Uyuşmazlik mahkemesi kararlari



Yüklə 5,59 Mb.
səhifə108/148
tarix07.04.2018
ölçüsü5,59 Mb.
#47478
1   ...   104   105   106   107   108   109   110   111   ...   148

K A R A R

Davacı : Port Çubuklu Turizm ve Tic. Ltd. Şti.

Vekili : Av. T. O.

Davalılar : 1- İstanbul Valiliği (Çevre ve Orman İl Müdürlüğü)

2- İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı (Çevre Koruma Kontrol Müdürlüğü)
O L A Y : İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Zabıta görevlilerince düzenlenen 16.07.2006 tarih ve 591 sayılı İdari Yaptırım Karar Tutanağı ile, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 36/2. maddesini (gürültü fiili) ihlal ettiğinden bahisle davacı şirkete, 5000.00 YTL idari para cezası verilmiştir.

Davacı vekili, para cezası ile cezalandırılmalarına ilişkin tesis edilen işlemin iptali istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

İSTANBUL 7. iDARE MAHKEMESİ; 09.08.2006 gün ve E:2006/64, K:2006/6 sayı ile, 31.03.2005 günlü Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu'nun "başvuru yolu" başlıklı 27. maddesinde "İdari para cezası kararlarına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine itiraz edilebileceğine" ilişkin hükme yer verilmiş bulunduğu; dava dilekçesinin incelenmesinden, davacının, 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu'nun 36.maddesinde" gürültü" başlığı altında düzenlenen fiili nedeniyle, para cezası ile cezalandırılması yönünde tesis edilen işleme karşı dava açtığı, yukarıda aktarılan kanun hükmü uyarınca, Kabahatler Kanunu çerçevesinde verilen idari para cezalarına karşı açılacak davalarda İdare mahkemelerinin değil, Sulh Ceza mahkemelerinin görevli olduğu sonucuna ulaşılmış olduğu; açıklanan nedenlerle; 5326 Sayılı Kanun'un 27. maddesince Sulh Ceza Mahkemesine açılması gereken davanın, Mahkemelerinin görev alanına girmemesi nedeniyle davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.

Beykoz Sulh Ceza Mahkemesi; 18.07.2007 gün ve Dosya No: 2006/908 Müt., KARAR NO: 2006/908 Müt. sayı ile, işin esasını inceleyerek, muterizin itirazının reddine karar vermiş; davacı vekili, Mahkemenin verdiği kararın başka bir işleme ait bulunduğunu da belirterek, Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde karara itiraz etmiştir.

Üsküdar 3. Ağır Ceza Mahkemesi: 14.01.2008 gün ve D.İş No: 2008/110 sayı ile, 5560 Sayılı Kanunla değişik 5326 Sayılı Kanun ve 2872 Sayılı Kanun'un 25/2 maddeleri gereğince; görev İdari Mahkemesine tevcih edildiğinden, itirazın kabulüyle Beykoz Sulh Ceza Mahkemesi'nin 18.07.2007 tarih ve 2006/908 müt. sayılı kararının kaldırılmasına, dosyanın gereği için Mahkemesine iadesine karar vermiştir.

BEYKOZ SULH CEZA MAHKEMESİ: 04.02.2008 gün ve Dosya No: 2006/908 Müt., KARAR NO: 2006/908 Müt. Sayılı EK KARAR ile; Mahkemelerine ait 2006/908 Müt sayılı dosyasının, Port Çubuklu Turizm Tic. Ltd. Şti vekili Av. T. O.’ın itiraz dilekçesine istinaden 28.12.2007 tarihi itibariyle Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine gönderilerek, dosyanın Üsküdar 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/110 D. İş sayılı kararıyla, 5560 sayılı kanunla değişik 5326 sayılı kanunun ve 2872 sayılı kanunun 25/2 maddeleri gereğince, görev İdari Mahkemesine tevcih edildiğinden itirazın kabulüyle, mahkemelerinin 18.07.2007 tarih ve 2006/908 Müt. Sayılı kararının kaldırıldığı anlaşılmakla; Üsküdar 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen kararın incelenmesiyle, karar verme yetki ve görevinin İDARİ MAHKEMELERİNE ait olması nedeniyle Mahkemelerinin görevsizliğine karar vermenin gerekmiş bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Ayper GÖKTUNA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 01.03.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Davacı vekili tarafından Beykoz Sulh Ceza Mahkemesine verilen dilekçe ile Mahkemenin; görev uyuşmazlığının çözümü yönünde hüküm kurmadığı nedeniyle kararın düzeltilmesi istenilmiş ise de; Mahkemece dosya Yargıtay’a; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından da, İdare ve Sulh Ceza Mahkemeleri arasında karşılıklı görevsizlik kararları verildiğinin anlaşıldığından bahisle, uyuşmazlığın çözümü için Mahkememize gönderilmiştir.

Bu haliyle, her ne kadar 2247 sayılı Yasa’da öngörülen yönteme uymamakta ise de adli ve idari yargı yerleri arasında Yasa’nın 14. maddesi uyarınca olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının; davacı vekilinin dilekçesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesine intikal ettirildiği; Başkanlık yazısıyla, idari yargı kararının kesinleşme durumunu gösteren onaylı bir örneğinin Mahkemesinden istenildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 5326 sayılı Yasa’nın 36/2. maddesine aykırılık nedeniyle verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.

30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;

a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,

b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,

uygulanır." denilmiş; Kanunun 16. maddesinde, kabahatler karşılığında uygulanacak olan idari yaptırımların idari para cezası ve idari tedbirlerden ibaret olduğu, idari tedbirlerin ise, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirler olduğu hükme bağlanmış; Kanunun 27. maddesinin (1) bendinde “İdari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararına karşı, kararın tebliği veya fethimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, Sulh Ceza Mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari yaptırım kararı kesinleşir.” (8). bendinde ise “İdari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak İdari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren kararlarında verilmiş olması halinde; idari yaptırım kararına ilişkin hukuka aykırılık iddiaları bu işlemin iptali talebiyle birlikte idari yargı merciinde görülür.” hükümlerine yer verilmiştir.

Aynı Yasanın “Gürültü” başlığını taşıyan 36. maddesinde “(1) Başkalarının huzur ve sükununu bozacak şekilde gürültüye neden olan kişiye, elli Türk Lirası idari para cezası verilir.

(2) Bu fiilin bir ticari işletmenin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde işletme sahibi gerçek veya tüzel kişiye bin Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar idari para cezası verilir.

(3) Bu kabahat dolayısıyla idari para cezasına kolluk veya belediye zabıta görevlileri karar verir. ”, hükmü yer almıştır.

Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.

Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.

