TüRK’Ün güCÜ



Yüklə 0,51 Mb.
səhifə5/11
tarix28.05.2018
ölçüsü0,51 Mb.
#51928
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11

Kırım’ın cenup sahili sakinlerinden Mustafa Dozay’ın anlattığına göre, bu yıllarda Kırım’da kimse kendisini emniyette hissetmiyordu. Halkımızın % 90 nispeti, dehşet içinde, her gece tevkif edileceğini bekliyordu.

Karasubazar sakinlerinden Sadrettin Tamalı şu malumatı vermektedir.

‘’ 1937 yılının Aralık ayında, Kırım’ın Karasubazar şehrinde bir gecede 60 kişi tevkif edildi. Bunların arasında bende vardım. Bu sırada Karasubazar hapishanesinde bu şehrin hayatta kalmış olan bütün Müslüman din uleması ve bunların arasında Kırım’ın en tanınmış din alimlerinden ve terbiyecilerinden 70 yaşındaki Şeyh Mehmet Kocaahmet Vecdi, 75 yaşındaki Şeyh Şeyhzade Abdulmecit, 80 yaşındaki Kafadar Hacı Muzaffer, 90’lık ihtiyar Seyithalil Çelebi Oğlu Efendi ve başkaları bulunuyorlardı.



1937-1938 yıllarında Bolşevikler tarafından suikast sonucu öldürülen tanınmış Türk gazetecisi ve Kırım İstanbul Sefiri Profesör Hasan Sabri Ayvaz’dı.

Kırım’ın cenup sahilinde yapılan kitle halinde tevkifler hakkında malumat veren Yatla sakinlerinden Cemil Hacı Oğlunun ifadesine göre; ‘’1937 yılında Ayvasil ve Dereköy ismindeki Türk köylerinde yalnız bir gecede 171 kişi tevkif edilmiş ve bunların büyük çoğunluğu Sovyet hapishanelerinden geri dönmemişlerdir.’’

İsmail Muhtar şöyle anlatıyor;

‘’ İçki bölgesinin 45 Türk ve 45 Rus haneli Kılıçyor köyünde, 1917’de 17 Türk tevkif edildi. Bunların içinden yalnız iki kişi 1941 yılında köylerine döndüler. Diğerleri hapishanelerde telef oldular.’’



Abdulhekim Kara şunları anlatıyor;

‘’ Ben 5 mayıs 1918’de tevkif edilerek Kreç hapishanesine atıldım. Mahpusların büyük ekseriyetini 500 kişi kadar olan bizim Türkler teşkil ediyordu. Bizden başka orada 150 kadar da Bulgar vardı. Bizi ellerimiz kelepçeli olarak hapishane avlusunda 15 dakikalık gezintiye çıkartıyorlardı. Mahpuslara işkence yapılıyordu. Kan fışkırıncaya kadar gözlerine ve başlarına vuruyorlardı. Bir çokları sorgudan tamamı ile bitkin bir halde geliyorlardı. Bazı mahpuslar ayakları şişinceye kadar ve hiç işlemedikleri cinayeti itiraf edinceye kadar ayakta durmaya zorlanıyorlardı.’’



1939 yılında tanınmış Türk hattatı ve Kırım tarihçisi Prof.Osman Akçoraklı Bolşevikler tarafında öldürüldü.

Akmesçit sakinlerinden Abdülaziz İsapov’da şöyle diyor;

‘’ Ben 6 Kasım 1938’de tevkif edildim ve 25 Mayıs 1940 yılına kadar hapishanede kaldım. Akmesçit hapishanesinde benimle beraber bir çok Türk vardı. Bize işkence yapılıyor ve günde iki saatten fazla uyumak imkanı verilmiyordu. Ayrıca bizi saatlerce bodrumlarda su içinde tutuyorlardı.’’ İşkenceye yönelik çok daha fazla misaller vermek mümkündür.



Kırım müellifi Kırımlı Hanefi’nin tahmin ettiğine göre, ‘’Kırım’da Sovyet hakimiyetinin yalnız ilk devresinde, Kırım Türkleri, asgari bir hesapla, yüz binden fazla kurban vermişlerdir.’’

Diğer müellif Kemal Ortaylı’ya göre, yalnız 1922-1923 açlık yıllarında ve 1929-1930 da tatbik edilen kolektifleştirme esnasında Kırım Türkleri 140.000 zayiat vermişlerdir.

Her iki müellif, ancak, bolşeviklerin Kırımdaki ilk 10 yıllık hakimiyetleri devresindeki zayiattan bahsediyorlar. Kırım Türklerinin yukarıdaki zikredilen imha merhalesinde vermiş oldukları zayiata bir yekün vurulacak olursa, Bolşeviklerin Kırım’ı işgal ettikleri 20 yıl zarfında (1921-1941) 160 ila 170 bin Kırım Türkü imha edilmiş veya sürülmüştür, ki bu da Kırım’ın 1917 yılındaki Türk nüfusunun hemen hemen yarısına tekabül eder. Bu sebepledir ki, cari asrın 20 ve 30 uncu yıllarında Kırım Türkleri arasında doğum nispeti epeyi yüksek olduğu halde, nüfus artmak şöyle dursun, bilakis Sovyet rejimi şartları dahilinde, sistematik bir surette azalmışlardır.

Bundan dolayı, daha Alman-Sovyet harbi başlamadan evvel, yani Kırım Türklerini Sovyet iktidarına karşı ‘’ihanet’’ ve ‘’sadakatsizlikle’’ suçlandırmak için ortada henüz hiçbir sebep yok iken, Sovyet Hükümetinin Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Türk nüfusunun hemen hemen yarısını imha etmiş olduğunu cesaretle söyleyebiliriz.

Yukarıda verilen malümatlar neticesinde, 1941 yılına kadar sağ kalmış olan Kırım Türklerinin vaziyeti şöyle açıklanabilir.

‘’ Kırım Türkleri yarı yarıya imha edilmişler ve Sovyet hükümeti tarafından sistematik bir surette imha ediliyorlardı; en iptidai insan haklarından, milli kültür, dil ve yazılarından mahrum edilerek sistematik bir tarzda Ruslaştırılıyorlardı, din hürriyetinden ve en seçkin milli münevverlerden mahrum bırakılmışlardır, topraklarından ve hususi mülkiyetlerinden mahrum edilmişler ve kolhoz ile sovhozlarda merhametsizce sömürülüyorlardı.İki türlü istipdadın, milli ve sosyal istipdadın altında ümitsizliğin en son haddine gelmişlerdi.’’



1914 yılı Alman-Sovyet harbinin arifesinde Kırımdaki korkunç, fakat gerçek vaziyet işte böyle bir manzara arz ediyordu. Vardığımız bu netice, hadiseleri bizzat yaşamış olanların ifadeleriyle de teyit edilmektedir.

Alman-Sovyet harbini ve Alman ordusunun Kırım’a yaklaşmasını vesile ittihaz eden Sovyet Hükümeti, Bolşeviklerin Kırım’da bulundukları son günlerde, Kırım Türklerine tatbik edilen imha siyasetinin sekizinci merhalesi diyebileceğimiz kitle halinde bir cinayet daha işledi.

Akmeşçit sakinlerinden İlyas Mirasbay’ın şehadetine göre, Kırım tahliye edildiği günlerde, geceyi gündüze katan NKVD idaresi durmadan sivil halkı tevkif ve idam ediyorlardı. 31 Ekim 1941’de yani, Akmesçidin tahliye edildiği günün arifesinde, NKVD binasının bodrumlarında ve şehir hapishanesinde bulunan bütün mahpuslar kurşuna dizildi. İsmail Akın ismindeki diğer bir şahidinde yazdığına göre, Bolşevikler çekildikten sonra, Akmesçidin NKVD bodrumlarında meydana çıkarılan bir çok cesetler arasında kadınlara süt emen çocuklara ait olanlar da vardı. Aynı günlerde bütün Kırım ahalisini titreten misli görülmemiş hunharca bir cinayet daha işlendi.

