Wilbur Smith Onbirinci Yazıt



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə35/47
tarix11.08.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#69455
növüYazı
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   47

Yerin sarsıntısı durdu ve kratere yine o gizemli sessizlik çöktü. Şimdi önündeki yol net ve davetkâr bir şekilde uzanıyordu. Sonunda, iri kayaların arasındaki geçitten geçerken, mağarada akan suyun gümbürtüsünü duydu. Yeşilliklerin arasından ilerleyip, göl başındaki açıklığa ulaştı. Her zamanki gibiydi. Sırtını devrilmiş ağaç gövdesine dayayarak otların üstündeki alışık olduğu yere oturdu ve beklemeye başladı.

Eos'un gelişiyle ilgili ilk uyarı, Taita'nın ensesini yalayan dondurucu rüzgâr ve kollanndaki tüylerin diken diken hale gelişi oldu. Mağaranın girişine baktı ve gümüş rengi bir sisin yükselmekte olduğunu gördü. Sonra, sislerin arasından karanlık bir figürün, yosun kaplı taşların arasından

457
Wilbur Smith

zarafetle yaklaştığını fark etti. Bu, Hannah'in odasında gördüğü örtülü kadındı, yine aynı yan saydam siyah ipekli örtülere bürünmüştü.

Eos gümüşi sisin içinden çıktı ve Taita ayaklarının çıplak olduğunu gördü. Örtülerin arasından çıkan ayak parmakları, kadının tek görünen yeriydi. Kaynak suyundan geçtiği için ıslak ve parlak parmaklar büyük bir sanatkâr tarafından fıldişinden oyulmuş gibiydi. Tırnakları inci gibi parlıyordu. Kadın bedeninin sadece bu kısmını gözler önüne sermişti ve ayak parmakları son derece egzotik, baştan çıkarıcıydı. Taita gözlerini onlardan ayıramıyordu. Erkekliğinin kabardığını hissetti ve güçlükle bastırdı.

Eğer sırf ayak parmaklarıyla beni bu hale sokuyorsa, gerisini ortaya serdiğinde direnme şansım olabilir mi, diye düşündü.

Sonunda gözlerini yukanya kaydırmayı başardı. Örtünün ardından kadını görmeye çalıştı ama mümkün değildi. Sonra, sanki tenine kelebek konmuş gibi bir temas hissetti. Kadın konuşunca da soluğu kesildi. Hayatında bu kadar melodik bir ses duymamıştı. Sanki minik kristal çanlar çalınıyordu. İliklerine kadar titrediğini hissetti.

Eos, "Yüzyıllardır bana gelmeni bekliyorum," dedi ve Taita, onun büyük Yalan'ın cisimleşmiş hali olduğunu bildiği halde, elinde olmaksızın bu sözlere inandı.
Taita'nın, Yüzbaşı Onka tarafından Bulut Bahçeleri'ne götürülmesinden sonra, Fenn ile Meren, Sidudu'yu aylarca sakladılar. Kız ilk başlarda, geçirdiği felaketler yüzünden bitap durumdaydı. Meren ile Fenn, ona karşı çok yumuşak davrandılar ve kızcağız da onlara iyice bağlandı. Her zaman birinin yanında kalması gerekiyordu. Yavaş yavaş iyileşti ve özgüvenini yeniden kazandı. Nihayet başından geçenleri ve Aşk Tapınağı'ru anlatacak hale geldi.

458
11. Yazıt

"Tek gerçek tanrıçaya adanmış bir tapınaktır," diye açıkladı. "Bütün tapınak bakireleri göçmenler arasından seçilir, asla soylu ailelerin kızları seçilmez. Her göçmen ailesi bir kızını oraya sunmak zorundadır ve seçilmek büyük bir onur, ayrıcalık sayılır. Köyümüzdeki herkes, tanrıçaya dua etmek için bayram yaptı; beni en güzel giysilerle donatıp başıma çiçeklerden bir taç koydular ve tapmağa götürdüler. Babamla annem de, sevinçten gülüp ağlayarak yanımda gelmişti. Beni başrahibeye teslim edip gittiler. Onları bir daha hiç görmedim."

Fenn, "Peki kim seçti seni tanrıçaya hizmet etmen için?" diye sordu.

"Oligarşların seçtiğini söylediler."

"Aşk Tapınağı'm anlat bize," dedi Meren. Kız bir süre düşüncelere daldı. Sonra çekinerek, alçak sesle anlatmaya başladı. "Çok güzeldi. İlk gittiğim bir sürü kız vardı. Rahibeler bize nazik davranıyordu. Güzel elbiseler ve leziz yemekler veriyorlardı. Kendi değerimizi kanıtlayınca tanrıçanın dağına gidecek ve onun tarafından kutsanacaktık."