İncelenen uyuşmazlıkta, 6 adet kolon vasıtasıyla CD’den müzik yayını yapmak suretiyle, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 36/2. maddesini ihlal ettiğinden bahisle davacı şirkete, idari para cezası verilmiş; idari yaptırım kararının verildiği işlem kapsamında aynı kişi ile ilgili olarak idari yargının görev alanına giren başka bir karar verilmemiştir.

Bu durumda, davacıya verilen idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu ve Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde aynı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen (Ek karar) görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Beykoz Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen 04.02.2008 gün ve Dosya No: 2006/908 Müt., KARAR NO: 2006/908 Müt. sayılı (EK KARAR) GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 01.03.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
* * *
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2009/95

KARAR NO : 2010/43

KARAR TR : 01.03.2010

(Hukuk Bölümü)
Ö Z E T : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİ gerektiği hk.
K A R A R
Hüküm Uyuşmazlığının

Giderilmesini İsteyen: Hazine (Sağlık Bakanlığı)

Vekili : Av. F. Y.

Karşı Taraf : Ş. P.

Vekili : Av. H. D.

İhbar Edilen : E. Y.

Vekili : Av. H. A.
O L A Y : 1) E. Y. vekili tarafından Sağlık Bakanlığı’na karşı, Karabük Doğum ve Çocuk Bakımevinde yapılan tıbbi muamelelerde hizmet kusuru işlendiği iddiasıyla duyulan elem ve ızdırap karşılığı olarak 25.000.000.000.-TL manevi tazminatın olay tarihi olan 4.9.2000 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle idari yargı yerinde dava açılmıştır.

ZONGULDAK İDARE MAHKEMESİ; 12.12.2002 gün ve E:2002/400, K:2002/1437 sayı ile, “…Dava, Sağlık Bakanlığına bağlı Karabük Doğum ve Çocuk Bakımevinde yapılan tıbbi muamelelerde hizmet kusuru işlendiği iddiasıyla elem ve ızdırap karşılığı olarak 25.000.000.000.- TL (Yirmibeşmilyar lira) manevi tazminatın olay tarihi olan 4.9.2000 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

Anayasanın 125. maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.

İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlenmemesi hallerinde gerçekleşmekte ve tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.

İdare hukukunun ilkeleri ve Danıştay’ın yerleşik içtihatlarına göre, zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumunda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı hallerde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için zararın, idarenin ağır hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekmektedir. Bünyesindeki risk taşıyan hizmetlerden olan sağlık hizmetinden yararlananın zarara uğraması halinde bu zararın tazmini, ancak idarenin ağır hizmet kusurunun varlığı halinde mümkün olabilir.

Öte yandan manevi tazminat, manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelen duyduğu acı üzüntü ve sarsıntı nedeniyle yaşama şevki azalan ve şahsi menfaatleri ihlal edilen kişiye başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı nedeniyle bir miktar para verilmesi suretiyle kişilerin bu yoldan tazminini sağlamaya yönelik bir giderimdir.



Dava dosyasının incelenmesinden, davacının 24.11.1999 tarihinde Akut PID ön tanısıyla davalı idareye bağlı Karabük Doğum ve Çocuk Bakımevine yatırıldığı ve bilahare yapılan muayenesinde myoma-uterit kronik PID tanısı konulması üzerine tedavi uygulandığı, ayrıca davacının daha önce de myom ve sol over kisti ameliyatı geçirdiği, 27.11.1999 tarihinden sonra ise karın ağrısı şikayeti ile acil polikliniğe başvurduğu, kronik Pelvik Ağrı + Adezyon teşhisiyle 3.9.2000 tarihinde Jinekoloji servisine yatırıldığı, konulan teşhise dayalı olarak da 4.9.2000 tarihinde ameliyata alındığı, ameliyat neticesinde herhangi bir komplikasyon olmaması üzerine 12.9.2000 tarihinde taburcu edildiği, davacı tarafından rektal kanama endiksiyonu ile Sağlık Bakanlığı Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvurduğu, bu başvuru neticesinde endoskopi yapılarak 4.4.2001 tarihinde tanzim edilen kolonoskopi raporu ile Karabük Doğum ve Çocuk Bakım evi hastanesinde uygulanan tedavinin yanlış olduğunun anlaşıldığından bahisle 3.9.2001 tarihinde tazminat istemiyle E:2001/1029 numaralı davanın açıldığı, anılan davada verilen idari mercie tevdii kararından sonra davacının tazminat isteminin reddi üzerine bu davanın açıldığı, davacı vekili tarafından davacının kasık ağrılarının dindirilmesi amacıyla pervis ameliyatına alındığının, ancak davacının rahminin, sol yumurtalığının alındığının ve bağırsaklardaki poliplerin kazındığının, oysa davacının kasık ağrılarının rahim ve yumurtalıklarla ilgili olmadığının, rahim ve yumurtalıklarının sağlıklı olduğunun, ameliyattan önce İstanbul Haseki Hastanesince tanzim olunan 18.7.2000 gün ve 190615 sayılı rapordan belli olduğunun, ameliyatla davacının çocuk sahibi olma imkanının kesin olarak ortadan kaldırıldığının, zira davacının ameliyatla alınan rahim ve sol yumurtalığının gayet sağlıklı olduğunun raporlardan anlaşıldığının, ameliyatla alınan parçanın alınmasıyla ilgili davacının muvafakatının alınmadığı iddia olunduğu, bu iddialar çerçevesinde ve uyuşmazlığın niteliği gereği davacıya verilen sağlık hizmetinin sonucunda herhangi bir kusur bulunup bulunmadığının incelenmesi maksadıyla dosya üzerinde Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı ile Genel Cerrahi Ana Bilim Dalında görev yapan öğretim üyelerinden müteşekkil bilirkişi heyeti tarafından yapılan inceleme neticesinde tanzim olunan bilirkişi raporunda; davacının 18.7.2000 tarihinde yapılan hormon tetkiklerinde normal bulguların gözlenmesine rağmen ancak adet döneminin hangi gününde kan alındığının belirtilmemesi nedeniyle ovulasyonunun olup olmadığı hakkında bilgi sahibi olunamadığı, buna karşılık 22.7.2000 tarihli Jinekolojik ultrasonografi raporunda ovulasyonun olduğunun belirtildiği, bulgulardan hastanın uterusunun ve sol overinin normal olmadığının görüldüğü, Haseki Hastanesinde yapılan tetkik sonuçlarına göre davacının çocuğunun kesin olarak olabileceğinin kabulünün mümkün olmadığı, sadece ovulasyonun olmasının gebe kalınmasına yeterli olmadığı, en azından hastanın tüplerinin açık olup olmadığının ve uterusun durumunu gösteren bir rahim filminin mevcut olmadığı, hastanın önceden geçirdiği ameliyatlar sonucu oluşan yapışıklar ve buna bağlı olabileceği tubal sorunların da infertilite nedeni oluşabileceği, ameliyat notlarında da belirtildiği gibi batın içinde yaygın yapışıkların izlendiği, infertilite yaşın özellikle kadın için önemli olduğu, 35-44 yaş grubundaki kadınların yaklaşık %30’dan fazlasının infertil olduğu, yaşın 35’den fazla olmasının bir yandan ovulasyon sıklığının azalmasını gerektirirken diğer yandan da fertilizasyonun olabilmesine karşın implantasyon şansının azaldığı, ayrıca bu yaş grubunda düşük şansının arttığı, davacının kronik pelvik ağrı + adezyon endikasyonu ile operasyona alınmasında bir hatanın olmadığı, hastanın ameliyat sonrası alınan metaryalinin yapılan patolojik incelemesi sonucu hastanın rahminin sağlıklı olmadığını gösterdiği, davacıda ağrıya neden olan faktörlerin ameliyat esnasında doktor tarafından saptandığı ve gereken müdahalenin yapıldığı, davacı tarafından devam ettiği belirtilen ağrıların ise birkaç nedeninin olabileceği, bu nedenle bu konunun uzmanlar tarafından değerlendirilmesinin uygun olabileceği belirtilerek davacıya verilen sağlık hizmetinde herhangi bir kusurun bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.