‘’ 29 Ekim 1941’de Akmesçit hastanesinde yatan ağır yaralı ve hasta Sovyet askerleri, Sivastopol’e nakledilmek üzere, şehir garında vagonlara bindirildiler. Fakat tren hareket etmedi ve Bolşevikler 31 Ekim sabahı saat 9’da vagonları ateşe verdiler. Diri diri yanan hasta ve yaralı Sovyet askerlerinin canhıraş feryatları ile iniltileri, sivil halk tarafından duyulmasın diye, komiserler vagonların kapılarını alel acele kapatıyorlardı. 1 Kasım sabahı tamamen yanmış olan katarın ancak külleri kalmıştı.’’



Buna benzer bir hadise de, Karasubazar şehrinde cereyan etmişti, Şehir Şurasının Reisi Spai’nin kumandasındaki Bolşevikler, 29 Ekim 1941’de, gece saat 24.00’da Lunarçarskiy caddesindeki şehir hastanesini yaktılar. Şehrin yerlilerinden Tamalı’nın ifadesine göre 220 yatağı olan bu hastanede, 36 hasta diri diri yanmıştır. Karasubazar’dan çekilen NKVD kıt’aları sokaklarda rastladıkları herkese derhal ateş ediyorlardı. Yalta’da mahalli NKVD idaresi, 4 Kasım 1941’de şehri tahliye ederken, hapishanelerdeki bütün mahpusları kurşuna dizmiştir. Ricat eden NKVD mensupları, Kırım yollarında dahi yerli halka karşı ateş açıyorlardı. Mesela, Aluşta ile Yatla arasındaki şosede (yolda), harp içinde açılan hendekler öldürülenlerin cesetleri ile dolu idi.

Bu tethiş, Bolşevikler tekrar Kırım’a döndükleri takdirde, Kırım halkının daha fazla takibata ve imhaya maruz kalacağını açıkça gösteriyordu.

Kırım Türklerinin hukuksuz ağır vaziyeti ve Bolşevikler tarafından imhaya maruz bulunmaları keyfiyeti, Sovyet Ordusunun Kasım 1941 ve Ocak 1942 de Kırım’a vaki çıkarmaları esnasında, Kırım’ın cenup sahilindeki bazı köy ahalisinin, kendi zalim müstebibi olan Bolşevizmin Kırım’a tekrar gelmesine mani olmaları için Alman ve Romen kıt’alarının yardımına, içten gelme bir korunma hissiyle, koşmasına yegane gerçek sebep teşkil ediyordu. Bu silahlı mukavemet Sovyet Hükümetine karşı, kimse tarafından teşkilatlandırılmamış olan halkın protestosundan başka bir şey değildi.

Kırım Türkleri bu mücadelede iki esas hedef güdüyorlardı;

  1. Bolşeviklerin Kırım’a dönmelerine mani olmak,

  2. Milli devlet istiklallerini yeniden inşa etmek.

Bu iki hedef, bir ara objektif sebeplerden dolayı tahakkuk ettirilemedi. Kırımdaki Alman siyaseti, bir müddet sonra, halkı inkisarı hayale uğrattı. Fakat, Bolşeviklerin Kırım’a dönmeleri tehlikesi, Kırım Türklerinin ekseriyetini Almanları desteklemeye mecbur ediyordu.

Harpten sonra harekete geçen Sovyet propagandası Kırım’da yapılan topyekun tehcir ve katliamı haklı göstermek için, ‘’ Alman işgali zamanında Kırım’ın Rus ahalisinden bir kısmının Kırım Türkleri tarafından imha edildiğini’’ iddia ediyordu ki bunun hakikatle hiç alakası yoktur. Bilinen bir şey varsa, o da Kırım’ın gönüllü Türk taburları ile köy müfrezelerinin, milliyeti ne olursa olsun, Kırım’ın bütün yerli ahalisini kızılların şerrinden koruyarak, yalnız Sovyet çetelerine karşı mücadele etmeleridir. Malum olduğu üzere, Sovyet çetecileri yerli halkı zorla ormanlara kaçırıyor ve türlü provakasyonlara baş vurarak Kırım ahalisi ile Alman ordusu arasında suni bir ihtilaf yaratmaya çalışıyorlardı. Bu tahrikler neticesinde, 1943-1944 yıllarında Kırım’ın dağlık bölgesindeki 128 köy imha edilmişti, bunun da, bir numaralı suçlusu Sovyet hükümeti idi.

Almanlar çekildikten ve Bolşevikler Kırım’ı 10-25 Nisan 1944 de tekrar işgal ettikten sonra, Kırım’ın Türk halkını topyekun tehcir ve katletmek suretiyle Sovyet hükümetinin Kırım Türklerine tatbik ettiği imha siyasetinin son perdesi oynanmış oldu. Bu topyekun tehcir hareketini yalnız Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinin tasfiyesi ve Kırım Türklerinin kitle halinde yurtlarından sürülmeleri şeklinde tasavvur etmek delalete düşmek demektir. Bu mesele hakkında elde edilen delillere ve tanık ifadelerine göre, Kırım Türkleri topyekun tehcirden evvel kitle halinde vahşice katledilmişlerdir. Bu katliam 1944 yılı Nisan ayından Haziran ayına kadar iki ay sürmüştür. Bir tanık ifadesinde şöyle anlatmaktadır.

‘’ Sovyet orduları Kırım’a girdikten sonra, kumandanlığın hususi emriyle, bütün Tatar ahalisi iki hafta müddetle NKVD kıt’alarının keyfi muamelesine terk edilmişti. Azgın askerler kadınların, kızların ve küçük çocukların ırzına geçiyorlardı. Müdafaasız insanlar yağma ediliyorlar, öldürülüyorlar ve rast gele asılıyorlardı. İki hafta müddetle Kırım’da, tecavüze uğrayan, işkence edilen ve öldürülen insanların canhıraş feryatları duyuluyordu.’’



1944 yılının ikinci yarısında Almanlara esir düşen ve 1945 de Almanların mağlubiyeti üzerine Kırım’a dönen kimselerin anlattıklarına göre, Kırım’ın şehir ve köylerinde, Kırım Türkleri güpegündüz kitleler halinde katlediliyorlardı.

İki kişinin ihbarı veya ifadesi, her hangi bir kimseyi Almanlarla işbirliğiyle suçlandırmaya veya ölüme mahkum ettirmeye yeterli geliyordu. Akmesçit caddesinin ağaçlarında Sovyet cellatlarının asılmış kurbanları sallanıyordu. Hadiseleri bizzat görenlerin ifadesine göre, en fazla tevkif ve katliama maruz kalanlar, Kırım’ın bilhassa yalıboyunda yaşayan Türk köylüleri idi.

Lüzumlu vesikaların ademi mevcudiyeti, topyekun tehcirden evvel katledilen Kırım Türklerinin sayısını tayin etmeye şimdilik imkan vermiyor. Mamafih bu kurbanların binlere baliğ olduğu tahmin ediliyor.

Kırım Türklerinin sürülmesinde vazifeli bulunan ve 1953 yılı Haziran ayında hürriyeti seçerek Batıya iltica etmiş olan sabık NKVD yarbayı Grigoriy Stepanoviç Burlutskiy’in açıkladığına göre, Kırım Türklerinin topyekun tehcir edilmesi hadisesi 1944 yılı Haziranında, yani Sovyet Ordusunun Kırım’a girdikten iki ay sonra vukubulmuştur.

Sürgün edilen Kırım Türklerinin mukadderatı ve onların halen bulundukları mahal Sovyet hükümeti tarafından ısrarla gizli tutulmaktadır. Burlutskiy diyor ki, sürülenler, ‘’hayvan nakline mahsus, hiç iptidai tertibatı olmayan vagonlara doldurulmuşlardı’’. ‘’Vagonlar balık istifi dolduruluyor, kilitleniyor, mühürleniyor ve askeri kıt’alar tarafından muhafazaya alınıyordu. Sürgün mahalli bildirilmemişti’’ Burlutskiy’in tahminine göre, sürgün edilenlerin büyük kısmı daha yolda iken telef olmuşlardı.

Sovyetler Birliğinden gelen veya dolaşık yollardan sızan haberler, Burlutskiy’in bu tahminini teyit eder mahiyettedir. Kırım Türklerinin kahir ekseriyetinin Ural’ın Sverdlovsk bölgesinin toplama kampına sürüldükleri ve bir çoklarının orada açlıktan, soğuktan ve kölelikten mahvoldukları tespit edilmiştir. Keza bir kısım Kırım Türkünün, Almanya’dan dönmüş işçilerle beraber, Özbekistan’ın Taşkent bölgesine ve Vıborg’ın 25 km cenubunda, Karelya bölgesine sürüldükleri anlaşılmıştır. Alman, Pakistan ve Ukrayna basınının 50 bin Kırım Türkü’nün Ekim 1950 de Vilno-Grodno bölgesine iskan edildiklerine dair verdikleri haberler henüz teyit olunmamıştır.

Sovyetler Birliğindeki tehcir ve katliam siyasetine karşı dava açmış olan Komitenin aldığı habere ve mahkemede sunduğu rakamlara göre (Münih 1951) ‘’tevkif ve tehcir esnasında ve sürgün mahallinde;

200.000……………..Çeçen-İnguş

150.000……………..Karaçay-Balkar

80.000………………Kırım Türkü

70.000………………Yahudi ve Yunanlı

Telef olmuştur.’’

Hadiseleri bizzat yaşamış olan İsmail Akın’ın şehadetine göre, Alman ordusu Kırım’a girdikten sonra, Bolşeviklerin bırakmış oldukları bir evrak dolabında, Alam-Sovyet harbinin ilk aylarında Kırım’ın Alman ahalisi sürüldüğü gibi, Sovyet hükümetinin daha 1941 yılı sonbaharında Kırım Türklerini Kazakistan’a sürmek amacında olduğunu gösteren gizli vesikalar bulunmuştur.

Tehcir ve katliamın hakiki sebebi Sovyet hükümetinin, gayrı emin yerli Türk unsurunu Kırım’dan uzaklaştırmak ve Kırım’ı sağlam bir kaleye ve Sovyet tecavüzünün stratejik üssüne çevirmek arzusu idi. Hür dünya basını dahi kanaati teyit eder mahiyette yayında bulunmuştur.

Bu kanaat keza harbin başında orduya alınarak bütün harbi Sovyet Ordusu saflarında geçirmiş olanlar da dahil, Sovyet Hükümetinin istisnasız bütün Kırım Türklerini vatan haricine sürmesiyle de teyit edilmektedir. Sürgün edilenlerden bazıları vaktiyle nişanlarla taltif edilmiş ve ‘’Sovyetler Birliği kahramanı’’ unvanını kazanmışlardı. Buna rağmen onların aileleri dahi sürgünden kurtulamamışlardır. Aynı akıbete, daha 1941 yılı sonbaharında Bolşevikler tarafından Kırım’dan çıkarılarak Kafkasya’da iskan edilen ve Kırım’da cereyan eden 1942-1944 hadiseleriyle hiçbir alakası bulunmayan birkaç bin Kırım Türk’ü de uğramıştır. Nihayet, başta Kırım Merkezi İcra Komitesi Menlibarı Abdülcelil Hayrullah olmak üzere, 1941-1944 yıllarında Almanlara karşı Sovyet çeteleriyle aynı safta mücadele etmiş olan ve 1944 yılı Nisanına kadar Kırım Türklerinden silahlarını Alman Ordusuna tevcih etmelerini ısrarla takip eden bütün yerli komünistlerle aileleri dahi sürgün edilmişlerdir. Bunların arasında, Kırım’da Türk Dilinde Alman aleyhtarı beyanname ve gazeteler yayınlayan 50 kadar faal komünist, gazeteci ve muharrir de vardı. Bunlar da aileleriyle beraber diğerlerin akıbetine uğradılar.

Yine bu kanaat, nihayet, ikinci dünya savaşına kadar Kırım Yarımadasında yaşayan bütün Yunanlıların ve diğer Gayrı-Rus unsurların, harpten sonra Sovyet Hükümeti tarafından sürgün edildikleri şayanı dikkat olayı ile de teyit edilmektedir. Bunu, harpten evvelki sözde idari-mülki, milli bölgelerin, o cümleden olarak, Yahudi Larindorf ve Ukrayna İşun milli bölgelerinin lağvedilmiş olması keyfiyeti de ispat etmektedir. 1950 yılında neşredilmiş olan ‘’Sovyetler Birliği Atlasında’’ki ‘’Sovyetler Birliği’’ başlıklı etnorafik haritadan anlaşılıyor ki, Kırım Muhtar Cumhuriyeti Kırım eyaletine çevrildikten sonra, orada 1950 yılına doğru yalnız su katılmamış Rus ahalisi kalmıştır. Kırım’ın harpten sonraki ahalisinin büyük kısmını, Sovyetler Birliğinin merkezi bölgelerinden, yani Moskova, Yaroslav, Kursk, Penza ve Rostov eyaletlerinden getirilerek, 1944-1945 yıllarında Kırım’ın sürülmüş hakiki sahiplerinin topraklarına iskan edilmiş Rus muhacirleri teşkil etmektedir.

Bütün bu olayların bilançosundan, Sovyet liderleri tarafından 27 Şubat 1954’de Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyetine takdim olunan, Kırım hediyesinin hakiki manası anlaşılmış oluyor. Baştan başa Ruslarla iskan edilmiş olan Kırım eyaletini Ukrayna Cumhuriyetine ithal etmekle, Sovyet Hükümeti işlediği cinayetin suçunu Ukrayna’ya yüklemeye çalışıyor. Fakat 12 Mayıs 1954’de Batı Almanya’da akdedilen Ukrayna Milli Meclisi’nin deklarasyonu, hariçteki Ukrayna efkarı umumiyesinin şuurlu kısmının bu provokasyonun manasını anlamış ispat etmektedir. Ukrayna Milli Meclisinin deklarasyonunda şöyle denilmektedir.

‘’ Evvela Kırım’ın mukadderatı hakkında karar vermek hakkı, Moskova’ya değil, yalnız Kırım ahalisinin kendisine aittir. Kırım’da cebri sürgünden evvel yaşayan Kırım’lı bütün yerli ahalisinin ancak serbest iradesi Kırım’ın mukadderatı ve daha iyi istikbali hakkında karar verecektir. Saniyen, Kremlin’in kurnazlık ve sahtekarlığı şununla da belirmiş oluyor ki, Moskova Hükümeti, Kırım meselesini hallederken Kırım’dan cebren sürülmüş olan bir kısım ahalinin-Tatarların tekrar vatana dönmeleri meselesini aklına bile getirmemiştir.’’



Kırım siyasi muhacceretinin başında duran sabık Kırım Kurultayı Reisi, Kırım Milli hükümetinin hariciye nazırı (Dışişleri Bakanı) ve Kırım Milli Meclisinin Milletler cemiyetindeki tam selahiyetli mümessili Cafer Seydahmet Kırımer, Kırım eyaletinin Ukrayna Cumhuriyetine ilhakı ile ilgili olarak Hür Dünya basınına aşağıdaki açıklamayı yapmıştır.

‘’Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği Yüksek Şurası Riyaset Divanı, Kırım’ın, Rusya Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’nden ayrılması ve territoryal, ekonomik ve kültürel bağları bulunduğu mucip sebebi ile Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne ilhakı hususunda, Rusya ve Ukrayna Cumhuriyetleri taraflarından itiraz olunan kararları, 27 şubat 1954 tarihinde neşrettiği kararname ile tastik ve yürürlüğe vazeylemiştir.



Bu karar Kırım’ın;

  1. Rusya’dan ayrılması,

  2. Ukrayna’ya ilhak edilmesi şeklinde iki esası ihtiva etmektedir.

Bu münasebetle aşağıdaki hususları belirtiriz.

  1. Asırlardan beri Türk ülkesi olan ve istiklal hususiyetini daima muhafaza edegelen Kırım, 1774 Küçük Kaynarca antlaşmasının 3. maddesinde, 2.Katerina tarafından istiklalinin tanındığı, yeminle taahhüt edilmiş bulunmasına rağmen, her hangi bir tarihi hakka dayatılmaksızın, sırf emperyalist siyasetinin neticesi olarak, 1783’de Rusya’nın istilasına maruz kalmıştır.

2.Katerina’nın, kendisinin ve bütün haleflerinin, Kırım’ın Türk Halkının dinine, malına, canına tamamı ile riayetkar ve hürmetkar olacaklarını taahhüt ve ilan eden 8 Nisan 1783 tarihli beyannamesine rağmen, müstevli Rusya, bu tarihten itibaren Kırım Türklerinin bütün kültür eserlerini mahva çalışmış, topraklarını yağma ve müsadere etmiş ve devir devir yüzbinlerce Türkü yurtlarından hicrete icbar eylemiştir.

Bu istilayı tanımayan ve bütün iktisadi ve idari tazyik ve imhaya rağmen, milli varlıklarını muhafaza eden Kırım Türklerinin, 1917 ihtilali esnasında, en demokratik esaslarla seçilmiş millet vekillerinden müteşekkil kurultayı, demokrasiyi ve her milletin kendi mukedderatına sahip olması esasını muhtevi olarak tanzim ettiği anayasayı, 26 Aralık 1917’de kabul ve ilan etmiştir.

Aynı emperyalist zihniyeti taşıyan Komünist Rusya, 1920 yılı Ekim ayında tekrar işgal ettiği Kırım’ın bir Türk ülkesi bulunması realitesi karşısında, 18 Ekim 1921’de, hiç olmazsa muhtar bir Kırım Cumhuriyeti kurmak mecburiyetinde kalarak, bunu, Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlamıştır.

Komünistler, Kırım Türklerine karşı Çarlık Rusyası tarafından tatbik edilen idari ve iktisadi tazyik, tehcir ve Ruslaştırmayı da az bularak, sun’i açlık ve kitle halinde sürgün ile, Kırım Türklerini imhaya devam etmişlerdir.

İkinci Dünya Harbinin sonlarına doğru, Kırım’ı yeniden işgal eden Kızıl Rusya, bu harp esnasında Hitler’ci müstevlilerin, Kırım Türklerine değil siyasi, hatta idari ve dini hakları bile tanımamış olmalarına rağmen, bunlarla işbirliğinde bulundukları bahanesiyle ve zulüm makineleri olan mahkemelerinin kararını bile alamaya lüzum görmeksizin, bütün Kırım Türklerini öz yurtlarından binlerce kilometre uzaklara sürmüş ve 25 Haziran 1946 tarihli kararname ile Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni feshetmiştir.

Bu defa Rusya, Kırım’ın hukuken kendi hükümdarlığından ayrılması kararı ile, Kırım Türkleri tarafından Kırım’ın Rusya ile hiçbir rabıtası olmadığı hususunda öteden beri ileri sürülen iddianın hakikate uygunluğunu nihayet kabul etmiş ve Kırım Türklerinin Rusya’dan ayrılma haklarının meşruiyetini ikrar ve takviye eylemiş bulunmaktadır.

  1. Kırım’ın Ukrayna’ya ilhakı keyfiyetine gelince;

Kırım Türkleri anayasasının ‘’Kırım Türkleri Parlamentosunun selahiyetli mümessili bulunmaksızın Kırım mukadderartı hakkında verilecek kararların tanınmayacağı’’ hususundaki 12 ila 15 inci maddelerinde mevcut hükümler ve Parlamentomuzun, Kırım Türklerinin haklarını ve Kırım’ın istiklalini müdafaa hususunda tarafıma verdiği 10 Şubat 1919 tarihli ve 6 sayılı selahiyetnameye müsteniden mezkur parlamentonun selahiyettar murahhası sıfatıyla,

Kırım haricinde muhacerette bulunan ve yurtların istiladan kurtulması, istiklaline kavuşması için savaşan Kırım Türklerinin dileklerine tevfikan, Kırım’ın Ukrayna’ya ilhakını;

Bu kararın tek taraflı olarak verilmiş bulunması,

Ukrayna’nın Kırım üzerinde;

Kırım’ın ayrı bir toprak bütünlüğüne sahip bulunması hasebiyle territoryal,

Kırım’ın ayrı bir iktisadi varlığa sahip olması sebebiyle ekonomik,

Kırım Türklerinin Türk kültürüne sahip bulunmaları sebebiyle de kültürel hiçbir rabıtası olmadığı gibi, tarihi her hangi bir hakkı da bulunmaması ve bu kararın İnsan Hakları Beyannamesi ile Birleşmiş Milletler Teşkilatı statüsü hükümlerine tamamı ile aykırı olması sebepleriyle tanımadığımızı, bu ilhak kararının hiçbir devlet için muktesep bir hak teşkil etmeyeceğini ve Kırım Türklerinin yurtları üzerindeki tarihi istiklal haklarının devam etmekte bulunduğunu beyan eder, ve bütün zulüm, tethiş ve tehcirlere rağmen emperyalist Kızıl Rusya’nın mahkumu bulunan milletlerin kurtulacağına ve bütün dünyada emperyalizme son verileceğine imanla, bu ilhak kararını Birleşmiş Milletler Teşkilatı nezdinde ve dünya efkarı umumiyesi önünde en kat’i bir şekilde red ve protesto ederiz.’’

Sabık Kırım Kurultay’ı (Kurucular Meclisi) Başkanı

Hariciye ve Harbiye Vekili ve Kırım Parlamentosu Üyesi

CAFER SEYDAHMET KIRIMER
Neticede şurasını da kaydetmek gerektirir ki, Sovyet Hükümeti tarafından Kırım Türklerinin barbarca tehcir ve katledilmesi keyfiyeti, Bolşeviklerin işlemiş oldukları kitle halindeki cinayet zincirinin yalnızca bir halkasını teşkil etmektedir.

1921-1923 yıllarında 400.000 nüfuslu İngermanland halkı, 1941 yılında Kırım’ın yani yeni Sovyet Hükümeti tarafından lağvedilen Volgaboyu Alman Sovyet Cumhuriyeti’nin bütün Alam ahalisi ve harpten sonra Kırım’da yaşayan Yunanlılarla diğer milli hakimiyetlerde aynı akıbete uğradılar. 1943-1944 yıllarında Kırım Türkleri aynı zamanda Kamlıklar ve Şimali –Kafkasya’nın Karaçay, Balkar, Çeçen ve İnguş halkları topyekun tehcir ve imha edildiler. Türkistan, İdil-Ural ve Kafkasya Türkleri ve Sovyetler Birliği’nin bir çok diğer halkları kısmen imha edildiler ve halen de devamlı surette imha ediliyorlar.

Ayrı ayrı bütün halkları topyekun tehcir ve imha etme metodu, köle emeğinin (temerküz kampları) ve sun’i açlığın tatbiki ile beraber, Bolşevikler tarafından müstehziyane bir surette dünyanın en ileri Sovyet Devleti olarak adlandırılan Sovyet devlet sisteminin ayrılmaz parçasını teşkil etmektedir. Bu sistem, kendisine has gaddarlık ve hunharlıkta esaret ve barbarlık devrinin en korkunç zamanlarını bile gölgede bırakmıştır.

Yüklə 0,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin