Ünden bugüN



Yüklə 8,87 Mb.
səhifə830/877
tarix09.01.2022
ölçüsü8,87 Mb.
#93648
1   ...   826   827   828   829   830   831   832   833   ...   877
KENTİN GELİŞMESİ

536"


537

KENTİN GELİŞMESİ

Bartlett'in çizgileriyle Beyazıt Kuiesi'nden Süleymaniye Camii ve geri planda Haliç panoraması

levi olmalıdır. Atmeydanı, devletin en büyük tören alanı olarak açık bırakılmak zorundaydı. Sultan, cami için birçok ünlü vezir konağını ortadan kaldırmışsa da cami dışındaki diğer yapılan yerleştirecek kadar büyük bir alan elde edememiş, külliyenin diğer yapıları sfendone'nin üzerine yerleşmiştir. Büyük bir olasılıkla, Sultan Ahmed Külliyesi'nin yer seçiminde kültürel bir ideoloji faktörü vardır. Ayasofya'mn büyük kütlesiyle egemen olduğu bu alana bir cami yapma isteği önemli bir motivasyon olmuş olabilir. Fakat bu uygulama istanbul'un Marmara'dan görünen siluetine ve kent içi fizyonomisine olağanüstü bir karakter kazandırmıştır.

17. yy'ın, özellikle ikinci yarısında, Di-vanyolu üzerinde yapılan küçük vezir külliyeleri kentin anayolunu daha da etkili bir hale getirir. Bu yüzyılda da istanbul birçok büyük yangın geçirmiştir (bak. yangınlar). Yine de kent içinde yapılan mahalle mescidi sayısı bir önceki yüzyılın üçte birini bile bulmamıştır. Bunların da büyük bir çoğunluğu sur dışında yapılmıştır. Kent içinde sürekli mesire yerlerinin ve büyük boşlukların varlığı biraz da yangınların sonucu olarak görülmelidir. Fakat bunun da ö-tesinde artık sur dışında yerleşmek genel bir eğilime dönüşmüştür.

O çağın ölçülerine göre istanbul'un nüfusu dev boyutlara ulaşmıştır. Gerçi bu nüfusu saptamak için elimizde çok güvenilir belgeler yoktur. l638'de yapılmış bir sayıma dayandığını söyleyen Evliya Çelebi, kentte 262.000 lonca mensubu olduğunu yazar. 17. yy istanbul'u üzerinde ayrıntılı bir araştırma yapmış olan R. Mantran, 1690-1691 tarihli iki belgeye dayanarak gayrimüslimlerin oturduğu 68.000 hane olduğunu ve buna göre sayılarının 250-300.000 arasında olabileceğim tahmin ediyor. 16. yy'da Sinan Paşa'nın doktoru olan Christobal de Villanon'un verdiği yüzde 42,3 ve Ömer Lütfi Barkan'ın 1520-1535 arasında yapılan tahrirlere dayanarak verdiği yüzde 47,7 gayrimüslim oranlarını bu sayıya uygulayarak kent nüfusunun 700-800.000 arasında olabileceği hesaplanabilir. Bu büyüklükte bir kentte Evliya'mn verdiği lonca mensubu sayısı, abartmalı olmakla birlikte, yine de olağanüstü bir zanaatkar sayısının varlığına işaret etmektedir. Münir Aktepe istanbul nüfusunun 17. ve 18. yy'larda sürekli arttığını ve bunu önlemek için birçok önlem alındığım göstermiştir. 17. yy'daki nüfus artışının nedenlerinden biri Anadolu'daki Celali isyanları nedeniyle istanbul'a göçtür. Polonyalı Simeon bu isyanlar nedeniyle İstanbul'a 17. yy'da 40.000 Ermeninin göç ettiğini yazmıştır. İmparatorluğun Avrupa'daki durumunun sarsılması da başkente göç eğilimini artırmış olabilir. Fakat, İstanbul nüfusu büyük olasılıkla, Cumhuriyet'ten önce hiçbir zaman 900.000'i geçmemiştir. Bunun nedeni, devletin İstanbul'a gelen nüfusu kontrol etme isteği, sürekli yangınların doğurduğu konut bunalımı, gıda gereksiniminin büyüklüğü ve anarşidir.

Bu nüfus artışına paralel olarak 17. yy' da yerleşme alanları giderek büyümüştür.

Kasımpaşa, Piripaşa, Hasköy, Sütlüce hem yamaçlara doğru tırmanmışlar, hem de birbirleriyle sürekli bir yerleşme alanı olacak şekilde birleşmişlerdir. Yedikule dışında Türklerin oturduğu büyük bir mahalle o-luşmuştur. Evliya Çelebi, Tophane'nin birçok mahalleden oluşan 7 camili büyük bir semt olduğunu yazar. Kıyılara Fındıklı'ya kadar büyük yalılar inşa edilmiştir. Tophane ile Fındıklı arasında salı günleri kurulan pazar nedeniyle Sahpazarı denen semtte büyük bir çarşı alanı oluşmuştur. IV. Meh-' med döneminde (1648-1687) Beşiktaş Saray^-») denen ve eski hasbahçeler içinde gelişmiş sahilsaray, kasır ve köşkler önemli bir kompleks oluşturmaya başlamışlardır. Boğaz'a doğru yalı ve bahçeler artmıştır. Boğaz köylerinin nüfusunu Türklerden çok Rumlar oluşturmaktadır. Yahudilerin yoğunlukta olduğu köyler de vardır. Geçen yüzyılda olduğu gibi Türk ve Rum köyleri, birbirlerinden ayrılmaktadır. Hisarlar, Kanlıca, Beykoz, Yeniköy ve Kavaklar, Türklerin çoğunlukta olduğu köyler; Çengelköy, Arnavutköy, İstinye, Tarabya, Büyük-dere Rumların çoğunlukta olduğu köylerdir. Kuzguncuk, Ortaköy ve Kuruçeşme'de Yahudiler yoğunlaşmıştır. Bu köyler daha çok vadilerin kıyıya yakın yerlerinde toplanmış birkaç mahalleden oluşuyordu. Burada sebze ve meyve yetiştiren bahçecilerle balıkçılar oturuyordu. Nüfusun bir bölümü de sahilsaraylara ve büyük bahçe sahiplerine hizmet verenlerdi.

Üsküdar bu yüzyılda büyük bir gelişme göstermemiş, aynı sınırlar içinde yoğunlaşmıştır. 17. yy'da en önemli yapı Kösem Mahpeyker Valide Sultan'ın Atik Valide Külliyesi yakınında inşa ettirdiği Çinili Külliyesi'dir(->). İstanbul karşısında Üsküdar her zaman ayrı bir kent gibi görünmüştür. Doğudan gelen karayolunun bittiği noktada, ticari mal depolama ve barındırma işlevini karşılayan büyük bir çarşı bölgesi vardı. Evliya Çelebi 11 han ve 2.060 dükkân bulunduğunu, Mihrimah ve Orta Valide (Eski Valide) kervansaraylarının 100'er ocaklı olduğunu yazar.

İstanbul'un sur dışında, kıyılar boyunca, lineer olarak sürekli büyümesi deniz ulaşımının önemini artırmıştır. 1680 tarihli bir belgede limana kayıtlı 1.444 kayık ve pereme vardır. Evliya Çelebi 15.000 kayıkçı ve peremeci olduğunu yazar, istanbul'da büyük kayıkların liman iskeleleriyle Boğaziçi arasında yük taşımaları bu yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür. 17. yy' dan başlayarak denizyolunun kent yaşamının önemli bir bileşeni olması topografyanın dikte ettiği kent biçiminin bir sonucudur.

istanbul'un gelişmesinde, özellikle 17. yy'dan sonra Galata'nın, sadece günlük işlev olarak değil, fakat imparatorluğun Avrupa ile ilişkilerinin, kültürünün gelişmesi, değişik kent vizyonlarının üretilip sunulması gibi alanlarda çok kapsamlı bir rol oynadığını anımsamak gerekir. Fetih sırasında Cenevizlilere bir ahitname ile bir tür bağımsızlık tanınmışsa da 1455'ten başlayarak Galata'nın bir Türk subaşısı ve kadısı olmuştur. Galatalı Levantenler ve Rumlar

da "zimmi" muamelesi görmüşlerdir. Buna karşın 15. yy'da Tursun Bey'in yazdığı gibi Galata ve onun uzantısı olan Beyoğlu, hep "Kâfiristan" olarak kalmıştır, istanbul içindeki bu "Kâfiristan", Osmanlı Devleti zayıflayıp Avrupa'dan çağdaş yaşam yollarını aktardıkça büyümüş, güçlenmiş ve giderek daha fazla kentle bütünleşmiştir (bak. Beyoğlu; Galata). II. Bayezid'in Acemi Ocağı'nı açması, Galata Mevlevîha-nesi'nin(->) kurulması, Galata surları dışında, 16. yy'da Ağa Camii, Aşmalı Mescit ve Şahkulu Mescidi gibi mescitlerin inşası, Türklerin bu bölgeye ilk adım atmalarıdır. Fakat bu Galata ve hinterlandının azınlık karakterini hiçbir zaman değiştirmemiştir. 1535'te Fransızlar elçiliklerini Beyoğlu'na taşımışlardır. Daha sonra Venedikliler, Hollandalılar, Polonyalılar Galatasaray'la Tünel arasında Marmara'yı ve limanı seyreden sırtlara ahşap elçilik konaklarını inşa etmişlerdir. Sadece İngilizler Halic'i seyreden yamaçta yerleşmişlerdir. 1628'de Fransızlara verilen izinle St. Louis deş Fran-çais Kilisesi yapılmıştır. Levantenlerin, 16. yy'da, sur dışında Galatasaray'a doğru, yerleşme ve ticaret alanlarını genişlettikleri anlaşılıyor. Bu gelişme giderek kuzeye doğru uzanmıştır. Fakat 17. yy'da yerleşme alanı elçilikler çevresinde ve Galatasaray'la sınırlıdır. Bundan öteye Boğaz'a bakan yamaçlarda mezarlıklar, Halic'e bakan yamaçlarda da bahçeler, bağlar ve bostanlar bulunuyordu. Fakat Osmanlıların Batılılaşma süreci yoğunlaştıkça bu bölgedeki yerleşme büyüyecek ve kent tarihinde önemli bir ağırlık taşıyacaktır.

17. yy'ın ikinci yarısında İstanbul, Galata dışında bir Türk-lslam yaşama çevresi olarak kendini tamamlamış, gelişme çizgisini saptamıştır. Kentin işlev alanları da kesinleşmiştir. Farklı cemaatlerin yerleşme alanları ayrılmıştır. Her zaman olduğu gibi, büyük sultan yapılarının zorladığı durumlar olmuştur. Örneğin 17. yy'da Yeni Cami'nin inşaatı nedeniyle Yahudi cemaatinin, eskiden beri oturdukları bu yöreden Balat'a ve Hasköy'e zorla gönderilmeleri anımsanabilir (bak. Eminönü). Fakat cemaatlerin ayrı bölgelerde oturmaları, istanbul'da bir getto niteliğine pek bü-rünmemiştir.

Bu dönemde kent nüfusunun yüzde 40'ı Müslüman olmayanlardan meydana gelmişti. Bunlann en büyük grubu Rumlar-dı. Fetihten sonra Rumeli'den ve Ege adalarından gelen bu ahali, Marmara kıyılarında, Haliç kıyılarında ve Galata'da yerleşmişti. Haliç'te Fenerle Cibali arasında, 1601'de Rum Patrikliği'nin yerleştiği Fener bölgesi Rum mahalleleriydi. Kumkapı ve Samatya, Halic'in kuzey kıyısında Kasımpaşa, Hasköy ve Tophane'nin yamaçlarında da Rum mahalleleri vardı. Suriçinde deniz kıyısında Rumların da bulunduğu tek semt Topkapı'ydı. Evliya Çelebi, Rumların denizcilik, balıkçılık, meyhanecilik gibi mesleklerle uğraştığını yazar. Buna bahçecilik ve yapıcılığı da eklemek gerekir. Ege ve Akdeniz ticaretini ellerinde tutan Rumlardı. Osmanlı gemi kaptanlarının çoğunluğunu da Rumlar oluşturuyordu.

