KENTİN GELİŞMESİ Bizans Dönemi
Bizantion(->) bir yanmada olarak kabul edilen sitin (yerleşme alanı) burnunda kurulmuş bir küçük kentti. Oysa Konstan-tinopolis-îstanbul, son dönemi saymasak bile tarihin her döneminde kıyılar boyunca oldukça geniş alanlara yayılmış, lineer bir kent fizyonomisi gösterir. Bu kenti tanımlayan ve ona karakter kazandıran en önemli bileşen, dünyada eşi olmayan to-pografyasıdır. Topografya ve yarımadanın denizle ilişkisi, kentin ana strüktürünün kurulmasında en önemli rolü oynamıştır. Pierre Güles'in(->) dediği gibi, İstanbul Yarımadası bir üçgenden çok bir kartal kafasına benzer: Doğuya dönüldüğü zaman gagası Akropolis(-») ile oluşan bir kartal kafası. Sarayburnu, bir burun değil, Sirkeci ile saray surunun Top Kapısı arasında doğu-batı yönünde uzanan düz bir hattır. Bu hat, kartalın gagasından başının tepesine kadar uzanır. Güneye uzanan kıyı çizgisi ise kartalın sırtını oluşturur. İstanbul yedi tepeden de oluşmaz. Akropolis' ten kuzeybatıya doğru yavaş yavaş yükselip, Saraçhane'de bir boyun yaptıktan sonra tekrar yükselen bir plato Haliç kıyısına kavuşur. Bu plato aralıklı olarak Halic'e inen vadilerle kesilir. Platonun vadiler arasında kalan yüksek burunlarına "tepe" denmiştir. Unkapanı Vadisi, Saraçhane boynundan geçerek Bayrampaşa Dere-si(->) vadisine iner ve derenin denize döküldüğü Yenikapı'ya uzanır. Geniş Bayrampaşa Vadisi, kuzeydeki platoyu güneydeki yayladan (Cerrahpaşa-Kocamustafapa-şa) ayırır. Bu yayla da çok dik olmayan yamaçlarla Marmara'ya iner. C. Mango, denizin çok daha içerilerde olduğunu düşünerek, Unkapam-Yenikapı arasında uzanıp platoyu kesen vadinin oldukça dar bir berzah oluşturduğunu ve kentin üstüne oturduğu alam bu noktada bir kemer gibi sıktığını söyler. Bayrampaşa Deresi ağzının daha içerilerde olduğu ve Unkapa-nı'nda da denizin bir koy oluşturduğu düşünülse bile, bu daralma kentin fiziksel o-luşumunu değiştirecek kadar etkili olmamıştır. Asıl kent alanı dışında topografya, Halic'in iki yanında ve Boğaziçi'nde, kıyıda fazla yerleşme alanı bırakmadan vadilerle denize inen yüksek olmayan tepeler ve onların yamaçlarıyla belirlenir. Haydarpaşa ile Kadıköy arasındaki düzlük dışında Üsküdar ve Kadıköy de, Salacak ve Moda'da -görüldüğü gibi denize dik yamaçlarla inen platolardır. Fakat Kurbağalı Dere'den sonra doğuya doğru büyük ve u-zun bir ova görülür. Bizantion, Haliç, Mar-
KENTİN GELİŞMESİ
528
529
KENTİN GELİŞMESİ
mara, Boğaz arasına yerleştikten sonra, diğer kentler, Sykai (Galata), Krisopolis (Üsküdar) ve Halkedon (Kadıköy) yamaçlara ve platolara oturan küçük yerleşme alanlarıdır. Surlar dışında en geniş kıyı alam Kosmidion'dur (Eyüp). Diğer yerleşme a-lanları vadi uçlarmdadır. Bu genel topog-rafik oluşum istanbul'u bir kıyı ve yamaç kenti yapmıştır. Yakın zamanlara gelene kadar, bütün tarihi boyunca kentin fiziksel imgesi kıyılar, yamaçlar ve tepelerin yapılarla zenginleşen siluetleriyle oluşmuştur, istanbul'u istanbul yapan özellik, günümüzde de hâlâ bu imgedir.