Yukarıda değinilen ve teknik görüş ve kanaat içeren rapor taraflara tebliğ edilmiş olup davacı vekilince rapora pelvik ağrısı tedavisinin yumurtalıkların alınması ile ilgisinin bulunmadığı, yumurtalığın kadınlar için önemli bir organ olduğu, alınması gerekiyorsa hastanın muvafakatına başvurulması gerekirken muvafakatın alınmadığı gerekçeleriyle itiraz edilmektedir.

Bilirkişi heyetince davacıya uygulanan sağlık hizmetinde herhangi bir kusur olmadığı belirtilmekteyse de, söz konusu raporun ışığında olay incelendiğinde davacının pervis ameliyatına alındığı, ancak ameliyat sırasında rahim ve sol yumurtalıkların sağlıklı olmadığı, tümor olduğu şüphesi ile tamamen alındığı anlaşılmıştır. Ancak; söz konusu kısımlarda tıbbi olarak tamamen alınmasını zorunlu kılacak herhangi bir olumsuz durum var olduğunda endişe edilmesi halinde patoloji numunesi alınarak patolojik tetkikten sonra alınacak sonuca ve bu sonucun tıbbi değerlendirilmesine göre ne gibi bir müdahalede bulunulmasının yerinde olacağını belirten rapora göre hareket edilmesi gerekirken söz konusu uzuvların doğrudan alınmasında davalı idarenin ağır hizmet kusuru bulunduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır.

Olayda davalı idarece daha çok davacının çocuk doğurabilmesi imkanının çok düşük ihtimal olduğu hususu ön plana çıkarılmış ise de; söz konusu iddia ihtimallere dayalı bulunmaktadır. Zira ameliyat öncesinde davacının çocuk doğurma yeteneğinin olmadığı, kaybolduğu, bittiği yönünde tıbbı bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Kaldı ki, hadise yeterli tetkik ve inceleme yapılmaksızın bir şüpheye dayalı olarak birden fazla uzuv kaybına yol açılmasıdır. Bu itibarla davalı idarenin iddiası hizmet kusurunun varlığını ortadan kaldırmamaktadır. Diğer taraftan; sağlık hizmeti işleyişi itibariyle bünyesinde risk taşıyan bir hizmet niteliğine haiz olmakla birlikte söz konusu özellik ancak sağlık hizmetinin sunumu esnasında öngörülmeyen komplikasyonların ortaya çıkması halinde göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Oysa olayda; böyle bir durum söz konusu olmamış ameliyat sırasında olumsuz var olduğu şüphesinin varlığına dayalı olarak patolojik numune alınarak neticesine ve hastanın isteğine göre hareket edilmeme neticesinde kaliteli olmayan, iyi işlemeyen bir sağlık hizmetinin sunumu mevzu bahistir.

Olayın oluşumu, gelişimi, niteliği ve sonuçları, davacının durumu itibariyle manevi zarara karşılık mahkemece takdir ve tespit olunacak manevi tazminatın, manevi tatmin aracı olmasından dolayı zenginleşmeye yol açmayacak miktarda ve fakat idarenin olaydaki kusurunun niteliğini ve ağırlığını ifade edecek ölçüde saptanması zorunlu bulunmaktadır.

Davalı idarenin açıklanan hizmet kusuru nedeniyle davacının uğradığı manevi zararının tazmini gerekmektedir.

Davacının maruz kaldığı olayın oluşumu, gelişimi niteliği ve sonucu ile davacının düştüğü durumla birlikte kusurun ağırlığı dikkate alınmak suretiyle uzuv tatili mevzu bahis olan davacının acı ve üzüntüsünün giderilmesi amacıyla takdiren 25.000.000.000.- TL manevi tazminatın davalı idarece davacıya ödenmesi gerektiğine hükmedilmesi sonucuna varılmıştır.

Davalı idarenin sebepsiz zenginleşme ve fahişlik iddiası ise günümüz ekonomik koşulları ve olayın niteliği gereği yerinde bulunmamaktadır.

Manevi tazminat miktarına faiz yürütülmesi istemine gelince; eksilen ya da yoksun kalınan maddi değerin karşılanmasının zaman içinde gecikmesi ayrıca bu gecikmeden doğan zararların telafisi için hükmedilecek maddi tazminata 3095 sayılı Kanun uyarınca faiz yürütülmesini gerekli kılmaktadır.

Bu itibarla yerleşik idari yargı içtihatları çerçevesinde ancak maddi tazminata faiz yürütülebilecek olup, manevi tazminata ise faiz yürütülmesi mümkün bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle; davacının manevi tazminat isteminin tamamının kabulüyle, 25.000.000.000.- TL (Yirmibeşmilyar) tazminat miktarının davalı idarece davacıya tazminen ödenmesine, tazminat miktarına faiz yürütülmesi talebinin ise reddine,…” karar vermiş; bu karar, DANIŞTAY ONUNCU DAİRESİ’nin 17.9.2003 gün ve E:2003/1259, K:2003/3743 sayılı kararı ile onanmak ve kararın düzeltilmesi istemi de aynı Dairenin 2.11.2004 gün ve E:2003/6238, K:2004/7106 sayılı kararı ile reddedilmek suretiyle kesinleşmiştir.

