Tarihi kayıtlara göre Kabardey Çerkes beyleri arasında iki tane Kaytuk ve iki tane Aslanbek adlı beyin adı geçmektedir. Bunlardan birinci Kaytuk ve onun oğlu Aslanbek 1500-1600 yılları arasında yaşamışlarken, ikinci Kaytuk ve onun oğlu Sarı Aslanbek ise 1700-1800 yılları arasında yaşamışlardır. Karça’nın hikayesinde bahsedilen Kabardey Çerkes beyi ise ikinci Kaytuk oğlu Sarı Aslanbek’tir. Halbuki hikayede adı geçen bu Kabardey Çerkes beyi ile Karça’nın aynı dönemde yaşamalarına imkan yoktur. Çünkü Kabardey Çerkeslerinin en güçlü ve en meşhur beylerinden olan Kaytuk oğlu Sarı Aslanbek XVIII. yüzyıl ortasında ve sonlarında yaşamışken, elimizdeki Karça ile aynı dönemde yaşamış birkaç sağlam Karaçay [Navruz ve Botaş] soy şeceresine göre Karça’nın yaşadığı dönem 1580-1630 yılları arasındadır. Bizim tahlilimize göre Karça’nın mücadele ettiği Kabardey Çerkes beyi hikayelerde de adı geçen Pşeapşok oğlu Kaziy Bey’dir. Pşeapşok oğlu Kaziy Bey tarihte gerçekten de yaşamış bir Kabardey Çerkes beyidir ve Osmanlı kayıtları da onun XVI. yüzyıl sonları ile XVII. yüzyıl başlarında yaşadığını doğrulamaktadır. Bun göre bir Osmanlı belgesinde, 1584 yılında Şirvan serdarı Özdemir oğlu Osman Paşa’nın askerleriyle birlikte Demirkapı’dan İstanbul’a gitmek üzere Kefe’ye gelirken Kabardey Çerkes beylerinin yardımıyla Terek ırmağı üzerine bir köprü inşa ettiğinden bahsedilmektedir. Osman Paşa’ya yardımcı olan Kabardey Çerkes beylerinin arasında I. Kaytuk oğlu Aslanbek ile onun yeğeni Pşeapşok oğlu Kaziy’in adı da geçmektedir.[116] Buna bağlı olarak da bizim vardığımız sonuca göre Karça XVI. yüzyıl sonları ile XVII. yüzyıl başlarında yaşamıştır ve Karça’nın hikayesinde anlatılan olaylar da Karça ve kendisiye aynı dönemde yaşayan Kabardey Çerkes beyi Pşeapşok oğlu Kaziy arasında geçmiştir.
Bunun dışında Karaçay Türklerinin etnik oluşumunu ve Kafkasya’da yurt tutuşunu anlatan bu hikayelerle ilgili olarak bir başka önemli husus daha vardır. Karça adının zamanla değişerek Karaçay [s. 29] şekline dönüştüğünü varsayıp Karaçay Türklerinin Kafkasya’daki tarihini Karça ile başlatmak bize göre yanlıştır. Karça’dan Karaçay Türklerinin ilk kurucusu olarak değil, XVI. yüzyıl sonları ile XVII. başları arasındaki bir dönemde Karaçay Türklerinin lideri olarak bahsetmek daha doğru olur. Karaçay adı da Karça adlı beyin adından değil, yukarıda birinci hikayede bahsettiğimiz Karaçay adlı beyin adından kalmış olmalıdır. Yani Karça ve kabilesi gelmeden önce de Kafkasya’da Karaçay adında bir Türk kavmi mevcut idi. Bunlar Cengiz Han ve Emir Timur istilaları dolayısıyla dağınık bir şekilde dağlarda ve komşu Kafkas halklarına sığınmış bir şekilde yaşıyorlardı. Daha sonra muhtemelen 1600’lü yılların başlarında Kırım dolaylarından Kafkasya’ya gelen Karça ve kabilesi burada dağınık şekilde yaşayan Kıpçak ve eskiden beri Kıpçaklaşma sürecine girmiş olan Hun-Sabir, Bulgar ve As-Alan bakiyelerinden müteşekkil Karaçay kabilesiyle karşılaşmıştır. Kıpçak kökenli Karça ve kabilesinin Kafkasya’ya gelip bilhassa Kabardey Çerkes beylerine karşı verdiği başarılı mücadeleleri ve dolayısıyla bütün Kafkasya’da nam salmasıyla birlikte dağınık ve küçük bakiyeler halinde yaşayan Türk unsurları Karça ve kabilesinin etrafında toplanarak yeniden birleşmişlerdir. Yani Karça bu dönemde Kafkasya’da dağınık şekilde yaşayan Türk unsurları için bir “çekim kuvveti” olmuştur. Karça üstün siyasi ve sosyal teşkilatlanma yeteneğiyle bütün bu unsurları birleştirmiş ve bugünkü Karaçay Türklerinin etnik oluşum sürecine son noktayı koymuştur.
Karaçay Türkleri arasında anlatılan destan ve halk hikayelerine göre Karça ve halkının Kuzey Kafkasya’ya gelip yurt tutma hikayesi özet olarak şöyledir:
Karça ve halkı Kuzey Kafkasya’ya gelmeden önce Kırım dolaylarında yaşıyorlarmış. Kırım Hanlığında ortaya çıkan taht kavgalarından veya Kırım’ın birileri tarafından istila etmesinden dolayı Karça ve halkı huzursuz olmuşlar ve Kırım’ı terk etmişler. Karça ve halkı Karadeniz kıyısı boyunca doğuya doğru uzun ve sıkıntılı bir yolculuktan sonra ilk önce Abhazya’da İnal-Kuba [Cemetey] denilen yere gelmişler. Burada az bir zaman kaldıktan sonra Zagzan~Zagdan denilen yere gidip oradan da Zelençuk ırmağının yukarı kısımlarına Arhız vadisine gelip yerleşmişler. Karça ve halkı burada kendilerine yurt kurmuşlar. Daha sonra buraya Eski-Curt denilmiş. Akıllı ve cesur bir lider olan Karça’nın yanında en yakın neferleri olarak Adurhay Budyan ve Navruz adlı arkadaşları bulunuyormuş. Karça burada Kızılbeklerin [Abazaların] baskısına maruz kalmış. Bunun üzerine Karça ve arkadaşları Arhız vadisinden göçmeye karar vermişler. Karça ve halkı burayı terk ederek Cögetey vadisindeki Eltarkaç denilen yere gelmişler. Fakat bir süre sonra burada bulaşıcı bir hastalık salgını çıkmış. Bunun için de oradan ayrılmışlar ve Bashan [Baksan] vadisine gitmişler.
Karça ve halkı Bashan vadisine yerleşerek yeni bir yurt kurmuşlar ve bu köyün adına da El-curt demişler. Karça ve halkı burada altı yıl kadar hiç kimseye görünmeden rahat ve huzurlu bir şekilde yaşamışlar. Bashan ırmağının karşı tarafına rahat bir şekilde gidip gelebilmek için Karça ırmağın üzerine bir köprü yaptırmak istemiş ve adamlarına emir vererek derhal köprü inşaatı çalışmalarına başlamalarını söylemiş. Karça bu arada adamlarını köprü inşa ederken Bashan ırmağına tek bir ağaç parçası dahi düşürmeyin diye tembihlemiş. Fakat Karça’nın adamları çalışma sırasında ırmağa birkaç ağaç parçasını düşürmüşler. Ağaç parçaları ırmağın akıntısıyla sürüklenerek Bashan ırmağının aşağı kısımlarında yaşayan Kabardey Çerkeslerinin ülkesine kadar gitmiş.
Kabardey Çerkesleri tesadüfen ırmakta düzgün bir şekilde yontulmuş ağaç parçalarını görmüşler ve Bashan ırmağının yukarı kısımlarında birilerinin yaşadığını anlamışlar. Bunun üzerine Kabardey Çerkesleri hemen kendi beylerine haber verip durumu anlatmışlar. Kabardey Çerkeslerinin prensi Kaziy Bey adamlarının anlattıklarını duyunca hem çok şaşırmış hem de çok öfkelenmiş. Kaziy Bey hakimiyetindeki topraklara kendisinden izinsiz yerleşen bu meçhul kişileri şiddetle cezalandırmaya karar vermiş ve en cesur adamlarına emir vererek Bashan ırmağının yukarı kısımlarında yaşayan bu meçhul kişileri bulmalarını söylemiş. Bir zaman sonra burada yaşayan meçhul kişilerin Karça ve halkı olduğu anlaşıldıktan sonra Kaziy Bey tekrar adamlarını göndererek Karça’ya kendisine tabi olmasını ve düzenli olarak vergi vermesini, ancak bu şekilde burada rahat ve huzurlu ber şekilde yaşayabileceğini söylemiş. Kaziy Bey’in adamları gelip Karça’ya durumu bildirmişler. Karça ise Kaziy Bey’in adamlarına şimdiye kadar hiç kimseye vergi vermediğini ve bundan sonra da birisine vergi verip şerefini ayak altına almayacağını söylemiş. Karça ayrıca adamlara Kaziy Bey’in bu isteğini bir hakaret olarak kabul ettiğini ve elçi olmalarından dolayı onları bir defalığına affettiğini fakat bir daha böyle bir istekle geldikleri takdirde hepsini öldüreceğini bildirmiş. Karça bunları söyledikten sonra Kaziy Bey’in adamlarının sırtına bir yaşlı köpeği bağlamış [s. 30] ve bu yaşlı köpeği beyinize benden hediye olarak götürün diyerek adamları geri göndermiş. Kaziy Bey kendi adamlarının sırtlarında yaşlı bir köpekle geldiklerini görüp Karça’nın söylediklerini öğrenince çok kızmış ve hemen büyük ordu hazırlayıp Karça’yı cezalandırmak üzere Bashan vadisine gitmiş. Karça ile Kaziy Bey arasında büyük bir savaş başlamış. Kabardey Çerkesleri sayıca çok daha fazla olduğundan Karça bu savaşı kaybetmiş ve sağ kalan adamlarını toplayıp dağlara çekilmiş. Kaziy Bey de bunun üzerine Karça’nın köyünü yağmalamış ve köy halkını esir edip kendi yurduna dönmüş.
Karça ve adamları bir süre dağlarda dolaştıktan sonra Gürcü-Svanlara gitmişler ve onlardan yardım istemişler. Gürcü-Svanlar da Karça ve adamlarını hoş karşılamışlar ve onlara yardım edeceklerini söylemişler. Karça ve adamları Gürcü-Svanlardan aldıkları asker yardımıyla Kaziy Bey’in topraklarına saldırmışlar ve Kaziy Bey’in bütün at ve koyun sürülerini toplayıp götürmüşler. Karça koyunlardan birini Kaziy Bey’in çobanına vermiş ve bunu alıp Kaziy Bey’e götürmesini, Kaziy Bey eğer mallarına tekrar kavuşmak ve anlaşma yapmak istiyorsa onu Gürcü-Svan ülkesi sınırında üç gün bekleyeceğini söylemiş. Çobanlar hemen Kabardey ülkesine gitmişler ve Karça’nın söylediklerini Kaziy Bey’e bildirmişler.
Kaziy Bey sahip olduğu bütün servetin elden gideceği endişesiyle Karça ile anlaşma yapmaya razı olmuş. Kaziy Bey ve adamaları Karça’nın söylediği yere gitmişler. Karça anlaşmak için şartı olduğunu söylemiş. Bunlardan birincisi yağmalanan mallar ile esir edilen adamların geri verilmesi, ikincisi Karça’nın egemenlik hakkı tanınması ve Kabardey Çerkeslerinin bir daha Karça’nın yurduna saldırmaması, üçüncüsü de Karça’ya yardım etmek için gelen Gürcü-Svan askerlerinin masraflarının Kaziy Bey tarafından karşılanması imiş. Kaziy Bey bu şartların ilk ikisini kabul etmiş fakat üçüncüsünü kabul etmek istememiş. Bunun üzerine Karça da hiddetlenerek madem öyle gücün yetiyorsa mallarını gel de al bakalım diye bağırmış ve elinde tuttuğu demir mızrağı yanı başında duran büyük ve sert kayaya saplamış. Karça mızrağı öyle kuvvetli saplamış ki kaya dört parçaya ayrılmış. Karça’nın bu derece olağanüstü kuvvetini gören Kaziy Bey korkmuş ve Karça’nın bütün şartlarını kabul etmiş. Kaziy Bey ile Karça arasında tercümanlık yaparak anlaşma görüşmelerini yürüten, Kaziy Bey’in yanında Kırımşavhal adlı soylu bir adam varmış. Kırımşavhal adlı adam Kaziy Bey’den müsaade isteyerek Karça’nın yanına katılmış. Karça daha sonra tek kızını bu Kırımşavhal adlı adamla evlendirmiş.
Karça ve halkı Bashan vadisindeki El-curt [El-curt~El-caşagan~Tar-avuz] köyünde 40 yıl kadar rahat ve huzurlu bir şekilde yaşamışlar. Karça’nın halkı burada çoğalıp El-curt köyüne sığmaz olmuş. Bunun üzerine Karça da yeni bir yurt bulup Bashan vadisinden göçmeye karar vermiş. Karça yeni yurtlar keşfetmesi için adamlarından Botaş adlı birini görevlendirmiş. Botaş yanına arkadaşlarını da alıp yeni yerler keşfetmek üzere yola çıkmış. Botaş ve arkadaşları epeyce dolaştıktan sonra Hurzuk vadisi civarında ve Elbruz dağının kuzey batısında bulunan Sadırla denilen yerde durup konaklamışlar. Botaş ve arkadaşları burada on beş gün kaldıktan sonra Ullu-Kam vadisine gitmişler. Ullu-Kam vadisi ormanlık ve kimsenin yaşamadığı çok güzel bir yermiş. Bu yüzden Botaş burayı çok beğenmiş. Botaş ve arkadaşları birkaç gün Ullu-Kam vadisinde kaldıktan sonra El-curt köyüne dönmek üzere yola çıkmışlar. Botaş ve arkadaşları Bashan vadisine geri dönerlerken Ullu-Kam ve Hurzuk ırmaklarının birleştiği yerde durmuşlar ve buraya fişekliklerinde muhafaza ettikleri darı tohumlarını ekmişler. Botaş ve arkadaşları El-curt köyüne gelip durumu Karça’ya anlatmışlar. Bir yıl sonra Karça ve arkadaşları Botaş’ın darı ektiği yere gelip bakmışlar. Botaş’ın bir yıl önce ektiği darı tohumlarının büyüyüp başak verdiğini görünce çok sevinmişler. Bunun üzerine Karça buraya göçmeye karar vermiş. Karça ve halkı gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra Koban vadisine göç etmişler. Ancak Karça’nın halkının bir kısmı ise göç etmeyip El-curt köyünde kalmaya karar vermiş. Karça ve halkı Koban vadisine gelip yerleştikten sonra burada bir köy kurmuşlar ve köyün adına da El-tübü adını vermişler. Fakat daha sonra bu köyün adına Kart-curt denilmiş.
Karça burada halkına toprak paylaşımı yaptığı sırada, Karça ile Botaş arasında bir anlaşmazlık çıkmış. Botaş bu yeni yurtları ilk önce kendisinin bulduğunu ve bu yüzden de başkalarına oranla kendisine daha fazla toprak verilmesi gerektiğini öne sürmüş. Fakat Karça ise Botaş’ın bu isteğini kabul etmemiş ve Botaş’a karışıklık çıkarmamasını ve kendisine verilen paya razı olmasını söylemiş. Ancak Botaş bu isteğinde ısrar etmiş ve Karça ile münakaşa girmiş. Bunun üzerine Karça da adamlarına emir vererek Botaş’ı orada öldürtmüş. Babalarının Karça tarafından öldürüldüğünü duyan Botaş’ın oğulları kendilerinin de öldürülebilecekleri korkusuyla hemen oradan kaçarak Kabardey Çerkeslerinin topraklarına sığınmışlar. Karça daha sonra Botaş’ı [s. 31] öldürdüğüne pişman olmuş ve Kabardey Çerkeslerine sığınan Botaş’ın oğullarına geri gelmeleri için haber göndermiş. Karça’nın çağrısı üzerine Botaş’ın oğullarından bir kısmı geri dönmüş. Karça geri dönen Botaş’ın oğullarına hem babalarının topraklarını vermiş ve hem de gönüllerini almak için onlara fazladan toprak hediye etmiş. Bunun dışında Karça bir de Botaş’ın oğullarına tarlalarını sulamaları için uzun bir kanal yaptırmış. Böylece her şey tatlıya bağlanmış ve Karça’nın halkı Koban vadisinde uzun ve huzurlu bir hayat yaşamış. Karça öldükten sonra ise halkın idaresi Karça’nın damadı olan Kırımşavhal ve oğullarına geçmiş.[117]
Malkar Türklerinin etnik oluşumuyla da ilgili çok eskilere dayanan tarihi bir kayıt yoktur. Sadece halkın belleğinde korunan belli belirsiz bir oluşum hikayesi mevcuttur. Bu da bölük pörçük olarak geç tarihlerde yazıya geçirilebilmiştir. Malkarlıların etnik oluşumuyla ilgili olarak Karaçaylıların Kafkasya’ya geliş hikayesini anlatan “Batır Karça” destanına benzer manzumeye de şimdiye kadar rastlanmamıştır. Bunun dışında Malkarlıların “Malkar Basiyatı-Düger Badinatı” adlı destanı ise Malkar Türkçesine ait bir manzume olmakla birlikte bu destanda Digor [Kuzey Oset] prenslerinin mücadelesi anlatılmaktadır.[118] Değişik kişi ve tarihlerde halk ağzından derlenerek geç tarihlerde yazıya geçirilen Malkarlıların oluşum hikayesi özet olarak şöyledir:
Malkarlılar kendilerini, tarihi ve nereden geldiği belli olmayan “Malkar” veya “Balkar” adlı bir avcıya dayandırırlar. Malkar adındaki avcı bir gün geyik avına çıkmış ve geyik peşinde koşarken bugünkü Malkar topraklarına gelmiş. O zamanda bu yerlerde yaşayan kavim kendisini “Tavlu” [Dağlı] şeklinde adlandırıyormuş. Malkar adlı avcı Tavluların ülkesini çok beğendiği için kendisine bağlı kabilelerle birlikte buraya gelip yerleşmiş ve Tavluların yönetimini eline alarak onların başına hükümdar olmuş. Zamanla Prens Malkar’ın soyu ve kabilesinin nüfusu çoğaldığından burası “Malkar-El” adıyla anılmaya başlamış.
Aradan bir zaman geçtikten sonra Malkar ülkesine Dağıstan tarafından “Misak” adlı bir prens gelmiş. Dağlılar samimi bir misafirperverlikle onu en iyi şekilde ağırlamışlar. Prens Misak bir gün Prens Malkar’ın biricik kızını görüp aşık olmuş. Malkar’ın kızı da Prens Misak’ın aşkına karşılık vermiş. Fakat Malkar’ın oğulları, yani kızın erkek kardeşleri bu duruma karşı çıkmışlar. Bunun üzerine Prens Misak ile Malkar’ın kızı gizlice bir plan yaparak Malkar’ın bütün oğullarını öldürmüşler. Prens Misak’ın önünde başka bir engel de kalmayınca Malkar’ın kızıyla evlenmiş ve bütün Malkar topraklarının tek hakimi olmuş. Daha sonra da asıl yurdu olan Dağıstan’dan kabilesini getirerek buraya yerleştirmiş. Tavlular, Misak’ın yönetiminden hiç memnun değilmişler. Çünkü Prens Misak, Tavluları sürekli baskı altında tutmakta ve onlardan zorla vergi almaktaymış. Bu hikayede anlatılan Prens Misak’ın torunlarından da Malkarlıların önde gelen “Misak” adlı prens sülalesi doğmuş.
Yine tarihi belli olmayan bir zamanda Kuma ırmağı civarında “Macar” adlı bir şehrin hükümdarı olan “Cambek” [Canibek?] adlı bir hükümdarın oğulları olan “Basiyat” ve “Badinat” adında iki kardeş, Prens Misak’ın yönetimindeki Malkar ülkesine gelmişler. Basiyat ve Badinat adlı bu iki kardeş, Çerek ve Holam ırmakları arasındaki sahada yaşayan bütün Tavlularla savaşarak onları hakimiyetleri altına almışlar. İki kardeş fethettikleri bu toprakları kendi aralarında bölüşmüşler. Badinat adlı kardeş kendi payına düşen Digor [Kuzey Oset] topraklarının hükümdarı olarak buraya yerleşmiş. Daha sonra Prens Badinat, Karaçaylıların Kırımşavhal adlı prens sülalesine mensup bir prensesle evlenmiş. Badinat ile Karaçaylı prensesten doğan yedi erkek çocuk Digorların prens sülalelerinin başlangıcı olmuşlar. Bu çocukların adı “Çegem”, “Karacav”, “Koban”, “Abisal”, “Tuvgan”, “Kubadiy” ve “Betuy”muş. İşte Digorların meşhur “Badinat” [veya Badilat] adlı prens sülalelerinin kökeni bunlara dayanıyormuş. Öteki kardeş Basiyat’ın payına ise Malkar toprakları düşmüş. Basiyat da Malkar topraklarının tek hakimi olmuş ve aynı şekilde Malkarlıların meşhur prens sülalelerinin soy atası olmuş. Malkarlıların “Abay”, “Aydabol”, “Canhot” ve “Şahan” adlı prens sülaleleri Prens Basiyat’ın soyundan gelmekteymiş. Prens Basiyat, Malkar ülkesinde feodal bir düzen oluşturmuş ve ülkenin tek hakimi olmuş. Fakat kendisinden önce Malkarlıların idaresini elinde tutan Prens Misak’ın mülkiyetine dokunmayıp bunları Prens Misak’ın kendisine bırakmış.[119]
IV. Eski Avrupa ve Rus Yazılı Kaynaklarına Göre Karaçay-Malkar Malkar Türkleri
Eski Avrupa ve Rus yazılı kaynaklarında Karaçay-Malkar Tükleri değişik adlarla anılmaktadır. Karaçay Türkleri hakkında tarihi ilk bilgiler 1404 yılında Kafkasya’da bulunan Başpiskopos [s. 32] Johannes de Galonifontibus’un notlarında bulunmaktadır. Fakat J. Galonifontibus’un kayıtlarında Karaçaylılardan “Kara Çerkes” şeklinde bahsedilmektedir.[120] Osmanlı Padişahı Sultan III. Murat dönemine ait 15 Ocak 1583 tarihli fermanda [H. 20 Zilhicce 990, Mühimme Defteri, No: 44, Hüküm: 218] geçen “Karaşay-Mirza” adlı şahıs önce Kaziy oğlu Mirzabek adında bir Karaçay” beyi şeklinde yorumlanmıştır.[121] Halbuki bu fermanda adı geçen bu kişi Karaçay değil, adı “Karaşay” olan Kabardey Çerkes beylerinden biridir. 1635-1653 yılları arasında misyonerlik faaliyetleri yürütmek üzere Kafkasya’da bulunan İtalyan misyoner Archangelo Lamberti’nin 1954 yılında Napoli’de yayımlanan “Relatione Della Colchide Boggi Detta Mengrellia” adlı eserinde Karaçaylılardan “Karaçioli” [Karaçaylı] ve “Kara Çerkes” şeklinde bahsedilmektedir.[122] Fakat A.Lamberti’nin 18 yıl boyunca kaldığı Kafkasya’da Karaçaylılarla kesin olarak hangi tarihte karşılaştığı tespit edilememiştir. Öte yandan A. Lamberti içerisinde “Karaçioli” [Karaçaylı] adının da yer aldığı kitabını ancak 1654 yılında yayımlayabilmiştir. Esasen yazılı kaynaklarda “Karaçay” sözü tarihte ilk olarak 1639 yılında geçmektedir. Bu tarihte Pavel Zaharev, Fedot Elçin ve Fedor Bajenov adlı Rus elçileri Svan [Gürcistan] ülkesine giderlerken Bashan vadisindeki El-curt adlı Karaçay köyünde on beş gün kadar konaklamışlar ve Karaçaylılar hakkında birtakım notlar tutmuşlardır. Rus elçilerinin kayıtlarında Karaçaylıların adı “Karaçayev” ve “Karaçayevo Kabarda” şeklinde geçmektedir.[123]
Malkar Türklerine izafen yazılı kaynaklarda “Balkar” sözü tarihte ilk olarak 1629 yılında Çarlık Rusyası’nın Kafkasya’da Terek bölgesi Askeri Birliği Komutanı İ.A. Daşkov’un Moskova’ya gönderdiği bir raporda geçmektedir. İ. A. Daşkov’un raporunda Balkarların yaşadığı dağlarda gümüş madeni arama çalışmalarından bahsedilmektedir.[124] Öte yandan 10 Mayıs 1518 tarihli bir Osmanlı fermanında [Mühimme Defteri, Cilt: 32, Hüküm: 456] geçen “Kabardey’e komşu Burgun Hakimi Tapmas Bek” adlı bir şahıs Malkar beyi olarak yorumlanmıştır.[125] Halbuki söz konusu fermanda adı geçen bu kişi Malkar beyi değil de herhalde bir Kumuk beyi olmalıdır. Çünkü fermanda sözü edilen Burgun denilen yer Dağıstan’daki Kumuk Türklerinin eski köylerinden biri olan Boragan kasabasıdır. Yani Burgun [Boragan] ile Malkar~Balkar’ın bir ilgisi yoktur. Burası Nizamüddin Şami’nin Zafername’sinde “Bragan” şeklinde ve XVIII-XIX. yüzyıl Rus kaynaklarında “Buragunskie Tatarı” [Boragan Tatarları] şeklinde bahsedilen yerdir.[126]
Gürcüler XIV-XV. yüzyıllarda Malkar Türklerini “Basiyani” şeklinde adlandırmışlar ve Malkarlıların yaşadığı ülkeye de “Basiyaniya” adını vermişlerdir. Basiyani sözü ilk olarak XIV-XV. yüzyıldan kalma meşhur “Tshovati Haçı”nda geçmektedir. Bu haçın üzerinde, Eristav Riziya Kvenipneveli adlı Gürcü prensinin Basiyani halkı tarafından esir alındığı ve Ksan boğazındaki Tshovati köyü kilisesinde toplanan parayla Basiyanlara fidye verilip Gürcü prensinin kurtarıldığı yazılmaktadır. Burada bahsi geçen Basiyani halkı Malkar Türkleridir. Çünkü yine Gürcü Kralının oğlu ve aynı zamanda tarihçi olan Vahuşti’nin 1745 yılındaki kayıtlarında da doğrudan Malkar Türkleri için “Basiyani” denilmektedir. Bunun dışında Gürcü-İmeretiya Kralı II. Levan’ın 1636 yılında Rus Çarına gönderdiği bir raporda, hakim olduğu toprakların sınırları bildirilmekte ve kuzeyde Dağlı Çerkeslerin ülkesiyle sınır olduğu söylenmektedir. II. Levan’ın “Dağlı Çerkes” dediği kavim Malkar Türkleridir.[127]
XIX-XX. yüzyıl eski Rus kaynaklarında Karaçay-Ma1kar Türkleri için genellikle “Dağlı”, “Dağlı Tatar”, “Dağlı Çerkes”, “Çerkes Tatarı”, “Dağlı Kabardey” vs. adlar kullanılmaktadır. Andrey Taranovski’nin 1569 tarihli Seyahatnamesi’nde: “Nogaylar para nedir bilmezler. Ancak Çerkes Tatarları çuha ve keten getirdikleri zaman karşılığında koyun, inek ve öküz verirler” şeklinde bir ifade geçmektedir.[128] Bir ihtimal ki, A. Taranovski’nin “Çerkes Tatarı” dediği kavim Karaçay-Malkar Türkleridir. Çünkü Karaçay-Malkar Türkleri birçok eski Avrupa ve Rus yazılı kaynaklarında “Çerkes Tatarı” şeklinde adlandırılmaktadır. Bunun dışında, Evliya Çelebi Seyahâtnamesi’nde dağlık bölgelerde yaşayan fakat deniz kıyısına ve ovalara asla inmeyen “Macar” adlı bir aşiretten bahsedilmekte ve şöyle denilmektedir: “Aşiret-i Macar Beğleri vardır. Cümle [tamamı] iki bin âdemdür [kişidir]. Amma [fakat] bahadır erlerdür [yiğit kişilerdir].” Evliya Çelebi’nin bu kaydı parantez içerisinde “Fin-Ogur kalıntısı” şeklinde yorumlamıştır.[129] Fakat Evliya Çelebi’nin bahsettiği Aşiret-i Macar’ın aslında Karaçay-Malkar Türkleri olması ihtimal dahilindedir. Karaçay-Malkar Türklerinin önceleri Kuma ırmağı kıyısında Macar adında bir şehirde yaşarlarken daha sonra bu şehri terk ederek Kafkasya’da Koban ve Terek ırmakları boylarına gelip yerleştiklerini anlatan bazı hikayeler vardır. Bu hikayede geçen Macar şehri Kuma ırmağının sol kıyısına 12 fersah [12x6=72 km] uzaklıkta olup tarihte gerçekten de var olmuş bir [s. 33] şehirdir. Bu şehrin kalıntıları bugünkü Stavropol şehri yakınlarında bulunmuştur.[130]
Tarih boycunca komşu Kafkas kavimleri de Karaçay-Malkar Türkleri için çeşitli etnik adlar kullanmışlardır. Karaçay Türkleri için Adigeler “Karaşey”, Kabardeyler “Karçaga-Kuşha”, Abhazlar “Akaraç”, Abazalar [Abazinler] “Karça”, Osetler “Karaseyag” ve “Asi”, Gürcüler “Karaçioli”, Gürcü-Svanlar “Mukrçay” ve “Savar”, Gürcü-Megreller “Alani” adlarını kullanırlarken; Balkar Türkleri için Gürcüler “Basiyani”, Gürcü-Svanlar “Sabir”, Gürcü-Megreller “Alani”, Kabardeyler “Balkar” ve “Balkar-Kuşha”, Abhazlar “Azuho” ve “As”, Osetler de “Asson” adlarını kullanmışlardır.[131]
Karaçay-Malkar Türklerinin tarihi, kültürü, hayat tarzları ve sosyal yapıları ilgili en eski bilgileri IV-XIX. yüzyıllarda Kafkasya’yı dolaşan Avrupalı ve Rus gezginlerin yazdıkları seyahatnamelerden bulmaktayız. Fakat bu gezginlerin bir kısmı Kafkasya’yı dolaşmakla birlikte Karaçay-Malkar Türkleri arasında bizzat bulunmayıp ziyaret ettikleri diğer Kafkas kavimlerinin Karaçay-Malkar Türkleri hakkında anlattıkları şeyleri yazmışlardır.
Karaçay Türkleri hakkında ilk bilgiler 1404 yılında Kafkasya’da bulunan Başpiskopos Johannes de Galonifontibus’un notlarında bulunmaktadır. J. Galonifontibus, Karaçaylılardan “Kara Çerkes” şeklinde bahsetmekte ve şu bilgileri vermektedir:
“Çerkesya veya Zikhia adı verilen ülke Karadenizin arkasındaki dağların eteklerinde uzanır. Burada iki farklı kavim yaşar. Yüksek dağların üzerindeki vadilerde yaşayan dağlı kavim Kara Çerkeslerdir. Aşağılarda deniz kenarında oturanlar ise Beyaz Çerkeslerdir. Kara Çerkesleri hiç kimse ziyaret etmez. Onlar da tuz ihtiyaçlarını karşılamaktan başka dağları asla terk etmezler. Kara Çerkeslerin kendilerine has dilleri ve yazıları vardır.”[132]
1635-1653 yılları arasında misyonerlik faaliyetleri yürütmek üzere Kafkasya’da bulunan İtalyan misyoner Archangelo Lamberti’nin, 1954 yılında Napoli’de yayımlanan “Relatione Della Colchide Boggi Detta Mengrellia” adlı eserinde Karaçay Türklerinden “Karaçioli” [Karaçaylı] şeklinde bahsetmekte ve şunları söylemektedir:
“Kafkasya’nın kuzey eteklerinde Karaçioli [Karaçaylı] veya Kara Çerkes denilen bir kavim yaşar. Onlara bu Kara Çerkes adı esmer tenli olduklarından verilmemiştir. Bilakis onlar beyaz tenlidir. Herhalde onlara bu ad ülkelerinde gök yüzü sürekli bulutlu ve karanlık olduğundan verilmiş olmalıdır. Onların dili Türk dilidir. Fakat çok hızlı konuştuklarından onların dili zor anlaşılmaktadır. Beni hayrete düşüren şey, bu kadar acaip diller konuşan kavimlerin arasında Karaçaylılar Türk dilinin saflığının nasıl korumuşlardır? Kafkasya’nın kuzeyinde eskiden Hun Türkleri yaşamışlardır. Bu Karaçaylıların Hun Türklerinin bir dalı olduğu anlaşılmaktadır. Bu zamana kadar kendi eski dillerini korumayı başarmışlardır.”[133]
Dostları ilə paylaş: |