Fenn, "Mutlu muydun?" diye sordu.

"Başta öyleydim. Tabii ki annemi babamı özlemiştim ama her sabah bizi neşelendiren ve moralimizi yükselten bir şerbet içiliyorlardı. Gülüyor, şarkılar söyleyip dans ediyorduk."

Meren, "Sonra ne oldu?" dedi.

Kız yüzünü öbür tarafa çevirip, zor duyulacak bir sesle anlatmaya devam etti. "Bizi görmeye erkekler geliyordu. Onları arkadaşımız sanıyorduk. Birlikte dans ediyorduk." Sidudu sessizce ağlamaya başladı. "Size gerisini anlatmaya utanıyorum."

Kimse bir şey demedi, Fenn, onun elini tuttu. "Biz senin gerçek dostlarınız Sidudu," dedi. "Bizimle konuşabilirsin. Her şeyi anlatabilirsin."

Kız yürek paralayan hıçkırıklara boğuldu ve Fenn'in boynuna sarıldı. "Rahibeler, ziyarete gelen o erkeklerle birlikte olmamızı emretti."

459
Wilbur Smith

Meren öfkeyle, "Kimdi o erkekler?" diye sordu.

"Önce Lord Aquer geldi. Korkunçtu. Ondan sonra başkaları, daha bir sürü adam geldi. Ve sonra da Onka."

"Geri kalanını da anlatman lazım." Fenn, kızın saçlarını okşuyordu.

"Evet! Anlatmalıyım! Bu anılar içimde bir yangın gibi. Sizden sak-layamam." Sidudu derin bir nefes alıp titredi. "Ayda bir kez, Hannah adında bir kadın doktor gelip muayene ediyordu bizi. Her seferinde de kızlardan bir, ikisini seçiyordu. Seçilen kızlar tanrıçanın dağına götürülüyordu. Bir daha da asla tapınağa dönmüyorlardı." Yeniden sustu ve Fenn burnunu silmesi için kare şeklinde bir keten bez uzattı. İşini bitirince bezi özenle katlayan Sidudu anlatmaya devam etti. "Kızlardan biriyle yakın arkadaş olmuştuk. Adı Litane'ydi. Çok nazik, tatlı bir kızdı, ama annesini özlemişti ve erkeklerle yapmak zorunda kaldığımız şeyden nefret ediyordu. Bir gece tapmaktan kaçtı. Bana gideceğini söylemiş, ben de onu vazgeçirmeye çalışmıştım ama kararlıydı. Ertesi sabah rahibeler onun cansız bedenini sunağa yatırdı. Bir uyan olarak, hepimizin yanından geçip onu görmesi istendi. Canavar maymunlar onu ormanda yakalamıştı. Sunakta yatan Li-tane artık tatlı bir kız değildi."

Sidudu'nun bir süre ağlamasına izin verdiler ve sonra Meren, "On-ka'yı anlat bize," dedi.

"Onka soylu bir adam. Lord Aquer, onun amcası. Ayrıca Aquer'in baş casusu. Bütün bu sebeplerden, kendine has ayrıcalıklara sahip. Tapınakta benimle birlikte oldu. Özel durumu nedeniyle bir kereden fazla gelmesine izin veriliyordu. Sonunda beni oradan alıp ev kölesi yaptı. Devlete yaptığı hizmetlerin ödülüydüm. Sarhoşken beni dövüyordu. Canımı yakmaktan zevk alıyordu. Bunu yaparken gözleri parlıyor, sürekli gülümsüyordu. Bir gün o askeri bir göreve gittiğinde, beni görmeye bir kadın geldi gizlice. Bulut Bahçeleri'ndeki büyük kütüphanede çalıştığını anlattı. Dağa götürü-

460
11. Yazıt

ıen kızların başına neler geldiğini söyledi. Tanrıça tarafından kutsanmıyorlardı. Rahimleri kesilip bebekleri alınıyor ve yesin diye tanrıçaya veriliyordu. O yüzden tanrıçaya gizlice Bebek Yamyamı denmekteydi."

"Peki o kızlara ne oluyormuş?"

"Ortadan kayboluyorlarmış," dedi Sidudu. Yine hıçkırmaya başlamıştı- "Giden kızlardan bazılarını sevmiştim. Tapınakta kalanlardan da sevdiklerim vardı. Onlar da bebekleri olunca dağa götürülecekler."