2) Sağlık Bakanlığı vekili tarafından Şakir Polay’a karşı, kasık ağrıları nedeniyle Karabük 500 Evler Doğum ve Çocuk Hastanesi’ne başvuran Emine Yazıcı’nın Sağlık Bakanlığı doktorlarından kadın hastalıkları ve doğum uzmanı Dr. Ş. P. tarafından tedavi edilmek amacıyla ameliyata alındığı, yanlış teşhis ile bağırsakları üzerindeki polipler kazınıp, rahim ve sol yumurtalığının alınarak çocuk sahibi olma imkanının ortadan kaldırıldığı, teşhisin yanlış olduğunun İstanbul Haseki Hastanesi’nin 4.4.2001 tarihli kolonoskopi raporu ve 16.4.2001 tarihli patolojik anatomi raporu ile sabit olduğu, E. Y.’nın Sağlık Bakanlığı aleyhine Zonguldak İdare Mahkemesi’ne açmış olduğu tazminat davasının kabulüne karar verilerek Karabük İcra Müdürlüğü’nün 2003/1115 sayılı dosyasına 20.7.2004 tarihinde 36.850,65YTL ödendiği belirtilerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla E. Y.’ya ödenen 36.850,65YTL’nin ödeme tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte hizmet kusuru işleyen davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açılmıştır.

Davacı vekilinin istemi üzerine dava Emine Yazıcı’ya ihbar edilmiştir.

SAFRANBOLU ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ; 7.3.2007 gün ve E:2005/45, K:2007/72 sayı ile, “…Davacı vekili dava dilekçesinde, kasık ağrıları nedeniyle Karabük 500 Evler Doğum ve Çocuk Hastanesine başvuran E. Y.’nın Sağlık Bakanlığı doktorlarından kadın hastalıkları ve doğum uzmanı Dr. Ş. P. tarafından tedavi edilmek amacıyla ameliyata alındığını, yanlış teşhis ile bağırsakları üzerindeki polipler kazınarak, rahim ve sol yumurtalığının alınarak çocuk sahibi olma imkanının ortadan kaldırıldığını, teşhisin yanlış olduğunun İstanbul Haseki Hastanesinin 4.4.2001 tarihli kolonoskopi raporu ve 16.4.2001 tarihli patolojik anatomi raporu ile sabit olduğunu, E. Y.’nın Sağlık Bakanlığı aleyhine Zonguldak İdare Mahkemesine açmış olduğu tazminat davasının kabulüne karar verilerek Karabük İcra Müdürlüğünün 2003/1115 sayılı dosyasına 20.7.2004 tarihinde 36.850.65 YTL ödediklerini belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla E. Y.’ya ödenen 36.850.65 YTL’nin ödeme tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte hizmet kusuru işleyen davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde, yanlış teşhis ve tedavinin söz konusu olmadığını, hastaya ameliyatı konusunda bilgi verildiğini ve kabul etmesi üzerine ameliyata alındığını, ameliyatın içeriğinin hasta dosyası ve ameliyat bülteninde yazılı olduğunu, mevcut rahatsızlıklarının tedavisi için ameliyatın yapılmasının gerekli olduğunu, ameliyattan sonra alınan raporlarında bunu doğruladığını, İdare Mahkemesinde görülen davada müvekkilinin görevi ile ilgili kusursuz olduğunun saptandığı ve hakkında hekimlik görevi ile ilgili idari herhangi bir ceza da verilmediğini, müvekkilinin hastanın gerek tedavisi gerekse ameliyat ile yapmış olduğu teşhis ve tedavilerin tıp biliminin gereklerine uygun olup görev kusuru da dahil olmak üzere herhangi bir kusuru bulunmaması nedeniyle haksız davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Davacı vekilinin talebi üzerine dava, İdare Mahkemesinde davacı olan ve davayı kazanan E. Y.’ya ihbar edilmiş, duruşmaya katılan Emine Yazıcı, ameliyatta izni ve bilgisi olmadan organlarının alındığını, ameliyattan önce kendisi ve eşi tarafından hastane giriş kağıdı imzaladıklarını ancak ameliyatla ilgili belge imzalamadıklarını, kusurun doktorda olduğunu belirtmiştir.

Zonguldak İdare Mahkemesinin 2002/400 E-1437 K sayılı dosyasının incelenmesinde, davacı E. Y. vekili tarafından davalı Sağlık Bakanlığına karşı açılan, davalı Bakanlığın doktorlarından olan Ş.P.’ın yaptığı ameliyatla, müvekkilinin tedavisi ile ilgisi bulunmayan davacının rahmini ve sol yumurtalığını alarak, davacının çocuk yapma kabiliyetini yok etmesi nedeniyle duyulan üzüntü ve elem karşılığı manevi tazminat davası olduğu, yapılan yargılama sonunda, davacının uzuvlarının herhangi bir patolojik inceleme yapmadan doğrudan alınmasında davalı idarenin ağır hizmet kusuru bulunduğu kanaatine varılarak 25.000 YTL manevi tazminat ödemesine karar verildiği ve kararın Danıştay denetiminden geçerek kesinleştiği görülmüştür.

E. Y.’nın tedavisine ilişkin Karabük Doğum ve Çocuk Hastanesi, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile İstanbul Haseki Hastanesinde bulunan kayıtlar ile Karabük İcra Müdürlüğünün 2003/1115 sayılı dosyası getirtilerek incelenmiştir.

Yapılan ameliyat nedeniyle davalının kusuru bulunup bulunmadığı, yapılan ameliyatın E. Y.’nın şikayeti göz önüne alındığında zorunlu olup olmadığı, dosya kapsamına göre doktorun yapılacak işlemler konusunda hastasına bilgi verip vermediği konusunda rapor düzenlenmesi için dosya iki kez bilirkişi incelemesine gönderilmiş; Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyelerinden oluşan üçlü bilirkişi heyeti raporunda, hasta E. Y.’nın şikayeti göz önüne alındığında Dr. Ş. P.’ın doğru tanı koyarak doğru tedavi uyguladığı ve tıbbi ihmalinin olmadığı, yapılan işlemin hastaya anlatıldığı kanaatine varıldığı belirtilmiş, hastanın Ankara Numune ve İstanbul Haseki Hastanesindeki kayıtları da getirtilerek dosya üzerinde 2. bilirkişi incelemesi yaptırılmış, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı öğretim görevlilerinden oluşan üçlü bilirkişi heyeti raporunda, operasyonun hastanın şikayetleri ve yaşı göz önüne alındığında doğru bir operasyon yaklaşımı olduğu, hekimin tıbbi bir ihmal ve kusuru bulunmadığı, davacının önceki bilirkişi raporuna itiraz gerekçesinde ele alınmamış olduğu ifade edilen operasyon sırasında patolojik inceleme yapılmadan rahmin alınmasının yanlış olduğu düşüncesine katılmadıklarını, çünkü, ameliyat sırasında patolojik incelemenin kanser şüphesi varsa yapılması gereken bir tetkik olduğunu, böyle bir tetkik yapılmadan hastanın ameliyat sırasındaki bulgusu ve klinik yakınmalarının şiddetine dayanılarak rahim alınması operasyonu yapıldığını, yatış dosyasındaki bilgilerden hastanın yapılacak ceriha müdahale konusunda bilgilendirildiğinin kabul edileceği kanısında olduklarını belirtmişler, davacı vekili raporlara itiraz ederek, Yüksek Sağlık Şurasından rapor alınmasını istemişse de; alınan raporların Mahkememizce açıklayıcı ve yeterli olması, ayrıca, Yüksek Sağlık Şurasının hukuk davalarında HUMK’nun 276/2 maddesinde öngörülen nitelikte, kendisine başvurulması zorunlu resmi bilirkişi olmaması ve mahkemenin Yüksek Sağlık Şurasına başvurup başvurmamakta serbest olması nedeniyle davacının bu talebi reddedilmiştir.

Davacı idare, dava dışı E. Y.’nın davalı tarafından yapılan ameliyatı sırasında uzuvlarının alınması nedeniyle İdare Mahkemesinde idarenin ağır hizmet kusuru bulunduğu kabul edilerek E. Y.’ya ödedikleri tazminatın ameliyatı yapan doktordan rücuen tahsilini istemiştir. Tüm dosya kapsamı alınan bilirkişi raporları, gelen yazı cevapları, İdare Mahkemesi dosyası göz önüne alındığında, daha önce myom ve sol over kisti ameliyatı geçiren, 9 yıldır kronik pelvik ağrı şikayeti bulunan E. Y.’nın daha öncede aynı ve başka hastanelere başvurduğu, teşhis ve tedavisinin yapıldığı, aynı şikayetlerinin devam etmesi ve tekrar davalı doktorun görev yaptığı hastaneye başvurması üzerine 3.9.2000 tarihinde, eşine gereken tıbbi ve cerrahi tedavileri kabul ettiğini belirtir hastane giriş kağıdı imzalatılarak doktor Ş. P. tarafından ameliyata alındığı, ameliyatta hastanın rahminin ve sol yumurtalığının alındığı, yapışıklıkların açıldığı, Mahkememizce açıklayıcı denetime elverişli ve kanaat verici olması nedeniyle itibar edilen, değerlendirmeler ve varılan sonuçlar bakımından birbirini doğrulayan üniversite hastanelerinin kadın hastalıkları ve doğum ana bilim dalında uzman bilirkişilerden oluşan her iki bilirkişi heyeti raporuna göre yapılan operasyonda davalının tıbbi ihmal ve kusuru bulunmadığı, hastanın yapılacak müdahale konusunda bilgilendirildiği anlaşıldığından, davanın reddine karar verilerek aşağıdaki hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle.

Davanın reddine,…” karar vermiş; bu karar, YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ’nin 10.3.2008 gün ve E:2007/6437, K:2008/3100 sayılı kararı ile onanmak ve kararın düzeltilmesi istemi de aynı Dairenin 6.11.2008 gün ve E:2008/12613, K:2008/13445 sayılı kararı ile reddedilmek suretiyle kesinleşmiştir.



UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ’NDEN İSTEK : Hazine (Sağlık Bakanlığı) vekili, davalı olarak Ş. P.’ı, ihbar edilen olarak E.Y.’yı göstermek suretiyle Uyuşmazlık Mahkemesi’ne hitaben verdiği 3.2.2009 günlü dilekçesinde, E. Y. isimli şahsın, Karabük Doğum ve Çocuk Bakımevinde görevli Dr. Ş.P. tarafından kendisine uygulanan tedavide (cerrahi operasyonda) hizmet kusuru bulunduğunu bildirerek Sağlık Bakanlığı aleyhine açmış olduğu “manevi tazminat” davasının Zonguldak İdare Mahkemesi’nce yapılan yargılaması sonucunda tesis edilen 12.12.2002 gün ve 2002/400 Esas, 2002/1437 Karar sayılı kararı ile, davanın kabulüne (25.000,00TL manevi tazminat alacağı ile eklentilerinin davacıya ödenmesine) karar verildiği, söz konusu kararda özet olarak, “...kaliteli olmayan, iyi işlemeyen bir sağlık hizmetinin sunumu mevzubahistir”, “...idarenin...hizmet kusuru nedeniyle davacının manevi zararının tazmini gerekmektedir” denildiği, söz konusu kararın, (temyiz ve karar düzeltme) yasa yollarından geçerek kesinleştiği, sözü edilen idari yargı kararı ile ilama bağlanan manevi tazminat ile eklentilerini E.Y.’ya ödeyen İdarenin, Anayasa’nın 129/5 ve 657 sayılı Yasa’nın 13/1 maddeleri ile kendisine tanınan rücu hakkını kullandığı ve hak sahibine ödemiş olduğu paranın Dr.Ş. P.’dan tahsili istemi ile “rücuen tazminat” davası açtığı, söz konusu davanın, Safranbolu Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2005/45 Esas sayılı dava dosyası ile yapılan yargılaması sonucunda, “...yapılan operasyonda davalının...kusuru bulunmadığı” gerekçesi ile davanın reddine karar verildiği, yerel Mahkemenin 7.3.2007 gün ve 2005/45 Esas, 2007/72 Karar sayılı kararının, (temyiz ve karar düzeltme) yasa yollarından geçerek kesinleştiği, rücu davalarının temelinde halefiyet ilkesi bulunduğu, halef olan kişinin alacaklıyı tatmin ettiği anda, yeni bir hak elde etmediği, alacaklıya ait olan hakkı kanundan dolayı olduğu gibi devraldığı, öte yandan, sorumluluk hukukunun gereği olarak ortada sonuçları itibariyle tek ve bölünemez bir haksız eylem ile bunun sonucunda doğmuş olan bir zararın söz konusu olduğu, idari yargı mercii tarafından Dr. Ş. P.'ın hukuka aykırı/haksız eyleminin bulunduğu kabul edilmiş olmasına rağmen, bu hususun adli yargı mercii tarafından kabul görmediği ve Dr. Ş. P.’ın hukuka aykırı/haksız eyleminin bulunmadığına hükmedildiği, böyle olunca, İdarenin Anayasa ve 657 sayılı Yasa’dan kaynaklanan haklarının yerine getirilmesi ve ödemiş olduğu ilama bağlı borç nedeniyle malvarlığında meydana gelen eksilmenin giderilmesinin olanaksız hale geldiği, zira; ortada bir haksız eylemin bulunmadığı kabul edilmekte ise, E. Y. isimli kişi lehine sebepsiz zenginleşme yaratılmış olduğunun kabulünün gerektiği, aksi halde, yani ortada bir haksız eylemin bulunduğu kabul edilmekte ise, bu durumda da Ş. P.’ın tazmin sorumluluğunun kabul edilmemiş olmasının doğru olmadığı, bu nedenle, 2247 sayılı Yasa’nın 24 ve devamı maddeleri uyarınca söz konusu uyuşmazlığın giderilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvuru zorunluluğunun doğduğu belirtilerek Zonguldak İdare Mahkemesi’nin 12.12.2002 gün ve 2002/400 Esas, 2002/1437 Karar sayılı kesinleşen kararı ile, Safranbolu Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 7.3.2007 gün ve 2005/45 Esas, 2007/72 Karar sayılı kesinleşen kararı arasındaki hüküm uyuşmazlığının giderilmesini istemiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 24. ve 16. maddelerine göre ilgili Başsavcıların yazılı düşünceleri istenilmiştir.



DANIŞTAY BAŞSAVCISI; E. Y.’nın, uzun zamandır süren kasık ağrıları şikayeti nedeniyle Karabük Doğum ve Çocuk Bakımevi'ne başvurduğunu, burada yapılan ameliyat ile rızası da olmaksızın rahim ve yumurtalığının alındığını, böylece çocuk sahibi olma yeteneğini yitirmesine neden olunduğunu ileri sürerek 25.000.-TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle Sağlık Bakanlığı'na karşı dava açtığı, Zonguldak İdare Mahkemesi'nin 12.12.2002 günlü, E:2002/400, K:2002/1437 sayılı kararıyla, sağlık hizmetinin işleyişi itibarıyla bünyesinde risk taşıyan bir hizmet niteliğinde olduğu, ancak sözü edilen özelliğin ancak sağlık hizmetinin sunumu sırasında öngörülemeyen komplikasyonların ortaya çıkması durumunda dikkate alınabileceği, bilirkişi incelemesi sonrasında düzenlenen raporda, davacıya uygulanan tedavide herhangi bir kusur olmadığının belirtildiği, bununla birlikte ameliyat sırasında davacının rahim ve yumurtalığının sağlıklı olmadığı ve tümör şüphesiyle tamamen alındığının anlaşıldığı, oysa davacının organlarının tamamen alınmasını zorunlu kılacak herhangi bir olumsuz durumdan endişe edilmesi halinde patoloji numunesi alınarak, yapılacak inceleme ve tıbbi değerlendirme ile hastanın isteğine göre hareket edilmesi gerekirken, bu uzuvların doğrudan alındığı, böylece kaliteli olmayan, iyi işlemeyen bir sağlık hizmetinin sunulduğu gerekçeleriyle davacının manevi tazminat isteminin kabul edildiği, bu tutara faiz uygulanması isteminin ise reddedildiği, bu kararın, davalı Sağlık Bakanlığı'nın temyiz istemini reddeden Danıştay Onuncu Dairesi'nin 17.9.2003 günlü, E:2003/1259, K:2003/3743 sayılı kararıyla onandığı; daha sonra Danıştay Onuncu Dairesi'nin 2.11.2004 günlü, E:2003/6238, K:2004/7106 sayılı kararıyla davalı idarenin kararın düzeltilmesi isteminin de reddedilmesiyle kesinleştiği, Sağlık Bakanlığı’nın kesinleşen yargı kararı gereği, hükmedilen manevi tazminat tutarını ilgilisine ödediği ve 657 sayılı Devlet Memurları Yasası'nın 13. maddesinden hareketle, ilgilisine ödediği 36.850,65TL'nın, kişisel kusuru nedeniyle tazminat ödemesine neden olduğu savıyla E. Y.'nın ameliyatını gerçekleştiren doktordan rücuen tahsili istemiyle dava açtığı, bu davanın, Safranbolu Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 7.3.2007 günlü, E:2005/45, K:2007/72 sayılı kararıyla, bilirkişi incelemeleri sonucunda düzenlenen raporlarda, gerçekleştirilen ameliyatın hastanın yakınmaları ve yaşı dikkate alındığında doğru olduğunun, operasyon sırasında patolojik inceleme yapılmadan rahmin alınmaması gerektiği düşüncesinin yerinde görülmediğinin, patolojik incelemenin kanser şüphesi varsa yapılması gerektiğinin, böyle bir inceleme yapılmadan ameliyat anında elde edilen bulgular ve hastanın şikayetlerine dayanılarak rahmin alınabileceğinin ifade edildiği, bu haliyle hastanın yapılacak işlem konusunda bilgilendirilmesi sonrasında yapılan operasyonda davalı doktorun tıbbi ihmal ve kusurunun bulunmadığı sonucuna ulaşıldığı gerekçeleriyle reddedildiği, sözü edilen kararın, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi'nin 10.3.2008 günlü, E:2007/6437, K:2008/3100 sayılı kararıyla, davacı Sağlık Bakanlığı'nın temyiz istemi reddedilerek onandığı ve daha sonra kararın düzeltilmesi isteminin de Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi'nin 6.11.2008 günlü, E:2008/12613, K:2008/13445 sayılı kararıyla reddedilmesi üzerine kesinleştiği, idari yargı yerinde açılan davanın davalısı, adli yargı yerinde açılan davanın ise davacısı konumunda bulunan Sağlık Bakanlığı’nın, Anayasa ve 657 sayılı Devlet Memurları Yasası'ndan kaynaklanan haklarını yerine getirmesinin ve ödemiş olduğu ilama bağlı borç nedeniyle malvarlığında oluşan eksilmeyi gidermesinin olanaksız hale geldiği savıyla Zonguldak İdare Mahkemesi'nce verilen karar ile Safranbolu Asliye Hukuk Mahkemesi'nce verilen kararlar arasında hüküm uyuşmazlığı oluştuğunu öne sürerek, uyuşmazlığın giderilmesi istemiyle Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurduğu, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Yasa'nın 24. maddesinin birinci fıkrasında, Yasanın 1. maddesinde gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığının kabul edileceğinin belirtildiği, görüldüğü üzere, hüküm uyuşmazlığından söz edilebilmesi için aranan unsurlardan birisinin, kararlar arasındaki çelişki yüzünden, varlığı yargı kararı ile saptanan ve korunan bir hakkın kullanılmasının veya yerine getirilmesinin olanaksız hale gelmesi olduğu, idarenin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetinin geç işlemesi, kötü işlemesi veya hiç işlememesi nedeniyle ortaya çıkan hizmet kusurunun, her zaman ilgili kamu görevlisinin görev kusurundan kaynaklanmayacağı, başka bir ifadeyle, hizmet kusuru olduğu savıyla idareye karşı açılan tazminat davasının kabulünün, ilgili kamu görevlisinin görev kusurunun saptanmasına bağlı olmadığı, dolayısıyla idarenin hizmet kusurunun saptanması ve bu nedenle kişilerin uğradığı zararı tazminle yükümlü tutulması, ödenen tazminat tutarının mutlaka ilgili kamu görevlisine rücu edilmesi sonucunu doğurmayacağı, nitekim, bu nedenlerle, Anayasa'nın 129. maddesinin üçüncü fıkrasında ve buna koşut biçimde 657 sayılı Devlet Memurları Yasası'nın 13. maddesinde, memurların yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine genel hükümlere göre rücu edilmek kaydıyla, ancak idare aleyhine açılması esasının benimsendiği, belirtilen hukuksal durum karşısında, idari yargı yerince hizmet kusuru nedeniyle idarenin tazmin sorumluluğunun saptanmasının, idareye, ödediği bu tazminatı ilgili kamu görevlisine rücu etme hakkını değil, bu kişiye karşı rücu davası açma hakkını verdiği, çünkü idarenin ödediği tazminatı rücuen tazmin edebilmesinin, ilgili kamu görevlisinin kişisel kusurunun varlığının genel hükümlere göre saptanması koşuluna bağlı bulunduğu, dolayısıyla, gerek idarenin hizmet kusurunu ve buna dayalı olarak tazmin yükümlülüğünü belirleyen ve kesinleşen Zonguldak İdare Mahkemesi'nin 12.12.2002 günlü, E:2002/400, K:2002/1437 sayılı kararı, gerek hizmet kusuru ve tazmin sorumluluğu saptanan idarenin, ödediği tazminat tutarının ilgili kamu görevlisine rücu edilmesi istemiyle açtığı davanın reddi yolunda Safranbolu Asliye Hukuk Mahkemesi'nce verilen ve kesinleşen 7.3.2007 günlü, E:2005/45, K:2007/72 sayılı kararı, idarenin bu yargı kararları sonunda elde etmiş olduğu bir hakkın yerine getirilmesini engelleyecek nitelik taşımadığından, sözü edilen kararlar arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğundan söz etmeye olanak bulunmadığı, kaldı ki, idari yargı yerinde idare hukuku ilkelerine göre idarenin tazmin sorumluluğuna dayalı olarak açılan dava ile adli yargı yerinde ilgili kamu görevlisinin kişisel kusuruna dayalı olarak açılan rücu davasının sebepleri ve konularının da farklı olduğu, bu durumda, 2247 sayılı Yasa'nın 24. maddesinin birinci fıkrasında belirtildiği gibi, aynı konuya ve sebebe ilişkin iki ayrı kararın varlığından söz edilemeyeceği, bu nedenle de hüküm uyuşmazlığı bulunmadığının ortada olduğu, bu nedenlerle, 2247 sayılı Yasa'nın 24. maddesinde öngörülen hüküm uyuşmazlığı doğmadığından, istemin reddi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI; Zonguldak İdare Mahkemesi’nin 12.12.2002 gün ve 2002/400 Esas, 2002/1437 Karar sayılı kararı ile Safranbolu Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 7.3.2007 gün ve 2005/45 Esas, 2007/72 Karar sayılı kararı arasında doğduğu öne sürülen hüküm uyuşmazlığının giderilmesi için Sağlık Bakanlığı vekili tarafından 2247 sayılı Kanun'un 24. maddesi gereğince yapılan başvuruyla ilgili 2009/95 Esas sayılı dosyanın incelendiği, Zonguldak İdare Mahkemesi’nin 2002/400 Esas sayılı dava dosyasında davacı Emine Yazıcı tarafından davalı Sağlık Bakanlığı’na karşı açılan manevi tazminat davasında; davacının kasık ağrısı şikayeti ile başvurduğu davalı idareye bağlı Karabük Doğum ve Çocuk Bakımevi Hastanesi’nde 24.11.1999 tarihinde Akut PID ön tanısıyla hastaneye yatırıldığı, hastanın tedavisine yönelik cerrahi operasyon sırasında hastanın haberi olmaksızın rahim ve yumurtalığının alındığı ve bunun sonucunda doğum yapma şansını kaybettiği ileri sürülerek 25.000.-TL manevi tazminat davası açıldığı, dava sonucunda anılan Mahkemenin 12.12.2002 gün ve 2002/400 Esas, 2002/1437 Karar sayılı kararı ile, sağlık hizmetinin işleyişi itibariyle bünyesinde risk taşıyan bir hizmet niteliğinde bulunduğu, bilirkişi heyetince davacıya uygulanan sağlık hizmetinde herhangi bir kusur olmadığının ifade edildiği, ameliyata alınan davacının ameliyat sırasında rahim ve sol yumurtalıklarının sağlıklı olmadığının ve tümör olduğu şüphesiyle tamamen alındığı, ancak söz konusu kısımlarda tıbbi olarak tamamen alınmasını zorunlu kılacak herhangi bir olumsuz durumun mevcut olduğundan endişe edilmesi halinde patoloji numunesi alınarak patolojik tetkikten sonra alınacak sonuca göre tıbbi değerlendirme yapılarak nasıl bir müdahale yapılmasının uygun olacağını belirten rapora göre hareket edilmesi gerekirken söz konusu uzuvların doğrudan alınması sonucunda kaliteli olmayan ve iyi işlemeyen bir sağlık hizmetinin sunumunun söz konusu olması nedeniyle davalı idarenin ağır hizmet kusurunun mevcut olduğu sonucuna varılarak manevi tazminat isteminin kabulüne, tazminat miktarına faiz yürütülmesi isteminin reddine karar verildiği, söz konusu kararın Sağlık Bakanlığı’nca temyiz edilmesi üzerine Danıştay Onuncu Dairesi’nin 17.9.2003 gün ve 2003/1259 Esas, 2003/3743 Karar sayılı kararı ile onandığı, daha sonra davalı idarenin kararın düzeltilmesi isteminin Danıştay Onuncu Dairesi’nin 2.11.2004 gün ve 2003/6238 Esas, 2004/7106 Karar sayılı kararıyla reddedilmesiyle Zonguldak İdare Mahkemesi’nin söz konusu kararının kesinleştiğinin anlaşıldığı, Safranbolu Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2005/45 Esas sayılı dava dosyasında davacı Sağlık Bakanlığı tarafından kesinleşen mahkeme kararı gereğince ödediği manevi tazminat nedeniyle ameliyatı gerçekleştiren doktor aleyhine açılan rücu davasında; Sağlık Bakanlığı tarafından 657 sayılı Devlet Memurları Yasası'nın 13. maddesine istinaden hasta E. Y.'nın ameliyatını yapan doktorun kişisel kusuru nedeniyle manevi tazminat ödendiği ileri sürülerek, ödenen miktarın doktordan rücuen tahsili istemiyle dava açıldığı, Safranbolu Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 7.3.2007 gün ve 2005/45 Esas, 2007/72 Karar sayılı kararı ile, bilirkişi raporlarında hastanın yaşı ve şikayeti göz önüne alındığında gerçekleştirilen ameliyatın doğru olduğu, ameliyat sırasında patolojik inceleme yapılmadan rahmin alınmaması gerektiği yönündeki düşüncenin yerinde görülmediği, patolojik incelemenin kanser şüphesinin olması halinde yapılması gerektiği, ameliyat esnasında elde edilen bulgular ve hastanın şikayetine dayanılarak patolojik inceleme yapılmadan rahmin alınabileceğinin belirtilmesi karşısında hastanın yapılacak işlem konusunda bilgilendirilmesi sonrasında yapılan operasyonda davalı doktorun tıbbi ihmal ve kusurunun bulunmadığı sonucuna varılarak rücu davasının reddine karar verildiği, söz konusu kararın Sağlık Bakanlığı’nca temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi’nin 10.3.2008 gün ve 2007/6437 Esas, 2008/3100 Karar sayılı kararı ile onandığı, daha sonra yapılan karar düzeltilmesi isteminin Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi’nin 6.11.2008 gün ve 2008/12613 Esas, 2008/13445 Karar sayılı kararıyla reddedilmesi ile Safranbolu Asliye Hukuk Mahkemesi’nin söz konusu kararının kesinleştiğinin görüldüğü, 2247 sayılı Yasa'nın 24. maddesi gereğince, hüküm uyuşmazlığının varlığı için adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflardan en az biri aynı olan iki ayrı kararın bulunması ve bu kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesinin olanaksız olması gerektiği, hüküm uyuşmazlığına konu edilen Zonguldak İdare Mahkemesi’nce karara bağlanan davanın konusu, davalı idarenin hizmet kusuruna dayalı manevi tazminat davası iken, Safranbolu Asliye Hukuk Mahkemesi’nce karara bağlanan davanın konusunun davacı Sağlık Bakanlığı tarafından kesinleşen mahkeme kararı gereğince ödediği manevi tazminat nedeniyle ameliyatı gerçekleştiren doktor aleyhine kişisel kusuru olduğu ileri sürülerek açılan rücu davası olduğunun anlaşıldığı, adli ve idari yargıda açılan davalar aynı konu ve sebebe dayalı olmadığından, kararlar arasında dayanaklarının ve istemlerinin farklı olması nedeniyle aykırılık bulunmadığı gibi, hakkın yerine getirilmesini imkansız kılan bir çelişkinin varlığından söz edilemeyeceği için hüküm uyuşmazlığının oluşmadığı, bu nedenlerle, 2247 sayılı Kanun'un 24. maddesinde belirtilen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Ramazan TUNÇ, Habibe ÜNAL, Ayper GÖKTUNA, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 1.3.2010 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun başvurunun reddi gerektiği yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir” hükmü yer almıştır.

Aynı Kanunun 24. maddesinde, “(Değişik birinci fıkra: 21/1/1982 - 2592/7 md.) 1 nci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir.

Ceza kararlarında; sanığın, fiilin ve maddi olayların aynı olması halinde hüküm uyuşmazlığı var sayılır.

İlgili kişi veya makam Uyuşmazlık Mahkemesine başvurarak hüküm uyuşmazlığının giderilmesini istiyebilir. Bu halde olumsuz görev uyuşmazlığının çıkarılması ile ilgili 15 ve 16 ncı maddelerdeki usul kuralları uygulanır” denilmiştir.

Buna göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:

a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,

b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,

c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,

d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,

e)Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen adli ve idari yargı kararlarının incelenmesinden: ortada adli ve idari yargı yerlerince verilmiş ve kesinleşmiş kararlar bulunduğu; her iki kararda da işin esasının hükme bağlandığı; taraflardan en az birinin (Sağlık Bakanlığı) aynı olduğu anlaşılmaktadır.

Konu ve dava sebebinin aynı olup olmadığına gelince:

İdare Mahkemesindeki dava; Emine Yazıcı vekili tarafından Sağlık Bakanlığı’na karşı, Karabük Doğum ve Çocuk Bakımevinde yapılan tıbbi muamelelerde hizmet kusuru işlendiği iddiasıyla duyulan elem ve ızdırap karşılığı olarak 25.000.000.000.-TL manevi tazminatın olay tarihi olan 4.9.2000 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmış; Mahkeme, olayda, davalı idarenin ağır hizmet kusuru bulunduğu, kaliteli olmayan, iyi işlemeyen bir sağlık hizmetinin sunumunun söz konusu olduğu gerekçesiyle davacının manevi tazminat isteminin tamamının kabulüyle, 25.000.000.000.-TL tazminat miktarının davalı idarece davacıya tazminen ödenmesine, tazminat miktarına faiz yürütülmesi talebinin ise reddine karar vermiştir.

Asliye Hukuk Mahkemesindeki dava ise; Sağlık Bakanlığı vekili tarafından ameliyatı gerçekleştiren doktor Ş. P.’a karşı, idare mahkemesi kararı üzerine E. Y.’ya ödenen 36.850,65YTL’nin ödeme tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi istemiyle açılmış; Mahkeme, yapılan operasyonda davalının tıbbi ihmal ve kusuru bulunmadığı, hastanın yapılacak müdahale konusunda bilgilendirildiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.

Bu duruma göre, İdare Mahkemesindeki davanın, sağlık hizmetinde hizmet kusuruna dayalı olarak Sağlık Bakanlığı’na karşı açılan ve sonuçlandırılan dava olması; Asliye Hukuk Mahkemesindeki davanın ise, Sağlık Bakanlığı tarafından yargı kararı uyarınca ödenen tazminat tutarının ilgili doktordan tahsili amacıyla açılan ve reddedilen rücu davası olması karşısında, İdare Mahkemesi ile Asliye Hukuk Mahkemesi kararları arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğunun kabulü için gerekli olan koşullardan, “konu ve dava sebebinin aynı olması” koşulunun gerçekleşmediği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, hüküm uyuşmazlığının varlığı için 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşullar birlikte gerçekleşmediğinden, başvurunun reddi gerekmiştir.
SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 1.3.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
* * *
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2009/109

KARAR NO : 2010/46

KARAR TR : 01.03.2010

(Hukuk Bölümü)
Ö Z E T : Cumhuriyet Savcısı tarafından, 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun, 5728 sayılı Kanunun 466. maddesiyle değiştirilen 15 maddesi uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.


Yüklə 5,59 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   104   105   106   107   108   109   110   111   ...   148




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin