İRAN ELÇİLİĞİ BİNASI
Eminönü ilçesi, Alemdar Mahallesi'nde, Babıâli Caddesi ile Türkocağı Caddesi'nin kesiştiği köşededir. Batısında Düyun-ı Umumiye binası (bugün istanbul Lisesi), kuzeyinde Cağaloğlu Yokuşu yer alır. Günümüzde İran islam Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosluğu olarak işlevini sürdürmektedir.
Elçilik arsasını 1866'da satın alan İran' in İstanbul Elçisi Hacı Mirza Hüseyin Han, binanın yapımı için italyan kökenli Levanten mimarlardan Giorgio Domenico Stam-pa ile anlaşarak inşaatı ona yaptırmıştır. İstanbul'da başka önemli yapıları da olan Mimar Stampa, 1836'da İstanbul'da doğmuştur. İtalya'nın İsviçre sınırına yakın Como kentinden İstanbul'a göçen Stampa ailesinin mezarı Feriköy Latin Katolik Mezarlığı'ndadır. Ayrıca, arazinin alınmasından evvel 1856'da, Iran Şahı Nâsırüd-din, bir ferman ile "istanbul'da Türk hükümetinin mimarı" olarak tanımladığı italyan mimar Gaspare Fossati'ye(->) bir proje hazırlatmış ve ikinci dereceden bir nişan vermiştir. Fermanda, "imparatorluk Sarayı" o-larak söz edilen bu projeden günümüze, isviçre Bellinzona Cantonale Arşivi'nde muhafaza edilen suluboya tekniği Ue renklendirilmiş bir kesit çizimi ulaşmıştır. Bu çizim, projenin bir imparatorluk sarayından çok bir elçilik sarayı için hazırlandığını düşündürür ve içerdiği anıtsal merdiven, balo, dans, oyun ve yemek salonları ile mevcut yapıya benzerlik gösterir. Stam-pa'nın, elçilik binası inşaatını Fossati tasarımlarından yararlanarak yürütmüş olması mümkündür. Ayrıca, 1869'da Giu-seppe Fossati'nin(-0, İtalya'ya döndükten sonra İranlılar için bir proje üzerinde çalıştığı bilinmekteyse de bununla ilgili çizimler henüz tespit edilememiştir.
19. yy'ın ortalarında, İstanbul'da birçok yabancı ülke temsilcilikleri yeni ve modern elçilik binaları yaptırırken, İran Elçiliği kiraladığı ahşap evlerde hizmet vermekteydi. Aynı yıllarda İran devleti, Avrupa'yı model alan bir değişim isteği ile bu yönde hareket eden Rusya'ya ve İran gibi Müslüman bir ülke olan Osmanlı Devle-ti'ne, daha sonra başbakan olacak Mirza Taki Han gibi önemli temsilciler göndererek yenileşme yolunda atılan adımları incelemekteydi. 1860'ta istanbul'da göreve başlayan Elçi Hacı Mirza Hüseyin Han, Süleyman Paşa'dan kiralayıp elçilik olarak kullandıkları ahşap yapının, içindeki tüm kıymetli eşya ile birlikte yanması üzerine, 1865'te şaha bir rapor göndererek, uygun bir arsa satın alıp İran devletine yakışır bir sefaret binası yaptırmak için izin istedi. Bu rapor üzerine Şah Nâsırüddin 1866'da Elçi Hüseyin Han'a bir ferman yollayarak, eski anlaşmalara göre iran'ın tarihi yarımadada bir konsolosluk bulundurma hakkı olduğunu ve bu hakka dayanarak suriçin-de güzel bir yer bulunup alınmasını istedi. Cağaloğlu'ndaki arazi bu ferman üzerine aynı yıl bir Osmanlı paşasından satın alındı. İstanbul'da bulunan tüm elçilik binala-n Pera'da yer alırken, Iran Elçiliği, tarihi ya-
İRAN OKULU
190
191
İRANLILAR
rımadada bulunan tek elçilik olarak istisna teşkil eder. Iran elçilik kaynaklarına göre istanbul'un en güzel yerinde, Babıâli'ye yakm böyle kıymetli bir arsayı yabancı bir sefarete satan paşa, hizmetten ihraç edilerek bir süre sürgüne gönderildi.
