçilerin cezalandırılmasında yeni kriterler getirmiştir. Ayrıca askerlik kanununda sık sık değişiklikler yaparak zaman kazanmaya çalışmaktadır. Vicdani retçiler genellikle Askeri ceza kanunundaki emre itaatsizlik maddelerinden yargılanmaktadırlar. Örneğin, Mehmet Tarhan 10 Şubat 2015 tarihinde Sivas Askeri Ceza Mahkemesinde 15 ay hapis ve 9 bin TL para cezası ile cezalandırılmıştır. Oysa AİHM, Mehmet Tarhan/Türkiye davasında, Türkiye’yi mahkum etmiştir. Bu konuda yayın yapan www.askeregitmeyin.com adlı internet sitesi yöneticisi Mehmet Ali Başaran hakkında TCK 318. Maddeye muhalefetten açılan dava Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesinde devam etmektedir. Devam eden bir başka dava ise Ali Fikri Işık’ın yargılandığı Çorlu Askeri Mahkemesi’dir.
36- Türkiye silahlı kuvvetleri kışlalarında şüpheli asker ölümleri devam etmektedir. Bu ölümlere genellikle intihar vakası olarak yaklaşılmaktadır. Bizler bu ölümleri şüpheli ölümler olarak değerlendirmekteyiz. İHD’nin verilerine göre 2012 yılında 57 asker, 2013 yılında 61, 2014 yılında 44, 2015 yılında 42 asker kışlalarda yaşamını yitirmiştir. Şüpheli asker ölümleri ile ilgili etkili soruşturma ve kovuşturma yöntemlerine başvurulmamaktadır. Türkiye’de askeri kışlalardaki asker ölümleri ile askeri savcılıklar ve askeri mahkemeler yetkili ve görevlidir. Asker aileleri Şüpheli Ölümler ve Mağdurları derneği isimli bir dernek kurmuşlardır. İHD bu dernekle birlikte ortak eylem ve etkinlikler düzenleyerek şu taleplerde bulunmaktadır. Öncelikle askeri mahkemelerin tamamen kapatılarak kışlalardaki her türlü yaşam hakkı, vücut bütünlüğüne yönelik ihlallerin sivil savcılıklar ve mahkemeler tarafından soruşturulup kovuşturulması, bu değişiklik yapılana kadar daha önceki yıllarda kışlalardaki şüpheli ölümlerle ilgili tüm soruşturma ve kovuşturmaların yenilenmesi, vicdani ret hakkının tanınması, yaşamını yitiren askerlerin şehit statüsüne alınarak ailelerinin sosyal haklarının ödenmesi.
37- Türkiye’de insan haklarının korunmasına ilişkin genel olarak atılması gereken adımlarla ilgili değerlendirmemiz şöyledir. Türkiye’nin demokratikleşmesi sürecinde Kürt Sorununda barış ve çözüm süreci ile Avrupa Birliği Katılım Müzakerelerinin doğrudan doğruya etkili olduğunu, bu iki konudaki duraksamaların veya geriye gidişlerin Türkiye insan hakları ortamını olumsuz etkilediğini belirtmek isteriz. Barış ve çözüm sürecinin bitmesinin yanı sıra AB katılım müzakerelerinin mülteci pazarlığına dönüşmesi insan hakları ortamını tamamen olumsuz etkilemiştir.
38-Hükümet, kamu güvenliğini sağlayacağım gerekçesi ile temel hak ve özgürlükler aleyhine olacak şekilde önemli kanun değişiklikleri yapmıştır. MİT kanunu değişikliği, internet kanunu değişikliği, HSYK kanunu değişikliği, Yargıtay ve Danıştay kanunları değişikliklerinden sonra polisin yetkilerini oldukça genişleten iç güvenlik paketi olarak bilinen ve çok sayıda temel kanunu değiştiren 6638 sayılı kanun 4 Nisan 2015 tarihinde yürürlüğe girerek yasalaştırılmıştır. Öyle ki bu yasa ile Türkiye Devleti olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilan etmeden bu yasalardaki önemli yetkilerin birçoğunu İl İdaresi Kanununu değiştirerek vali ve kaymakamlara tanımış, temel ceza yasalarında değişiklik yaparak ifade, toplantı ve gösteri özgürlüğü ile örgütlenme özgürlüğü alanında AB mevzuatına aykırı düzenlemeler ile önemli kısıtlamalar yapmış, polisin silah kullanma yetkisini genişletmiştir. Denilebilir ki, şu anda bu yasalarla Türkiye tam bir Polis Devleti anlayışı ile yönetilmektedir.
