Türkiye’nin röntgeninde hüzün halleri
Baskın Oran
63’ü geçeli epey oldu, Türkiye’nin röntgenini çekmek bakımından bu “özür dileme” kampanyası kadar öğretici hiçbir durum yaşamadım. Yeni fikre ezberle cevap vermeye alışmışların nelere kadir olabileceğini başka hiçbir örnekolay bu kadar iyi anlatamazdı.
Mesela, birisi 15 Aralık’ta yazıyor: “Biz Türk’üz, Müslüman’ız, bizde Allah Korkusu var. Biz Fatih Sultan Mehmet’in Torunlarıyız. İstanbul’un Fethinde, Kıbrıs, Somali, Bosna, Afganistan, Kandil'de V.s… Asaletini göstermiş bir milletiz, Biz Soykırım yapsaydık, Taş taş üstünde bırakmaz, bir tek Ermeni vatandaşımızı sağ bırakmazdık.” Eh, itirafın böylesine izahat gerekmiyor.
Çok objektif bir vatandaş yazıyor: “Biz tarihimiz boyunca Ermenisine de, Rumuna da, Kürdüne de kucak açtık. Dolayısıyla sizin taraflı (Anladığım kadarıyla Türk değilsiniz) düşünceye sahip olduğunuzdan tamamen eminim.”
Şunu söyleyen sayısız kişi var: “ASALA'nın öldürdüğü diplomat ve elçilik görevlilerimiz için de özür dilemeyi düşünür müsün?” veya “Hocalı katliamı özrü ne olacak?” Şunu bile göremiyorlar ki insan kendi veya ”kendi türünün” günahları için özür diler. Niye başkasının günahları için dilesin? Orada dileyecek olan, Ermeni aydınlarıdır. Bu kadarcık şeyi anlamak da mı zor? Üstelik, özür kampanyası başlayınca, Ermeni-Türk iletişim listesindeki bir Amerikalının önermesi üzerine bunun hararetli tartışması şu anda diaspora içinde başlamış durumda; bu arkadaşların dünyadan haberi yok, doğal olarak. Tabii, şimdi Kıbrıs’ta Türk-Rum karşılıklı özür kampanyasının başlamak üzere olduğunu da duymamışlardır.
“Siz kimsiniz… Kimin adına yapıyorsunuz. Kınıyoruz” Bunların da yazması var, okuması yok. “Kendi payıma özür diliyorum”u okuyamamışlar.
Eksantrik arıyorsanız, ondan da verelim: “Ermeni sorunu hakkındaki düşüncelerinizi biliyordum. Ama devletin izni olmadan bir şeyler yapamayacağınız belliydi.”
“Ya Ermeni’sin, ya satılmışsın!”
Vaktim olsa da bu ilginç örneklere devam etsem epey eğlenirdiniz. Toparlamak gerekirse, röntgende üç hüzün hali var ki insanlık hakkında insanı karamsar yapıyor.
Birincisinden bir örnek vereyim; belki inanmazsınız ama şu mesaj bir Ankara Üniversitesi öğretim üyesinden: “Sn. Oran; emin olun ki benim için hiçbir önemi yok ama Ermeni asıllı Türk vatandaşımız mısınız? Bu konuda kamuoyunu aydınlatırsanız çok memnun olurum. Bu tür kampanyalarda hissi davranıp davranmadığınızı öğrenmek açısından önemli olur.”
Tabii ki olay burada kalmıyor. Bir diğeri tamamlıyor: “Sen mutlaka Ermenisin. Eğer değilsen, Ermenilere parayla satılmışsın!” Turgutlu’da oturduğunu söyleyen bir başkası ailemin bir zamanlar Ödemiş’te bulunduğunu öğrenmiş, beni de Ödemişli sanıyor, “Ödemiş’te Ermeni ne gezer, sen herhalde para yedin” diyor. Sorsan, Ermeni olmamı tercih edecek. Irkın saflığı önemli çünkü.
Bu kategorinin Türkçeye tercümesi şöyle: “İnsan dediğin ancak kendi menfaatlerini savunur. Eğer başkasını savunuyorsa bunu ancak iyi paraya yapar”.
Bu zavallılığın iki sebebi var: 1) Sanılanın aksine Türkiye’de bolca bulunan ırkçı zihniyet; 2) “Herkes herkesi kendi gibi sanır” kuralı.
“Sizi yabancılar finanse ediyor”
İkinci hüzün hali şu: “Bu internet işleri pahalı işlerdir. Demek ki dışarıdaki Ermenilerden para yediler”. Tanıdığım için bu zatın adını açıklamaktan ben utanç duyarım, TV’de bir “prof”un Zoryan Enstitüsü tarafından finanse edildiğimizi söylediğini kulaklarımla işittim.
Bu türün de üç sebebi var. İlk ikisi: 1) “Herkes herkesi…” kuralı; 2) İnternet konusunda zır cahillik.
Biz bu teknik işlerden anlamıyoruz ama bilgisayarcı çocuklardan soruşturduk, bu işler atla deve değil. 1 yıllık “sağlam” bir site için 1600 Avro civarı. Aramızda paylaştık. Avans verildi. Kendi adlarımıza KDV’li fatura almamız kararlaştırıldı ki “bunun parasını kim ödedi!”yle uğraşmayalım. Ben yılbaşında üç aylığımı alınca, payıma düşenden 100 Avro fazla vereceğim çünkü kimseden katkı isteyemiyorum.
İsteyemiyorum derken: Site günde en az bir kere saldırıya uğruyor ve bütün güvenlik tedbirlerine rağmen çökertiliyor. Kapalı kalmasın diye, hemen yedeğine taşınıyor. Ayrıca, çok kısa zamanda muazzam imza gelince ve Arapça, Ermenice, Rusça, Yunanca harflerin acayip çıkması üzerine “resim” kullanılınca site şişti. Normalde 25 Kb olan bir sayfa 80 Kb’a çıktı. Öngörülmüş kapasite kat kat aşılınca esas “host” şirket ek para istedi. Bir seferinde sabah kalktık, site yine çalışmıyor. 01 sularında kotayı aşmış olduğumuz için “host” tarafından askıya alınmış. Bilgisayarcı genç kardeşlerimiz her şeyi hallediyor. Onun istediğini veremeyeceğimiz için eldeki başka yedeklere geçici olarak transfer olduk. Tabii, parasıyla.
Bu yüzden aramızda dedik ki, herkes imzasını aldığı kimseye telefon etsin, gönülden kopmuş ufak bir katkı istesin. Benim tabiatım müsait değil, isteyemiyorum, onun için payımdan biraz fazla vereceğim. Budur hikaye.
Gelelim üçüncü sebebe: “Yabancılardan menfaat sağlama”ya 3-10 yıl hapis öngören TCK Md. 305’i “akıllara düşürme” umudu. Nah! Biz bırakınız yabancı kişi veya kurumlara başvurup fon almayı, yabancılara imzaya bile açmadık metni.
“Bunlar siteye sahte isim giriyorlar”
Üçüncü hüzün halinin söylediği de şu: “İsimlerin çoğu sahte. Baksanıza, ASALA tarafından öldürülmüş Büyükelçi İsmail Erez ve Daniş Tunalıgil bile var. Tarkan var. Recep İvedik var.”
Hiç aklına gelmiyor ki biz böyle bir şey yapacak olsak Ahmet Demir, Mehmet Tunç gibi isimler gireriz; Recep İvedik veya Halil İnalcık değil herhalde. Olay şu ki, işin başında firmayla sadece 1 yıllık internet alanı ve bunun korunması üzerinde anlaşmıştık koyabileceğimiz paraya. Aslan ulusalcılarımız siteyi çökertme marifetinin (yumurtaya can veren Allah!) yanı sıra bir de böyle sabotaja başlayınca bir moderatör ve vardiyalı temizleyiciler bulmak gerekti. Ama bu da yetmiyor. Çünkü “Recep İvedik”i görüp hemen silmek kolay da, her ismi herkes tanımıyor. Zaman alıyor.
Sayın Başbakan’ın desteği arkasında nasıl olsa; adam internet kafeye bile gitmeye zahmet etmiyor ve aynı bilgisayar IP adresinden sürüyle isim giriyor. Bunları tespit ediyoruz ve gerekeni yapmaya başladık. Ama olay şu ki, bu arada kimi muhteremler gazete köşelerinde ve TV’lerde derhal başlamış yaylım ateşine.
Bunlar ikiye ayrılıyor. Bir bölümü saf. Daktilodan bilgisayara geçememenin yanı sıra, böyle bir sahtekarlığın sitenin prestijine büyük zarar vereceğini, dolayısıyla site düşmanları tarafından yapıldığını algılayacak ferasetleri yok.
Bir diğer bölümü ise, bu sabotajı bizzat yapanlar. Önce sahte isimleri giriyorlar, arkasından feryadı salıyorlar. Hani, moda oldu, öldürdüğü adamın cenazesine gidip ağlıyor şimdi bazıları. Onun gibi.
Bakın, anlatması kolay olsun diye bu konuda bir “temizleyici” arkadaşımızdan gelen 23 Aralık tarihli mesajı ileteyim: “Şu ana kadar taranmış toplam 245 sayfa var. Her sayfa 100 kişi. Yani 24.500 kişi tarandı. Ama sizin gördüğünüz sayfalarda 20.500 kişi var. Demek ki 4000 sahte vb. imza gelmiş. Ama 4.000 kişi yapmamış bu işi. Örneğin en son taradığım sayfada toplam 22 sahte isim var. Gönderenin IP adresini de görebildiğimiz için bunun 3 kişi tarafından yapılmış bir saldırı olduğunu anlayabiliyoruz. Yaklaşık olarak 1-2 dakika arayla ya aynı ya da çok yakın sayıdaki IP adresinden giriş yapılmış. Fazla parlak zekalı olmadıkları için pek çoğu da aynı email adresini kullanmışlar…”
Yani, “özür dilemek” ve Türkiye’nin en büyük tabusunu yıkmak yalnızca yürekle ve bilgiyle olmuyor. Öylesine çok yönlü ki. Yoksa, ben de isterdim, biz de isterdik meseleleri ulusalcı kardeşlerimiz kadar siyah-beyaz/tek boyutlu görebilmeyi. Ne mutlu onlara. Ne mutlu “sıkı tahsil” sayesinde huzura ermiş olanlara…
Not: “Halk”ımıza haksızlık ettim. Asıl hüzün hali, sayın emekli büyükelçilerimiz. Aralarında çok sevdiklerim ve saydıklarım bulunan bu seçkin insanlar acaba vatan-millet mi müdafaa ettiler yoksa katledilmiş meslektaşlarının kan davasına aynen bir aşiret mensubu gibi mi soyundular. Kokteyllerde şurada burada her karşılaştığımızda, bana “hain” dediklerini hep incecik bir hüzünle hatırlayacağım.
Dostları ilə paylaş: |