1880'lerde yapının bakım onarım hizmetlerinden Mimar Valsamaki sorumludur. 1900'de istanbul'u ziyaret eden Mu-zafferüddin Şah, elçiliğin kuzeyinde bulunan evkafa ait arsanın satın alınarak arazinin genişletilmesini isteyince, II. Abdül-hamid (hd 1876-1909) burayı satın alarak elçiliğe vermiştir. Geçtiğimiz yıllarda, binanın denize bakan kuzey kısmının üstüne, cepheleri tamamen şeffaf, metal konst-rüksiyon bir kat ilave edilmiştir. Kütle estetiğini zedeleyen bu muhdes kat dışında yapı, özgün mimarisini ve tezyinatım koruyarak günümüze ulaşmıştır.
Iran Elçiliği binası, kuzeye doğru e-ğimli, bahçe şeklinde düzenlenmiş arsanın doğu kenarında, bir bodrum kat üzerine 3 katil olarak inşa edilmiştir, iki yanında bekçi kulübeleri bulunan bahçe girişi Türkocağı Caddesi üzerindedir. Yarım daire kemerli pencereleri olan, köşeleri taş kaplı bu küçük yapılarla sınırlanmış metal parmaklıklı giriş kapısının her iki yanında, ikişer kolon ve üzerlerinde aslan heykelleri yer alır.
Yaklaşık 24x24 m ölçülerinde bir tabana oturan ana yapının kuzey cephesi aksında çokgen bir çıkmaya yer verilmiştir. Güney cephesinde bulunan ve mermer basamaklarla ulaşılan ana giriş, yuvarlak kemerli üçlü geniş açıklıklarla ve bunlann önünde saçak vazifesi gören ve dörder mermer kolona taşıtılan iki katlı balkonlarla vurgulanmıştır. Giriş mekânından ko-lonatla ayrılmış kare planlı merkezi sofa, yapının kalbi durumundadır. Sofanın batısında yine kolonların gerisinde üst katlara bağlantıyı sağlayan anıtsal merdiven, kuzeyinde büyük bir salon, doğusunda ve köşelerde diğer salonlar yer alır. Özenle dekore edilmiş yüksek tavanlı giriş ve birinci kat salonlarında eski Iran mimarisinden esinlenilmiş süsleme elemanları da kullanılmıştır. Yapının konsolosluk ofisi olarak kullanılan bodrum katına Babıâli
Iran Elçiliği binasının ön cephesinden bir görünüm. Cengiz Can, 1993
Caddesi üzerinden ikinci bir giriş sağlanmıştır.
Cephe, mimarisi bakımından, istanbul Tanzimat dönemi kagir yapılarında yaygın olarak izlenen Batılı anlayışta bir düzenleme sergiler. Döşeme seviyelerinde katları birbirinden ayıran dekoratif taşkın silmeler ve saçak parapeti yapıyı dört cepheden çevreler. Eşit aralıklarla sıralanmış basık kemerli pencereler prizmatik tabanlara oturan pilastr şeklinde kolonlarla ayrılmıştır. Profilli sövelerle canlandırılan pencerelerde dökme demir korkuluklar kullanılmıştır. Giriş cephesi aksında, birinci kat döşeme seviyesinde yer verilen yüksek kabartma tekniği ile yapılmış insan yüzü figürü yapının dikkat çeken süsleme elamanıdır.
19. yy'ı Batı'yı model alan yenileşme programlarıyla tamamlayan iran'ın istanbul mimarisine kazandırdığı elçilik binası, Osmanlı Tanzimat dönemi mimarlığının nitelikli bir örneğidir.
Bibi. H. M. Sasani, Yadbudhay Sifareti istanbul, Tahran, 1361 (1982) s. 8-9; C. Can, "istanbul'da 19. Yüzyıl Batılı ve Levanten Mimarların Yapılan ve Koruma Sorunları", (Yıldız Teknik Üniversitesi, yayımlanmamış doktora tezi), 1993, s. 206-210.
CENGiZ CAN
İRAN OKULU
Eski adı, Debistan-ı Iraniyan'dır. Bir azınlık kurumu sayılmayan okul, 1882'te kurulmuştur. Öğretim dili Türkçe ve Farsça olup giderlerini, müdür ve öğretmenlerin seçimini Iran Eğitim Bakanlığı üstlenmişti. Sadece Iran Elçiliği görevlileri ile Iran uyrukluların çocuklan alınmaktaydı.
ilk açıldığında Yeşildirek'te Yıldız Hanı' nm bir odasında öğretime başlayan Iran Okulu, daha sonra Sultanahmet Binbirdi-rek'teki daha önce Iran Hastanesi olan 3 kadı binaya taşındı. 1955'te yenilenen ruhsatına göre o sırada 30 kız, 28 erkek öğrencisi vardı. Bu sayı 1963'te 28 kız, 34 erkek olmak üzere ancak 62 olmuştur. 1979'da iran'daki rejim değişikliği sonrasında okulun adı Iran islam Cumhuriyeti ilkokulu oldu. Ancak TC yasalarına aykırı biçimde okulda lise sınıfları da vardı. Yönetim işleri ise Iran islam Cumhuriye-
ti kurallarına uyarlanmıştı. Bu durum, 625 sayılı Özel Öğretim Kurumlan Kanun'u'na bir çelişki oluşturduğundan 1991'de yapı-, lan genel denetim sonunda 625 sayılı kanunun 15. maddesine göre okul, "eğitim faaliyetini sürekli olarak durdurma" kararıyla kapatılmıştır.
AYHAN DOĞAN
iranlılar
istanbul'da, eski dönemlerden, yaklaşık 15. yy'dan itibaren iranlı tüccar ve gezginler vardı. Ancak kültürel, dinsel, siyasal kurumlarıyla örgütlü bir Iran cemaatinden, 19. yy'ın ortalarından itibaren söz edilebilir. 19. yy'ın sonu, 20. yy'ın başlarında bu cemaat parlak bir varlık göstermiş, Cum-huriyet'in kuruluşunu izleyen yıllarda ise önemi azalmıştır. Iran cemalinin çoğunluğunu, Tebriz, Hoy, Selmas ve Şebüster kökenli Azeriler meydana getiriyordu. Asıl Iran kökenliler ise Tahran, Isfahan, Kaz-vin, Kaşan ve Horasan'dan gelmişlerdi. Han Malik Sasani'ye göre 19. yy'ın sonunda Iran cemaati 15.000 kişi kadardı. Haklarındaki bilgiler iranlı gezginlerin gezi notlarına ya da Iran hariciye memurlarının raporlarına dayanır. Bunlar arasında
19. yy'ın başlarında Mirza Salih Şirazi, 19.
yy'ın sonlarında Muhammed Ali Pirzade
ve Mirza Muhammed Hüseyin Ferhani;
20. yy'ın başında da Han Malik Sasani sa
yılabilir.
Bu cemaat çağdaş Ortadoğu tarihinde önemli bir rol oynamış, iran'a Batı mo-dernizminin aktarılmasının öncüsü olmuştur, istanbul iranlılar için Iran ile Batı arasında bir geçit, bir "dış bağlantı", aynı zamanda da reformlar için bir deneyim bölgesiydi. Bu anlamda iranlılar Osmanlı reformlarının deneylerinden hayli yararlanmışlar ve Tanzimat'tan esinlenmişlerdir (örneğin Midhat Paşa'nın yazdığı anayasa taslağının çevirisi 1877'de istanbul' daki Farsça Ahter mecmuasında yayımlanmıştı). Öte yandan istanbul iran'daki Kaçar Hanedanı'nın otoriter rejimi ve 1906 karşıdevrimi aleyhine pek çok iranlı özgürlükçünün siyasal faaliyetinin üssü olmuştu. Nitekim, sürgündeki iranlılar 1905-1906 meşruti devrimim bu kentte hazırlamışlardı, iranlı siyasal muhalifler ayrıca kendi mücadelelerinde Jön Türkler' den yararlanmışlardır, 1908'den sonra ise Jön Türkler (ittihatçılar), tıpkı farmasonlar gibi, iran'da özgürlük ve reform hareketini aktif olarak destekleyen güçlü gruplardan biri olmuştur.
istanbul'daki iranlı özgürlük yanlılarının 1907'de Valide Han'da Encümen-i Sa-adet-i Iraniyan-ı Mukimin-i istanbul adıyla kurdukları cemiyet iran'da en güçlü politik gruplardan birisi haline gelecek, iç savaşla ya da 1906 karşıdevrimine direniş hareketleriyle (Tebriz ayaklanması gibi) sarsılan iran'la istanbul'daki muhalifler a-rasında haber akışını sağlayacak ve 1909' da anayasal (meşruti) rejime dönülmesinde birinci derecede rol oynayacaktı.
istanbul'daki iranlıların diğer bir sosyal faaliyeti olarak, Iran kahveleri ya da Encümen-i Nisvan-ı Irani-yi Mukim-i ts-
Ü
«nbul burada yaşayan ranlı kadınların Sütü belirtilebilir. O yıllarda istanbul'da rol sayıda iranlı aydının bulunması, Av-ruoalı Şarkiyatçılar için de bir kolaylık teş-S etmişti, örneğin E. G. Brown, Iran tarihi ve edebiyatı konusunda yazdığı önemli kitaplar için kullandığı bilgi ve dokümanların temininde istanbul'daki iranlılardan çokça yararlanmıştır. Bu iranlılar arasında şairler, edebiyatçılar, siyasi şahsi-vetler gazeteciler bulunuyordu.
19' yy'ın ortalarından Türkiye Cumhu-riyetfnin ilk günlerine kadar var olan bu iranlı topluluğunun içindeki özgürlükçü, çoğunlukla da devrimci iranlılar, daha sonra gerek modem iran'ın kurulmasında, gerek islam reformculuğunda, gerekse çağdaş Iran edebiyatında özgül bir yer tutmuşlardır. Bunlar arasında, Osmanlı reformculuğundan etkilenerek yazdığı Def-ter-i Tanzimat kitabıyla tanınmış Mirza Melkom Han (ö. 1908), Fransız Morier' nin Isfahanh Hacı Baba adlı kitabının Farsçaya serbest bir çevirisini yaparak ülkesindeki iktidarı ve o zamanki Iran toplumunu eleştirmiş olan Mirza Habib Isfa-hani (ö. 1893), Seyabatname-i İbrahim Bey adlı yapıtı Azerbaycan ve Türkistan'da çokça okunmuş olan Zayne'l Abi-din Meragi (ö. 1911) ve Se Mektub (Üç Mektup) adlı kitabıyla şah despotizmine ve molla karanlığına hücum eden Mirza Agâh Han Kirmani (ö. 1896) sayılabilir. Bütün islam dünyasınca tanınan diğer bir düşünce adamı Osmanlıların reformcu ve Panislamist fikirlerinden bir hayli yararlanmış ve görüşleriyle Arap reformcularından Kırım' daki Tatar ve Kazan aydınlarına kadar geniş bir kesimi etkilemiş bulunan Cemaleddin Afgani'dir (ö. 1897). Gene aynı yazarlar arasında büyük edebiyat adamı ve özgürlük yanlısı Ali Ekber Dihhoda'yı da anmak gerekir, istanbul'daki iranlı aydınların yayımladıkları Ahter, Şems, Soruş vb dergilerin iran'daki siyasal uyanışta, meşrutiyet mücadelesinde önemli bir rolü olmuştur (bak. Farsça basın), iranlı aydınlarla Osmanlı aydınları arasındaki görüş alışverişi ve etkileşim de her iki ülke tarihinde belirgin bir yer tutmuştur; Genç Türklerle, Genç iranlılar, iki ülkenin sorunlarının birbirine benzemesi ve iki siyasi hareketin de anayasal bir devrim hedefi taşıması nedeniyle yakın ilişki içinde olmuşlardır.
Ekonomik alana gelince, istanbul'daki iranlı tüccarların tutmuş oldukları yer küçümsenmeyecek düzeydeydi, iranlı tüccarlar, 15. yy'dan beri istanbul'da Valide Hanı'nı merkez edinmişler ve iran'dan Osmanlı Imparatorluğu'na, oradan da Avrupa'ya olan ticareti yönlendirmişlerdir. Ekonomik güçleri Osmanlı-Iran ilişkilerinin seyrine göre değişiklikler göstermiş olan bu tüccarlar 19. yy'ın ortalarında bir hayli iyi durumdaydılar ama 20. yy'ın başlarında ekonomik durumları büyük ölçüde bozulmuştu. Bu yıllarda istanbul'daki iranlı tüccarlar siyasi muhalifler arasında bulunuyorlar ve kentteki Iran kolonisi içinde ticaret ve çeşitli hizmet alanlarında iş yapıyorlar, bir yandan da iranlılara ait o-
kul, hastane, cami, mezarlık vb gibi sosyal kurumları destekliyorlardı.
istanbul'daki iranlıların ticari, siyasi ve düşünsel çalışmaları şuralarda yoğunlaşmıştı; Valide Hanı ve içindeki iranlılar Mescidi, Kapahçarşı, Vezir Hanı, Tamburacı Hanı, Üsküdar Çarşısı ve Karacaahmet civarındaki Seyyid Ahmed Deresi Mescidi (Karacaahmet'te bir de Kabristan-i Irani adlı Iran mezarlığı vardı). Bu yerlerden en önemlisi, kuşkusuz ki, Valide Ham'ydı. O zamanlar bir iranlının deyişiyle, burası "bir han değil, bir ülke" idi, içinde 500 atölyesi, camii, dükkânı, kültür merkezleri, siyasi cemiyetieri, matbaaları vardı.
19- yy'ın ikinci yarısında Babıâli yakınında inşa edilmiş olan Iran Elçiliği, istanbul'a atanmış olan parlak ve reformcu diplomatlar sayesinde kentteki Iran topluluğunun siyasi yaşamında önemli bir yer tutmuştur. 19. yy'ın ikinci yansında elçilik görevinde bulunmuş Mirza Hüseyin Han ile Mirza Muhsin Han, birçok sefaret kâtibi, başkâtibi ile viskonsülü, reformcu diplomatlar arasındaydılar. istanbul'da diğer bazı Ortadoğu kentlerinde ve Fransa'da görev yapan çok sayıda iranlı diplomatın mason localarına üye olmaları, bu gizli kuruluşun, iran'ın siyasi tarihinde önemli bir rol oynamasına yol açmıştır. 1882-1883 ders yılında Yıldız Hanı'nda Debistan-ı Iraniyan adıyla faaliyete geçen Iran okulu yüksek evsafta bir eğitim kurumuydu ve aralarında Mirza Habib Isfahani'nin ya da Hüseyin Daniş'in, Ahter yazarı birçok gazetecinin de yer aldığı zengin ve güçlü bir öğretim kadrosuna sahipti. 20. yy'ın başında Farsça öğretmeni aynı zamanda bir Mevlevi dervişiydi. Bu okulla Iran hastanesi (Bimaristan-ı Irani ya da kısaca Marizhane, kuruluş 1883) daha sonra Encümen-i Hayriye-yi Debistan ve Marizhane) adıyla birleştirildi. II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) bu kurum, Üsküdar'daki cami ve mezarlığı da içerecek şekilde bir vakıf altında toplandı ve bir mütevelli heyetinin yönetimine verildi.
istanbul'daki iranlı dindarların devam ettikleri ve Şiî mezhebine mensup iki mescit vardı. Daha eski olanı Valide Hanı'nın tam ortasındaydı ve muhtemelen 17. yy' da yapılmıştı. Bu mescit uzun bir dönem Şiî dindarlara hizmet etmişti. 1951'de yandı ve yerine yenisi yapıldı, ikincisi Karacaahmet Mezarlığı'nın bir parçasını oluşturan iranlılar Mezarlığı'nda 1854-1855'te yapılmış iranlılar Mescidi'ydi(->). Mescidin gusülhanesi (cenazelerin yıkandığı yer) daha eskiden kalmadır, iranlılar Mezar-lığı'ndaki en eski mezarın 1747-1748'de ölen Huri Sultan'a (Şah Hüseyn'in kızı) ait olduğu bilinmekle birlikte, buradaki mezarların çoğu 19. yy'ın sonu ile 20. yy' in başlarında ölen iranlılara aittir.
iranlıların Şiilere özgü ibadetlerini a-çıkça yapmalarının, özellikle de muharrem ayında tören düzenlemelerinin önüne çeşitli engeller çıkarılmıştı. Sadece 19. yy'ın ortalarında Mirza Hüseyin Han'ı elçiliği sırasında aldığı bir izinle bu törenler yapılmış ve gerek Osmanlılardan, gerekse kentteki diğer yabancılardan oluşan çok
kalabalık bir kitle tarafından izlenmişti. Bu tören bazı Avrupalı gezginlerin kitaplarında uzun uzadıya anlatılmıştır. Şiîler-den oluşan kortej Valide Hanı'ndan yola çıkmış, Üsküdar'daki iranlılar Mezarlığı'na varmış, mersiyeler okunmuş, Hz Hüseyin' in ölümünü temsilen taziye denilen tiyatro gösterisine benzer canlandırma yapılmıştı. Ancak istanbul'daki bu temsili canlandırma, iran'daki muharrem törenlerinde yapılan geleneksel temsillere benzememekteydi. Bunun nedeni törene Şiîlerle birçok inancı paylaşan çok sayıda Bek-taşînin katılmış olmasıydı, bu tören kentteki iranlılarla onlara yakınlık duyan Bek-taşîler arasındaki kardeşliği güçlendirmekle kalmamış, birçok iranlı diplomatın 19. yy'ın sonlarında Bektaşîlere sempati beslemelerine de yol açmıştı.
O günkü Iran kolonisinden bugüne, Türk toplumuyla nispeten bütünleşmiş birkaç aile sayılmazsa, pek az iz kalmıştır. Eski büyükelçilik, istanbul başkonsolosluğuna dönüşmüştür, Hüseyin Daniş'ten miras kalan kütüphane de bu binadadır. 19601ı yıllarda taşradan gelen göçmenler nedeniyle her iki Iran mescidinin müdavimleri değişmiştir. Valide Ham'ndaki tüccarlar, Cumhuriyet'in ilk yıllarında burayı terk etmişlerdir, iran'da 1979'da islam Cumhuriyeti kurulunca, mescit iranlılar Derneği diye bir kuruluşun yönetimine verilmiştir. Mescide sadece Şiîler ile Türkiye'nin Kars, İğdır gibi Doğu illerinden gelen Türk kökenli dindarlar devam etmektedirler. Üsküdar'daki mescide ise bu gruplara ilaveten bazı Alevîler de devam etmektedir (1993 başlarında Cumhuriyet gazetesinin verdiği bir habere göre Valide Ham'ndaki mescitte Iran lehine islamcı propaganda yapıldığı için soruşturma başlatılmıştır). 1926'dan beri Türkiye Cumhuriyeti tarafından yasaklanmış bulunan muharrem törenleri Üsküdar'daki iranlılar Mezarlığı'nda birkaç yıldır yapılmaktadır.
istanbul'daki geçen yüzyıl iranlılarının soyundan gelen aileler kendilerini ortaya çıkarmamakta, bu törenlere katılmamakta, ama ölülerini bu mezarlığa gömmektedirler.
BibL Hüseyin Daniş, "Sayyid Camal al-Din dar Islambul", Asnad ve madarik dar bara-yi Sayyid Camal al-din Asadabadi, Kum, 1971, s. 153-166; Anja Pistor Hatam, Iran und die Re-formbeıvegungim Osmanischen Reich, Berlin, 1992; E. Koçu, "Büyük Valide Hanı", ISTA, VI, s. 3307-3313; Hacı Muhammed Ali, Sefername-yi Hacı Muhammad Ali Pirzade, I-II, Tahran, 1963-1965; Mirza Salih Şirazi, Macmua-i Sefer-ha-yi Mirza Salih Şirazi, Tahran, 1985; Mirza Muhammad Hüseyin Farhani, Safarname, Tahran, 1964; Muhammad Emin Riyahî, Zeban ve edeb-ifarsi de kalemrav-i Osmani, Tahran, 1990; Han Malik Sasanî, Yadbudhayi safarat-i istanbul, Tahran, 1966; T. Zarcone, "La com-munaute iranienne d'Istanbul â la fin du XI-Xe et au debut du-XXe siecle", La Shî'a nell'Impero Ottomano, Roma, 1993, s. 57-83; ay, "1905-1911 Iran Devriminin ve istanbul'daki Iran Topluluğu Tarihi için Bir Kaynak: Şams Gazetesi", Toplumbilim, S. l (Eylül 1992), s. 67-78; T. Zarcone-F. Zarinebaf-Shahr, (yayımlayan), Leslraniens d'Istanbul, Actes du collo-que d'Istanbul de septembre 1991, Institut Français de'Etudes Anatoliennes, Institut Fran-çais de Recherches en Iran, Paris-Istanbul-Tah-
İRANLILAR MESCİDİ
192
193
İSHAK AĞA ÇEŞMELERİ
ran, 1994; T. Zarcone, "Un regard sur leş li-eux de culte chiite â istanbul (fin d'Empire ottoman-epoque contemporaine), Observato-ire urbain d'Istanbul, 2, ist., Haziran 1992, s. 10-12; ay, "The Persian Cemeteıy of istanbul" (basımda).
THIERRY ZARCONE
İRANLILAR MESCİDİ
Karacaahmet Mezarlığının doğusunda, Seyyid Ahmet Deresi Sokağı'mn sonundaki iranlılar Mezarlığı'nın içindedir. Seyyid Ahmed Deresi Mescidi olarak da bilinir. Yapının aslı ahşap olup, büyük bir yangında yanmıştır. Bu yüzden ilk yapının tarihi bilinmemektedir. Kagir olan bugünkü yapının kitabelerinin birinde görülen en eski tarih ise 1271/1854-55'tir.
Neoklasik üslupta yapılmış olan mescit, bahçe zemininden itibaren iki kademeli olarak arazinin meyline uydurulmuştur. Yapının alt duvarlan mermer kaplıdır. Mescidin kuzeye açılan kapısına 14 basamaklı bir merdivenle çıkılır. Bu merdivenden 5 basamak çıktıktan sonra sağ tarafta siyah-beyaz mermerli abdest muslukları vardır. Mescidin son cemaat yeri came-kânla üçe bölünmüştür. Sağdaki bölümde kadınlar mahfiline açılan bir kapı vardır. Toplantı odası olarak kullanılan bu bölüm aynı zamanda Iranlılarca mübarek sayılan günlerde de yemek salonu işlevi görmekte, soldaki bölüm ise bugün kitaplık olarak kullanılmaktadır. Son cemaat yerinin örtü sistemi, içbükey kasetler ve elips kubbelerden oluşur. Elips kubbeler giriş bölümünde tam eksende ve biri mescit kapısı üzerinde, ikisi son cemaat yeri kapısı üzerinde üç kasede hareketlendirilmiş-tir. Yan mekânlarda ise elips kubbeler daha geniş tutulmuş ve kaset sayıları sadece son cemaat yerinin kapısı üzerinde olmak üzere bire düşürülmüştür.
Dikdörtgen olan mescidin örtü sistemi ise, köşelerde çan formu verecek şekilde pandantif oluşturan geniş bir aynalı tonoz-
iranlılar Mescidi'nin ön cephesi. Kadir Aktay/Onyx, 1994
dur. Girişin iki yanında kadınlar mahfili vardır. İçe taşkın, İran üslup özellikleri gösteren mihrap, prizmatik üçgenlerden oluşan iki friz içine alınmış ve üzerlerinde Hz Muhammed ile kızı Hz Fatma'nın ve On İki İmam'ın isimlerini taşıyan, sipariş üzerine iran'da yapılarak İstanbul'a getirilmiş 14 çini panoyla bezenmiştir. Mihrabın sol köşesinde bulunan çininin üzerindeki Farsça yazıdan anlaşıldığına göre, bu panolar İran Milli Eserler Encümeni'nin siparişi ü-zerine 1352/1933'te Seyyid Mustafa Tab-tabaî tarafından Tahran'da yapılmıştır. Mihrabın düz olarak bitirilmiş üst kısmı ise mermer olup, burada dört ayrı kitabe vardır. Bu kitabelerden başka ayrıca mihrabın sağ ve solunda da kakma halinde Farsça kitabeler bulunur.
Yapının kuzey cephesinde, mescit girişinin üstünde frizlerle kesilmiş üç pencere vardır. Yapının batı cephesinde ise yine sivri kemerli, kavsaralarında ayetler bulunan 14 pencere bulunur. Pencerelerin aralarında ajurlu, ayetli, sivri uçlu payeler ve mukarnas frizli boyalı konsollu payeler görülür. Bu payelerin aralarında ise gülbezekler vardır. Batı cephesi sivri kemer kasetleri içine alınmış kademeli silmelerle nihayetlendirilmiştir.
Yapının batı ve doğu cephesi simetrik olup, tek fark doğu cephesindeki pencere kemerlerinde kavsaralarm olmamasıdır. Yapı içinde duvar yüzeylerinin ortak özelliği, altyapı nihayetinde kasnak biçiminde mukarnaslı friz ve kemerlerin, yapıyı dört yönde dolaşmaları ve pilastr ö-zelliği taşıyan payelerin iki kat halinde tüm duvarları süslemesidir.
Mescidin minberi ahşap olup, minber tacında iki tane el sembolü vardır. Doğu cephesinde tam eksende yine ahşap olan vaaz kürsüsü bulunur. Tavanda eksende 8, yanlarda 4 kollu ajurlu, birbirinden değerli avizelerin sarktığı kartonpiyerler vardır.
Yapının dışına bakıldığında, giriş cephesi mukarnas başlıklı dört mermer sütunun taşıdığı basık kemerlerle üçe bölünmüş, orta kemer daha yüksek tutulmuştur. Kemerlerin üzerindeki çatı köşeli ve dar saçaklıdır. Cephenin sağında yine sivri kemerli bir pencere vardır. Yapının batı cephesi iki katlıdır. Üst kat vakıf, alt kat ise gasilhane ve çay ocağıdır. İki katta da sivri kemerli pencereler vardır. Kat pencereleri arasında kademeli bir kat frizi uzanmaktadır. Alt kat pencereleri arasında ise kitabeler bulunur. Cephenin güneybatısındaki gasilhane kitabesinde burayı 1271/ 1857'de tacir Cüneyd Ali'nin yaptırdığı yazılıdır. Bu tarih mescitteki en eski tarihtir. Diğer bir kitabede de burayı 1919'da Hoylu Ahmedzade Meşhedi Abbas Ali' nin yeniden yaptırdığı yazar. Gasilhane-nin hemen yanında 1321/1902 tarihli u-fak bir duvar çeşmesi vardır.
Yapının doğu cephesi tek katlı olup, yine sivri kemerli yüksek pencerelerle donatılmıştır. Pencere aralarında kemer üzengilerine kadar pilastrlar, pencere altlarında ise payeler vardır. Bu cepheden bakıldığında yapıdaki iki ayrı örtü sistemi ve yükseklik farkları görülür. Bunlardan yüksek olan mescit ve tonoz örtüsü, alçak olan i-se eğimli çatıyla örtülü son cemaat yeridir. Güney cephesinde ise bu, üç kademeye dönüşür. En yüksek olan mescit, daha alçak olan vakıf ve en alçak olan gasilha-nenin yanındaki depodur. Mescit çatısında On İki îmam'ı simgeleyen, 12 kollu, güneş kursuna benzeyen alem vardır. Cephe ayrıca, dört pilastr ile hareketlendirilmiştir. Bibi. Konyalı, Üsküdar Tarihi, I, 169-172.
ALEV ERARSLAN
Dostları ilə paylaş: |