Köyde Açılan Türkiye’nin İlk Köy Kütüphanesi:
Askerliğimden sonra, 1957 yılında, bütün köy halkının isteğiyle Karain Köyü Başöğretmenliğine yeniden atandım. Bu gelişimde, Türkiye’nin ilk köy kütüphanesini –halkla el ele vererek- burada kurmuştuk. Binayı, kitapları temin etmiş, devlete kabul ettirmiştik. Kütüphane, her gün öğleden sonra açılıyor, saat 23 e kadar hizmet veriyordu. Küçük - büyük, hasta-yaşlı demeden herkes gelip okuyor, aydınlanıyordu. Okuma bilmeyenler burada öğrenmeye çalışıyordu.
Ama ne yazık ki, halka yakın oluşumuzdan özel anlamlar çıkaran o günkü iktidar partili hızlı politikacıların hışmına uğramıştık... 1959 yılı Ocak ayında yediğim bir darbeyle, soluğu Ürgüp köyleri dışındaki bir köyde almıştım. “Bu falandır, filan partidendir” denilerek, gerçek dışı suçlamayla sürdürülmüştüm. Hevesleri kırılan, adalet duyguları sarsılan halkımız çok üzülmüşlerdi... Sürülmüştüm ama, köylüyle el ele vererek açtığımız Karain Köy Kütüphanesi ve onu örnek alarak açılan diğerleri, Ürgüp’ün birçok köyünde -devletten alınan memur kadrosuyla birlikte- yaşamaya halâ devam ediyor. Ama, açılış yıllarının meraklı ve iştahlı okuyucularını bulamıyor...
Bana bu yapılanların asıl nedeni, faal bir köy enstitülü oluşumdan kaynaklanıyordu...
Eleştiri Konusu Olan İki Şiir
Köy enstitüleri aleyhinde yazıp çizenler, burada komünist yetiştiğine gerekçe olarak, “Köy Enstitüleri Dergisi”nde yayınlanan bazı yazıları ve şiirleri örnek gösteriyorlardı. Bütün dergilerde yayınlanan 54 şiirden sadece ikisini seçmişler, onları komünist yetişmemizin belgesi olarak tanıtıyorlardı.
Bu iki şiirden birisi olan, YETER isimli şiiri, okulumuzdayken bütün öğrenciler duyarak okuyor ve duygulanıyorduk. Okudukça, köye ve köylüye hizmet ülkümüz kamçılanıyordu. Bu canlı ve duygulu şiiri aşağıya alıyor ve soruyorum: KOMÜNİSTLİK BUNUN NERESİNDE?
YETER
Yüzyıllarca çektin, bitmedi derdin,
Gitmedi alnından çamurlaşan ter.
Sesin duyulmadı, göğsünü gerdin;
Yeter artık bugün, çektiğin yeter.
Yazlar geldi orağını biledin;
Biçemedin, bahtım böyledir dedin,
Buğday ektin, arpa ekmeği yedin,
Yeter artık arpa yediğin yeter.
Her sabah yol aldın Türkü, dilinde;
Tırpan omuzunda, orak elinde;
Ekin biçtin, nasır kaldı elinde.
Yeter eller için ektiğin yeter.
On koyunun çoban oldun peşinde;
Baharın da dağda kaldın kışında;
Boyun eğdin daha küçük yaşında,
Yeter, beyim - paşam dediğin yeter.
Cesarettin ATEŞ
Yüksek Köy Enstitüsü Öğrencilerinden
Yukarıya aldığım şiiri, bugün de o günkü idealimle okuyor ve etkileniyorum. Türk köyünün ve köylüsünün sıkıntılarını dile getirmek, dertlerine ortak olmak; onları uyandırmaya, kalkındırmaya, sömürülmelerini önlemeye çalışmak suç muydu?
Aradan on yıllar geçtiği halde, bugün köylerimizin ve köylülerimizin çoğunluğu hâlâ fakir, hala perişan, hala yokluk ve yoksulluk içinde çırpınıyor. Hâlâ çocuklarını ilkokul dışında okutamıyor... Ve de hâlâ, okuyan sözde aydınlarımızdan gereken ilgiyi göremiyor... Çalışıyor, çabalıyor, ürettikleri ile bizi doyuruyor ama kendileri doyamıyor. Hastalanınca doktor parasını, doktor bulunca ilaç parasını, ilaç bulunca beslenme parasını bulamıyor. Çokları bakımsızlıktan ölüp gidiyor...
Yurt dışında çalışarak parası olanlar, çevresi olanlar, şehirde bir yakını yâda tanıdığı bulunanlar, az çok işlerini yürütüyor. Ama... Ya o büyük çoğunluk; ya o kimsesiz, himayesiz, elinden yapışanı bulunmayan, saf ve temiz ruhlu köylü vatandaşlarımız...Varlıkları olmadığı için seslerini de duyuramayan o yardımsız insanlarımız!... Onlar neler çekiyor!...
Bugün köyler boşalıyor; zirai üretim aksıyor. Bunalan bir kısım köylülerimiz -şehirde bir şey var sanarak- köylerinden kalkıp büyük şehirlere göç ediyorlar. Büyük şehirlerin kenar mahallelerinde, gece kondu semtlerinde, ya da apartman bodrumlarında sefalet içinde yüzüyorlar..
Eğer bunların ellerinden yapışılsaydı da kendi köylerinde kalkınsalardı, bu durma düşerler miydi?...
Eyy, köye uzanacak eller nerelerdesiniz? Eyy köylüler sırtından politika yapan ve yükselen siyasiler, sizler neredesiniz ve nerelerde kaldınız? Nereleri ve kimleri kalkındırıyorsunuz?...
Köy enstitüleri dergisinin gene ikinci sayısında SORU 1 başlıklı şiirde şair şöyle sesleniyor.
SORU 1
Şu, benzi güz elması renkli,
Lacivert ceketli, sevimli çocuk
Neden böyle de;
Bu saz benizli,
Yalın ayak, başı kabak çocuk,
Öyle değil?
Nedendir ey ağacım,
Dalının biri sarı, biri yeşil,
Biri kurur, biri büyür.
Biri ağlar, biri güler,
Nedendir?
Turan AYDOĞAN
Yüksek Köy Enstitüsü Öğrencilerinden
Bu şiirin yorumunu okurlarıma bırakıyorum. Ama şu düşündürücü soruyu sormadan edemiyorum:
Ülkemizde dün olduğu gibi, bu günde var olan bu derece farklılık kalkmadıkça; Bir tarafta alabildiğince yokluk ve yoksulluk, öbür tarafta alabildiğince bolluk ve müsriflik sürüp gittikçe; Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutkunda ifadesini bulan: “Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracağız.” ülküsüne nasıl ulaşabileceğiz?
Okulumuzda Karma Eğitim Kız-Erkek İlişkileri
Köy enstitülerinde karma eğitim yöntemi uygulanıyordu. Sayısı az olmakla beraber her sınıfta kızlarda bulunuyordu. Köy enstitüleri aleyhinde olanlar, kız- erkek bir arada okumamızı da istismar ediyorlar, bunun solcu bir metot olduğunu iddiaya kalkışıyorlardı. Kız-erkek bir arada oluşunu, sanki bir ahlâk düşüklüğü yaşanıyormuş gibi göstermeye çalışıyorlar, hayali bir takım hikâyeler uyduruyorlar ve bunları yaymaktan da geri kalmıyorlardı.
Oysa, köy enstitülerinde, erkek-kız hepimizin yüksek idealleri vardı. İdealist insanlar küçük hesaplar yapamaz, küçük şeyler peşinde koşamaz, küçük çıkarlarla ideallerini gölgeleyemezdi...
Evet, erkek-kız aynı okuldaydık. Ama ilişkilerimiz centilmenceydi. Aynı gayenin insanları olarak birbirlerimizi seviyor ve ruhen yakın oluyorduk... Dershanemiz ve yemekhanemiz beraberdi. Ama iş yerlerimiz ve yatakhanemiz ayrıydı. Yat kampanasıyla birlikte kızlar yatakhanelerine çekilir ve kapılarını sürgülerdi. Tuvaletleri içerdeydi.
Okulumuz Pazarören’de, ahlaksızlık olacak hiçbir kız-erkek ilişkisi olmamıştır. Okuldan sonra evlenmek üzere bir iki sözleşenler olmuşsa da bunlar edeplice ve uygarca olmuştur. Mezun olunca da evlenmişlerdir. Buna rağmen, bizim okulumuzda bile, şu veya bu şekilde ahlaksızlık hikâyeleri uydurulmuş ve maalesef yayılması sağlanmıştır.
Bu konuda, özellikle Okul Müdürümüz Şevket Gediklioğlu çok hassastı. Dedikoduya meydan verecek hiçbir şeye göz yummazdı. Aşağıya aldığım olay, okulumuzdaki bu duyarlılığın en güzel ifadesidir.
Dostları ilə paylaş: |