Konstantinopolis, I. Constantinus(-0 (hd 324-337) Bizantion'u Roma imparatorluğu' nün başkenti yaptığı zaman Diocletianus' tan (hd 284-305) beri var olan bir düşünceyi gerçekleştiriyordu. Anadolu, imparatorluğun en zengin ve en emin ülkesiydi. Eski Yunan kentinin konumu da hem ulaşım, hem savunma açısından olumlu stratejik niteliklere sahipti. Constantinus, Lici-nius'u yendikten sonra düşüncesini gerçekleştirecek politik güce sahip olmuştu. 324'te yeni kentin tasarımı uygulanmaya başlandı. Topografik olarak Roma'ya hiç benzemeyen bu yeni sitte Roma'mn simgesel olarak yaşatılması, büyük bir olasılıkla psikolojik ve politik bir zorunluluktu. Roma gibi bir dünya kentini yeniden yaratmanın gerçekten olağanüstü bir irade ve maddi kaynak gerektirdiği düşünülecek olursa I. Constantinus'un, sadece Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul ettiği için değil, fakat yeni inanca uygun bir fiziksel simge olan Konstantinopolis'i yarattığı i-çin "büyük" sıfatını hak ettiğini kabul etmek, kuruluş döneminin ondan sonra da sürdüğünü düşünmek gerekir. 330'da yeni idareciler işe başladılar. Devlet adamları Roma'dan "Nea Roma"ya geldiler, imparatorla birlikte kentin imarına katıldılar, imparatorluğun her tarafından sanat eserleri, özellikle heykeller yeni başkenti güzelleştirmek için getirildi. L Constantinus tarafından Konstantinopolis'i donatmak için imparatorluk kentlerinin soyulduğu söylenebilir. Aradan uzun zaman geçtikten sonra, 13. yy'da Haçlılar, bu kez Avrupa'ya götürmek için, Konstantinopolis'i soymuşlardır.
I. Constantinus, Septimius Severus dönemi (193-211) surlarını, en azından kara tarafında yıktırmış ve yeni surları eskisine göre 15 stad (ortalama 2,8 km) daha batıya inşa ettirmiştir (bak. Constantinus Suru). Bu yeni surların nereden geçtiği, bugüne kadar kesin olarak saptanamamıştır. Fakat istanbul'un tarihi topografyasını araştıran uzmanlarca genel olarak kabul edilen sur çizgisi, Cibali yakınlarında Haliç'ten başlıyor, bugünkü Fatih Camii'nin bulunduğu tepeyi içine alarak ve Aspar Su Haznesi'ni(-0 dışarıda bırakarak Marmara'ya yöneliyor, Bayrampaşa Deresi vadisine inip tekrar Cerrahpaşa'ya, yani yaylaya tırmanıyor, Davud Paşa Camii'ni içine a-lıp, Mokios Sarnıcı'nı dışarıda bırakıyor ve kıyıda Etyemez'de (Rabdos) sonlamyordu. Teodosios Surları yapıldıktan sonra kent içinde kalan Constantinus Suru'nun kalın-
tılarımn 9. yy'a kadar görüldüğü kaynaklarda yazılıdır. Bu surların biçimleri ve kapıları hakkında da bilgilerimiz sadece yazılı kaynakların yorumuna dayanmaktadır. En büyük sur kapısı olan Altın Kapı' nın(-») Kocamustafapaşa semtindeki Ese-kapı Mescidi(->) civarında olduğu kabul edilir. Bu kapıyı kent merkezine bağlayan anayol (MeseH) Cerrahpaşa-Aksaray-Be-yazıt-Çemberlitaş yolu ile, kentin kuruluşundan bu yana en önemli merkez olan Augusteion'a(-0 (Ayasofya Meydanı) geliyordu. Bir diğer önemli sur kapısı bugün Fatih Külliyesi'nin(-0 bulunduğu bölgenin batısındaki PoliandriKapısı'ydı. I. Constantinus'un mezarı buraya yapıldığı için, kentin ikinci anayolu da Beyazıt'ı Fatih'e bağlayan yoldu. Kara surları üzerinde bu iki kapı arasında, yerleri kesin olarak bilinmeyen iki kapı daha olduğu biliniyor. I. Constantinus eski kentin surlarının hemen önünde, Çemberlitaş'ta, kendi adını taşıyan forumu yaptırmıştır (bak. Constantinus Forumu).
Kent kurulduğunda Roma'daki her şeyi "Nea Roma" adını taşıyan Bizantion'a getirmeye karar veren imparator, oradaki idari bölünmeyi burada da uygulamış ve kenti 14 bölgeye (regio) ayırmıştır. Bu bölgelerin de kesin sınırları bugün bilinmiyor. Fakat bunlardan Galata XIII. Bölge (regio), Blahernai XIV. Bölge idiler (bak. Ayvansaray). Kentin bu bölgelerine ilişkin bilgiyi, I. Constantinus'tan çok sonra, 5. yy'ın başında yazılmış olan bir belgeden öğreniyoruz (bak, Notitia Urbis Constan-tinopolitanae). Kesin sınırları üzerinde bugün de bazı belirsizlikler olan bu bölgeler, kentin topografyası ile kentin tarihi gelişmesinin yarattığı sınırlara sahiptiler. Bizantion'un surları, yarımadanın su ayrım çizgisinden geçen anayol ve forumlar, bölge sınırlarının saptanmasında temel rö-perler oluyor. Kentin büyük arterleri olan Meşe ile Beyazıt'tan Edirnekapı'ya uzanan yol ve bunları Augusteion merkezli bir çemberin kestiği noktalarda kentin başlıca forumları oluşmuştu. Augusteion ve Milion I., İL, IV. ve V. bölgelerin birleşme noktasına yakındılar. Constantinus Forumu III., V., VII. ve VIII. bölgelerin birleştiği yerdedir. Teodosios Forumu VII., VIII. ve IX. bölgeler, Bous Forumu(-») (Aksaray) IX., XI. ve XII. bölgeler arasındadır. X. Bölge ise Haliç kıyısında idi. L Constantinus döneminde kentin surlar dışında iki mahallesi vardır. Bunlardan biri, bugünkü Ayvansaray'da Blahernai, diğeri Galata'da eski bir yerleşme yeri olan Sykai idi (bak. Galata). Strabo (2. yy) bu yerleşmenin ve limanının varlığından söz eder. I. Constantinus döneminde burasının önem kazandığı ve bir duvarla çevrildiği anlaşılıyor. Blahernai'nin ise özel statüsü olan bir mahalle, daha doğrusu bir küçük kent gibi bağımsız bir ünite olduğu anlaşılıyor. Daha eski bir yerleşme olan Kadıköy, Üsküdar ve Boğaziçi bu sırada kentin organik parçaları değildi.
I. Constantinus, Roma'daki önemli yapıların hemen hepsini yeni başkentte de yaptırmıştır. Dairesel planlı olduğunu kay-
naklardan öğrendiğimiz forumunun merkezinde, üzerinde kendisinin Apollon He-lios görünümünde bir heykeli olan anıtsal bir kolon dikilmişti (bak. Çemberlitaş). iki katlı revaklarla çevrili bu dairesel forumda bir senato binası vardı. Büyük Saray' ın(-») girişi yanında ve Ayasofya önündeki büyük merasim meydanı olan Auguste-ion'da senato ve meydanın ortasında I. Constantinus'un annesi Augusta Helena' mn bir sütun üzerindeki heykeli vardı. Au-gusteion'un yanında, yine bir meydanın ortasında Milion Taşı(->) denilen anıt vardı. Roma kentlerinde Milion, başkentten dışan giden-yolların sıfır noktasını belirlerdi. Konstantinopolis'te bu yol Milion'dan başlıyor ve Meşe üzerinden (bugünkü Di-vanyolu) Constantinus Forumu-Beyazıt-Aksaray yoluyla Altın Kapı'ya uzanıyordu. Bizans döneminin Büyük Saray'ının ilk kuruluşu da I. Constantinus çağındadır. Roma'daki gibi istanbul'da da bir Kapitol vardı. Bunun kesin yeri tartışmalı olmakla birlikte Beyazıt'ta I. Constantinus döneminde varlığı kesin olan bir meydanın batısında, Aksaray'a giden yol üzerinde olduğu anlaşılıyor (bak. Beyazıt).
I. Constantinus dönemi, Hıristiyanlığın devlet eliyle yerleştirilmeye başlandığı, fakat pagan dünyanın da yok olmadığı bir dönemdir. Dolayısıyla bir yandan pagan tapınaklar yapılmaya devam edilirken, Constantinus büyük kiliseler de yaptırıyordu. Bunlardan ikisi kentin günümüze kadar uzanan tarihinde önemli röper noktalarında inşa edilmişlerdir. Bugünkü Ayasofya' nın(-0 yerindeki atriumlu bir bazilika olan ilk Ayasofya Kilisesi'nin inşaatına I. Constantinus döneminde başlandığı kabul edilir, ikinci kilise ise, Constantinus'un mezarını da içeren Havariyun Kilisesi' dir(-») (Ayii Apostoli Kilisesi). Bu mezar kilisesi (martirion) I. lustinianos döneminde (527-565) yeniden inşa edilmiş, fetihten sonra da yerine Fatih Külliyesi yapılmıştır. Bizantion'un başlıca limanlan Roma başkentinin de başlıca limanları olmayı sürdürmüştür. Neorion Limanı hem liman, hem tersane olarak kullanılmıştır. Kuşkusuz Haliç üzerinde ve Marmara kıyılarında başka iskeleler de olmuştur. Lykos (Bayrampaşa) Deresi'nin denize açıldığı vadide (Ye-nikapı) 4. yy'da varlığını bildiğimiz Ele-utherius Limam'mn(->) L Constantinus döneminde yapıldığım düşünenler varsa da bu konuda kesin bir belge yoktur.
Roma ve Bizans imparatorlarının Büyük Saray'ı birinci tepenin Marmara'ya ve Boğaz'a bakan yamaçlarında, yani Topka-pı Sarayı'nın(-0 bahçelerinin ve Hippod-rom'un(-») güneyindeki yamaçların üzerinde kurulmuştur. Bu sarayın konumu, bütün Bizans dönemi kent yaşamını yönlendirdiği gibi, Türk döneminde de Topka-pı Sarayı'mn yerinin belirlenmesinde etkili olmuştur. Bizans sarayının sonradan Top-kapı Sarayı'mn kurulduğu yere yerleşmemiş olmasının nedeni ise, eski Akropol ve çevresindeki yapıların I. Constantinus döneminde henüz yaşamakta olmasındandır. Önce Yeni Roma, sonra Konstantinopolis adı verilen kentin görüntüsünü ha-
Bizans döneminden günümüze kalan anıtsal yoğunluk. n Kuban
yal etmemize yardım edecek örnekler eski Roma, Anadolu'daki Roma kalıntıları ve onların rökonstrüksiyonlarıdır.
L Constantinus ancak Roma döneminde olabilecek bir hızla kenti çok sayıda a-nıt yapı ile doldurmuştu. Roma'dan gelen senatörler, devlet büyükleri saraylar yaptırmışlar, kentin anayolları revaklarla donatılmıştı. O dönemde ve daha sonraki yüzyıllarda da örneklerine çok rastlanan re-vaklı yollar (embolos) bir Helenistik gelenektir ve Konstantinopolis'in görüntüsüne de büyük bir özellik kazandırmış olmalıdır. Yarımadanın burnunda, sarayla liman arasında ve Dafne Sarayı'ndan başlayarak Marmara kıyılarında, kara surlarının bittiği yöne uzanan iki büyük revaklı yol yapılmıştı. Augusteion'dan Constantinus Foru-mu'na uzanan ve Septimius Severus zamanında da var olan revaklı yolun, daha büyük boyutlarda yeniden yapılmış olduğu ve Constantinus Forumu'ndan öteye de Beyazıt'a kadar uzandığı kabul edilebilir. Bu büyük revaklı yolun bütün anayol (Meşe) boyunca sonradan Arkadios Forumu' nun(->) yapılacağı Cerrahpaşa'ya kadar u-zandığı biliniyor. Ayasofya'nın önünden surlara kadar üst katları heykellerle süslü, alt katlarında dükkânlar olan ve üst katlarına merdivenlerle çıkılan, büyük bir olasılıkla taş döşeli böyle bir anıtsal yolun kentin ortasından geçmesi, önemli bir kentsel düzenleme olgusudur. Büyük anıtlarla süslü forumları birbirine bağlayan böyle bir anayol tasavvuru bugün bile insana heyecan verecek niteliktedir ve I. İustini-anos döneminden sonra, ne Bizans, ne Osmanlı döneminde, ne de bugün, istanbul buna yaklaşan bir kent vizyonuna sahip olmuştur.
Kentin nüfusu, başlangıçta, daha çok Trakya'dan gelen halkın iskânıyla oluşturuldu. Kent valiye (praetorian prefect) bağlı bir "curator" ve gelişmiş bir idari kuruluş tarafından idare ve kontrol ediliyordu (bak. idari yapı). Nüfusu kısa bir sürede artarak, 5. yy'da Konstantinopolis, Roma'dan daha kalabalık bir kent olmuştur. Daha kurulduğu zamanda bile büyük olan kent, kendini doğal olarak besleyen bir hinterlanda sahip değildi. Onun için kentin beslenmesi, suyunun sağlanması bütün tarihi boyunca önemli bir sorundu. Daha o dönemde 332'den sonra kendi kendini beslemesi olanaksız kentte halka ekmek, yağ ve şarap dağıtılması bir kural haline getirilmiştir. Kentin beslenmesini Anadolu, Suriye ve Mısır sağlıyordu. Özellikle Mısır, bütün tarihi boyunca kentin deniz ticaretinin başlıca kaynaklarından biriydi. Bu ticaret tarihinin anısı Eminönü'ndeki Mısır Çarşısı'nda bugüne kadar yaşamış ve simgeleşmiştir.
I. Constantinus döneminde kent, Doğu Akdeniz'in ve Ege'nin Antakya, İskenderiye, Efesos gibi eski merkezleriyle boy ölçüşecek bir sanayiye de sahip değildi. Fakat devletin bütün ilgisi ve desteği bu yeni başkentte yoğunlaştığı için, büyük bir pazar olarak, ticaret ve sanayi kapasitesi kısa sürede artmıştır.
Bu yeni imparatorluk başkenti, artık eski Grek kolonisinin devamı değil, yeniden yapılmış bir Roma kenti idi. Roma imparatorluk mimarisinin geç dönem amtsallığı ve maniyerizminin ifadesiydi. Burckhardt' m deyimiyle I. Constantinus'un kendi şerefine yaptırdığı bir kentti. Ne yazık ki toprak altında kalmış, gizli anıtsal fragmanlar ve gösterişli temel kalıntıları dışında bu
dönemin hiçbir yapısı günümüze ulaşmamıştır. Çok sonra yapılmış Teodosios Takı, Studios Bazilikası, Polieuktos ve Ayasofya kiliseleri gibi yapılarda o görkemli mimarinin daha sonraki yüzyıllara yansıyan anıtsallığım görebiliyoruz.
I. Constantinus'un Hıristiyanlığı kabulü, bu kenti o dönemde Kudüs, Antakya, Efesos gibi en büyük Hıristiyan merkezlerinden biri yapmıştır. Giderek Hıristiyanlık tarihinin en büyük imparatorluğu olan Doğu Roma-Bizans Imparatorluğu'nun başkenti olan Konstantinopolis'te pagan anıları ve Latin dili I. lustinianos çağına kadar yaşamış, Roma paganizmi en büyük ö-lüm kalım savaşım burada vermiştir. Bu mücadeleden zaferle çıkan Hıristiyanlık da ilk büyük politik örgütlenmesini burada yapmış ve Avrupa ortaçağı için ulaşılamayan bir model statüsüne sahip olmuştur.
4. yy'ın sonunda kent nüfusunun çok arttığı, Haliç ve Marmara kıyılarında bazı yeni mahallelerin oluştuğu anlaşılıyor. Fakat aynı dönemde imparatorluk batıda ve doğuda Gotların ve Hunların sürekli akınlarıyla ve Konstantinopolis de giderek artan Hun tehdidi ile karşılaşmıştı. II. Teodosios döneminde (408-450), kentin Constantinus Suru dışındaki yeni yerleşme alanlarını ve özellikle Blahernai'yi içine alan ve bugüne kadar gelen surların inşasına 413' te başlandı. Prefektus Antemios'un büyük çabalarıyla süratle yapılan iç surdan sonra Haliç ve Marmara surları da 439'da tamamlandı. Fakat Atilla'nın Roma'yı haraç alacak kadar sıkıştırdığı sırada 447'de, kara surları önüne daha alçak bir ikinci sur ve hendek yapılmıştır. Bu yeni surlar, büyük bir boş alam da kent içine almış ve kent alanı 2/5 oranında büyümüştür. An-
KENTİN GELİŞMESİ
530
531
KENTİN GELİŞMESİ
lölö'da Pieter von der Keere'nin çizgileriyle istanbul panoraması (I). Doğan Kuban koleksiyonu
lölö'da Pieter von der Keere'nin çizgileriyle istanbul panoraması (II). Doğan Kuban koleksiyonu
çak bu yeni alan kentin idari bölünmesine yansımamış ve eski bölgeler aynen kalmıştır. Böylece, yeni surların, savunma çizgisini, daha elverişli bir topografyaya o-turtmak amacını da taşımış olduğu söylenebilir. Bu sur çizgisi, Blahernai (Ayvansa-ray) bölgesinde daha sonra Komnenoslar döneminde yapılan değişiklikler dışında, kentin Bizans dönemindeki batı sınırını oluşturmuştur. Constantinus Suru'nun dışı, her zaman tenha, hemen hemen büyük a-nıt içermeyen, bir tür kırsal alan olarak kalmıştır. Konstantinopolis, kuruluşu ile I. lustinianos arasındaki 200 yıllık dönemde, başka bir deyişle, toplumun henüz Romalı niteliklerim koruduğu bir dönemde biçimlenmiş ve en görkemli anıtlarına sahip olmuştur. Bu boyutları surlarda, Ayasofya' da, anıtsal sütunlarda ve zaman zaman ortaya çıkan diğer arkeolojik kalıntılarda görüyoruz. Yazılı belgeler de değerlendirilerek kentin o döneminin hayali bir rö-konstrüksiyonu yapılabilir. Doğu Roma başkentinin en gelişkin dönemi 4. ve 5. yy'larla I. İustinianos'un imparatorluk dönemidir. Fakat 7. yy'da, imparatorluğun doğu ve güney bölgeleri Arapların eline geçip Arap donanmalarının Konstantinopo-lis'i tehdit edecek kadar güçlendikleri dönemde ve özellikle ikonoklast figür düşmanlığı kentin antik görüntüsünü ortadan kaldırdıktan sonra yaşayanlar, eski Roma başkentini hep tılsımlı hikâyelerin sisleri içinde anımsamışlardır.
Ortaçağ Konstantinopolis'i: Konstantinopolis'in geç Roma görkemini yitirdiği dönem, Herakleios'un (hd 610-641) Doğu' daki yenilgisi ve özellikle Arapların Yakındoğu'da, Bizans ve Sasani Iranı gibi antik devletleri yenerek kısa bir sürede bölgeye egemen olmalarıyla başlar. Bizans'ın küçülmesiyle, Konstantinopolis'in küçülmeye başlaması eşzamanlıdır. Araplar 7. yy' in sonunda ve 8. yy'ın ilk çeyreğinde Bizans başkentini denizden ele geçirme teşebbüsüne girişecek kadar cesaretlenmişlerdir. İstanbul'un tarihinde bu dönem, çoğunun sadece adlarını bildiğimiz ve küçük bir bölümü de camiye çevrildiği için yaşayabilmiş dini yapılarla temsil edilir. Yapı açısından kent bir mirasyedi sayılabilir. Komnenoslara gelene kadar, önemli bir
ortaçağ yapısı olarak sadece Bodrum Ca-mii'niC-O (Mirelaion Manastırı Kilisesi) biliyoruz.
Teodosios Surları, asıl kentin 20. yy'a gelene kadarki sınırlarını ve I. tustinianos'a kadarki yapılanma da ufak değişikliklerle, genel strüktürünü saptamıştır. Bu strük-tür platonun su ayrımı çizgisinde yerleşen bir anayol (Meşe, Via Triumfalis) ve onun üzerinde, forumlar çevresindeki anıtsal yoğunlaşmayla kentin kaburgasını oluşturmuş; onun çevresinde Marmara ve Haliç / kıyılarında, iki konut alanı olmuştur. Haliç/ kıyısındaki konut alanı limana yaklaştıte-ça ticaret alanına dönüşmüş, anayolla7liman arasında kalan alan, bütün kent tarihi boyunca kentin ticaret merkezrolmuş-tur. Marmara kıyılarındaki limanmr, ikinci planda işlevler görmüşler^-Constantinus Suru dışında kalan alarMse ovası ve yay-lasıyla, yoğun bir yapılaşmaya sahne olmamıştır. Bu strüktür, temel çizgileriyle Cumhuriyet dönemine kadar kimliğini korumuş, kentin genel görünümü, topografya ile bu anayol kurgusunun birleşmesinden meydana gelmiştir.
Bizans Döneminde Kentin Çevresi: Konstantinopolis, İstanbul'un, 16. yy'dan bu yana kent dışına yayılmasına benzer bir gelişme göstermemiştir. Tersine, suri-çi bile giderek daralmıştır. Gerçi Galata, Halkedon gibi küçük kentler ve Skutari-on (Üsküdar), Kosmidion (Eyüp) ve Heb-domon (Bakırköy) gibi dış mahalleler ve Boğaz kıyılarında da bazı köyler ve kent dışı saray ve köşkler vardır. Fakat bunlar kentin organik parçaları olmamıştır. Bunların en eskisi, belki Bizantion'dan da önce kurulmuş olan Halkedon'dur (bak. Kadıköy). Üsküdar (Krisopolis) Asya'ya geçişin bir ayağı; belki Halkedon'un da uzak bir iskelesiydi. Sonradan surlar içine alınan Blahernai'nin de bir erken yerleşme yeri olması olasılığı vardır.
Azapkapı(->) ile Karaköy(-*) arasında adını orada yetişen incir ağaçlarından aldığı söylenen Sykai'nin (Galata) surlarının ilk kez Constantinus döneminde yapıldığı söylenir (bak. Galata). I. lustinianos'döneminde bu bölge bağımsız bir kentin bütün öğelerim içeren bir yerleşme olmuştur. Fakat günlük yaşantısında, Haçlı dönemi-
ne gelinceye kadar, Konstantinopolis'ten bağımsız bir yaşamı da olmamıştır. İusti-nianos'un/Ayvansaray'la Hasköy arasında inşa ettiği söylenen köprü, anakentle Ga-lata'yı birleştirmek için tasarlanmış olabilir. IV./Haçlı Seferi sırasında bu köprünün Blahernai Sarayı karşısında olduğunu Vil-lehardouin yazar. Fakat İbn Battuta(->) 14. yyın birinci yarısında bu köprünün varlı-Mna değinmemiştir. O sırada karşıdan kar-/şıya kayıklarla geçildiğine göre, daha önce köprünün yıkılmış olduğu anlaşılıyor. Galata 13. yy'da Cenevizlilere.(-0 verildikten sonra gelişerek kendi başına önemli bir ticaret kenti olmuştur. 14. yy'ın başında bağımsız bir kent statüsü kazanan Ga-lata'ya, fetih sırasında Fatih dokunmamış ve kısa bir süre Cenevizlilerle anlaşmıştır. Osmanlı döneminde de Galata tüccarlarının ve bankerlerinin, kentin dış ticaretinin büyük bir bölümünü kontrol ettiklerini biliyoruz.
Bizans tarihinde kentin surlar dışındaki en önemli dış mahallesi Hebdomon' dur(-»). Ordu sefere buradan çıkardı. Osmanlı döneminde Davutpaşa'nın rolü, Bizans döneminde Hebdomon'daydı. Burada imparator sarayı ve büyük bir kışla vardı. Seferden dönen imparator burada karşılandığı gibi, yaz aylarında da bir sayfiye olarak kullanılırdı. 10. yy'a kadar birçok imparator, ordu tarafından burada tahta çıkarılmıştır. Zamanla bu sarayın ve kışlanın çevresinde bir küçük yerleşme oluşmuş, kiliseler ve revaklı bir çarşı yapılmıştır.
Bizans döneminde Haliç'te(-»), Boğa-ziçi'ndeG-0, Adalar'da(->) ve Anadolu yakasında, özellikle imparatorlar tarafından yaptırılmış saraylar, manastırlar ve kiliseler olmuştur. Haliç'te Kosmidion (Eyüp), Kosmos ve Damianos adlı azizlere ithaf edilmiş bir kutsal bölge idi. Bugünkü tersanenin yerinde, Bizans döneminde, Cenevizlilerin birkaç tezgâhı olabilir. Boğaz kıyılarında Beşiktaş'ta(->) (burasının adının Ayios Mamas olduğu konusu tartışmalıdır) 5. yy'da bir saray ve yakınında da bir revaklı çarşı yapılmıştı. Boğaziçi'nde Ayios Fokas (Ortaköy), Sofianai (Çengelköy), Brohtoi (Kandilli) gibi tanınmış köyler ve Karadeniz çıkışına kadar dağınık yapılaşma oluşmuştur.
Osmanlı Dönemi
İslam dünyasının politik programında Kons-tantinopolis'in fethi peygamber döneminden bu yana önemli bir amaçtı. II. Mehmed' in (Fatih) (hd 1451-1481) İstanbul'u alması ise Türklerin İslam tarihinden daha geniş bir tarihi sürecin iç koşulları içinde, Ba-tı'ya göçlerinin ve ona paralel fetihlerinin bir aşamasıdır. Hunlarm, Peçeneklerin ve Kumanların, Moğolların ve Türklerin, çeşitli zaman dilimlerinde ve değişik yollardan Avrupa'ya uzanmaları, en kalıcı eylemini İstanbul'un fethi ile taçlandırmıştır. Fakat bu hareketin Avrupa'nın ortasına kadar daha yüzyıllarca sürdüğünü de anımsamak gerekir.
Fethedilen kent, 15. yy'ın başında görenlerin anlattıkları gibi, köyleşmiş, harap, bakımsız ve 13. yy'daki Latin yağmasından sonra kendine gelememiş bir kentti. 1453' ten önce surlar içinde kalan nüfusun 25-50.000 arasında olduğu tahmin edilir. Surlar ve Blahernai Sarayı, fetih sırasında tahrip edilmişti. Önce, kalan nüfusu ve orduyu barındırmak gerekiyordu. Kentte kalan evler onları ele geçirenlere, boş kalanları dışarıdan gelenlere verilmiş; kentin kalan halkına, hattâ sultanın hissesine düşen e-sirlere mahalleler, ordu mensuplarına ve dervişlere de evler ve manastırlar tahsis e-dilmiş; başta Ayasofya olmak üzere bazı kiliseler camiye çevrilmişti. Henüz stratejik önemini yitirmemiş olan surlar hemen tamir edilmiş ve Tauri Forumu'nun(->) Halic'e bakan yönünde, büyük bir olasılıkla eski bir sarayın kalıntıları üzerine bir saray; eski kentin Yedikule'deki Altın Kapı çevresinde, devlet hazinesinin saklanması a-macıyla, bir hisar yapılmasına başlanmıştır. Konstantinopolis'in, Fatih tarafından başkent haline getirilmesi için 4 yıl gerekmiş; İstanbul ancak 1457'de Edirne'nin yerine başkent olmuştur.
Kentin güvenliğinin sağlanmasından sonraki ilk sorun, bir başkent için yeterli bir nüfus sağlanmasıydı. Fatih döneminde kente Anadolu'dan, Rumeli'den, Ege adalarından getirilen Türkler, Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler yerleştirilmiştir. Yerleştikleri bölgelere, bazen geldikleri yörelerin adları verilen başkentin bu ilk devşirme halkının kompozisyonu, devletin etnos (ka-
vimler) üstü yapısını çok iyi gösterir. Türkler Aksaray ve Beyazıt çevresi ile Eski Sa-ray'la(->) Fatih Külliyesi arasında Halic'e bakan yamaçlara yerleşmişlerdir. Rumlar, daha çok Marmara kıyılarına, biraz da Galata'ya; Ermeniler ise Samatya'ya iskân e-dilnıiştir. Eyüp'teki imaret çevresinde Bur-sa'dan gelen Türkler vardır. Galata surları dışında Tophane'ye Samsun ve Sinop' tan gelenler, Üsküdar'a yine Türkler yerleşmişlerdir. Fetih sırasında tarafsız kalan Galata Cenevizlileri ticaret, din ve özgür yaşamları için Fatih'ten 1453'te bir ahitname almışlarsa da 1455'te "zimmi" statüsüne girmişlerdir.
Fetihten başlayarak Türk dönemi İstanbul'unun bir özelliği, kent güvenliği kaygısının hemen hemen ortadan kalkmış olmasıdır. Osmanlı döneminde de 18. yy'a gelene kadar, surların tamirler geçirdiğini biliyorsak da, genelde Türkler Haliç ve Boğaz kıyılarına yerleşmeye oldukça erken başlamışlardır. Bu durum, İstanbul'un tarihi karakterini saptamak açısından birincil önem taşır. Birçok büyük Avrupa kenti, büyük bir yapı yoğunluğuna sahip oldukları halde, surlar içinde, kapalı kent olarak gelişmiştir. Bunların arasında, Londra gibi kuruluşundan kısa süre sonra sur dışında gelişmeye başlayanlar azdır. İstanbul, fiziksel gelişme açısından ikili bir karakter taşır. Bir yandan surlar, âdeta görsel olarak, kentin kara yönünde gelişmesini engellemişler, kent, bir-iki mahalle dışında, sur dışına 19. yy'a kadar çıkmamıştır. Öte yandan 15. yy'dan başlayarak kent sur dışında gelişmiş, kıyıları izleyerek Haliç ve Boğaziçi kıyılarında, Üsküdar'da mahalleler oluşmuştur. Kent nüfusunun sur dışında yerleşmesi, kent içinin yoğun bir kent karakteri almasını engellemiş, 20. yy'a gelene kadar, suriçi bahçeli bir Anadolu kentinin özelliklerine sahip olmuştur.
Bizans döneminde olduğu gibi Türk döneminde de, din uluları için kutsal yerler yaratılmıştır. İstanbul'un fethinin politika dışındaki dini ve simgesel anlamına işaret eden en önemli eylem, Fatih'in kente yerleşir yerleşmez Eyüp'te peygamberin sahabelerinden Ebu Eyyub el-Ensarî'nin(->) mezarı olduğu rivayet edilen yerde bir türbe ve bir cami yaptırması olmuştur. Pey-
gamberin bir hadisi ile kutlulanan İstanbul'un fethi, bu türbe ve camiden sonra, yanlarına bir medrese ve aşhane eklenerek Türk döneminin sosyal yardımlaşma kurumlarının ilki olan bir yapı kompleksi "i-maret" ile vurgulanmıştır. Bu dinsel içerikli yerleşmenin, Bizans döneminin Kosmidion adını taşıyan ve yine Kosmos ve Damianos adlı azizlere yaptırılan bir manastır çevresindeki mahallenin yerini alması, ilginç bir sürekliliğe işaret eder. Eyüp, İstanbul tarihinde Fatih'in bu ilk simgesel jestini sürdüren sultanların ve devlet büyüklerinin eliyle, bugüne kadar etkinliğini sürdüren, önemli bir Türk mahallesi ve bir kadılık merkezi olmuş ve burada Türk döneminin önemli mimari yapıtları inşa edilmiştir.
Fatih döneminde İstanbul'da birçok a-nıtsal yapı inşa edilmiştir. Fakat bunlar arasında Fatih Külliyesi, İstanbul'un fiziksel ve sosyal tarihinde önemli bir yer taşır. Dini ve sosyal amaçlı bu külliye, İslam dünyasında o zamana kadar görülmemiş bir anıtsal kompozisyon fikri ile inşa edilmiştir. 1463-1470 arasında inşa edilmiş olan Fatih Külliyesi İstanbul'a damgasını vuran büyük külliyeler dizisinin ilkidir. Fatih Kül-liyesi'ne bir Türk forumu olarak bakmak gerekir. Adı da Fatih Meydanı olan büyük bir dış avlunun çevresindeki eğitimsel ve sosyal içerikli yapılar, büyük bir nüfusun eğitim, sağlık, sosyal yardım hizmetlerini karşılıyorlardı. Bu sosyal ve kültürel içeriğin ötesinde, ilk kez burada kent siluetine giren yeni boyutlar, kubbe dizileri, minareler Türk dönemi fizyonomisinin ana temasım oluşturmuşlardı. Fatih Külliyesi' nin yer seçimi, kentin ilk kurucusuna referans veren ve bir ikinci kurucu kimliğini vurgulayan simgesel bir eylem ifadesidir. Bu yer seçiminin Osmanlı ordusunun nitelikleriyle de bir ilgisi olmalıdır. Deniz, Türkler için birincil bir ulaşım yolu olmamıştır. Kara ordusunun Edirne yolu da Marmara kıyısından değil, içeriden geçmiştir. Fatih Külliyesi bu karayolunun başı o-larak görülebilir. Fatih'in, külliyesini buraya kurmuş olmasının, kentin bu bölgedeki yerleşmesini teşvik için de yapılmış olduğu düşünülebilir. Fakat kentin ele geçirilmesinden 15 yıl sonra, 1.000'e yakın
Dostları ilə paylaş: |