Esasen bazı gerçekler, bir ülkede yalnız birisinin değil özel durum ve koşullara göre bir kaçının bir arada denenip uygulanması gerektiğini gösteriyor. Sınıf atlatma ve program zenginleştirme bunlar arasında en az masraflı ve uygun yollar olarak gözükmekle beraber Terman’ın da değindiği gibi kalabalık okul ve sınıflarda gereğince uygulanması kolay olmayabilir. Gerçekte toplumun en değerli güç kaynağı olan bu çocukların eğitiminde başta gelecek endişe, ucuzluk olmaktan çok yeterlik ve etkililik olmalıdır. Bu yüzden özel sınıf, özel okul ve bireysel öğretim gibi tedbirleri de gereken durumlarda uygulamak yoluna gidilebilir.
IX. ÖĞRETMENLER VE PROGRAMLAR
Bu tür öğrencilere dönük özel eğitim hizmetleri ve programları üzerinde çalışma yapan hemen herkesin ya doğrudan ya da dolaylı yoldan üzerinde durdukları ortakcıl noktalardan birisi kuşkusuz öğretmen seçimi ve hazırlığı sorunudur. Bu çocukların gelişim ve kişilik özelliklerinin açıklandığı bölümlerde yer, yer üzerinde durulan bazı hususları burada kısaca sıralamakta bu açıdan yarar vardır. Çünkü onlara yol gösterecek olan öğretmenlerin bu tür tepki ve davranışlar karşısında olumlu ve verimli bir tutum takınabilmeleri gereklidir.
A. Bu çocukların bilgi, ilgi ve beceri düzeyleri aynı yaştaki ortalama öğrencilerin hayli ötesindedir.
B. Bu yüzden sınıfları ve yaşlarından umulmayan konularla ilgilenip soru sormaları beklenir.
C. Her hangi bir konu işlenirken yanılgı bulmak, eleştiri, itiraz gibi tepkiler yapmaları olağandır.
Ç. Konuşmayı severler. Gerek ders sırasında ve gerekse küme tartışmalarında konuşma düzenini koruyabilmenin hayli zor olduğuna Halingworth işaret etmektedir.
D. Bazı durumlarda yaptıkları tepkiler “garib, anormal” görünebilir. Gerçekte bu durum yaşlarının hayli ötesindeki bir algılama ve değerlendirme gücünün sonucu olabilir. Einstein’in altısındayken geçit töreninde gördüğü askerlere bakarak “Bunlar gibi makine olmak istemiyorum” diye ağlaması gibi.
E. İmgelem etkinlikleri güçlüdür. Bunun sonucu olarak imgelemsel yaşantılarını gerçek yaşantıları ile karıştırabilmeleri olağandır. Bu durumda hem gerçeği hayalden ayırabilmeleri hem de imgelemlerini öncelikle yaratıcı etkinliklerde kullanmaları için gerekli rehberlik yapılmalıdır.
Özellikle bu türden bir öğrenci kümesinde ilgilerini ve yaratıcı yeteneklerini sorun çözme becerilerini geliştirecek şekilde yöneltip eğitebilmek kolay değildir. Bunu başarabilmek için ortalama bir öğretmende bulunması umulandan çok daha bilgili, sabırlı, itidalli, uyanık ve dengeli kişilere ihtiyaç vardır. Bu konu üzerinde duran çeşitli yazarların (9) belirttikleri özellikleri şu noktalar çevresinde toplayıp özetleyebiliriz:
1. Anlıksal yetenekleri ortalama bir öğretmeninkinin oldukça üstünde olmalıdır.
2. Öğretim dalları ve konularındaki hazırlık ve yeterliklerinin ortalama öğretmeninkinden daha ileri bir seviyede olması gereklidir.
3. Kişilik ve karakterleri çok üstün zekâlı çocukların kişilik ve davranış özelliklerine sabır ve itidal ile karşılayıp yol gösterebilecek olgunlukta olmalıdır.
4. Bu durumdaki öğrencilerin başarı düzeyini kendi yaşlarında olan düzgülü öğrencilerden beklenenle kıyaslayarak değerlendirmemelidirler. Bu alanda onları öğrenme gizilgüçlerini son sınırına kadar geliştirmeyi alışkanlık haline sokacak biçimde değerlendirip yönetmelidirler.
5. Sınıf çalışmalarındaki tutumları, her şeyi kendileri yöneltmekten çok rahat bir özgürlük ortamı içinde öğrencileri etkin kılacak nitelikte olmalıdır.
6. Bu gibi öğrencilerin gelişimsel özellikleri özel eğitim ihtiyaçları öğretim program, yöntem ve araçları konusunda kuramsal ve uygulamalı bir hazırlık görmeleri de beklenir.
Eğitim ve öğretimin yeterlik ve etkililiğini belirleyen baş etmen öğretmen olduğuna göre bu amaç için seçilecek olanların seçiminde ne kadar dikkatli olunsa yeridir. Çünkü öğretmen bunların yetiştirilmesini en iyi biçimde gerçekleştirebilecek yeterlikten yoksun olursa özel eğitimleri için yapılacak öteki yatırımların boşa gitme tehlikesi vardır.
PROGRAM. Öğretmenin niteliklerinden sonra kuşkusuz eğitim ve öğretimin seviyesini etkileyen faktörlerin başında müfredat programı ve öğretim yöntemleri gelmektedir. Bu hususların da çok üstün yeteneğin özellik ve ihtiyaçlarına göre düzenlenmesinin yarar ve zorunluluğu ortadadır. Bu konudaki öneri ve uygulamaları ise Galliger (10) şöyle özetlemektedir:
a. Çok üstün zekâlı çocukları, okul gününün belirli saatlerinde, kaynak sınıflarında toplayarak özel çalışmalara yönetmelidir. Başka bir deyişle ister özel sınıf, isterse program zenginleştirme biçiminde olsun, çok üstün yetenekli özel çalışmaları ile öteki öğrencilerle birlikte yapacağı çalışmalar için gerekli olan yeri ve zamanı programlı olarak bulabilmelidir. Kuşkusuz özel okul türdeş yetenek sınıfları gibi tedbirler de olabilir.
b. Müfredat programının kapsamının içerdiği konuların seçiminde ve çalışmaların planlanmasında öğrencilere yeterince sorumluluk verilmelidir.
c. Öğretim çalışmalarında “yaratıcı, yorumlayıcı, değerlendirici ve sorun çözme” niteliğindeki çalışmalara ağırlık verilmelidir. Buna karşılık “ezberlemeye, mekanik tekrarlara” dayanan bilgi ve becerilere daha az zaman ayrılmalıdır.
ç. Öğretimi öncelikle küçük çalışma kümeleri “komite” halinde yürütmek daha uygun olur. Bireysel “inceleme, araştırma, gözlem, kaynak karıştırılıp bilgi toplama, bunları raporlar halinde hazırlama” gibi bireysel etkinlikleri verimli ve başarılı olarak yürütebilecek durumdadırlar.
d. Sınıfın havası, kalıplara öncelik verilen bir biçimcilik yerine ilgi ve isteklere göre serbestçe ve rahatça çalışılabilen bir laboratuvar havasında olmalıdır. Çalışmaların başlama ve bitişlerinde esnek olmak daha yararlıdır.
e. Öğrencilerin çalışmalarını planlama, yönetip uygulama konularında geniş ölçüde sorumluluk almaları yararlı olur. Bu gibi konularda öğretmen komuta veren bir yönetici olmaktan çok yol gösteren bir danışman, bir kaynak kişi tutumunu takınmalıdır.
f. Sınıf kitaplığında “ansiklopedi, sözlükler, atlaslar, bibliyografik yayınlar” gibi her konuyla ilgili olarak sık, sık kullanılabilecek kaynaklar bulunmalıdır.
g. Öğretimde önemli olanı kafalarını alabildiğine bilgi ile doldurmak değil, gerekince bilgiyi hangi yollardan ve hangi kaynaklardan araştırıp sağlayabileceğinin yollarını öğretmektir.
h. İmla kuralları, çarpım cetveli, güzel yazı gibi konularda temel becerileri geliştirmeleri için yeterince zaman ayrılmalıdır. Yalnız bu yeterlikleri geliştirme konusunda usanç ve direnç geliştirecek aşırılıklara gidilmemelidir.
X. SONUÇ
İlk örgün eğitim kurumları öncelikle üstün yeteneğin ihtiyaçlarını, gerek devlet veya din kurumlarının yönetici personelini yetiştirmek amacı için kurulmuştur.
Fakat eğitimin ortalama, yetenek düzeyine doğru yaygınlaştırılmasından sonra, en geç ele alınan özel eğitim hizmet alanı çok üstün yeteneklilerin eğitimi olmuştur. Ancak Yirminci yüzyıl başlarında “Birleşik Amerika, Almanya, İngiltere” gibi ülkelerde girişilen bu teşebbüsler de öncelikle deney niteliğindedir. Belli başlıları da şunlardır:
1. Hızlandırma diye nitelendirilen tedbirde, bir yandan bu çocukların okula daha küçük yaşta başlamaları öngörülmektedir; bir yandan da özellikle ilk ve orta öğretim düzeyinde sınıf atlatma kastedilmektedir. Terman’ın da benimseyip savunduğu bu tedbirin, genel eğitim sırasında iki kez sınıf atlatmadan öteye gitmemesinin uygun ve yararlı olacağı belirtilmektedir.
2. Özel sınıf. Büyük kentlerde yaygın olarak denenen bir tedbirdir. Kent okullarından belirli bir tabanın üstünde yeteneği olan öğrenciler seçilmektedir. En fazla onbeşer kişilik sınıflar halinde olağan okullara bağlı özel sınıflarda özel öğretmenlerle yetiştirilmektedirler. Bu öğrenciler belirli öğrenim alanları ve okul etkinlikleri için öteki öğrenciler arasına katılabilmektedir.
3. Türdeş Yetenek Sınıfları ve Kümeleri. Gene büyük kent okullarında uygulamaya elverişlidir. Okula yeni başlayanlar ölçülüp değerlendirilerek “A., B. ve C.” bölümleri adı altında “üstün, orta, ağır öğrenen” diye üç kümeye ayrılmaktadır. Her bölümde uygulanan müfredat programları yetenek düzeylerine uydurulmuştur.
Her tür okulda uygulamaya elverişli olanı ise “türdeş yetenek kümeleridir.” Öğrencilerin anlıksal yetenek durumları hakkında bilgisi olan öğretmen, öğretim sırasında bunları türdeş yetenek kümelerine ayırarak yetiştirmektedir.
Her iki tür uygulamaya da şu açıdan itiraz edilmektedir: öğrenciler bu durumlarda Z.B. ne göre kümelendirilmektedir. Halbuki Z.B. denilen tek rakam altında, çeşitli düzeylerde gelişmiş çeşitli özel yetenekler yatmaktadır. Bu yüzden türdeş saydığımız kümeler gerçekte türdeş değildir. Örneğin matematikte başarıyı belirleyen özel yetenekler aynı kümede olan üç öğrenciden birinde üstün, ikincisinde orta, üçüncüsünde de ortanın altında bir gelişme göstermekte olabilir. Z.B. leri eşittir diye bunların her üçünü de aynı düzeyde matematik programı uygulanamaz. Bu yüzden öğrencileri, başarabildiği taktirde ancak “özel yetenek kümelerine” ayırmak sözkonusu olabilir.
4. Program Zenginleştirme. Bugün en çok benimsenen ve yaygınlaşan uygulamalardan birisi program geliştirmedir. Bu durumda çok üstün yetenekli öğrenci yaşına uygun olan sınıfta tutulmaktadır. Yalnız özel ya da gezici öğretmenlerin yardımıyla olağan programın dışında ve üstünde özellikle ilgi ve özel yeteneklerine uygun olan konularda daha ileri düzeyde öğrenim görmektedir. Bunlar arasında “yabancı dil, güzel sanatlar, müzik, teknik, fen bilgileri, matematik vs.” gösterilebilir. Bu tür çalışmalar için olağan program içinde gerekli zaman ve yer ayrılmaktadır. Bazıları hızlandırmanın da bir tür zenginleştirme olduğunu belirtmektedir.
5. Bireysel öğretim. Özellikle zekâ düzeyleri “180” ve daha yukan olan çocuklarla çok üstün seviyede müzik ve resim gibi alanlarda seçkinlik gösterenlerin, devlet hesabına ülke içinde ya da dışında özel öğretmenlerle yetiştirilmesini içermektedir. Yurdumuzda da uygulama olanağı bulan bu yol öteki bölümde daha ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
6. Özel Okul. A.B.D., Almanya ve yurdumuzda uygulama olanağı bulan bu tedbir de büyük bir kent ya da ülke çapında yapılan taramalar sonunda belirli bir yetenek tabanı üstünde olanlar bu özel okullara alınıp devlet hesabına yetiştirilmektedir. Bunlar gündüzlü, yatılı ya da ikisinin birleştiği olabilmektedir. Bizdeki örneği Ankara Fen Lisesi’dir. Bu kurumlarda çok üstünler özel programlar ve özel olarak yetiştirilmiş öğretmenlerle en elverişli araç, gereç ve yöntemlerle eğitilme olanağı sağlamaktadır.
Üstün Beyin Gücü Gelişim ve Eğitimleri,
Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayınları No: 83 Ankara 1979
KAYNAKLAR
1. Flasher, Mary A., Did Tney Graduate too soon? Educational Research, 24: 218-21, 1945
2. Engle, Thelburn B., A Study of The Scholastic Achievement in High School Who Have Had Double Promotion in Elementary School, L. Sh. J. 132-35, 1930
3. McLean, Molcolm., Should The Gifted Be Segregate? Educational Leadership, 13-. 215-19, 1965
4. Aynı.,
5. Burnsied, Lenoir., Experiments in Education of Intellectually Gifted Adolescence, SCHR. 50: 274-81, 1932
6. Harris, Chester W (ed) Gifted Children, Encyclopedia of Educational Research,
7. Aynı.,
8. Gossard, Arthur P., Superior and Backward Children in Public Schools, University of Chicago, s. 172, 1940
9. Wolfsom, Sarah and James Monra,, High School Orginazes an Honar School Founding of A Traditioa H Points, 19: 34-42 1937
10. Galliger, James J., Gifted Child in Elementary School.
Enderun
Mitat ENÇ*
Üstün beyin gücünün özel eğitimi için kurulan ve o zamanki dünya ülkelerinde bir benzeri bulunmadığı, tarihçilerce kabul edilen kurumlardan birincisinin Enderun okulu olduğuna, kitabın çeşitli bölümlerinde kısaca değinilmişti. Şimdi kitabın son bölümünde bu konu üzerinde durmak istiyoruz. Konuya kitabın çerçevesi içinde oldukça geniş bir yer ayrılışının iki önemli nedeni var:
Bunlardan birincisi kurumun eğitim tarihimiz açısından taşıdığı özel önemdir. Bu konuyla uğraşan düşünürlerimiz (1) Faik Reşit Unat, Osman Ergin, Hasan Ali Koçer, eserlerinde medreselerin yanı başında devlete yönetici yetiştiren bir kurum olarak Enderun okuluna yer yer atıflar yapmışlardır. Hatta tarihçilerimiz arasında (2) Enderun hakkında tüm bir kitap yazanlara da rastlanmaktadır. Fakat her iki tür kaynak da konuyu genel hatları ile ele almaktadır. Tarihçe, örgüt, program, öğrenci ve öğretmen seçimi gibi önemli ayrıntılar üzerinde yeterince durulmamıştır. Hatta bu konuda söylenebilen sınırlı sözler de çoğu zaman arşivlerdeki tarihi belgelerin incelenmesinden çok, biri birinden yapılan iktibaslara dayanmaktadır. Ayrıca bu konularda ileri sürülenler de oldukça şaşırtıcı değişkenlikler görülmektedir. Böylece eğitim tarihimiz açısından önemi büyük olduğu halde genellikle bu konu üzerinde derinliğine durulmadığını ileri sürmek yanlış olmaz.
İkincisi nedense bundan da önemlidir. Enderun üzerinde duran yerli ve yabancı tarihçilerin bir kısmı konuya, birbiriyle uzlaştırılamayan iki ayrı yaklaşımla değinmektedirler. Bunlardan birincisi Uzunçarşılı ve Hammer’de (3) de en belirgin örneklerini bulmaktadır.
Konuyu Osmanlı saray teşkilâtı çerçevesi içinde ele alan Uzunçarşılı bunun bir okul olduğuna kısa ve tesadürî atıflar yapmakla yetinmiştir. Görüşleri bu kurumun daha çok saray iç hizmetlerine personel yetiştiren bir çıraklık kurumu olarak gördüğü izlenimini vermektedir.
Osmanlı tarihi üzerinde kapsamlı bir eser yazmış olan Von Hammer ise, Millerin belirttiği (4) gibi bu okulun öğrencilerinden “hofbedinten” saray hizmetkârları diye söz etmektedir.
600 Yılı aşkın bir süre üç kıta üzerinde yayılan Osmanlı İmparatorluğunun gelişmesinde ve varlığını sürdürebilmesinde çok önemli bir hissesi bulunduğunda bir çok tarihçilerin fikir birliği yaptığı bu kadar önemli bir kuruluşun niçin Batı tarihçilerince yeterince tanınmayışını Miller şu sözlerle belirtmektedir: (5)
“Enderun, yabancı ziyaretçilere tamamen kapalı olan, sarayın iç kısmında bulunuyordu. Burada yaşayanların dış dünya ile olan ilişkileri tam bir denetim altındaydı. Özellikle yabancıların, sarayın bu kısmına girebilmeleri de sözkonusu değildi. Bu yüzden kurumun gelişimi ve önemi gereğince tanınıp takdir edilememiştir.”
Kendi tarihçilerimizin tutumunu ise ancak şöyle yorumlayabiliriz: Bizde orijinal kaynaklara inerek tarihimiz üzerinde belgelere dayanan araştırmalar yeterince yapılmamaktadır. Çoğu zaman tarihlerimiz bile batılı yazarların bulgularına dayanmaktadır. Bu yüzden bizde de tutum benzerlik gösteriyor denilebilir.
I. OKUL, ÇIRAKLIK YA DA HİZMET KURUMU MU?
Yukarıda kısaca belirtilen bu ikilemenin her şeyden önce aydınlatılması gerektiği ortadadır. Çünkü, eğer bu öncelikle bir hizmet kurumu ise ve okul niteliğini taşımıyorsa “Abbasiler, Selçuklular, Kölemenler” devletlerinde örneklerini gördüğümüz “kulluk” düzeninden hiç bir farklılık göstermez. Bu açıdan da, üstün beyin gücünün üst seviyedeki devlet hizmetleri için eğitilip yetiştirilmesi konusunda öncülük eden ilk ve en önemli örneklerden birisi olarak ele alınması yersiz olur.
Yok, eğer bu kurum, belirli ölçülere göre belirli kaynaklardan aday seçip özel programlarla ve seçkin öğretim kadrosu ile süreli ve aşamalı eğitim yapan bir kurum idi ise tutum ve yaklaşımda çok farklı olma gerekir. Bu niteliği ile Enderun’u Eflatun’unun “Ülküsel Devlet” inde önerdiği eğitimi amaçları ve örgütüne çok benzerlik gösteren ilk uygulamalardan birisi olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Hatta programının ayrıntılarına girilince görüleceği gibi bazı yönleri ile Enderun bugünkü ileri eğitim anlayışının önemli boyutlarını da içermektedir. Kuramsal öğrenimin yanı başında, uygulamaya geniş yer vermesi, el becerilerinin kazandırılmasına verdiği ağırlık, bireysel ilgi ve yetenekleri destekleyip geliştirmeğe elverişli esnekliği ile günümüzün eğitim anlayışının da önemli öğelerini içermektedir.
Tarihçilerimizden bazıları bu hususu kavramış bulunuyor. Özellikle kendisi de Enderun’un son dönemlerinde yetişen Atabey (6) bu konuya ayırdığı üç ciltlik eserinde Osmanlı tarihi boyunca gelmiş geçmiş büyük devlet adamlarının “sadrazam, vezir, kaptanı derya, şeyhülislam vs.” bir çoğunun Enderun’dan yetiştiklerini söylemektedir.
IV. Murat zamanında, yirmi yaşındayken, saraydaki nüfuzlu akrabalarının aracılığı ile buraya giren Evliya Çelebi (7) seyyahatnamesinde bu okulla ilgili, yaşamlarını anlatmaktadır.
Yakın zamanın eğitim tarihçileri (8) eserlerinde, ayrıntılarına yeterince inmemekle beraber, Enderun’un eğitim tarihimizdeki önemine değinmektedirler.
Bu değerli kaynakların yanı başında, belki de onlardan daha ilginç ve önemli olanı XV. yüzyıldanberi “Venedikli, Cenevizli, Avusturyalı, Fransız ve İngiliz” gözleri ve yazarlarının Enderun konusuna karşı duydukları güçlü ilgi ve tecessüsün belirtileridir. Bu kaynakların büyük çoğunluğunun ortakcıl sayılabilecek genel yargısını şöyle özetleyebiliriz:
Osmanlı sarayının dışa kapalı iç bölümündeki, seçkin devşirmeleri yetiştiren saray okulu, bu imparatorluğun güç ve refahının temel dayanaklarından birisidir. Bunların seçim ve eğitiminde gösterilen isabet ve etkinlik bu devletin, batılıların çoğu zaman inanmayı tercih ettikleri barbarlığın değil ileri ve üstün bir uygarlığın belirtisidir.
Şimdi bu görüşlerden, aktarılmasında yarar olan bazılarına değinmeğe çalışalım:
Bu konuda özellikle en eski Batılı kaynaklara kadar dikkatle inen değerli ve kapsamlı incelemeler yaparak iki eser yayınlayan Barnette Miller (9) Fatih Mehmed’in Saray Okulu adlı eserinin giriş bölümünde aynen şunları söylemektedir:
“Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinin hemen arkasından kurduğu ve haleflerince sürdürülüp 19. yüzyıl başında 2. Mahmut devrine kadar devam eden askeri akademi, bu ülkede hatta bütün dünyada en ilginç ve önemli eğitim kurumlarından birisidir. *....... Öğrenim süresi ortalama “12 - 14” yıldı. Kapsamına yaklaşık olarak eşit oranda “islami bilimler, beden eğitimi ve savaş bilimleri, devlet yönetimi, el becerileri” giren bir eğitim programı uygulanırdı.... Devlet hizmetlerinde çalışmaya hazırlık olarak düzenlenmiş olan biçimsel, sistemli ve zor öğrenim programlarından birisiydi... Türk siyaset hayatının temel taşlarından birisi olan bu kurum, bir yandan onun gelişim ve siyasî gücünün doruğuna erişebilmesine bir yandan da çöküntü yıllarında yıkılışını geciktirmekte çok etkili olmuştur.
Nogera piskoposu Paolo Giovio (10) 1538’de Enderun içoğlanları hakkında “......bilgi edinmek ve silah kullanmakta sultanın kendi çocukları gibi eğitim görmektedir.” demiştir.
1608’de İstanbul’daki yabancı elçiliklerin en renklilerinden olan Venedik elçiliği görevlilerinden Ottaviano Bon ise şunları belirtmektedir: (11)
“İçoğlanlarına uygulanan öğretim programları barbar sayılacak bir toplumun ürünü değildir. Aksine eşsiz erdemlerin ve kendini disiplinleme gücünün temsilcisi sayılması gereken bir topluluktur. Okula girdikleri ilk günden itibaren saray okulu bitinceye kadar son derece etkili ve yeterli olarak yönetilmektedir. Aralıksız olarak edebli ve kibar davranış yollarını, duyularını etkili olarak kullanmasını, askerlik becerilerini, islam inançlarını ve gereklerini, kısacası akıl ve bedenin ihtiyacı olan bütün erdemleri öğrenmektedirler.”
Fransız sarayının resmî temsilcisi olan Michel Boudier ise (12) ilk kez 1616 - 24 de yayınlanan “Sarayın Genel Bir Tarihi” adlı eserinde Enderun eğitimi konusunda özellikle şunları belirtmektedir:
“Türklerin niçin varlıklı ve güçlü bir devlet olarak geliştiğine şaşmamak gerekir. Çünkü onlar, büyük sayıdaki gençler arasından en yeteneklilerini seçmesini ve onları dürüst insanlar haline getirecek disiplinli bir eğitim vermesini çok iyi bilmektedirler. Böylece doğanın üstün bağışı ile üstün bir eğitim ve sanat kaynaşmaktadır!... Bu gençlerin eğitiminde izlenen düzen ve yöntem Türkler için ileri sürülen barbarlık sıfatının sözden öteye bir anlamı olmadığını göstermeye yeter.”
Chalgocondyles’in “Yunan İmparatorluğunun Çöküşü ve Türklerininkinin Kuruluşu” adlı eserini 1660’da kendi diline çevirip, kendinin yaptığı bazı araştırmaları da buna ekleyen Fransız tarihçilerinden Blaise Vigner (13) Enderun konusundaki kişisel bulgularını şöyle ortaya koymaktadır:
“Sultanın sarayı devleti ve ordusunun bütün gücünün temel dayanağının her şeyden önce yetenekli gençler için sarayda kurulmuş olan okula dayandığının anlaşılması gerekmektedir.”
1668’de zamanın İngiliz seferinin kâtibi olan Sir Paul Rycaut ise (14) Enderun konusunda şunları belirtmektedir :
“...... İyice incelenip değerlendirildiği takdirde dünyanın politik değeri en belirgin olan kuruluşlarından birisi... Osmanlı İmparatorluğunun en güçlü dayanaklarından birisi.”
B. Miller (15) üç buçuk yüzyıllık hayatı süresince Osmanlı devletinin sadrazam, vezir gibi seçkin devlet adamlarının, sipahi, yeniçeri ve donanma komutanlarının büyük bir çoğunluğunun saray okulundan yetişmiş olması bu kurumun önemini göstermeğe yeter, demektedir.
Tayyarzade Âta bey, Enderun konusundaki üç ciltlik eserinin son iki cildini kurumdan yetişen ünlü ve seçkin kişilerin kısa biyografilerine ayırmıştır. Ona göre, imparatorluk boyunca sadarete geldiğini tesbit ettiği “60” sadrazamdan “48” i bu okulun yetişmesidir. Bundan ancak onikisi “Birun” denilen saray dışındaki hizmetlerinden gelmedir. Enderun’dan yetişenler arasında en ünlüleri Fatih’in sadrazamı Hırvat Mahmut Paşa, Kanunî’nin dört sardazamı İbrahim, Lütfi, Rüstem, Sokullu Mehmet paşalar, Köprülü Mehmet Paşa, Sinan Paşa bunlardan bazılarıdır.
Kaytanı deryalardan “23” tanesi Enderun, sadece “11” i Birun yetişmesidir. Bunların yanı başında bir çok seçkin yazar, sanat adamı ve düşünür de bu kurumun ürünlerindendir. Genellikle şeyhülislamlar buradan yetişmemekle beraber Âta bey bunlardan üçünün de Enderunlu olduğunu söylemektedir. (16)
Padişah hizmetlerinde olan ve devşirmelerden oluşan yeniçerilerin hükümdarlara karşı ayaklandığına sık sık rastlanmıştır. Hatta bazıları onların elinde can vermiştir. Buna karşılık Enderun’dan yetişenler arasında padişaha karşı gelen veya ona hiyanet edene pek az rastlanmıştır. Hatta, aksine bir çok isyanlar sırasında bunlardan, kendi hayatını tehlikeye atarak sultanı ya da yakınlarını savunup kurtarmaya kalkanlar olmuştur. Miller, bu gerçeğin, çeşitli etnik grup, din ve mezheplerden gelen bu karışık kitleyi yoğurup işlemekte ve temessül etmekte saray eğitiminin ne kadar etkili olduğunu gösteren birisi olduğuna değiniyor.
Bir birine karşıt olan bu iki görüşten Enderun’un okul ve eğitim kurumu oluşuna öncelik ve ağırlık verenlerin gerçeği daha iyi yansıttığı kabul edilebilir. Yerli ve yabancı tarihçileri bu konuda yanıltan iki önemli neden var. Bunlardan birincisine daha önce de değinmiştik. Saray iç bölümü anlamına gelen Enderun ile olan ilişkileri de sıkı denetim altında idi. İlerde de görüleceği gibi bu konudaki batılı kaynaklardan bir çoğu Enderun’da bir süre öğrencilik yaptıktan sonra dış hizmetlere elenenlerin ana dillerinde yazdıkları anılara dayanmaktadır. Ayrıca Osmanlı imparatorluğunun sıkı ve sürekli politik ve askeri ilişkileri olan Venedik, İspanya, Avusturya ve Fransa gibi ülkelerin İstanbul’daki sürekli ya da geçici temsilcilerinin saray örgüt ve hizmetlilerine karşı duyduğu güçlü ilgi ve tecessüs de dolaylı yollardan onları bu konularda bilgi toplamaya sevketmiştir. Bununla beraber batılı tarihçilerden çoğu bu gizlilik nedeni ile Enderun’un eğitsel niteliğini kavrayamamışlardır.
İkinci nedense, okulun programının uygulama ve el becerilerine, o zamanın eğitim anlayışına göre büyük bir ağırlık verişidir. İçoğlalarının kiler, hazine ve benzeri saray hizmetlerinde çalıştırılmaları, ayrıca bahçıvanlık, inşaat, dokumacılık, oymacılık gibi sarayla ilgili sanat atölyelerinde bu marifetlerden birini öğrenmeleri zorunluluğu vardı. Bu yüzden eğitim programının islâmi bilimler konusunda gördükleri sürekli ve sistemli kuramsal eğitim, gözden kaçırılmış ve örgüte çıraklık kurumu teşhisi konması yanılgısına düşülmüştür. Gerçekteyse, çeşitli yazarların da belirttiği gibi Enderun, devlet hizmetlerine çok yeterli ve etkili bir öğretim programı ile insan yetiştiren bir eğitim kurumuydu. Kendinden önce örneği bulunmayan bu kurum, modern eğitimin de bir çok önemli öğelerini içine almıştı.
Dostları ilə paylaş: |