Müslüman olmayan ikinci büyük grup Ermenilerdir. Fatih döneminden bu yana daha çok Marmara kıyılarında yerleşmişlerdi. Ermeni Patrikliği 1641'e kadar Sulu-manastır'da (Samatya) kalmış, bu tarihte Kumkapı'ya taşınmıştır. Samatya'dan Kum-kapı'ya kadar mahallelerde Ermeniler yaşıyorlardı. Boğaz kıyılarında Beşiktaş'la Kuruçeşme arasında; Anadolu yakasında Üsküdar'da Ermeni mahalleleri vardı. Celali isyanları nedeniyle on binlerce Erme-ni'nin istanbul'a göçü karşısında, bunların geldikleri yerlere geri gönderilmelerini emreden IV. Murad döneminden bir divan kaydı vardır.

Bizans döneminde Yahudi mahalleleri Sirkeci'den Haliç içine doğru kıyılarda bulunuyordu. Fatih vakfiyesinde 17 Yahudi mahallesinin adı verilmiştir. Eski adı Çıfıt Kapısı olan Bahçekapı'da oturan Yahudiler, Yeni Cami inşaatı nedeniyle yerlerinden olmuşlar, fakat suriçinde Ayvansaray' dan Cibali'ye kadar, özellikle Balat'ta(->) yerleşmişlerdir, istanbul folklorunda "Ba-lat Kapısı'ndan girdim içeri, Yahudiler dizilmiş iki keçeli" tekerlemesi Balat'ta duvarlarla çevrili ve kapılı Yahudi mahalleleri olduğunu ve buradaki Yahudilerin de ticaret ve satıcılıkla meşgul olduğunu anlatır. 17. yy'da diğer Yahudi mahalleleri, Evliya ve Eremya çelebilerin yazdıklarına göre Hasköy, Galata, Mumhane; Boğaz kıyılarında da kente yakın olan Beşiktaş, Ortaköy, Üsküdar ve Kuzguncuk semtleriydi. Galata'da Cenevizlilerden kalan diğer önemli bir azınlık, çoğunluğu italyan kökenli Levantenlerdir(->). Bunlar önce Galata'nın orta hisarında, giderek Galata'nın yüksek mahallelerinde ve sur dışında Galatasaray'a doğru Boğaz yamaçlarında yerleşmişlerdi. Özellikle bu grup, bundan sonraki yüzyıllarda Batı kültürünün yerli a-janları ve Batı'yla ticaretin aracısı olarak, Osmanlı son dönem tarihinde özel bir işlev görmüştür. Galata'ya 17. yy'da İspanyol zulmünden kaçarak gelmiş küçük bir Arap kolonisi, Arap Camii(->) çevresinde yerleşmişti. İstanbul'un fazla sesi çıkmayan diğer küçük bir ticaret kolonisi de İranlılardı(->).

İstanbul'u ekonomik açıdan en iyi tanımlayan R. Mantran'dır. istanbul'un temelde bir ithal limanı olduğunu ve hiçbir şey ihraç etmediğini belirten Mantran, kenti "cite-ventre" olarak niteler. Bu ithalatın imparatorluk içinden geleni istanbul Limanı'na, Avrupa'dan geleni de Galata Li-manı'na boşalırdı. İran üzerinden gelip Avrupa'ya gidecek transit ticaret de Galata' dan yapılırdı. Yukarıda belirtildiği gibi bu ticaret Levantenlerin, Yahudilerin ve Rumların elindeydi. Özellikle 18. yy'dan sonra Avrupalılar da bu ticarete ortak olmuşlar, fakat aracı olarak yerli azınlıkları kullanmışlardır. Ancak istanbul, Avrupa'nın giderek globalleşen, Amerika'ya, Asya'ya, Uzakdoğu'ya denizyolu ile açılan ticareti içinde, ortaçağdaki önemini yitirmiştir. Mantran dış ticaret bakımından İstanbul' un İzmir, İskenderiye, Trablusşam gibi limanlara göre daha az bir ticaret hacmine sahip olduğunu anımsatır. Ticareti ulusla-

Pardoe, Bosphoms, 1839 Eser Tulel arşivi

rası büyüklükte olmasa da, liman İstanbul'un yaşamını birinci derecede etkiler. Ticaret alanlarının yeri de kentin bütün tarihi boyunca, ona bağlı olarak belirlenmiştir. Fakat kent nüfusu arttıkça bazı alt ticaret bölgeleri ortaya çıkmıştır. Beyazıt'tan Aksaray'a ve Saraçhanebaşı'na uzanan iki anayol üzerinde bir ticaret aksı oluşmuştur. Kentin hanları Haliç'le Divanyolu arasında çarşı bölgesindedir. 17. yy'dan başlayarak eski ahşap hanlar yerine, yangına karşı, kagir hanlar yapılmaya başlanmıştır.

17. yy'ın ikinci yarısında ağır askeri yenilgilerin devleti silkeleyip yeni eğilimleri teşvik etmesinden önce İstanbul kentinin fiziksel özellikleri, yol dokusunu ya da konut alanlarının fizyonomisini kesin olarak saptayacak verilere sahip olmasak da, genel çizgileriyle bilinmektedir. Fiziksel biçimlenme, kentin sosyal yapısını büyük bir doğrulukla yansıtır. 17. yy'ın ikinci yarısında İstanbul'a gelen Avrupalı gezginlerin betimlemeleri ve bıraktıkları bazı gra-vürler(->) aydınlatıcıdır. J. Grelot küçük homojen konut dokusu üzerinde yükselen büyük kamu yapılarının kontrastını, Saray-burnu ve limanı, kentin bir yabancı gözlemci üzerinde yarattığı izlenimi çok iyi yansıtmıştır. İstanbul, nüfusu neredeyse yarı yarıya surlar dışına taşmış olmakla birlikte, görsel olarak hâlâ surlar içinde algılanan bir kenttir. l678'de İstanbul'a gelen Cornelius de Bruyn(->) kenti bahçeler, serviler, tepeler, renk renk evler, köşkler ve kubbelerle tanımlıyor. Bütün yabancı gezginlerin vurgulayarak sözünü ettikleri bu renklilik, bugün, hattâ 19. yy'da, artık bulamadığımız bir renkliliktir. Bu renk, ilk yüzyıllarda hımış üzerine sıva ve renkli badana geleneğinin istanbul'da devam etmesine bağlanabilir. Evler ahşap olduk-

ları zaman da bu eğilim ve gelenek sürmüş olmalıdır. Bruyn sokakların dar ve eğri olduğunu, araba yolunun ve yol kaplamasının olmadığını söyler. Oysa 1613-1617 arasında İstanbul'da bulunmuş olan Polonyalı Simeon taş kaplama sokaklardan söz etmiştir. Bazı yollar kaplanmış olabilir. Fakat 19. yy'ın ikinci yarısına kadar istanbul yollarının Beyoğlu'nda bile, toprak olduğunu biliyoruz. Ayrıca sık sık çıkan yangınlardan sonra yapılan acele inşaatların, düzenli bir sokak çizgisini korumayı da olanaksız kılacağı açıktır, istanbul'u karak-terize eden özelliklerden biri dar ve düzensiz sokaklardır. Bunun bir nedeni yolların sadece yaya yürüyene ve atlıya göre düşünülmüş olmasıdır. İstanbul'da araba, ancak saray kadınları için kullanılmıştır. Yük taşıma bile araba ile değil, insan ve hayvan sırtında yapılmıştır. Aynı yıllarda Londra'nın ulaşım sisteminde araba önemli bir rol oynuyordu. Bunda İstanbul topografyasının yarattığı zorluklarla denizin olanaklarının getirdiği sınırları da düşünmek gerekir. Fakat yayaya göre biçimlenmiş bir kent dokusu, İstanbul'un bugün bile çözemediği ulaşım sorunlarının temel nedenlerinden biridir. Batılılaşma Dönemi

Lale Devri'nden bu yana kent Boğaziçi ve Haliç'le bütünleşerek büyümüştür. 18. yy' da yerleşme bölgeleri aynı kalsa bile sınırları genişlemiştir. Haliç, Boğaziçi ve Üsküdar'ın nüfuslarının suriçine göre daha fazla arttığı anlaşılıyor. Örneğin 16. yy'da yapım tarihini bildiğimiz cami ve mescitlerin kentteki cami ve mescitlere oranı yüzde 62,4 iken 17. ve 18. yy'larda bu oran yüzde 45'e düşer. Özellikle Boğaziçi'ndeki mahallelerde ve köylerde nüfus artışı daha


Yüklə 8,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   826   827   828   829   830   831   832   833   ...   877




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin