HAZİRELER
38
39
HEBDOMON HtPOJESİ
II. Mahmud Türbesi'nin haziresinden bir görünüm.
Ali Hikmet Varlık, 1993
Dış mimaride süslemeye yer verilmemiş, yapının kimliği mimari ifadesiyle belirlenmiştir. Her iki katta da yuvarlak kemerli geniş pencerelerle içeriye bol ışık a-lınmıştır. Bu pencereler, doğu ve batı cephelerinde beşer, yan cephelerde yedişer adettir. Cephe akslarında bulunan üçlü pencere dizisi kütlesel estetik çıkmalarla vurgulanmış, böylece plan özelliği cepheye yansıtılmıştır. Bu mimari düzenleme, zamanla, İstanbul mimarlığında yaygın kullanım alanı bulmuştur. Fossati'nin birçok projesinde kullandığı pencere kemer üzengileri hizasında yapıyı çevreleyen yatay silmeler, bu yapının proje ve eski fotoğraflarında da görülmektedir.
Yapının bir diğer özelliği, kırma çatı i-çinden yükselerek yarım daire pencereleri ile orta mekâna tepe ışığı sağlayan kub-besidir. Fossati, Ayasofya Muvakkithane-si'nde(->) de kullandığı bu küçük kubbeyi, daha önce Bekirağa Bölüğü(-«) projesinde denemiş, ancak uygulamamıştır.
Osmanlı Tanzimat mimarlığının değerli bir örneği olan Hazine-i Evrak binasının kubbe pandantiflerinde, Tanzimat aydınlanmasını simgeleyen yerküre ve tomar şeklinde belgelerden oluşan kabartma gruplarına yer verilmiştir.
Hazine-i Evrak
binasının
tasarımcısı
Gaspare
Fossati'ye ait
çizim ve planı.
Bellizona
Cantonale Arşivi,
isviçre
Fotoğraf
Cengiz Can
Babıâli yangınlarında hasar görmeyen yapı, doğru planlanmış ve uygulanmış bir örnek olarak, özgün işlevini sürdürmekte ve muhafaza ettiği kıymetli belgelerle birlikte iyi korunmaktadır.
Bibi. T. Lacchia, I Fossati, Architetti del Sultana di Turchia, Roma, 1943; S. Eyice, "Fossati", İSTA, XI, 5818-5823; N. Aktaş, "Osmanlı Dönemi Arşivciliğimiz ve Tasnif Çalışmaları", BTTD, I (1985), 67-72; A. Çetin, "II. Meşrutiyet Döneminde Osmanlı Devleti'nde Arşiv Çalışmaları", VD, XX (1988), s. 39-46. Gaspare Fossati Architetto Pittore, Pittore Architetto, Pi-nacoteca Züst, 1992; C. Can, "istanbul'da 19. Yüzyıl Batılı ve Levanten Mimarların Yapıları ve Koruma Sorunları", (Yıldız Teknik Üniversitesi, yayımlanmamış doktora tezi), 1993, 119-122.
CENGİZ CAN
HAZİRELER
Cami, mescit, tekke gibi kimi dinsel yapıların yanı başında yer alan ve etrafı duvar ya da parmaklıklarla çevrili mezarlıklar. Birkaç mezardan oluşabildikleri gibi, birkaç yüz mezan barındıran, çok daha geniş boyutlu hazireler de vardır. Hazirelerin ilk çekirdeğini genelde, yanında bulundukları yapının banisinin ya da o yapıyla bağı bulunan kimi şahısların mezarları o-luşturur. Cami ya da mescit yaptıranlar, ço-
ğu kez, adlarını verdikleri bu yapıların yanına (genelde kıble tarafına) gömülmüştür. Daha sonra, bu mezar ya da türbenin çevresinde, zamanla bir hazire oluşmuştur. Bir nazirenin boyutları, söz konusu kişinin önemi ve mezarlık olmaya elverişli alanın genişliğiyle orantılıdır. Aynı durum tekkeler için de söz konusudur. Tekkenin bağlı olduğu tarikatla ilişkili önde gelen kişilerin, tekke binasını yaptıran ya da tamir ettirenlerin türbe ve mezarları, çoğu kez bu hazirelerin nüvesini oluşturur.
Hazireler, İstanbul'un kentsel görünümünü biçimlendiren bellibaşlı öğelerden biri olmuştur. Kentte bulunan yüzlerce tekke, cami, mescidin büyük çoğunluğu bir hazireye sahiptir. Kent içindeki yeşil alanların önemli bir bölümünü servi ağaçlarının gölgelediği bu hazireler oluşturur. Özellikle, son 50 yılda, tarihi yarımadadaki bahçeli ahşap evlerden meydana gelen seyrek dokunun, yerini bitişik nizam beton apartmanlara bırakmasının ardından, mahalle aralarındaki hazireler, neredeyse, kentin bu kesimlerinde bulunan yegâne yeşil noktalar haline gelmiştir. Eski İstanbul mahallelerinde, konutlara, âdeta bahçe işlevi görecek denli yakın olan bu küçük mezarlıklar, kenti geçen yüzyıllarda ziyaret eden yabancı gezginlerin hemen hemen tümünün dikkatini çekmiştir. Bu gözlemler sonucu kimi yazarlar, İstanbul' da gündelik yaşamın âdeta ölülerle iç içe sürdürüldüğünü yazmışlardır.
Kent dışındaki geniş mezarlık alanlarının bir bölümü de aslında, ya bir hazireler topluluğu niteliğindedir ya da belli bir hazirenin zamanla son derece gelişip yayılmasıyla ortaya çıkmıştır. Örneğin, yabancı gezginlerce bir "ölüler kenti" olarak nitelendirilmiş olan Eyüp'teki mezarlıkların önemli bir bölümü, Ebu Eyyub el-En-sarî'nin türbesinin çevresinde kümelenen irili ufaklı yüzlerce hazire tarafından oluşturulmaktadır. Kent dışındaki kimi tekkelerin hazireleri de, zamanla, geniş bir alana yayılan büyük mezarlıklara dönüşmüştür: Beşiktaş'taki Yahyaefendi Mezarlığı, burada bulunan aynı adlı tekkenin naziresinin geçen yüzyılda genişlemesi sonucu ortaya çıkmıştır. Erenköy'deki Merdivenköy Mezarlığı, Şahkulu Bektaşî Tekke-si'nin naziresinin çevresinde gelişmiştir. Keza, Mevlanakapı'daki Merkezefendi Mezarlığı'mn çekirdeğini, aynı adlı tekkenin haziresi oluşturmaktadır.
Kent dokusu içindeki hazireleri kabaca cami ve tekke hazireleri olarak ikiye a-yırmak mümkündür. Cami nazirelerinin en gelişkin örnekleri doğal olarak selatin camileri çevresinde yer almaktadır. Padişah ve yakınlarının türbelerinin etrafında, Osmanlı toplumunun en yüksek katmanlarından kişilerin kimi zaman son derece gösterişli olabilen mezarlarını barındıran Sü-leymaniye ve Fatih külliyelerinin hazireleri, birer mezar taşı müzesi niteliğindedir. Külliye içinde genişletmeye müsait olmayan, sınırları belli bir alan kapladıklarından bu tür hazirelerde mezarlar çok sıkışık bir biçimde inşa edilmiş, hattâ, yeni mezar yerleri açmak için, bazı eski mezarlar
kaldırılmıştır. Çemberlitaş'taki Atik Ali Camii, Aksaray'daki Murad Paşa Camii gibi bazı daha küçük boyutlu külliye ve camilerin nazireleri, şehrin merkezi bir noktasında bulunmaları nedeniyle oldukça rağbet görmüş olduklarından önemli kişilerin mezarlarını barındırmaktadır. Kimi cami nazirelerinde belli bir meslek grubuna ait mezarların ağır bastığı gözlemlenmektedir. Örneğin Kasımpaşa'daki Piyale Paşa Camii'nin naziresinde oldukça çok sayıda denizci mezarı bulunmaktadır. Mahalle a-ralarındaki küçük cami ve mescit nazirelerinin, daha çok civarda oturan kişilerin gömüldüğü birer semt mezarlığı niteliğim taşıdığını söylemek pek yanlış olmaz. Ne var ki, kent dokusu içinde sıkışmış, kısıtlı bir alan kaplayan bu nazirelerin, bulundukları semtin toplumsal yapısını eksiksiz biçimde yansıttıkları düşünülemez.
Tekke hazireleri ise, kendi içlerinde tutarlı bir sosyokültürel bütünlük gösterme-leriyle, diğer nazirelerden ayrılırlar. Belli bir tekkenin haziresinde, genellikle o tekkenin bağlı olduğu tarikatla (ya da tarikatlarla) ilişkili kişilerin mezarları bulunur. Kimi tekke yapılan günümüze ulaşmamış olmasına rağmen, mezarlıklara karşı toplumda var olan belli bir saygıdan ötürü, hazireleri bir ölçüde korunabilmiştir. Böylelikle, o tekkelerle ilgili tek bilgi kaynağı olarak hazirelerdeki mezar taşları kalmıştır, istanbul'daki irili ufaklı sayısız tekke ha-ziresinin incelenmesiyle gerek tekkelerin, gerekse bağlı oldukları tarikatların tarihçesine, hattâ tarikatlar arasındaki ilişkilere ışık tutmak mümkün görünmektedir. İlginç mezar taşlan barındıran geniş hazire-lere sahip başlıca tekkeler arasında, Tophane'deki Kadiri Âsitanesi, Halvetiye'nin Sünbüliye kolunun Kocamustafapaşa'da-ki âsitanesi, Merdivenköy Şahkulu Bektaşî Tekkesi, Galata ve Yenikapı mevlevî-haneleri, Üsküdar'daki Aziz Mahmud Hü-dayî Tekkesi sayılabilir.
Üçüncü bir grup olarak, cami, tekke gibi dinsel nitelikli bir yapıya bağlı olmadan gelişmiş hazireler ele alınabilir. Bu türün en belirgin örneği, Divanyolu'nda, II. Mahmud Türbesi'nin yanındaki haziredir. 19. yy'm ikinci yarısı ile 20. yy'm başlarında vefat eden devlet ricali ve kimi aydınların mezarlarının yer aldığı bu hazire, batmakta olan Osmanlı Devleti'nin gösteriş ve lükse duyduğu ilgiyi yansıtması bakımından dikkat çekicidir.
Bibi. F. I. Ayanoğlu, "Vakıflar İdaresince Tanzim Ettirilen Tarihi Makbereler", VD, II (1942), s. 399-403; M. O. Bayrak, istanbul'da Gömülü Meşhur Adamlar (1453-1978), 1979; B. Çeçe-ner, "Üsküdar Mezarlıklan, Türbeleri ve Hazireleri", TTOKBelleteni, 49/328 (Eylül-Ekim 1975), s. 18-22; M. Koman, "İstanbul'un Bazı Önemli Eski Kabirleri, Yerinde Duran ve Kaybolan", TTOK Belleteni, 49/328 (Eylül-Ekim 1975), s. 28-35; H.-P. Laqueur, "Einige Anmerkungen zur Sozialgeschicte der osmanischen Friedhöfe und Grabfelder von istanbul", IstanbulerMitteilun-gen, S. 39 (1989), s. 335-339; ay, "Osmanische Friedhöfe und Grabsteine in istanbul", Istanbuler Mitteilungen, Beiheft, S. 38, Tübingen, 1993; N. Vatin, "Sur le röle de la stele funeraire et ramenagement deş cimetieres musulmans â istanbul", Melanges Professeur Robert Mantran, Zaghouan, 1988; ay, "Le cimetiere dans la vil-le â istanbul", La transmission du savoirdans le monde musulman peripherique. Lettre d'in-formation, S. 10 (Mart 1990) s. 95-103.
AKSEL TİBET
HAZRET-İ CABİR CAMÜ
bak. ATiK MUSTAFA PAŞA CAMÎI
HEBDOMON
Bugünkü Bakırköy havalisinin Roma dönemindeki adı. Kelime anlamı "yedinci" olup, yeri şehir surlarından itibaren yedinci mile rastlıyordu, (l kara mili=1.480 m.) Roma Imparatorluğu'nun Avrupa yakasını Saraybumu'nda kurulu Bizantion'a bağlayan ve Via Egnatia(->) denilen yolun üzerindeydi. I. Constantinus döneminde (324-337) burada bir yazlık sarayın, av
köşklerinin ve kiliselerin bulunduğu sanılmaktadır. Hebdomon Sarayı, büyük olasılıkla bugünkü Yenimahalle'de idi.
Hebdomon kente gelen konukların, sefere giden ve dönen askeri birliklerin ilk karşılandığı; saray seremonilerinin başladığı yerdi. Buradaki Campus Martis (ya da Campus Tribunalis), aslında ordu birliklerinin konakladığı geniş bir mekânın adı olmalıdır. Bu alana bakan yerde imparator ailesinin törenleri izlemelerine olanak sağlayan tribünler bulunuyordu.
Hebdomon'da ilk kez taç giyen imparator 364'te Valens'tir. Valens'in buradaki bir konak ya da sarayda kaldığı, ayrıca bir de liman yaptırdığı bilinmektedir. 391'de I. Theodosius'un yaptırdığı Vaftize! Yahya Kilisesi (bak. loannes Prodromos en to Hebdomo) ile 400'den önce yaptırılan Evangelist (Vaizci) loannes Kilisesi, Heb-domon'un bilinen dini yapılarmdandır.
I. îustinianos (hd 537-565), Hebdomon' daki bir sarayı ve îoannes Prodromos Ki-lisesi'ni yeniledi. Saray bundan sonra İus-tinianae adıyla anıldı. 673'te ve 717'de yaşanan Arap akınları sırasında Hebdomon talan edildi. II. Basileios (hd 976-1025) Hebdomon'daki kiliseleri onarttı. Bunlardan Evangelist loannes Kilisesi sonradan manastıra dönüştü ve II. Basileios'un ve VII. Mihael'in karısı Imparatoriçe Maria' mn mezar yeri oldu.
1204-1261 arasındaki Latin işgali sırasında, Hebdomon'un tahrip olduğu ve u-nutulmaya terk edildiği sanılmaktadır. Bazı kaynaklarda burasının felaket zamanlarında evsiz barksız kalanlara barınma yeri olduğu, yine bu dönemlerde halkın dua etmek için Campus'ta toplandığı anlatılmaktadır.
Arkeolojik araştırmalar sonucu Filda-mı(-*) denen bir açık su haznesi, dev granitten bir sütun, II. Teodosios'a (hd 408-450) ait bir heykel kaidesi, bir mezar odası (Hebdomon Hipojesi) ile loannes Prodromos Kilisesi'ne ait kalıntılara rastlanmıştır. Bunlardan sonuncusuna ilişkin olanlar 1960'larda tümüyle ortadan kalkmıştır.
Bibi. Millingen, Walls, 316-341; Th. K. Mak-rides, "To Byzantinon Hebdomon", Thraki-ka, S. 10 (1938), s. 137; R. Demangel, Cont-ribution a la topographie de l'Hebdomon, Paris, 1945.
İSTANBUL
HEBDOMON HİPOJESİ
Yeraltında inşa edilmiş bu mezar odasının kalıntıları, Bakırköy Ruh ve Sinir Has-talıklan Hastanesi'nin bahçesinde, idare binasının hemen arkasında bulunmaktadır. İçi, bugün hastanenin yakıt artıkları ve çöpü ile dolmuş durumdadır.
Bizans döneminde, özellikle imparatorluğun saray çevresinin sayfiye yeri olmasından dolayı ayrı bir öneme sahip bulunan, Via Egnetia yolu üzerinde kurulmuş, aynı zamanda ünlü bir askeri liman olan Hebdomon'un (bugünkü Bakırköy-Yenimahalle) önemli tarihi eserlerinden biri o-larak gösterilmektedir. 1914'te, bu bölgede inşa edilecek olan bir askeri kışlaya in-
HEKİM İSMAİLPAŞAZADELER
40
41 HEKİMBAŞI SAIİH EFENDİ YALISI
Hekimbaşı Salih Efendi Yalısı'mn günümüze ulaşan harem bölümünün denizden görünümü. Doğan Kuban, 1984
şa malzemesi temin etmek için yapılan bir hafriyatta rastlantı eseri ortaya çıkan bu mezar odası T. Makridi tarafından yönetilen bir kazıyla incelenmeye başlanmış, seferberlik sırasında kesintiye uğrayan incelemeler 1921'de İstanbul'a gelen M. C. Picard'ın da yardımıyla sürmüştür. Bu yıllarda J. B. Thibaut da bu yapıyı inceleme fırsatını bulmuştur.
Mezarın kimler için yapıldığı ve inşa tarihi tam olarak belli değildir. Thibaut bunun Bizans imparatoru II. Basileios'un (976-1025) mezarı olduğu fikrini ortaya atmış-sa da, bu görüş benimsenmemiştir. Zira bu imparatorun mezarının, yine Bakırköy'de, fakat şimdi mevcut olmayan îoannes Te-ologos Kilisesi'nde olduğu bilinmektedir.
Bu mezar merkezi planlı yapıların değişik bir uygulamasıdır. Burada daire şeklinde bir dış duvar içine haçvari bir plan oturtulmuştur. Yapı dıştan 13,35 m çapında ve kalın duvarlarla sınırlandırılmış, iç mekânı, kesme taş blokları ile inşa edilmiş, dört kalın paye ile dört kolu eşit bir haç şekli oluşturulmuştur. Bu masif destekler, ortada meydana gelen kare şeklindeki bölümü örten, çapı yaklaşık 5,45 m olan pandantifli tuğla bir kubbeyi taşıyordu. Haçın kollarını ise herhalde beşik tonozlar örtüyordu.
Bu kalın payelerin içlerinin boşaltılarak ufak özel mekânların yaratıldığı, bunların içlerine [ahitlerin konmasıyla bu boşlukların birer "arcosolium" gibi değerlendirildikleri görülür. Bu bölmelerden altı tane lahit çıkartılmış ise de, bunlardan beşi kaybolmuştur. Mevcut durumdaki lahit İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde 2805 envanter numarası ile teşhirdedir. Beyaz Procon-nesos (Marmara Adası) mermerinden yapılmış olan bu lahitten 2,30x0,90x0,72 m boyutlarındaki tekne kısmı sağlam kalmıştır. Bu lahit herhalde ikinci kez de kullanılmıştı. Üzerinde bir yaprak çelengi, bu çe-lengin altında da kurdelalar bulunmaktadır. Çelengin boş olan iç kısmının herhalde bir haç ile doldurulması düşünülmüştü. Dekorasyonun sanki sadece kaba işçiliği tamamlanmış gibidir.
Mezar odasının tek bir girişi vardır. Doğuda yer alan bu kapı açıklığı 1,60 m ge-nişliğindedir. Dışarıya olan bağlantıyı bir sahanlığa açılan altı basamaklı bir merdiven sağlıyordu. Mezarın iç ve dış duvarları arasında, binayı çepeçevre saran dar bir boşluk bulunmaktadır. Bu, büyük bir olasılıkla rutubeti önlemek için yapılmış-
tı. T. Makridi bu boşluğun izolasyon özelliğinin yanında, mezar odasını havalandırma işlevini de taşıdığını söyler.
Mezar, dış duvarlarında iri kalker blokları ile örtü sistemi, pandantif vb elemanlarda tuğla ve harçtan oldukça kaliteli bir taş işçiliğine sahiptir. Mezar odası araştırmacılar tarafından; mimari tipi, bulunan mimari elemanlardaki süsleme tarzı ve duvar işçiliği değerlendirilerek 5. yy'a ta-rihlenmektedir. Örtü sisteminin 7. yy'ın başlarında bir yenileme gördüğü düşünülmektedir.
Bibi. T. Makridi-J. Ebersolt, "Monuments Fu-neraires de Constantinople", Buttetin de Cor-respondance Hellenique, S. 46 (1922), s. 263-366; J. B. Thibaut, "L'Hebdomon de Constantinople, Nouvel Examen Topographique", Ec-hosd'Orient, S. 21 (1922), s. 40-44; A. M. Man-sel, "Ewerbungsbericht deş Antiken Museums zu İstanbul, seit 1914", ArcbaeologicberAnze-iger, S. 46 (1931), s. 175; Ebersolt, Monuments, 24-25; T. Makridi, "To byzantinon Hebdomon kai ai par auto monai Hagiu Panteleimonos kai Mamantos", Thrakika, XII (1938-1939), s. 35; E. Mamboury, istanbul Touristique, ist., 1951, s. 568; Eyice, İstanbul, 175.
ENİS KARAKAYA
HEKİM İSMAİLPAŞAZADELER
Hekim İsmail Paşa'nın soy büyüğü olduğu, 9. ve 10. kuşaklan günümüze kadar gelen İstanbullu aydın aile. Kırımlı Tatar Ab-durrahman'ın (18. yy sonu) kızı Nefise Hanımla Sakızlı Rodokanaki'nin (1785-1845) oğlu İsmail Paşa'nın evlenmesiyle ortaya çıkan bu tipik Osmanlı ailesinin soyağacı, 9. kuşak torunlardan Nezih Neyzi' nin Kızıltoprak Anılan adlı eserinde verilmiştir.
Asıl adı Sotiri olan İsmail Paşa'nın (1806, İzmir? - 1879, İstanbul) İzmirli ve Rum a-sıllı bir aileye mensup olduğu, kendisini köle olarak alan bir hekimin yanında yetiştiği veya 1814'te Sakız'dan İzmir'e göçen ve Müslüman olan bir Rum ailesinin çocuğu olduğu, Hacı İshak adlı bir hekimden cerrahlık öğrendiği söylenir. 1830'lara doğru Osmanlı ordusunda cerrahlık yapmaya başlayan İsmail, İstanbul'da açılan Mek-teb-i Tıbbiye'ye girerek 1840'ta buradan mezun oldu. Paris'te de uzmanlık eğitimi gördü ve Paris Tıp Akademisi'ne üye oldu. İstanbul'a dönünce 1845-1848 arasında he-kimbaşılık ve Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane nazırlığı yaptı. Bu dönemde Hekim İsmail Paşa, tanıyanları ve dostları arasında "ekselans" adıyla ünlendi. Mekteb-i Tıbbiye' yi Avrupa'daki tıp fakülteleri düzeyine ge-
Hebdomon Hipojesi'nin "arcosolium" undan
çıkartılan lahit. İstanbul Arkeoloji Müzesi, E. N. 2805 Enis Karakaya
tirmeye çalıştı. 1848'de Yanya valiliğine, ertesi yıl nafıa ve ticaret nazırlığına atandı. 1851'de yeniden Mekteb-i Tıbbiye'nin başına döndü ve Abdülmecid'in özel hekimi oldu. 1855'ten sonra İşkodra, Girit, Selanik valilikleri, merkezde çeşitli nazırlık, Tanzimat meclislerinde üyelik görevlerinde bulundu. Müşir rütbesiyle zaptiye nazırlığı, 1873-1874'te iki kez İstanbul şeh-reminliği yaptı. Saray hekimliği, Abdülaziz döneminde (1861-1876) de devam etti. Bu sayede ailesinin sarayla ve hanedanla çok yakın ilişkileri oldu. 1874'te geçirdiği felç nedeniyle emekliye ayrıldı. Fransızcayı ve diğer Batı dillerini bilen, İstanbul'daki elçiliklerle dostluklar kuran ve hekimlikten çok siyasetle ilgilenen İsmail Paşa, Ve-kayi-i Tıbbiye adlı tıp gazetesinin çıkartılmasına da katkıda bulunmuştur.
Oğlu Fuad Bey, bahriye miralayı (deniz albayı) olup yaşamı konusunda bilgiye rastlanmamıştır. Kızları Adviye, Fatma ve Leyla Saz'dır(->). Fatma ve Leyla hanımlar, Abdülmecid'in kızı Münire Sultan'a sarayda arkadaşlık ettiler. Fatma Hanım, İstanbul Hukuk Mektebi'nin kurucusu sayılan nazır ve başvekil (sadrazam) Cena-nîzade Kadri Paşa (1832-1883) ile, Leyla Hanım ise Giritli Sırrı Paşa (1844-1895) ile evlendi. Sırrı Paşa, medrese öğretimi yanında özel eğitim de almış aydın bir yöneticiydi. Vilayet mektupçuluğu, mutasarrıflık ve valilik görevlerinde bulundu. Din ve tasavvuf konulu eserleri vardır. Kardeşi ayan azası Mustafa Nuri Bey'in (1851-1923) oğullan Gelal Nuri, Suphi Nuri ve Sedat Nuri (bu aile İleri soyadını almıştır) son dönem Osmanlı aydın ve yazarlarındandır.
Hekim İsmailpaşazadelerin İstanbul yaşamında öne çıkan kolu, Leyla Saz-Sırrı Paşa evliliğindendir. Leyla Hanım, yaşamının çocukluk dönemini Abdülmecid ve Abdülaziz'in saltanatları sırasında sarayda geçirmiş, evlendikten sonra ise eşiyle İstanbul dışına çıkarak taşra yaşamını gözlemleme olanağı bulmuştur. Şair, yazar, bestekâr olarak İstanbul'un ilk aydın kadınlarından sayılan Leyla Hanım'ın çocuklarından Yusuf Razi Bel (1870-1945) nafıa, posta ve telgraf nazırlığı, kısa süre İstanbul şehreminliği (5 Aralık 1920-23 Şubat 1921) yaptığı gibi, mimar Vedat Tek(-0 de Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi'nin, İstanbul'daki önde gelen mimarlarından olmuş ve belediye mimarlığı görevini üstlenmiştir. II. Meşrutiyet döneminde (1908-1918) saray başmimarlığı, Sanayi-i Nefise Mektebi'nde öğretmenlik görevlerinde bulunmuştur.
Leyla Hanım'ın kızları Nezihe T. Dâniş ve Feride Ayni'dir. Feride Hanım, yakın dönem düşün adamlarından ve valilerden Mehmed Ali Ayni'nin (1868-1945) eşiydi. Bu çiftin, kızları Nefise Neyzi ile Refika Arar'dan torunları arasında son dönem milletvekili ve bakanlarından İsmail Arar (1921-1993), Denizcilik Bankası eski genel müdürlerinden Nezih Neyzi (d. 1923), yazar ve eğitimci Ali Neyzi (d. 1927) de vardır.
Hekim İsmailpaşazadelerle ilgili ola-
rak aile bireylerinin yayımladıkları anılar, aynı zamanda 19. ve 20. yy İstanbul yaşamı bakımından da belgesel nitelikte ö-nem taşır. Leyla Saz'ın ileri ve Vakit gazetelerinde 1920-1921'de yayımlanan "Geçen Asırda Kadın Hayatı", "Harem ve Saray Âdât-ı Kadimesi" başlıklı anıları, daha sonra oğlu Yusuf Razi Bel tarafından Fransız-caya çevirilerek La Harem Emperial başlığı altında 1925'te Paris'te yayımlanmıştır. Bu anılar Harem 'in içyüzü adıyla Türk-çeye çevrilmiştir. Mehmed Ali Ayni'nin Hatıralar1 \ (1945), Ali Neyzî'nin Hüseyin Paşa Çıkmazı no. 4 (1983), Nezih Neyzî'nin Meyzî ile Neyzî(1985) ve Kızıl-toprak Anılan (1985) ailenin uzun süre yaşatabildiği anıları, gelenekleri ve ev ortamını; bu ortamın, hızla değişen istanbul yaşamı içinde kayboluşunu anlatır. Ailenin Beşiktaş, Nuruosmaniye ve Kızıltop-rak'taki konakları yıkılmıştır.
NECDET SAKAOĞLU
HEKİMBAŞI BEHÇET EFENDİ YALISI
19. yy'da Bebek vapur iskelesi yanma yapılmış, önemli bir yalıydı.
III. Selim'in (hd 1789-1807) hekimbaşı-sı, devrin ünlü âlimlerinden Mustafa Behçet Efendi (1774-1834) yalının bilinen ilk sahibidir. Behçet Efendi, III. Selim'in 1805' te hekimbaşısı olunca onun verdiği para ile bu yalıyı satın almıştır. Yalı, tarihteki bazı siyasi toplantılara sahne olmuş; 1831'de İngiltere, Rusya elçileri, Fransa maslahatgüzarı ve Osmanlı hükümetinin temsilcileri Yunan smırıyla ilgili görüşmeleri burada yapmışlardır. Behçet Efendi'nin ölümünden sonra yalıda kardeşinin oğlu Abdülhak Molla(->) yaşamıştır.
Abdülhak Molla'mn tek oğlu Hayrullah Efendi(->), yalıda uzun süre oturduktan sonra bir ara burasını Keçecizade Fuad Paşa'ya vermiştir. Keçecizade Fuad Paşa'nın oğlu ölünce, paşa üzüntüsünden yalıyı terk ederek Şekib Paşa Yalısı'na taşınmıştır. Ancak oraya sığamamış, Hayrullah Efendi kendi yalısında kalmasını teklif etmiştir. Böylece Keçecizade Fuad Paşa Hekimbaşı Yalısı'nda, Hayrullah Efendi de Kanlıca'da altı ay oturmuşlardır. Hayrullah Efendi kendi yalısına döndükten sonra Tahran sefirliğine atanmış, bu nedenle boşalan yalı İran Sefiri Hüseyin Hamâ'ya kiralanmış, sonra da Mütercim Rüştü Paşa'ya satılmıştır. Onun ölümüyle de II. Ab-dülhamid'in (hd 1876-1909) adamlarından Lütfi Ağa'mn oğlu Mabeyinci Faik Bey yalıyı satın almıştır. II. Abdülhamid'in kızı Ayşe Sultan burada yeni bir yalı yaptırmak isteyince Faik Bey yalıyı satmak zorunda kalmıştır. Hekimbaşı Yalısı yıktırılmışsa da yerine Ayşe Sultan'm yalısı yapılamamış, korudaki köşklerle yetinilmiştir.
Abdülaziz'i (hd 1861-1876) tahtan indirme çabalan arasında Hüseyin Avni Paşa burada birtakım gizli toplantılar düzenlenmiştir. Ayrıca Şair Abdülhak Hâmid 5 Şubat 1852'de burada dünyaya gelmiş ve çocukluğunu geçirdiği yalıdan anılarında söz etmiştir.
Boğaziçi'nin ilk topografik haritasını yapan Mareşal Moltke de Hekimbaşı Yalısı ve bahçelerine değinmiştir.
Hekimbaşı Yalısı, bezemesi, mimari yapısı ye döşenişiyle Boğaziçi'nin Avrupai görünümdeki yapılarından birisiydi. Pembe boyasından ötürü Pembe Yalı ismiyle de tanınan, büyük, ortanca ve küçük yalı isimlerinde üç bölümden meydana gelmişti. İki katlı, ek bölümlerle dışarı taşmış altlı üstlü, ince uzun pencereli yalının dışarı taşan bölümlerinde çatı üçgen alınlıklar oluştururdu. İçerisinde büyük divanhaneler, salonlar, odalar vardı. Çiçek ve meyve ağaçlanyla kaplı bahçesi arkada Şehitlik Tepesi'ne kadar uzanırdı.
Bibi. F. N. Uzluk, "Hekimbaşı Yalısı", VD, X (1965), s. 251-260; Şehsuvaroğlu, Boğaziçi, 230.
ERDEM YÜCEL
HEKİMBAŞI ÖMER EFENDİ MEDRESESİ
Aksaray'dan Topkapı yönünde uzanan caddenin sağ tarafında Çapa semtinde o-lan Hekimbaşı Ömer Efendi Medresesi, sebil, çeşme ve sıbyan mektebinden ibaret küçük bir külliye teşkil ediyordu. Yakınında evkafı olarak da Şifa Hamamı vardı.
Medrese, 1079/l668'de İstanbul'da doğan, ilmiyeden yetişerek çeşitli yerlerde kadılık yaptıktan sonra önce reisü'l-etibba-lığa yükselen ve arkasından da hekimbaşı olan Ömer Efendi tarafından yaptırılmıştır (1715). 8 yılı aşkın bir süre hekimbaşı-lık makamında bulunduktan sonra 11367 1723'te medresesine bitişik konağında ö-lerek, buradaki hazireye gömülmüştür. Damadı olan tarihçi ve şeyhülislam Küçük Çelebizade Asım Efendi de 1173/1759'da öldüğünde aynı yere defnedilmiştir.
Haziresinde pek çok kişinin mezarı bulunan medresenin vakfiyesi 13 Rebiyü-levvel 1136/11 Aralık 1723 tarihlidir. Bu vakfiyede medresenin Kıblelizade Mehmed Bey'den satın alınan konak ile bahçeye komşu olduğu belirtilmiştir. Medrese 1251/1835'te Mekkîzade Mustafa Asım
Efendi tarafından tamir ettirilmiştir. 1914' te iki harap baraka ve çok rutubetli ve karanlık 9 hücreden oluşan medresenin, artık içinde yaşanmaz durumda olduğu yerinin havadar ve arsasının geniş oluşu göz önünde tutularak burada büyük bir yeni medrese yapımı teklif edilmiş, fakat 1918 yangınından sonra burası tamamen harap olmaya bırakılmıştır. İçinde yangında evlerini kaybeden aileler barınan ve kubbe-lerindeki kurşunlar soyulan medrese çok bakımsız halde 1956'ya kadar gelmiş, bu tarihte caddenin genişletilmesi düşüncesiyle hiçbir iz kalmayacak surette yıktırılmıştır. Uzun süre dağınık kalan mezar taşlarından bir kısmı caddenin karşı tarafındaki Molla Gürani Haziresi'ne taşınmışur. Yüksek Mimar Ali Saim Ülgen ve Dr. Süheyl Ünver, medresenin içinden ve dışından bazı fotoğraflarını çekmişlerdi. Agâh Bey adlı bir resim öğretmem de medrese ve sebilin bir tablosunu 1940'ta bir sergide takdim etmişti. Vakıf kaydı ve 1914'teki rapor, medresenin bir dershane-mescitten başka 9 hücresi olduğunu bildirir. Ayrıca burada helalar, su haznesi, çamaşırhane ve gusülhane de vardı. Bina temiz bir işçilikle taş ve tuğla dizileri halinde yapılmış, avlusunun etrafı mermer sütunlara dayanan kubbeli revaklar ile çevrilmişti.
Dostları ilə paylaş: |