2:Doğustancı Görus:Dilbıyolojıktır v dogustan var olmuştur.Taklıt,jest.mimiklerle ortaya çıkmıştır. Savunan isimler:Müller ve Renan
3:Deneyımcı Gorus:Çevredekı ses ve hareketlerınetkısınde kalarak benzer ses ve hareket çıkarmayı deneyerek çıkmıştır.Savunanısımler:Hobbes,Darvin,Candillac
4:Antropojık Gorus:Önce el ve gövde hareketyle başladığı ,sonra jest,mimikeklendıgı en son da ses oluştuğu ve dogduguçıkmıştır.Savunanısımler:Smith,H.VonPudor
KONUSMA VE YAZI DİLİ
Karşılıkla görüşmelerde konuşma dili,yazılı olanlar ise yazı dılıdır.
KONUSMA DILI YAZI DİLİ
*yanlışlıklar duzeltılır. *duzeltılmez.
*özensız ve dıkkatsız *dıkkatlı ve tıtız
***Turkıyeturklerının yazı dılı,Batı Türk Dili Anadolu lahcesıdır.
ÜNİTE 2=DİL VE KÜLTÜR
Bir milletin bütün duygu ve düşünce hazinesi dil kalıbına dökülür; dil aracılığıyla yerden yere, kuşaktan kuşağa aktarılır. Ziya Gökalp, dili kültürün temel unsuru sayar.
KÜLTÜR NEDİR?
Türk Dil Kurumuna ait Türkçe Sözlük’te kültür şu şekilde tanımlanmaktadır:
1- Tarihî, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çerçevesine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin.
2- Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü.
3- Muhakeme, zevk ve eleştirme yeteneklerinin öğrenim ve yaşantılar yoluyla geliştirilmiş olan biçimi.
4- Bireyin kazandığı bilgi (Türk kültürü kuvvetli bir kişi).
5- Biy. Uygun biyolojik şartlarda bir mikrop türünü üretme.
6- Tarım. Bir toplumun bazı ögelerinin başka bir topluma geçişi: “Yeryüzünde gelişmiş ve az gelişmiş toplumlar bulundukça, ister istemez gelişmişten az gelişmişe doğru bir mal ve kültür akımı olacaktır.” (O. Rıfat) … bitkileri. İnsanlarca yetiştirilen bitkilerin bütünü
Kültürü Oluşturan Ögeler ve Özellikleri
1:Din: Bir yaşama biçimi olması bakımından din, kültürü oluşturan ögelerden biridir. Eliot, “Avrupa kültürünün, Hrıstiyanlık ortadan kalktıktan sonra yaşayacağına inanmıyorum” der.
2:Dil: Toplumların kendi kültürlerini yaşattıkları ve onu kuşaktan kuşağa aktardıkları bir dil vardır. Bu bakımdan dil, bireysel iletişimi sağlamanın yanı sıra kültür taşıyıcısı olması nedeniyle önemli bir kültür ögesidir.
3:Tarihî Miras: Kültürün önemli iki özelliği vardır: Biri onun kadimliği (eskiliği), diğeri devamlılığıdır. İçinde yaşadığımız kültürün büyük bir bölümü, ataların mirasıdır ki, bu kültürün kadimliği anlamına gelir. Devamlılığı ise, geçmişten gelen bazı kültürel değerlerin ihtiyaçlara cevap vermemesi nedeniyle bu değerlerin şekil değiştirmesi ve onlara yeni anlamlar yüklenmesidir.
4:Savaşlar: Kültürlerin yenilenmesinde, gelişmesinde, zenginleşmesinde ve kimi zaman da yok olmasında savaşların büyük bir rolü vardır. Batının Rönesans’ı yaşamasında İslam medeniyetiyle tanışmasının büyük bir katkısı olmuştur.
5:Göçler: Hz. Musa’nın Mısır’dan Filistin’e; Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicreti, Türklerin Anadolu’ya, İngiltere’de yaşayan kimi İngilizlerin ve Avrupalı Yahudilerin Amerika’ya göç etmeleri yeni bir kültürün ve medeniyetin doğmasını sağlamıştır.
6:Ziraat: Kültürün ilk anlamı ekin, hars olduğuna göre, milletlerin ziraatle uğraşırken kendi birikimlerini kullanmaları, toprağı kendi yaşam tarzlarına ve ihtiyaçlarına göre işlemeleri farklı bir kültürel unsuru ortaya çıkarmıştır. Her milletin farklılığı bu kültürel birikimi farklı araçlarla ortaya koymasında gizlidir.
NOT=Bütün sanat dalları ve edebiyat kültüre kaynaklık eden unsurlardır. Resim, tiyatro, mimari, musiki; hikâye, roman, şiir gibi sanatın görsel, işitsel ve duyuşsal şubeleri kültürü besleyen ve milletlerin kültürlerini oluşturan önemli kaynaklardır. Bu ögelerin yanı sıra hukuk, coğrafya, çevre, ahlak, ticaret, ekonomi ve politika da kültürü oluşturan ögeler arasında sayılırlar.
DİLİN KÜLTÜR VE MİİLLİ VARLIĞI İÇİNDEKİ YERİ
Dil bireysel ve toplumsal hayatımızın her anına hâkimdir. Hayat felsefemiz, edebiyatımız, musikimiz, mimarimiz, vs. dille ilişki içindedir ve dilden ayrı düşünülemez. Aynı şekilde gelenek ve göreneklerimiz, dil olmadan kuşaktan kuşağa aktarılamaz.
ÜNİTE 3=DİL AİLELERİ,GRUPLARI VE TURLERI
DIL AILELERI
Hint-Avrupa Dilleri:AsyaDilleri:Hintçe (Sanskritçe ve bugünkü Hintçenin yaşayan kolları), Farsça (Eski, Orta, Yeni Farsça ve bugün konuşulmayan bir dil olan Avesta)
Avrupa Dilleri:Germen Dilleri (Almanca, İngilizce, Felemenkçe ve İskandinav dilleri), Romen Dilleri (Latince, İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Portekiz ve Rumence), Slav Dilleri (Rusça, Bulgarca, Sırpça, Lehçe ve Boşnakça)
Ayrıca ölü birer dil olan Hititçe ve Toharca da bu gruba girmektedir.
Hami-Sami Dilleri:Sami Dilleri (Akkatça, Aramca, Arapça ve İbranice)
Kelimeler yapılarına göre sınıflandırıldığında üç ana grup meydana gelir. Bunlar:
Tek heceli diller:Kelimeler tek heceden meydana gelir. Yapım ve çekim eki bulunmaz. Kelimeler cümledeki yerlerine göre anlam kazanırlar. Çince ve Japonca bu gruba girer.
Eklemeli diller:Bu grupta yer alan dillerde kelimelerin köklerine getirilen ekler, kelimenin anlamını ve görevini belirler. Kelimenin kökünün değişmediği bu dillerde köklere getirilen eklerle yeni kelimeler yapılır. Kelimelere getirilen ön-ekler ve son-ekler bakımından bu grup ikiye ayrılır. Macarca baştan eklemeli bir dil olduğu hâlde, Türkçe sondan eklemeli bir dildir. Türkçe, Moğolca, Mançuca, Japonca, Tunguzca, Fince ve Macarca da bu gruba girer.
Çekimli diller:Kullanımda kelimenin bünyesinde birtakım değişikliklerin görüldüğü dillerdir. Bu dillerde ön-ek, iç-ek ve son-ek söz konusudur. Bu gruba giren bazı dillerde ünsüzler değişmez, ünlü harfler değiştirilerek yeni kelimeler meydana getirilir. Hint-Avrupa ve Hami-Sami dilleri bu gruba girer. Ancak Hint-Avrupa dillerinde kelimenin asıl sesleri değişirken, Hami-Sami dillerinde bu sesler değişmez.
DİL TÜRLERİ
Lehçe:Bir dilin bilinmeyen bir zamanda kendisinden ayrılan ve yeni bir dil olma yolu tutan koludur. Çuvaşça ve Yakutça Türkçenin iki farklı lehçesidir.
Şive:Bir dilin tarihi çok eski zamanlara dayanmayan, yeni ayrılan ve birbirleri ile anlaşabilen kollarıdır. Şivede şekil ve ses bakımından bazı farklılıklar görülebilir. Şiveden geriye doğru gidildikçe bütün şivelerin aynı dilde ağız durumunda oldukları görülür. Türkiye Türkçesi ile Azerî Türkçesinin teşkil ettiği Oğuzca, Kırgızca, Kazakça ve Türkmence Türkçenin şivelerini oluştururlar.
Ağız :Bir dilin şivesi içinde kalan, en yeni zamanda ayrılmış kollarıdır. Ağızlardaki farklılık yalnızca seste görülür.Koyun-goyun, alıram-alırım, bakıyom-bakıyorum-bahiramgibi.
Göktürk (Köktürk) Alfabesi :Türklerin kullandığı ilk alfabedir. Türkler tarafından tesis edildiği kabul edilmektedir. Türkler arasında VII-IX. Yüzyıllar arasında yaygın olarak kullanılan bu yazıya Batı'da “Runik” denmesinin sebebi, harflerinin eski İskandinav yazıtlarında kullanılmış harflere benzemesidir. Bu alfabe, Danimarkalı William Thomsen tarafından çözülmüştür. Göktürk alfabesiyle 732 yılında yazılan Köktürk Yazıtları, Türk edebiyatının yazılı ilk eseri olarak bilinir.
Özellikleri: Göktürk alfabesi 4’ü sesli, 26’sı sessiz, 8’i bitişken olmak üzere 38 harften oluşur. Sağdan sola ve yukarıdan aşağıya doğru yazılır. Harfler birbiriyle bitişmez; çivi yazısına benzerliğinden dolayı taş ve eşya üzerine kazınmaya elverişlidir.
Uygur Alfabesi:Türklerin Göktürk alfabesinden sonra kullanmış oldukları en önemli alfabedir. VIII. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar Doğu Türkistan'dan İstanbul'a kadar geniş bir alanda kullanılmıştır. Bu alfabe Ârâmî kökenli Soğd alfabesinden çıkmıştır.
Uygur alfabesiyle yazılmış eserlerin çoğunu Budizm, Maniheizm ve Hristiyanlık'a ait metinler oluşturur. Bu alfabe Türklerin İslâmiyet'i kabulünden sonra da kullanılmıştır. Kutadgu Bilig’in tespit edilen üç nüshasından biri Uygur harfleriyle yazılmıştır.
Özellikleri:18 harften oluşan alfabenin 4’ü sesli 14’ü sessiz harftir. Arap alfabesinde olduğu gibi harfler başta, ortada ve sonda farklı biçimlerde yazılır.
Arap Alfabesi:Türklerin İslam'a girmeye başladıkları IX. yüzyıldan itibaren kullandıkları alfabedir. Türkçeyi Arap harfleriyle ilk defa yazanlar Karahanlılar olmuştur. Mevcut bilgilere göre bu alfabeyle yazılan ilk metin DîvânüLûgati't-Türk’tür.
Latin Alfabesi:1928'de gerçekleştirilen harf inkılâbından itibaren Türkiye Türkçesinin yazımında kullanılan en son alfabedir. Bu alfabe bugün Türkiye'den başka Kıbrıs ve Yugoslavya'daki Türkler tarafından da kullanılmaktadır.Örnegin: 29 harften oluşan Latin alfabesinin 21'i sessiz, 8'i sesli harftir. Soldan sağa doğru yazılır. Türkçede asıl Latin alfabesinden farklı olarak q/Q, x/X ve w/W harfleri kullanılmazken, ı, ö, ü, ğ, ç ve ş harfleri Türkçeye özgü harfler olarak alfabede yer alır.
Kiril (Slav) Alfabesi:Osmanlı Türkçesi ve Türkiye dışındaki Türk dil ve lehçelerinin yazımında Arap alfabesinden sonra yaygın olarak kullanılan alfabedir.
XVIII. yüzyıl başlarından itibaren Çuvaşlar, Ruslar’ın etkisiyle Kiril alfabesini kullandılar. Eski Sovyetler Birliği idaresindeki Türkler tarafından 1937-1940 yılları arasında Stalin yönetimi tarafından bu alfabe kabul ettirilmiş ve her Türk boyu için farklı alfabeler hazırlanmıştır. Bunun sonucunda Türkler arasında 20 ayrı Kiril alfabesi kullanılmıştır.
NOT=Türkler tarih boyunca Göktürk, Uygur, Arap, Latin ve Kril alfabelerini kullanmışlardır.
ÜNITE 4=TURKCENIN KIMLIK BILGILERI
Türk Dilinin Dünya Dilleri Arasındaki Yeri
1- Türkçe Ural-Altay dil ailesinin Altay koluna mensuptur.
2- Türkçe sondan eklemeli bir dildir. Kökler değişmez, yapım ve çekim ekleri vardır. Öncelik yapım eklerinindir. Yapım ekleri anlam; çekim ekleri de görev belirler.
3- Türkçede ünlüler arasında kalınlık-incelik ve düzlük-yuvarlaklık; ünsüzler arasında ise sertlik-yumuşaklık uyumu vardır.
4- Söz diziminde kelimeler yardımcı ögelerden ana ögeye doğru sıralanır.
Türk Dilinin Gelişmesi Ve Tarihi Devreler
Ön Türkçe (Pre-Turkish):Tarih öncesi konuşulan Ön Türkçe, Ön Altayca’ya kadar uzanır.
Burada Ön Moğolca, Ön Mançu Tunguzca ve Ön Korece (belki de Japonca) ile akrabalığı vardır.
Çuvaşça ve Yakutça adlı iki Türk lehçesi, bilinmeyen bir devirde Ana Türkçeden ayrılarak birer lehçe özelliği kazanmışlardır.
Eski Türkçe:Türkçeyi ele geçen metinlerle ve “Türk” adı ile takip edebildiğimiz devredir. Tarih olarak M.S. VI-XI. yüzyıllar arasını kapsar. Orhun yazıtlarıyla Uygur metinlerini içine alan bu dönem Köktürkçe ve Uygur Türkçesi dönemleri olmak üzere ikiye ayrılır.
Köktürkçe:Çoyren ya da Çoyron yazıtı, Türk dilinin tarihi bilinen en eski belgesidir. M.S. 687-692 tarihlerini taşır. Köktürk işaretli 6 satırdan ibarettir.
Eski Türkçe ile ilgili en geniş bilgiyi Orhun/Köktürk Yazıtları’ndan öğreniyoruz. Köktürk Yazıtları, Bilge Tonyukuk (M.S. 716, iki taş hâlinde), Kül Tigin (M.S. 732) ve Bilge Kağan (M.S.735) adına dikilmiş mezar kitabelerinden oluşur. Yazıtlar, İlteriş Kağan’ın oğulları Bilge Kağan ve Kül Tigin ile bilge vezir Tonyuyuk adına dikilmiş “bengütaşlar”dır.
Bunlardan Bilge Kağan ve Kül Tigin kitabelerini YollugTigin isimli Türk prens; Tonyukuk anıtını da Bilge Tonyukukyazmıştır.OrhunKitabeleri’ni, ilk defa Danimarkalı Wilhelm Thomson (Vilhelm Tamsın) okumuştur.
Uygurca: Uygurlar çağdaşlarına göre medeniyet alanında öncü olmuş, güzel sanatlar ve baskı sanatı yönünden ileri bir seviyeye ulaşmışlardır.Uygurların oyma basma tekniği yanında “kep” denilen hareketli harflerle matbaa kurup kitap bastıkları bilinmektedir. Torbalar içinde korunan bu harfler ve bu harflerle basılmış kitaplar bugüne ulaşmıştır.Uygurlar, hâkim oldukları dönemde yüksek kültür ve medeniyetlerine paralel olarak zengin bir edebiyat da kurmuşlar, yazdıkları kitaplarla kütüphaneler oluşturmuşlardır.
Orta Türkçe:XIII. yüzyıl başlarından itibaren gelişen Türkçeye Orta Türkçe denir. Doğuda eski Türk yazı diline bağlı olarak gelişen Çağatayca vardır. Batıda ise Arapça ve Farsçadan etkilenen Osmanlı Türkçesi ortaya çıkar.Çağatayca Orta Asya’da, Osmanlı Türkçesi Anadolu’da zengin kütüphaneler oluşturur. Ancak Osmanlı Türkçesi Arapça ve Farsçanın etkisi altında kalmıştır. “küneş/güneş” kelimesinin yanına Arapçadan “şems”, Farsçadan “mihr” ve “hurşit” gelip oturur.
Böylece örneğin 50 bin kelimelik sözlük 150 bin kelimeye çıkar. Osmanlı Türkçesinin zenginliği buradan gelir.
Yeni Türk Dili:XX. yüzyılın başlarından itibaren gelişen Türkçeye Yeni Türk Dili denilebilir. Bu dönemde bütün Türk dünyasında Batılılaşma ile birlikte dilde ve özellikle yazı dilinde büyük değişiklikler meydana gelmiştir.Tanzimat döneminden itibaren (özellikle 1876’dan sonra) Türkçenin imla ve sözlük sorunlarına çözümler aranmaya başladı. Aruzdan heceye dönüldü.
İkinci Meşrutiyet’ten (1908) sonra, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin ve Ali Canip Yöntem “Yeni Lisan” adlı makaleyle halkın anlayacağı yeni bir Türkçenin kapılarını araladı. Dil sadeleştirildi.
****Ömer Seyfettin’in hikayeleri bu dilin kullanıldığı ilk metinlerdi.
****Millî edebiyat döneminde aynı anlayış sürdürüldü.
****1928’de gerçekleştirilen Harf İnkılâbının ardından Mustafa Kemal’in emriyle “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” (Türk Dil Kurumu) kuruldu.
****Türk dilinin gelişimi ve dünya dilleri arasındaki yeri araştırıldı.
****Kelime ve gramer çalışmaları yapıldı.
****Yabancı kelimelerin halk dilindeki karşılıkları derlendi.
****1930’lu yıllardan 70’li yıllara kadar dilde sadeleşme çalışmaları yoğun bir biçimde devam etti.
****Bugün kullandığımız Türkçe, konuşma ve yazı dili arasında farkın kalmadığı yalın, anlaşılır ve zengin bir bilim ve sanat dilidir.
UNITE 5=TURKCENN KIMLIK BILGILERI 2
Turkcenın Söz Varlıgı
Söz varlığı, sadece bir dilde birtakım seslerin bir araya gelmesiyle kurulmuş simgeler, kodlar ya da göstergeler değil, aynı zamanda o dili konuşan insanların kavramlar dünyası maddi ve manevi kültürünün yansıtıcısı, dünya görüşünün bir kesiti olarak düşünülmelidir. Aksan’a göre bir dilin söz varlığı şunlardan oluşur:
Temel Söz Varlığı:En temel ihtiyaçları karşılayan kelimeler, başta organları olmak üzere yemek, içmek, uyumak, gitmek, gelmek, almak, vermek gibi kavramlar; akrabalık adları, sayılar ve maddi ve manevi kültür içine giren çeşitli kavramlar bu başlık altında incelenir.
Örnegın; Dili mi paslı, boğazı mı kuru ne, sesi çıkmıyor bir türlü. Yaşadığımız toprakların bu kanımızı uyuşturan büyüsünü tanımak için geçmişe gitmek gerekir. Dayandığı kapı büyük bir takırtıyla açılırken, bir kâbustan uyanıyormuş gibi silkindi.
Yabancı Kelimeler:Her millet, ilişkide bulunduğu bir başka milletin dilinden etkilenir. Ticaret, siyaset, kültür ve sanat ilişkileri hemen dile yansır. Bu bakımdan dünyadaki her dil başka bir dilden kelimeler ihtiva eder.Bir yabancı dilden alınan ögeleri iki başlıkta inceleyebiliriz:
a)Türkçenin ses kurallarına göre şekillenmiş olan yabancı kelimeler: Suat Yakup Baydur’un “Dil ve Kültür” adlı eserinde şu cümleden hareketle Türkçeye giren kimi kelimelerin nasıl Türkçeleştiği konusunu vurgular:
**Baydur, kendi kurduğu bu on üç kelimeden oluşan cümlede “ünlüdür” dışındaki bütün kelimelerin Yunanca olduğunu söyler.
NOT=•AnatoliAnadolu olmuş; limen, liman hâlini almış, korphoskörfeze dönüşmüş, sünorosyerini sınıra bırakmıştır.
•Klima, iklimle yer değiştirmiş,agiazmaayazmayı ve ek-klesiakiliseyi oluşmuştur.
***Bu gruba giren kelimeler ise Türkçenin ses kurallarına göre şekillenmeyen, yabancılığı hemen belli olanlardır. Oksijen, lokomotif, kondüktör, enflasyon kelimeleri bunlardandır.
***Türkçe akraba adları bakımından son derece zengin bir dildir. Örnegın; Amca, dayı, Baldız, elti görümce, yenge, hala kızı, hala oğlu, teyze kızı, teyze oğlu, amca kızı, amca oğlu vs.
DEYİMLER:Deyim, Türkçe Sözlük’te: “Genellikle gerçek anlamından az çok ayrı, kendine özgü bir anlam taşıyan kalıplaşmış söz öbeği” olarak tarif edilir. Az sözle çok şey ifade etmek maksadıyla kullanılan deyimler, Türkçenin ilk yazılı metinlerinden beri sıklıkla kullanılagelmiş ve Türkçenin söz varlığı içinde önemli bir yere sahip olmuştur. Genellikle atasözleriyle karıştırılan deyimler, oluşturulan kelime grupları içindeki en az bir kelimenin gerçek anlamı dışında kullanılmasıyla yeni bir anlamı karşılar. Anlatımı canlı ve etkili kılan, dildeki anlam inceliklerini ifade etmek amacıyla kullanılan deyimler, yapı olarak, tek tek anlamları olan sözlerden oluşmalarına rağmen, anlamlı parçalara ayrılamazlar. Deyimler, bir milletin gelenek ve göreneklerini, inançlarını ve hayat felsefesini yansıtır. Örneğin “ortadan kaybolmak” anlamında kullanılan “kırklara karışmak” deyiminde inançlarımızın, tuz ekmek hakkı, sofrası açık, yüz görümlülüğü deyimlerinde ise gelenek ve göreneklerimizin, hayat felsefemizin izleri vardır. “kazan kaldırmak” deyimi, Yeniçeri isyanını, “ye kürküm ye” deyimi Nasrettin Hoca’yı hatırlatır.
ATASÖZLERİ:Bir toplumun bilgeliğini, tecrübelerini, dünya görüşünü ve anlatım gücünü yansıtan atasözleri, yüzyıllar boyunca yaşayan sözlerdir. Deyimler kelime ve kelime gruplarıyla ifade edilirken, atasözleri tam bir yargı bildirmek durumundadır. Bu sebeple atasözlerinin deyimlerden farklı olarak bir hüküm bildirmesi zorunluluğu vardır.”Kır atın yanında duran ya huyundan, ya suyundan” atasözü eksiltili bir cümle olmasına rağmen, bir yargı bildirmektedir.
KALIPLAŞMIŞ SÖZLER: Türkçede kullanılan kalıplaşmış sözleri çeviri yoluyla aktarılmıştır. Kanuni’ye ait olan “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” mısraı, “Atı alan Üsküdarı geçti” ve “Vermeyince mabud, neylesin sultan Mahmud” gibi sözler Türkçedeki kalıplaşmış sözlere örnek gösterilebilir.
TERİMLER:Bilim, sanat, meslek ve bir spor dalıyla ilgili kesin anlamı olan özel bir kavramı gösteren gerçek anlamlı sözcüklere terim denir. Bilim dallarından sahne sanatlarına, mimariden kuyumculuğa kadar uzanan bir terim söz varlığından söz etmek mümkündür. Bir dilin terim dağarcığının gelişmesi, o ülkenin bilim, teknik, sanat ve zanaat dallarının gelişmesine ve genişlemesine bağlıdır.
ÇEVİRİ KELİMELER: Farklı dillerin kelime ve kavram alışverişiyle ortaya çıkan bir söz varlığıdır.
Tam çeviri (yüz suyu dökmek deyimi Farsça: âb-ı rûy-ı rihten ve âb-ı rûy’dan çeviridir.)
Yarı çeviri (gam yemek deyimi yine Farsçadaki gam horden’den çeviridir.)
Bağımsız çeviri (Başyapıt kelimesi Fransızca chefd’oeuvre’den gelir.)
Anlamı etkilenenler olmak üzere dörde ayrılır. (Banka kelimesinin para dışında bir anlamda kullanıldığı, göz bankası, organ bankası gibi kullanımlar bu gruba girer.)
DOLDURMA SÖZLER: Genellikle konuşma dilinde bir şeyi hatırlamak üzere zaman kazanma, söyleneni pekiştirip kesinleştirme gibi amaçlarla, konuşan kimsenin kullandığı, çoğu kez gereksiz olan kelimelere ve anlatım kalıplarına doldurma sözler denir. Şey, tamam mı, sonracığıma, anladın mı, efendime söyleyeyim, var ya gibi sözler bu başlık için örneklerden sadece bazılarıdır.
UNITE 6=TURKCENIN SES ÖZELLIKLERI
Ses nedır?=Dil bilgisine göre ses, ciğerlerden gelen havanın etkisiyle ses organlarında oluşan ve yayılarak kulakla duyulabilen titreşimdir.
Ağız ve burun yoluyla çıkan ses ham sestir. Buna “seda” denir. “Seda” dil bilgisine göre hiçbir şey ifade etmez. Yeni doğan çocuğun sesi böyledir.
Özellikleri: Seslerin tek başına anlamları yoktur, Sesler sadece kelime kurmada görev alırlar.
Sesler kaynaşma ve birleşme yoluyla “ev” şeklinde örülürse, zihinler arasındaki gizli antlaşmalar gereği bir anlam ifade ederler.
***Öyleyse ses, tek başına anlamı olmayan, ancak anlamlı ve görevli dil birlikleri yapmaya yarayan dil malzemesidir.
Harf=Harfler, yazıda her ses için kabul edilen sembollerdir.Harf, sesin resmidir.
Bir dildeki seslerden söz ederken ” a, b, c, ç, d” harfleri demek yanlıştır.
TURKCENIN GENEL ÖZELLIKLERI
SOZCUKLERDE
1- Ünlü uyumu vardır. 2- Sözcük başında birden çok ünlü bulunmaz.
3- Sözcüklerde birden çok ünlü yan yana gelmez.
4- Sözcük başında c, ğ, l, m, n, r, z ünsüzleri bulunmaz. 5- Çekim, eklerle yapılır.
6- Ön ek değil, son ek kullanılır. 7- Soru ekle yapılır. 8- Bitişkendir.
ADLARDA
1- Belirlilik takısı yoktur. (Arapçadaki “el”, İngilizcedeki “the”, Almancadaki “der/die/das”, Fransızcadaki “le/la” takıları gibi)
2- Cinslik (erillik/dişilik) yoktur. (Arapçadaki “Latif/Latife” gibi)