39- Türkiye tam bir polis devleti anlayışı ile yönetilmektedir. Buna rağmen, Türkiye İnsan Hakları Kurumu ile insan hakları örgütlerinin diyaloğu ve çeşitli konulardaki kısmi işbirlikleri bulunmaktadır. İnsan hakları örgütlerinin, Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun Paris Prensiplerine uygun hale getirilmesi ile ilgili talepleri mevcutken ve bu konuda yasa taslağı çalışmaları devam etmekte iken hükümet kötü bir sürpriz yapmıştır. Beğenmediğimiz Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nu bile Türkiye’ye fazla görmüştür. TBMM’ye sunduğu İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu kanun tasarısı ile Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nu kapatmaktadır. Kuracağı yeni kurum tamamen başbakanlığa tamamen bağımlı hale getirilmekte ve Paris Prensiplerinden daha fazla uzaklaşılmaktadır.
40-İşkence ile etkili mücadele edilmesi konusunda Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu kapsamda Türkiye işkenceye karşı sözleşmenin eki seçmeli protokolü (OPCAT) onaylamıştır. Bu protokol uyarınca oluşturulması öngörülen ulusal önleme mekanizması bağımsız olarak kurulmamıştır. 28 Ocak 2014 tarihli ve 28896 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 9/12/2013 tarihli ve 2013/5711 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Türkiye İnsan Hakları Kurumu, Ulusal Önleme Mekanizması olarak tayin edilmiştir.
41- Kürt sorununda 24 Temmuz 2015 tarihinden beri silahlı çatışmalar yeniden başlamıştır. Bu sefer ki, çatışmaların özelliği ise çeşitli Kürt kentlerindeki çeşitli mahalle ve sokaklarda silahlı grupların oluşturduğu hendek ve barikatların kaldırılması bahane edilerek ilan edilen sokağa çıkma yasakları ve bu yasaklar boyunca devam eden savaş halini yansıtan silahlı çatışmalardır. Türkiye’de vali ve kaymakamların kararları ile 16 Ağustos 2015’te başlayan ve halen devam eden bu süreçte TİHV verilerine göre 16 Ağustos 2015 ile 18 Mart 2016 tarihleri arasında başta Diyarbakır(34 kez), Şırnak (9 kez) ve Mardin (11 kez) olmak üzere Hakkâri (5 kez), Muş (1 kez), Elazığ (1 kez) ve Batman’daki (2 kez) toplam en az 22 ilçede, resmi olarak tespit edilebilen en az 63 süresiz ve gün boyu sokağa çıkma yasağı uygulanmıştır. Bu yasaklar nedeniyle 2014 nüfus sayımına göre ilgili ilçelerde yaşadığı bilinen en az 1 milyon 642 bin kişinin en temel yaşam ve sağlık hakları ihlâl edilmiş, net bir bilgi edinilememekle beraber Sağlık Bakanı’nın 27 Şubat 2016 tarihli açıklamasına göre 355 bin kişi yaşadıkları il ve ilçeleri terk ederek zorunlu olarak yerlerinden edilmiştir.
42-Sokağa çıkma yasakları 5442 sayılı 11. Maddesinin C bendi ile 32. Maddesinin Ç bendinin kanunun vali ve kaymakamlara tanıdığı genel mahiyetteki güvenlik tedbiri almaları ile ilgili yetkilerine dayandırılarak ilan edilmekte ve uygulanmaktadır. Ancak bilinmelidir ki Anayasa’nın 13.maddesi uyarınca temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması ile ilgili olarak ancak kanunla açık bir düzenleme yapılabileceği, yapılacak düzenlemelerde hakkın özüne dokunulamayacağı kesin kuralı bulunmaktadır. Türkiye mevzuatında sokağa çıkma yasakları ancak ve ancak olağanüstü hal ilanı ile sıkıyönetim halinde başvurulabilen en ağır güvenlik tedbirlerindendir. Sokağa çıkma yasaklarının ilan edilmesi ve uygulanması ile ilgili açık bir kanuna aykırılık bulunmaktadır. Bu şekilde atanmış vali ve kaymakamlar, Bakanlar Kurulu ve TBMM’nin yetkisi dahilinde bulunan bir hususta, kanuna aykırı tasarrufta bulunmakta ve böylece TBMM’nin yetkisini gasp etmiş durumdadırlar. Hükümet, Vali ve Kaymakamlar eliyle kanuna aykırı uygulama içine girmiş, böylece TBMM’yi devre dışı bırakmıştır. Ortada çok ciddi Anayasa ihlali bulunmaktadır. Sokağa çıkma yasakları ile ilgili olarak yaşanan bu kuralsızlığın önemli bir nedeni ise AİHS’in 15. Maddesinden kaçma amaçlıdır. Türkiye Hükümeti bu şeklide davranarak yaşanan ihlalleri Avrupa Konseyi’nin denetiminden kaçırmak istemektedir. Bu davranış biçimi tek başına çok büyük bir ihlal yaşandığını kanıtlamaktadır.
43-Sokağa çıkma yasaklarında ortaya çıkan ihlallerin başlıcaları yaşam hakkı ihlalleri, işkence ve kötü muameledir. Ayrıca sağlık hakkına erişim engeli yaşanmakta, zorunlu göç ettirme yani tehcir uygulanmaktadır. Bu kapsamda; Yaşam Hakkı İhlalleri: Sokağa çıkma yasağı adı altında sıkıyönetimin başladığı 16 Ağustos 2015 ile 31 Aralık 2015 tarihleri arasında 126 sivilin yaşamını yitirmiş olup, bu ağır tablo katlanarak devam etmektedir. Sadece Cizre ilçesinde 14 aralık 2015 ile 2 Mart 2016 tarihleri arasında yaklaşık 300 sivil yaşamını yitirmiştir. Cizre kentinin Gazze veya Kobane kentinden farkı kalmamıştır. Bu ilçe ile ilgili İHD,TİHV ve çok sayıda kuruluşun inceleme ve tespit raporu yakında kamuoyu ile paylaşılacaktır. Ancak, bir çok ilçede uygulanan sokağa çıkma yasakları ile ilgili çok sayıda inceleme raporlarımız resmi internet sitemizde mevcuttur.
44-İşkence ve Kötü Muamele Yasağı İhlali: Sokağa çıkma yasağı uygulanan yerlerdeki aşırı güç kullanımı, zırhlı araçlardan, tank ve toplardan yapılan ateş ile silahlı örgüt mensuplarının kullandığı silahların yaydığı gürültü ve sarsıntı sonucu meydana gelen korku ortamı başlı başına orada yaşayan insanlar üzerinde psikolojik bir işkence olarak kendisini göstermektedir. Bunun yanı sıra güvenlik operasyonlarında gözaltına alma biçimi, gözaltı merkezlerine götürme sırasında geçen zamandaki uygulamalar ve gözaltı merkezlerindeki muameleler ile ilgili yapılan başvurularda sıkça işkence uygulandığına dair şikayetler ifade edilmektedir.
45-Yerleşme (ikamet etme) Hakkının İhlali (Zorunlu Göç veya Tehcir): Sokağa çıkma yasağı ilan edilen 6 ilin 22 ilçesinde toplam 1 milyon 642 bin civarında insan yaşamaktadır. Sağlık Bakanı’nın 27 Şubat 2016 tarihli açıklamasına göre 355 bin kişi yaşadıkları il ve ilçeleri terk ederek zorunlu olarak yerlerinden edilmiştir. Yani tehcir edilmişlerdir. Tehcirin yanı sıra güvenlik kuvvetlerinin yerleşim yerlerine müdahalesi sonucu çok sayıda ev, işyeri ve kamu binası zarar görmüştür. Silahlı militanların kamu binalarına yerleşen güvenlik kuvvetlerine saldırıları ve misilleme adı altında yaptıkları saldırıları sonucunda da çok sayıda okulun zarar gördüğünü özellikle belirtmek gerekir. Türkiye 90’lı yıllarda devlet tarafından zorla boşaltılan 3.428 köy ve mezradan sonra şimdi de başta Cizre, Sur, Silopi, Nusaybin, Dargeçit, Silvan olmak üzere çok sayıda ilçenin boşaltılması ile karşı karşıya kalmıştır. Büyük bir insani trajedi yaşanmaktadır. Bu durum tüm haber ajanslarının servis ettiği haberlerden, televizyon ekranlarından ve sosyal medya hesaplarına yüklenen fotoğraf ve videolardan izlenebilir.
46-Sağlık Hakkı İhlalleri: Gerek sosyal medya gerekse de televizyon kanallarının haber bültenlerinde görüldüğü gibi sokağa çıkma yasağı ilan edilen yerlerdeki hastanelerin tamamı özel harekat polisleri ve zırhlı askeri birlikler tarafından kuşatıldığı, Cizre Devlet Hastanesi’nin bir katının tamamen askerlere ayrıldığı anlaşılmaktadır. Bu durum vatandaşın hastanelere gitmesini engelleyici bir etki yaratmaktadır. Bunun dışında ayrıca sokağa çıkılamadığından hasta olanlar sağlık merkezlerine erişememektedir. Hastaların ancak beyaz bayrakla sokağa çıkıp hastaneye ulaşmaları ile ilgili alacakları izin üzerine sağlık merkezlerine gittiği anlaşılmaktadır. Sokağa çıkma yasağı ilan edilen yerlerde hiçbir şekilde aile hekimleri koruyucu sağlık hizmeti verememekte ve böylece vatandaşın sağlık hakkı ciddi olarak engellenmektedir. Türk Tabipleri Birliğinin 4-12 Eylül 2015 tarihleri arasında Cizre’de uygulanan sokağa çıkma yasağı süresince meydana gelen sağlık hakkı ihlallerini yerinde tespit eden oldukça önemli bir inceleme raporu bulunmaktadır. Rapordan da anlaşıldığı gibi sokağa çıkma yasakları süresince sağlığa erişim hakkı yerine getirilmemiştir. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) ve İHD Şırnak Şubesinin 25 Eylül 2015 tarihinde Şırnak’ın Beytüşebap İlçesinde meydana gelen olaylarla ilgili hazırlamış olduğu araştırma raporundan da anlaşılacağı gibi 112 Acil Servis ambulans şoförü Şeyhmus Dursun özel harekat polisleri tarafından ambulansın taranması sonucu yaşamını yitirmiştir. Bu olay sağlık emekçilerinin büyük bir risk altında olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim bu olaydan önce Şırnak Cizre’de sağlık memuru Eyüp Ergen yaralanan bir sivile ilk yardım yapmak isterken başından vurularak öldürülmüş, 30 Aralık 2015 günü Cizre İlçesinde hemşire Abdulaziz Yural yine sokakta vurulan bir sivile ilk yardım yapmak isterken başından vurularak öldürülmüştür. Her iki olayla ilgili özel harekat polislerinden kaynaklı ateş etme olduğuna dair güçlü kanıtlar bulunmaktadır. Görgü tanıklarının beyanları bu yöndedir. Abdulaziz Yural aynı zamanda TİHV gönüllüsü olarak hizmet vermekteydi.
47-AİHM kararları Uygulanmamaktadır. Sokağa çıkma yasakları ile ilgili olarak Türkiye Anayasa Mahkemesi’nin ihtiyati tedbir kararı vermemesi nedeni ile iç hukuk yollarının etkisizliği ortaya çıkmıştır. Bu nedenle çok sayıda başvurucu AİHM’e başvurmuştur. AİHM’in Çağlı ve diğerleri Türkiye davasında İHD 3. Taraf olarak mahkemeye dosya sunmuştur. Bu davada AİHM ihtiyati tedbir kararı vermemiş ancak değişen koşullara göre yeni başvurular yapılabileceğini belirtmiştir. AİHM’in sokağa çıkma yasakları nedeni ile meydana gelen saldırılarda yaralanan Serhat Altun, Hüseyin Paksoy, Cihan Karaman, Helin Öncü ve Orhan Tunç ile ilgili vermiş olduğu ihtiyati tedbir kararlarından sadece Helin Öncü ile ilgili olanı uygulanmış ve bu kişi hastaneye kaldırılabilmiştir. Diğer kişiler ile ilgili kararlar uygulanmamış ve bu kişiler zamanında hastaneye götürülmediklerinden yaşamlarını yitirmişlerdir. Cizre’de üç değişik binanın bodrum katlarına sığınan yaralı halde yardım isteyen yaklaşık 178 kişi ile ilgili yapılan AİHM başvurularında ihtiyati tedbir kararı verilmemiştir. Bu AİHM için oldukça vahim bir durumdur. Bu kadar ağır insan hakları ihlalleri ve insancıl hukuk ihlalleri yaşanmasına rağmen AİHM’in etkili kararlar almaması AİHS’in etkili olarak uygulanamadığı sonucunu ortaya çıkarmaktadır.
48- Türkiye Şırnak ili Cizre ilçesinde 14 Aralık 2015 tarihinden 2 Mart 2016 tarihine kadar geçen sürede uygulanan sokağa çıkma yasağında sürdürülen askeri operasyonlarda yaşamını yitiren kişilerin birçoğunun cenazesi çeşitli il ve ilçelerdeki morglarda kimlik tespiti için götürülmüştür. Askeri operasyonlarda Cizre’de öldürülen cenazelerden 78'i Habur, 13'ü Şırnak, 28'i Urfa, 20'si Antep, 17'si Mardin, 16'sı Cizre ve 6'sı Malatya'da olmak üzere toplam 178’inin Adli Tıp morglarına kaldırıldığı, bunlardan bazılarının halen kimlik tespitinin yapılamadığını belirtmek isteriz. Bu 178 kişi için bunlar sağ iken AİHM’in 5317/16 Yavuzel ve diğerleri Türkiye davasında, AİHM’in 8536/16 Derya Koç ve diğerleri Türkiye davasında, AİHM’in 8699/16 Ferhat Balcal ve diğerleri Türkiye davasında yapılmış başvuruları bulunmakta idi. Bu kişilerin tamamı yaşamını gerçekleştirilen katliamla yitirdiler. Bu kişilerin ölümlerinin soruşturulmasında temel hiçbir kurala uyulmamıştır. Bu nedenle AİHM’in (M. ve Diğerleri- Birleşik Krallık Davası) kararları uyarınca Jordan Prensipleri gözetilerek bu katliamın tarafsız ve bağımsız bir heyet tarafından soruşturulması, HSYK’nın 18.10.2011 tarih ve 9 sayılı genelgesi uyarınca Minnesota Otopsi protokolü uyarınca soruşturmanın bağımsız heyet tarafından yapılmasının Türkiye’ye güçlü bir şekilde hatırlatılması gerektiği kanaatindeyiz.
49-Türkiye’de sendikacılar da baskı ve tehdit altındadır. Kamu kesiminde çalışan kamu görevlilerinin üyesi olduğu sendikaların yöneticileri ve aktivistler üzerinde ciddi baskılar bulunmaktadır. Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) verilerine göre sadece 7 Ağustos 2015-7 Şubat 2016 tarihleri arasında sendikal faaliyetleri nedeni ile 284 kamu görevlisi isteği dışında görev yeri değiştirilerek sürgün edilmiş, 29 kamu görevlisinin işine son verilmiş, 1497 kamu görevlisine değişik şekilde disiplin cezaları verilmiş, mobbing uygulanma suretiyle 403 kamu görevlisi emekliye ayrılmak durumunda bırakılmış, 259 sendikal eylem ve yürüyüş engellenmiş, 2 kamu görevlisi fiziksel saldırıya uğramış, 102 kamu görevlisi gözaltına alınmış tutuklanmış durumdadır. Ayrıca 10 Ekim 2015 günü KESK, DİSK, TTB ve TMMOB’nin Ankara’da gerçekleştireceği mitinge iki adet canlı bomba saldırısı olmuştur. 10 Ekim günü Ankara tren garı önünde miting için toplanan binlerce kişinin içerisinde 2 canlı bomba saldırısı sonucu 101 gösterici yaşamını yitirmiştir.
Dostları ilə paylaş: |