Mustafa Hızal aynı zamanda yorulmak bilmeyen bir cemiyet adamı olarak ta tanınmıştır. O, Müteaddit defalar ‘’Türk Milliyetçiler Derneği’’ ve diğer milli ve sosyal teşekküllerde konferanslar vermiştir. Onun bütün bu konferansları, Sovyet ve Komünist boyunduruğuna karşı Şimali Kafkasyalıların milli-kurtuluş mücadelesinin idesini aksettiriyordu. Yüksek insani vasıfları dolayısıyla çok sevilen ve takdir edilen Mustafa Hızal, maalesef en verimli yaşlarında hayata gözlerini yummuştur. Fakat O, kendinden sonra, zengin manevi miras ve genç kuşağın örnek olabileceği idealist bir şahsiyet tipi bırakmıştır. Cenabı Hak gani gani rahmet eylesin, mekanı cennet olsun, nur içinde yatsın.
REŞİT RAHMETİ ARAT
(1900-1964)
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümünün Eski Türk Filoloji Kürsüsünün Kürsü Profesörü, Ankara Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Kurucu üyesi, Münih Sovyetler Birliğini Öğrenme Enstitüsü muhabir üyesi Ordinaryüs Profesör Dr. Reşit Rahmeti Arat 29 Kasım 1964 tarihinde vefat etmiştir. Rahmetli İdil-Ural Türklerinden idi. 15 Mayıs 1900’de Kazan’ın kuzey batısında Eski-Ücüm’de doğmuştur. İlk tahsilini Eski-Ücüm’de Rüştiye’yi Kızılyar’da ikmal etmiş, orta ticaret mektebinde ve lisede okumuştur. 1918 yılında askere alınmış, yaralanmış ve uzak şarka nakil edilmiştir.Lise tahsilinin son yılını Mancuryan’ın Harbin şehrinde 1921 yılında tamamlamıştır.
Rahmetli 1922 yılında Almanya’ya gelmiş, Berlin Üniversitesinin Felsefe Fakültesine kayıt olmuş, Türkoloji ile beraber Edebiyat Tarihi, Felsefe ve Psikoloji derslerine devam etmiştir. 1927 tarihinde Türk dili alanındaki bir araştırması ile doktorasını yapmış, Berlin Üniversitesine bağlı Şark Dilleri Okulunda Kuzey Türkçesi lektörü olmuş, 1928 den 1933 yılına kadar da Berlin İlimler Akademisinde ilmi yardımcı olarak çalışmıştır.
Rahmetli 1933 yılında Türkiye Maarif Vekaletinin daveti üzerine Türkiye’ye gelmiş ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Türk Dili ve Edebiyatı Kürsüsüne profesör tayin edilmiştir. 1958 yılında Ordinaryus profesörü olmuştur. 1942 yılında Türk tarih Kurumu üyeliğine seçilmiş kuruluşundan son ana kadar ‘’İslam Ansiklopedisi’’nde çalışmıştır. İslam Ansiklopedisi varlığını büyük ölçüde ona borçludur. Almanca, Rusça ve İngilizce bilirdi. Eski Türkçenin, Uygurcanın en büyük mütehassısı idi. Türklük bilgisi ilim sahasına candan bağlanmış bulunuyordu. Rahmetli eserler adamı idi, onun yazdığı ‘’Kutadgu Bilig’’ eseri derin bir araştırma ve sabır neticesinde meydana getirilmiştir.
Bütün Türklük idealine bağlı büyük Türkçü olan Reşid Rahmeti Arat’ın vefatı Türk Dünyası için büyük bir kayıptır. Aile efradına, dostlarına, sevenlerine baş sağlığı dileriz, mekanı cennet olsun.
NİYAZİ YUSUFBEYLİ-KÜRDEMİR
(1908-1964)
Teessürle öğrendiğimize göre, Niyazi Yusufbeyli-Kürdemir 25.12.1964 gecesi Ankara’da evinde geçirdiği bir kalp krizi neticesinde vefat etmiştir. 1908 yılında Azerbaycan’ın Gence şehrinde doğan Niyazi Yusufbeyli-Kürdemir, Azerbaycan eşrafından ve Azerbaycan Milli Hükümet başkanı Nasip Bey Yusufbeyli’nin ve Kırımlı meşhur fikir adamı İsmail Bey Gaspıralının kızı Şefika hanımefendinin oğullarıdır.
Merhum, Azerbaycan’ın istilası üzerine, annesi ve ablası ile birlikte Türkiye’ye iltica etmiş, lise tahsilini Galatasaray lisesinde yapmış, İstanbul Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinin tarih kısmından mezun olmuştur. Bir müddet öğretmenlikte yapmış olan merhum, bilahare Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğünde çalışmıştır. Rusça ve Fransızca bilen merhum Beden Terbiyesi Dış Münasebetler bölümündeki görevini başarı ile yönetmiştir.
Merhum, Azerbaycan istiklalcileri saflarında her zaman aktif rol oynamıştır. Azerbaycan Gençler Birliği, Azeri Türk Talebe Birliği, Azerbaycan Milliyetçileri Derneği, Azerbaycan Milli Kurtuluş Birliği kurucuları ve yöneticileri arasında idi. Azerbaycan milli basınında Niyazi Kürdemir olarak ve başka isimlerle de yazılar yazmış. Azerbaycan’ın özgürlüğüne kavuşmasında aktif ama gizli rol oynamıştır. Mücahit dergisinin de yazarlarından idi. Ciddi ve tarihi görüşü ile bağımsızlık mücadelesini her zaman savunmuş ve idare etmiştir.
Bağlı bulunduğu teşkilatta varlığı büyük bir değer taşıyan Niyazi Yusufbeyli Kürdemir’in vefatı onu tanıyanlar arasında büyük bir üzüntü yaratmıştır. Kederli ailesine, fikir ve dava arkadaşlarına başsağlığı, kendisine Yüce Tanrı’dan bol rahmetler dileriz. Nur içinde yatsın.
DOKTOR KAYIR DOY
(1908-1965)
Kuzey Kafkasya mültecileri bir kurban daha verdiler. Dr. Kayır Doy, kısa süren bir hastalıktan sonra 21 Ocak 1965 yılında İstanbul’da vefat etti.Cenazesi Şişli camiinde kılınan namazı müteakip, Zincirlikuyu mezarlığında defnedilmiştir.
Rahmetli, Kuzey Kafkasya’nın Osetin kabilesinden olup, Elhot köyünde dünyaya geldi. Vladikafkaz lisesinden mezun olmuş, Rostov-Don Üniversitesinden Tıp doktoru olarak mezun olmuştur. Dağıstan’da serbest doktorluk yapmış, 2. Dünya Savaşında Rus Ordusunda doktor iken Almanlara esir düşmüştür.
Ateşin bir Kafkas vatanperveri olan Dr.Doy, ikinci dünya savaşı sıralarında yurttaşlarını Alman esir kamplarından kurtarma işinde aktif rol almıştır. Aynı zamanda Alman ordusu saflarına geçerek Ruslarla çarpışmıştır. Kuzey Kafkasya Milli Lejyonunda baş hekimlik yapmıştır. Bu lejyon Ruslarla silahlı çatışmalar yürütmekte idi.
Daha sonra Türkiye’ye yerleşerek mesleğini icra etmiş ve kendini çok sevdirmiştir. Kuzey Kafkasya’daki bağımsızlık mücadelesini Türkiye’den devam ettirmiş ve hiç kopmamıştır. O Kafkasya davasına ait derin bilgileri ile her zaman Kafkasya davasına hizmet etti. O büyük Kafkaslı ve büyük Müslümandı, Kafkasya halkının kalbinde her zaman yaşayacaktır.
Cenazesi çok büyük bir kalabalık nezaretinde kaldırılmıştır, Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın, mekanı cennet olsun.
SOVYETLER BİRLİĞİNDE MÜSLÜMANLIĞIN DURUMU
(1959 YILI)
Sovyetler Birliğinde, başlıca dünya dinlerine mensup yüzün üzerinde çeşitli millet yaşamaktadır. Sovyetler Birliğindeki İslav milletler, Rus, Ukraynalı ve Belorus’lardan ibaret olup Ortodoks’turlar ve bu yönden memlekette sayıca ilk yeri işgal etmektedirler. İkinci yeri Müslümanlar almaktadır. Müslümanların bulunduğu başlıca bölgelerde şunlardır; İdil boyu, Ural, Sibirya, Türkistan ve Kafkasya. Sovyet istatistik rakamlarına göre, aşağıdaki millet ve kabileler Müslüman’dır.
Özbek Türkleri…………………………..6.015.000
Kazan ve Sibirya Türkleri………………4.968.000
Kazak Türkleri…………………………..3.622.000
Azerbaycan Türkleri…………………….2.940.000
Tacikler…………………………………...1.397.000
Türkmen Türkleri………………………..1.002.000
Başkırt Türkleri………………………….. 989.000
Kırgız Türkleri…………………………… 969.000
Dağıstanlılar………………………………. 947.000
Çeçen-İnguşlar……………………………. 525.000
Osetinler…………………………………… 410.000
Karakalpak Türkleri……………………… 173.000
Uygur Türkleri……………………………... 95.000
Karaçay-Balkar Türkleri…………………..123.000
Adıge,Abazin,Karabaytay………………….334.000
Kürtler………………………………………. 59.000
Anadolu Türkleri……………………………. 35.000
Asuriler………………………………………. 22.000
İranlılar………………………………………. 21.000
Arnavutlar……………………………………. 5.000
Kırım Türkleri……………………………….. ?
Sovyetler Birliği Anayasaına göre, bu Müslüman Halkların doğrudan doğruya Sovyetler Birliği’ne dahil sözüm ona ‘’müttefik’’ cumhuriyetleri ve bu cumhuriyetlerden birine giren ‘’muhtar cumhuriyet’’ ve ‘’muhtar eyaletleri’’ i vardır.
Müttefik Müslüman Cumhuriyetleri sayısı 6’ dır. Özbekistan, Kazakistan, Tacikistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Azerbaycan Sovyet Cumhuriyetleri. Muhtar Müslüman Cumhuriyetlerinin sayısı ise 10’u bulmaktadır. Tataristan, Başkırdistan, Karakalpak, Dağıstan, çeçen-İndiguştan, Kuzey Osetistan, Kabartay-Balkar, Abaza (Kısmen Müslüman), Acaristan ve Nahçivan Muhtar Sovyet Cumhuriyetleri. Muhtar Eyaletler de 2 dir. Karaçay-Çerkes ve Adıge Muhtar Eyaletleri.
Sovyet Hükümeti, kendi tebaaları üzerine mutlak bir hakimiyet kurmak amacıyla, birbirlerine sade hudut ve milliyet bakımından değil, aynı zamanda dilce de yakın olan kabileleri parçalamaktadır. Mesela, Türkistan Türklerinin Özbek, Kazak, Türkmen ve Kırgız kabileleri; Kazan ve Başkırt Türkleri; Azerbaycan Türkleri, Karaçay-Balkar Türkleri, aynı dili konuşan ve aynı dinde olan Kabartay’ların da dahil bulunduğu Çerkezlerden ibaret Kafkasya Halkları için teker teker cumhuriyet, eyalet, gramer, edebiyat ve büyük bir millet haline gelme imkanına engel olan bir çeşit farklar ve ayırmalar vücuda getirmektedir.
Müslüman halklarının Rus istilası altına alınışı da şu tarihlerde olmuştur; Kazan Türkleri 16.Yüzyıl ortalarında, Kırım Türkleri 18.Yüzyıl sonlarında, Türkistan Türkleri 19. Yüzyıl ortalarında, Azerbaycan Türkleri 19.Yüzyıl başlarında, Kuzey Kafkasya halkları da 19.Yüzyıl ortalarında.
Çarlık Rusyasında Müslüman halkları için bazı tahdit ve kısıntılar vardı. 1905 ilk Rus İhtilalinden sonra, İslam Dini devlet içerisinde hukuken eşit bir din halini aldı. İkinci Rus İhtilali, yani Şubat 1917 İhtilali, Müslümanlık da dahil, bütün dinlerin tamamı ile serbest olduğunu ilan etti. Durum, 3.Rus İhtilalinden, yani Ekim 1917 ihtilalinden sonra kökünden değişti. Bu ihtilalin başında, bugün de Rusya’da (Rusya, 1924 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği adını almıştır) iktidarda bulunan Bolşevik-komünistler duruyordu. İdeolojileri icabı Allahsız olup, ateist öğretisini de devletin dini yapan Rus Komünistleri taktik mülahazalarla kendi hakimiyetlerinin ilk çağlarında Müslümanlığa karşı özel ve ihtiyatlı bir tutum takınmışlardı. Komünist liderlerinden Lenin ve Stalin, 2 Aralık 1917 tarihinde Rusya’nın bütün Müslümanlarına hitaben şu beyannameyi neşretmişlerdir.
‘’ Rusya Müslümanları, İdil boyu ve Kırım Tatarları, Sibirya ve Türkistan Kırgız ve Sartları, Maveray-i Kafkasya Türk ve Tatarları, Kafkasyanın Çeçen ve Dağlı halkları. Camiler, mukaddes yerleri ortadan kaldırılanlar. Rusya Çarları ve zalimleri tarafından din ve geleneklerinizin, milli ve kültür müesseselerinizin hür ve dokunulmaz olduğunu bildiriyoruz. Milli hayatınızı kendi usul ve arzularınıza göre kurunuz. Bu sizin hakkınızdır. Bayraklarımızla bütün dünyanın esir milletlerine hürriyet götürüyoruz.’’
Daha önceleri Çarlık tarafından müsadere edilmiş bulunan Hz. Osman’ın Kuran-ı Kerim nüshası da geri verilmişti. Çarlık hükümeti tarafından kontrol altına alınan Orenburg ve Kazan camileri de Müslümanlara iade edilmişti. Resmen Allahsız olan Sovyet Rusya devletinde Müslümanların durumu, 1924 yılına kadar nispeten çekilir bir halde idi. Arhangelsk, Viyatka, Kazan, Nijnegorod, Orenburg,Perm, Petrograd, Ufa ve başka eyaletlerde, aynı suretle Türkistan’da (Semipalatinsk, Taşkent, Verni) ve Sibirya’da (Çita, Tobolsk, Novonikolayev) sözüm ona ‘’Müslüman Komiserlikleri’’ kurulmuştu. Bolşevikler, ayrıca seri halinde ‘’Müslüman Kongreleri’’ düzenlemeyi de unutmamışlardı. Bu kongrelerde ateist Bolşeviklerin yanında Müslüman molla ve imamlarda yer alıyordu. Bu kongrelerde Bolşeviklerin vermeleri imkansız olan din, hürriyet ve milli istiklal vaitleri etrafında konuşmalar yapılıyor, bu da Sovyet siyaseti için büyük başarılar sağlıyordu.
1917-1920 yıllarında sabık Rusya İmparatorluğunun Müslüman eyaletlerinde kurulan Kırım, Kuzey Kafkasya, Azerbaycan, idi-Ural ve Türkistan gibi bağımsız devletler, şu iki faktörün baskısı altında çökmüşlerdir.
1. Bolşeviklerin Müslümanlık propagandası.
2. Kızılordunun silahlı istila hareketi.
Artık, Sovyet kuruculuğu başlamıştı. Bolşevikler, taktik mülahazalarla yeniden istila altına alınmış bu yerlerde tam bir Sovyet düzenini derhal uygulama siyasetinden vazgeçmişlerdi.
Türkistan ve Kuzey Kafkasya’da kurulan Sovyet Cumhuriyetleri, daha ‘’Sosyalist’’ diye anılmıyordu. Bunlara ‘’Halk Cumhuriyetleri’’ deniliyordu. (Bugün Doğu Avrupa’da ‘’Halk Demokratik Cumhuriyetleri’’ denildiği gibi). Sovyet Hükümeti, hatta daha ileri giderek bazı Müslüman Cumhuriyetlerinde şer’i mahkemeleri bile tanımıştı. İşte bu hakka sahip yerlerde kadının başkanlığı ‘’şer’i mahkemeler’’ kuruldu. Bütün din işlerini yönetmek ve devam ettirmek maksadıyla müftünün başkanlığı altında dini müesseseler vücuda getirildi veya eskiler olduğu gibi bırakıldı. Din okulları (medreseler) her hangi bir engelle karşılaşmadan çalışıyor, dini eserler basmak işi yeniden canlanarak Kuran-ı Kerim ve başka din kitapları da basılıyordu. Bütün bu hürriyete rağmen, Sovyet iktidarına karşı yapılan ilk ayaklanmalara Müslüman din adamları da yönetici sıfatıyla katılmış ve faaliyet göstermekten geri kalmamışlardı. Zira, onlara göre, Bolşeviklerin verdiği bu ‘’din hürriyeti’’ Müslümanları siyasi ve dini bakımdan tam bir esaret altına almak için geçici bir tedbir idi. )1920 de İDİL-Ural’da Viloç isyanı, 1920-1921 de İmam torunu Sait Şamil’in Kuzey Kafkasya’daki isyanı, 1920 de Azerbaycanlıların Gence, kazak, Zakatalı isyanları).
Bütün bunlara rağmen, Sovyet hükümetinin Müslümanlığa karşı müsamahalı siyaseti gene de eskisi gibi devam ediyordu. Bizzat isyan hareketine katılmış imamlar tevkif edilerek hapse atılıyorlardı ama, tüm olarak din adamları izlenmiyordu. Din okulları ve camiler mevcut kanun hükümleri altında açıkça çalışıyordu.
Müslümanlığa ve Müslüman din adamlarına karşı baskı, köylerde ‘’köy ağaları ve mollalar’’dan (1928 de) tahıl almak için alınan sözüm ona ‘’olağanüstü tedbirler’’in uygulamasıyla başmış ve kollektivizenin başlangıcından itibaren de (1929-1934) bu baskı ve zulümler, Sovyet Hükümetinin bütün din, ruhaniler ve din müesseselerine karşı teşkilatlanmış bir seferi halini almaya başlamıştır. Muhtemel karışıklıklara meydan vermemek için de bu sefer aşağıdaki merhalelerden geçilmiştir.
İlk merhale; Din kitapları yayınları yapan bütün müesseseler müsadere edilerek inkılap aleyhtarı yayın diye bütün dini eserlerin yayınlanması yasak edilmiştir. Yürürlükte bulunan Arap harfleri Latin harflerine çevrilmiştir. (Sonradan ise doğrudan doğruya Rus-Kril harflerine geçilmiştir). Aktif dini hizmetlerde bulunanlar ‘’çalışmayan elemanlar’’ olarak ilan edilmiş ve ‘’seçim hakları’’ndan yoksun bırakılmışlardır. Bundan sonra da onlara iktisadi ve mali cezaların uygulanılmasına başlanmış, yani onlar yüksek vergilere tabi tutularak yerine getirilmelerine maddeten imkanları olmayan çok miktarda tahıl, et, yün gibi maddeleri devlete teslim etmeye zorlanmışlardır. Devlete ‘’teslim tahhüdünü’’ yerine getirmeyenlere de ekmek maddesi (RSFSR ceza kanunu 107) uygulanmış, yani sürgün cezasına çarptırılmışlardır. Din adamlarını kötü durumdan kurtarmak emeliyle halk, kolektif şekilde, talep edilen resmi taahhüdünü ödemekten geri durmamıştır ama, ne de olsa bütün bunlar geçici bir kurtuluş çaresinden başka bir şey değildi.
İkinci merhale; NKVD (İçişleri Halk Komiserliği), din adamlarından, bilahare basında yayınlanmak üzere standart bir şekilde kaleme alınmış bildirileri imzalamalarını talep etmeğe başladı. Bu bildirimlerde din adamlarının, dinin halk için bir aldatma olduğunu, artık bugünden itibaren inancından vazgeçtiğini ve dine hizmet etmeyeceğini alenen ilan etmesi gerekiyordu. NKVD’nin bu emrine ancak tek tük kimseler boyun eğdiği için, NKVD kendi özel haklarından faydalanarak inat eden imamları çeşitli bölgelere sürüyordu. İmamlar, NKVD tarafından sürgüne gönderildikleri için, camiler imamsız ve vaizsiz, medreseler de hocasız kalmışlardır. Bu arada ortaya dini tahsillerini tamamlayamamış ve resmen imam unvanını almamış olanlar çıkmış ve imamların yerini doldurmaya çalışmışlardır. Bu gibilerini bizzat Sovyet Hükümeti evvela imam olarak ilan etmiş, sonra da sürgün yerlerine göndermişti.
Üçüncü merhale; Sovyet Hükümeti din mekteplerinin ve camilerin binalarını müsadere ettiğini bildirmiş ve bu binalardan bir kısmını ‘’Allahsızlar kulübü’’ ‘’Kızıl köşeler’’ adlı teşekküllere vermiş, bir kısmını da anbar yapmış, yahut esasen yıktırmıştı.
Çeşitli kaynakların verdiği bilgilere göre, komünizmin Sovyetler Birliği’ndeki Müslümanlığa karşı yaptığı bu teşkilatlanmış seferi mahvedici bir sonuç vermişti (1929-1939). Şöyle ki; Türkistan’da 14.000, İdil-Ural’da 6.000, Kuzey Kafkasya’da 4.000, Kırım’da 1.000 cami kapatılmıştır. Bütün şeyhler, imamlar ve mollalar şiddetli baskı ve gaddarlıktan kurtulamamış, bir kısmı kurşuna dizilmiş, bir kısmı da kürek cezasıyla sürgün yerlerine gönderilmişlerdir. Bütün medreseler kanun dışı ilan edilerek kapatılmış, bütün mukaddes yerler ve ziyaret ocakları da müsadere edilmiştir. Hac seferleri ise çok daha önceden yasak edilmişti.
Alman-Sovyet savaşı başlayınca, Stalin kendi rejimi için bir ölüm tehlikesi duyuyor. Allahsız komünistler, bütün dinleri boğanlar birden bire Tanrı’yı hatırlamaya başladılar. Elbette, bu hatırlama şu veya bu dine dönmüş oldukları için değil iktidarlarını ellerinde bulundurmak gayesiyle Sovyetler Birliği’ndeki dinlerden faydalanmak içindi. Bu, komünistlerin eşine rastlanmayan kitlevi enkizisyon ile insanların Tanrı’ya olan inançlarını ortadan kaldırma yolundaki mücadelede muvaffak olamadıklarının en iyi ve kuvvetli bir delilidir. Komünist rejimi, dine bağlı olanları daha fazla izledikçe ve din adamlarını, din müesseselerini ortadan kaldırdıkça, halkın Tanrı’ya beslediği iman da daha fazla kuvvetleniyor ve sağlamlaşıyordu. İşte, Sovyetler Birliği’nde dinin ‘’genel af’’fı bu şartlar altında ilan edildi (1944). Bu genel af Müslümanlığı da içine alıyordu. Resmi izlemeler sona ermişti. Dahası var; Sovyet Hükümeti kendi gaye ve menfaati bakımından sadece 1928’den 1944’e kadar yürürlükte bulunan Sovyetler Birliği vatandaşlarına dini vecibelerini açıkça yapmayı yasaklayan din aleyhtarı kanun mevzuatının icrasına sessizce de olsa göz yummakla kalmamış, üstelik dinlerin ve dini inançların ‘’şefkatli bir hamisi’’ rolüne de girmiştir. 1936 Sovyet Anayasasının boş bir propaganda lafından ibaret kalan ‘’Anayasa, dini kültlerin serbestçe yapılmasını teminat altına alır’’ cümlesi artık bir kanun gibi ele alınmaya başlamıştır.
Sovyet Hükümetinin mecburi olarak ve ancak taktik mülahazalarla kendi eski din aleyhtarı siyasetini esaslı surette gözden geçirme lüzumu duyduğunu, Büyük Sovyet Ansiklopedisi’nin 1948 baskısı şu resmi satırları açıkça ortaya koymaktadır;
‘’ Anayasa, dini kültlerin serbestçe yapılmasını garanti altına almıştır. Bu demektir ki, bütün dini inanç sahipleri, din cemiyetleri kurmak, dini ayin ve ibadetler için muntazaman toplanmak, çocukları ve büyükleri vaftiz etmek, nikah kıymak, ritual mucibince gerekli gıdayı almak, yahut belirli bir sürede bu gıdayı almaktan vaz geçmek (Müslümanlara oruç) haklarına sahip bulunmaktadırlar. Bunları yapanlar devlet memurları tarafından her hangi bir engelle karşılaşmak şöyle dursun, aksine gerektiği anda ibadet için lüzumlu binayı sağlamak, kurulmuş dini cemiyetlerin iktisadi meselelerini halletmek, yeni ibadet binalarının inşası veya mevcut olanların tamiri için gerekli inşaat malzemesini vermek gibi yardımlarda göreceklerdir. Din cemiyetlerinin yeni din adamları kadrosu hazırlamak ihtiyaçlarını göz önüne alan devlet, özel din okulları kurmak işine engel olmak şöyle dursun, aksine bina vermek, dini risaleler ve kitaplar, dini takvim, periyotluk dergiler bastırmak için hükümet fonundan kağıt ayırmak ve matbaa vermek sureti ile yardımlarda da bulunmaktır. ‘’İslam’’ dininin icaplarından olan ‘’Hac’’ farizasını yerine getirmek işini dikkate alan Sovyet Hükümeti, Hac’a gidecek olanlara gereken kolaylıklar göstermektedir.’’
Elbette ki 1944 yılına kadar böyle bir şey yoktu ve bu çeşit düşüncelerin Sovyetler Birliği’nde gün ışığına çıkması, hele resmi bir ansiklopedi de yer alması bir yana, Sovyetler Birliği Anayasasını bu şekilde tefsir de katmerli bir devrim aleyhtarlığı ilan edilecekti. Sovyet Hükümeti, savaştan hemen sonra bir gurup Müslüman öğrenciyi, devlet hesabına olmak üzere, Kahire’deki Müslüman Üniversitesi’ne(El-Ezher) göndermişti. Bu öğrenciler mezun olduktan sonra, Sovyetler Birliği’ne dönecek, Müslüman din müesseselerini yönetme işlerinde çalışacak ve hükümetin din meselelerinde müşavirliğini yapacaklardı.
30 yıllık bir aradan sonra, ilk defa olmak üzere 1946’da ilk gurup hac seferine çıkmıştır. Gurup, Müftü Abdurrahman Resulov’un başkanlığında olup, Sovyet Hükümetine daha çok sadık Müslümanlardan seçilerek bir araya getirilmişti. Bu gurubun seyahati, Sovyetlerin Yakındoğudaki diplomasisi için oldukça büyük bir propaganda önemi taşıyordu. Başta Müftü Resulov olmak üzere Hac’a gidenler, Arap ülkelerinde nutuklarla, beyanlarla çıkışlarda bulunuyor ve Sovyet devletini Müslümanların yegane hamisi ve savunucusu olarak göstermeğe çalışıyorlardı. Bu gibi beyanlar, gerek Sovyet propagandasına, gerekse özellikle Suriye ve Mısır’daki Arap Komünistlerine büyük ölçüde hizmette bulunuyordu.
Sovyet Hükümeti, Sovyetler Birliğindeki ortadan kaldırılmış ve yasak edilmiş din idarelerinin yeniden kurulmasına müsaade etmişti. Hudut esası göz önünde bulundurularak 4 din-bölge idaresi kurulmuştu.
-
Merkezi Taşkent’te olmak üzere, Orta Asya ve Kazakistan (yani Sovyet Türkistan’ı) Müslüman Din İdaresi. İdare başkanı Müftü İmam Babahan Abdülmecit Han Oran idi. 85 yaşında ve kıdemli İslam Alimlerinden olup sürgünden geri getirildi.
-
Merkezi Ufa’da olup, Sovyetler Birliği Avrupa Bölümünün ve Sibirya’nın Müslüman Din İdaresi. Başkan Müftü Abdurrahman Resulov 65 yaşında tanınmış İslam Alimlerinden olup, dini faaliyetlerinden dolayı birkaç kez tutuklanmış ve sürgün edilmişti.
-
Merkez. Buynak olmak üzere Kuzey Kafkasya Müslümanlarının Dini İdaresi. Başkan Müftü Kadı Gebekov, (68 yaşında olup 14 yıl hapishane ve sürgünlerde bulunmuş, 1944 de yapılan genel dini af neticesinde serbest bırakılmıştır).
-
Merkezi Bakü’de olmak üzere, Maveray-i Kafkasya Müslümanlarının Dini İdaresi. Başkan Şeyh-ul-İslam Alizade Ahund Ağa (75 yaşlarında, tanınmış din adamlarından olup, dini faaliyeti yüzünden defalarca izlenmiş ve sürgün yerlerinde bulunmuştur).
Şüphe yok ki, din işlerini idare eden bu müesseseler, komünistlerin sıkı kontrolleri altında bulundurularak bu din idarelerine tanınmış hakların en sonda Sovyet iç ve özellikle dış siyaseti faydasına işlemesine titizlikle dikkat edilmiştir. Müslüman din büyükleri, camilerdeki vaazlarına Sovyet Hükümeti ve Sovyet Vatanı’nı övmekle başlamalı ve vaazları değişmez ve her zaman tekrar edilen; ‘’Sovyet Hükümeti Allah tarafından verilmiş bir hükümettir, buna göre Sovyet Hükümetine karşı gelenler doğrudan doğruya Allah’a ve Peygamberi Muhammed’e karşı gelmiş olurlar’’ sözleriyle bitirmelidirler.
Evet, Sovyet Hükümetinin ateist siyasetine karşı 30 yıl mücadele ederek her hangi bir tehdit önünde boyun eğmeyen, hapishane ve sürgün yerlerini boylamaktan çekinmeyen, kendi mukaddes görevlerini yerine getiren Sovyetler Birliği Müslüman Din adamlarının şimdi, Sovyet Hükümeti’nin hizmetini kabul ederek onlar için çalışmaları, belki de biraz tuhaf ve garip görünür ama, böyle düşünürsek pek de adilane olmayan sathi bir hükme varmış oluruz. Önemli olan cihet, Sovyet Hükümeti’nin dini tavizlerde bulunması keyfiyetidir. ( Bu tavizlerin samimi olmadığı ve bunun için de devam etmediği hususu da ayrı mesele). Bu tavizler, Sovyet Hükümeti tarafından Sovyetlerdeki bütün dinlere şu şartla verilmişti; Sovyet Hükümeti, din ve dine serbestçe hizmet hakkını tanıyacak, din yolunda çalışanlar da Sovyet Hükümetine sadık ve vefakar davranıp müminler arasında Sovyet Hükümetine karşı dostça bir siyasetin sağlanmasına çalışacaklardır.
Elbette, kilise ve cami yöneticileri için Sovyet tavizlerini bu şartlarda kabul etmekten başka çıkar yol yoktu. Bu sebeple, Sovyetler Birliği ruhanilerinin prensipsiz ve şartsız olarak komünist Partisi hizmetine koştuğu hakkındaki umumi kanaat çok sathi ve yanlıştır.
Dostları ilə paylaş: |