TÜRKİYE
2009 YILI
HAK İHLÂLLERİ RAPORU
TAKDİM
İnsan Hakları ve Mazlumlar için Dayanışma Derneği MAZLUMDER kurulduğu 1991 yılından beri Türkiye’de ve Dünya’da yaşanan hak ihlalleriyle ilgilenmiş ve birçok alanda yaşanan insan hakları sorunlarını gündeme getirmiştir. Bugüne kadar birçok konuda raporlama faaliyetleri gerçekleştiren MAZLUMDER her yılın sonunda hazırladığı Türkiye ve Dünya raporlarıyla yerli ve yabancı kamuoyunda insan haklarının gelişimine önemli katkılar sağlamıştır.
Türkiye bulunmuş olduğu coğrafya ve tarihi birçok meselesiyle önemli toplumsal süreç ve devinimleri yoğun ve hızlı bir şekilde geçirmektedir. Toplumsal ve siyasal açıdan önemli kabul edilebilecek meseleler baş döndüren hızla peş peşe yaşanmaktadır. Bu açıdan 2009 yılı ülkemiz için, insan hakları gündemlerinin yoğun yaşandığı bir yıl olmuştur.
Başta yaşam hakkı ihlalleri olmak üzere bu yıl ülkemizde birçok ihlal yaşandı. Diyarbakır’da patlayan bir havan mermisi sonucunda Ceylan Önkol’un ölümü, Tuzla Tersaneleri’nde yaşamlarını yitiren işçiler, cezaevi ve göz altılarda yaşanan ve sonu ölümlere varan işkence olayları, Ergenekon davasıyla ilgili soruşturmalar çerçevesinde açılan bazı kuyulardan çıkan cesetler, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde görev yapmakta olan erlere yönelik keyfi muamelelerin yol açtığı ölümler ve kolluk kuvvetlerinin orantısız güç kullanımından kaynaklanan ölümler derin izler bıraktı toplumsal hafızamızda. Belki çok daha önemlisi, Ergenekon yargılamalarında yüzleştiğimiz ve Türkiye’nin kuruluşundan gelen yapısal arızaların çok belirgin bir şekilde ortaya çıktığı askeri ve yargısal vesayet sisteminin ihlal üreten karakterinin artık taşınamaz olduğudur.
Halen toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı gibi temel örgütlenme ve ifade haklarında da çeşitli ihlaller yaşanmaktadır. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni ihlal etmeyi göze alarak, gösterilerde yüzlerini kapatıp taş attıkları için örgüt üyeliğinden yargılanan çocukların dramları Türkiye’yi hem ileride büyük bir utançla yüzü yüze bırakacak hem de AİHM önünde büyük tazminatlar ödemeye mahkum ettirecek potansiyele sahiptir. İfade özgürlüğünü garanti edemeyen kifayetsiz yasal düzenlemelerden ötürü halen sayısız yazar ve düşünür mağdur edilmektedir.
Din ve vicdan özgürlüğü alanında yaşanan ihlaller ise her geçen gün daha da kronikleşmektedir. Kamusal alanın dini özgürlükleri kısıtlayabileceğine dair var olan hâkim algı azınlık ve çoğunluk bir çok kesimi mağdur etmektedir. Namaz vakitlerine çalışma hayatında yer tanınmaması, Cuma Namazı saati gibi çok genel ibadet hakları yanı sıra, Kamusal alanlara alınmayan başörtülü vatandaşlar ve kamusal alanların özel hayata müdahale boyutuna varacak derecede genişletilmesi sonucu okul gezi otobüslerinden indirilen öğrenciler, vb. uygulamalar devam etmektedir. Hizmet alan ve veren ayrımı ile bir lutuf gibi çözümlerin sunulması ise başlı başına bir çözümsüzlük ve ayrımcılıktır. 28 Şubat sürecinde milletin temsilcilerinin başörtülü olmaları sebebiyle linç edilmesi Müslüman çoğunluğun görünürlüğünün adeta yok edilmesi ve hayatın içinden dışlanması toplumumuzda Kürt sorununun geldiği konuşulabilirlik noktasına hala gelememiştir.
Alevi vatandaşlarımızın cem evlerine ilişkin talepleri noktasında yeterli ilerlemenin sağlanamamış olması ve genel anlamda alevi vatandaşlara yönelik birçok alanda uygulanan ayrımcılık da öne çıkan başlıca ihlallerdendir. Mahyalara ve hutbelere resmi ideoloji sloganlarına ev sahipliği yaptırarak camileri ideoloji inşasında bir araç olarak kullanması, devletin laikliğe rağmen dini araçsallaştırmasının tipik göstergeleridir. Dini temelli hak ihlalleri Türkiye’de Hıristiyan, Yahudi ve diğer dinlere mensup kişilere yönelik çeşitli alanlarda baskı ve uygulamalarla devam ederken Müslüman çoğunluğun din özgürlüğünü ilgilendiren alanlarda da kamusal alan ve zaman sınırlaması getirilmektedir.
Kuran eğitiminde uygulanan yaş sınırlaması, ve herkesin kendi çocuğuna dinini öğretebileceğine dair var olan evrensel ilke ihlal edilmektedir. Dini sohbet amacıyla bir araya gelen grupların maksatlı veya özensiz uygulamalarla topluma terör örgütü gibi gösterilerek yurt çapında yürütülen operasyonlar yüzlerce insanı mağdur etmiştir.
Dünyanın birçok ülkesinde en temel haklardan birisi olarak kabul edilen “vicdani ret hakkı” ülkemizde maalesef bir hak olarak görülmemeye devam etmektedir ve bu hakkını kullanmak isteyen vatandaşlara yönelik idari baskılar ve yargılamalar devam etmektedir.
Bir taraftan çocukları okula çağıran diğer taraftan kılık kıyafet ve bir dizi ideolojik dayatma içerisinde olan eğitim sistemimizin her kademesinde sorunlar bulunmaktadır. Kitaplarda dini ve etnik ayrımcılık ögelerinin yanı sıra ortaöğretimdeki kılık kıyafet uygulaması mağduru kız çocukları, meslek liselerine uygulanan katsayı adaletsizliği, üniversite sınavına dahi alınmayan başörtülü kızlar eğitimin herkese eşitliği ilkesinin bu ülkede işlemediğinin açık bir göstergesidir.
Ülkenin önemli sorun alanlarından Kürt sorununun çözümüne yönelik başlayan açılım önemli bir adım olarak görülmelidir. Dağdan dönüşlerin başladığı bu süreç maalesef tarafların siyasi önceliklerine kurban edilmiştir. Kürt sorunu halen çözülmeyi beklemektedir ancak, bu sorun diğer sorun alanlarından bağımsız ele alınmamalıdır. Bu yönüyle 2009 içerisinde Kürtlere yönelik başlayan açılım tüm mağdur kesimleri kapsayacak şekilde genişletilmelidir.
Ülkenin içyüzü ile ilgili yaşanan mağduriyetlere ek olarak nedenleri bizim ötemizde ama bizi de bir şekilde ilgilendiren mültecilik sorunu da artık Türkiye için önemli bir hak sorunu olarak gündeme gelmektedir. Koridor vazifesi gören ülkemizde yüzlerce mülteci gayri insani şartlarda misafirhane adı altındaki hapishanelerde tutulmaktadır. Türkiye, sorunun kendi topraklarında yaşanan kısmıyla ilgili en insani düzeyde hukuki ve fiili düzenlemelere ihtiyaç duymaktadır.
Türkiye’de yaşanmakta olan ihlallerin kaynağı yapısal sorunlardır. Yapısal sorunların temel kaynağı ise anayasa’dır. Sivil süreçlerden geçmiş sivil bir anayasanın yapılması halinde problemlerin büyük ölçüde halledileceğini düşünmekteyiz. Yeni bir toplumsal sözleşme demek olan Yeni Anayasa yeni bir milat olacaksa “genel siyasi af” kaçınılmaz olmalıdır. Özetle ve ana başlıklar halinde Türkiye’deki ihlallere bakacak olursak:
-
Boşaltılan köylere geri dönüşlerin, korucu baskısı –terörü nedeniyle yeterince gerçekleşememiş olması,
-
Diaspora Kürtlerinin dönüşünün sağlanamamış olması (Mahmur ve Avrupa),
-
Anadil öğretimi ve anadilde eğitimin yasal olmaması,
-
Başörtüsü yasağının hem çalışma hem de eğitim hayatında hak kaybına sebep olması,
-
Mülteci mevzuatının uluslararası standartlara uygun olmaması,
-
Müslüman çocuklarının Kur’an ve din eğitimi önünde 12 yaş engelinin bulunması,
-
Müslümanların görünürlülüklerinin hizmet veren alanlardan dışlanması,
-
Azınlıkların dini eğitim ve vatandaşlık haklarının önünde engellerin bulunması,
-
Cuma namazı saati ayarlamasında olduğu gibi devletin kendi çalışanlarının ibadet gerekliliklerine göre kendini tanzim etmemesi,
-
Askeri yargının mevcudiyeti ve bunun yargılamada çift başlılığa neden olması (eğitim zayiatı diye lanse edilen ölen ya da yaralanan askeri personelin gerçek durumunun araştırılamıyor olması),
-
Yüksek Askeri Şura kararlarının yargı denetimi dışında tutulması,
-
TSK İç Hizmet Kanunu 35. madde gibi ordunun siyasal alana müdahalesinin meşruiyet gerekçesini oluşturan kanuni düzenlemelerin değiştirilmemesi,
-
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararlarının yargı denetimi dışında tutulması,
-
Vicdani ret hakkı’nın tanınmaması,
-
Basın ve ifade özgürlüğünün yargısal kararlarla kısıtlanması (gazete ve dergi kapatma, kitap toplatma),
-
Toplantı ve gösterilerde güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanımı,
-
Etnik ayrımcılığa karşı etkin müdahalenin yapılmaması (linç hareketleri),
-
Alevilere ait dini ve kültürel kurumlarının resmi statüye sahip olmaması,
-
Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası’nda, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü engelleyici hükümlerin varlığı,
-
Tedbir olan istisnai uygulanması gereken tutukluluğun infaz gibi uygulanması,
-
Çocuk yargılamalarında BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere aykırılıkların bulunması (TMK mağduru çocuklar),
-
Cezaevlerinin fiziki koşullarının mevcut tutuklu- hükümlü kapasitesinin altında olması,
-
Yargı süreçlerinin çok uzun sürmesi sonucu adil yargılanma hakkının ihlali,
-
Suça karışan memurların yargılanabilmelerini engelleyen bürokratik himayenin varlığı,
-
F Tipi cezaevleri uygulamasının yumuşatılmamış/kaldırılmamış olması,
-
Yurt içi kara mayınlarının imhasının yapılamamış olması,
Başlıkları altında sıralamak mümkündür.
MAZLUMDER 21 şubesi ve 5 binden fazla üyesiyle 2009 yılı içerisinde önceki yıllarda olduğu gibi, yaşanan ihlallerle ilgili imkânları ölçüsünde raporlama, basın açıklamaları, eylemler ve suç duyuruları gibi araçlarla kamuoyunu bilgilendirmeye ve bilinçlendirmeye çalışmıştır.
Bu arada bir sözümüzde siyasetten bağımsız ve ayrımsız bir insan hakları mücadelesi için üyesi olduğumuz insan hakları temelinde çalışan camiamıza. İnsan Haklarının araçsallaşmasına ve nesnelleşmesine karşı duruşun (gerek ulusal gerekse uluslar arası siyasetin bir aracına dönüşmemesi ve devletlerden maddi ve manevi bağımsızlaşması ) önemini hatırlarken bu temelde derneğimizin kuruluş iradesini de paylaşmak isteriz.
Dostları ilə paylaş: |