Fenn, "Sakinleş artık Sidudu," diye fısıldadı. "Bunları anlatmak bile çok korkunç."

Meren, "Hayır Fenn, bırak zavallıcık konuşsun," diye araya girdi. "Anlattıkları öfkemi kamçılıyor. Jarriler canavar. Öfkem beni onlara karşı biliyor."

"Yani arkadaşlarımı kurtarmama yardım edecek misin Meren?" Si-dudu'nun ona dikilen iri kara gözlerinde güvenden fazlası vardı.

Meren hemen, "Benden ne istersen yapacağım," dedi. "Ama bana Onka hakkında biraz daha bilgi ver. İlk öç alacağım kişi o olacak."

"Onun beni koruyacağını sandım. Sandım ki, onunla kalırsam asla dağa gönderilmem. Ama çok geçmeden, günün birinde Dr. Hannah, beni muayene etmeye geldi. Onu beklemiyordum ama ziyaretinin ne anlama geldiğini biliyordum. İşini bitirince bir şey demedi ama Onka'ya bakıp başını salladığını gördüm. Bu kadarı yetmişti. İçimdeki bebek yeterince büyüyünce dağa götürüleceğimi anlamıştım artık. Birkaç gün sonra başka bir ziyaretçi geldi. Kadın, Onka, Albay Tinat'la Tamafupa'dayken gizlice gelmişti. Bilto'nun karısıydı. Benden, Jarri'den kaçmayı planlayan kadın ve erkek göçmenler için çalışmamı istedi. Hemen kabul ettim elbette. Kadın, Onka'nın şarabına onu hasta edecek ilacı koymamı söyleyince de koydum. Ondan sonra Onka benden kuşkulandı. Eskisinden beter zulmetmeye başladı, yakında tapınağa yollayacağını da anlamıştım. Sonra, büyücü-

461
Wilbur Smith

nün Mutangi'ye geldiğini duydum. Belki Onka'nın bebeğini benden alabilir, diye düşündüm ve onu bulmak için her şeyi göze aldım. Kaçtım, ama canavar maymunlar peşime düştü. İşte o zaman da sizler beni kurtardınız "

"Bu feci bir öykü," dedi Fenn. "Çok acı çekmişsin."

"Evet, ama hâlâ tapmakta olan kızlar kadar değil," diye hatırlattı Si-dudu.

Meren hiç düşünmeden, "Onları da kurtaracağız," diye bağırdı. "Jar-ri'den kaçarken o kızlar da bizimle olacak, yemin ederim!"

"Ah Meren, senin gibi cesur ve asil biriyle karşılaşacağım hiç aklıma gelmezdi."


Ondan sonra Sidudu hızla iyileşti. Fenn'le ikisi her gün biraz daha yakınlaştılar. Hilto, Nakonto, İmbali de onu seviyordu ama Meren'in sevgisi hepsininkinden fazlaydı. O gün Bilto ile diğer köylülerin yardımıyla kaçıp ormana gizlenmişlerdi. Meren ile Hilto, Fenn'i okçuluk konusunda eğitmeye devam ediyordu, çok geçmeden Sidudu'yu da aralarına kattılar. Meren, ona, tam gücüne ve kol boyuna uygun bir yay yaptı. Ufak tefek olmasına rağmen, Sidudu bayağı güçlü çıkmış ve yaya doğal bir uyum göstermişti. Meren, onlara ormandaki açıklıkta hedefler diziyor ve kızlar dostça bir rekabet içinde durmadan ok atıyordu.

Fenn, "Hedef Onka'nın kafası farz et," deyince, Sidudu attığını vurur olmuştu. Kolları o kadar kısa sürede gelişip kuvvetlendi ki, Meren'in ona daha ağır oklar atan yeni bir yay yapması gerekti. Gayretli çalışmalar sonunda, o da iki yüz adımdan hedefi vurmaya başladı.

Meren, Hilto ve Nakonto bahis oynamaya bayılıyordu ve kızların üzerine bahse giriyorlardı. Başlangıçta, Sidudu'ya avans veriyorlardı, çünkü

462
r

11. Yaz,t

penn okçuluğa ondan çok daha erken başlamıştı. Önceleri bu avans elli adımda ama giderek azaldı, çünkü Sidudu da iyi bir okçu olmaya başlamıştı.

Bir sabah yine açıklıkta turnuva yaparken, Meren ve Sidudu, Hilto ile Fenn'e karşı takım oldular. Rekabet sıkıydı ve ağaçların arasından yabancı bir atlı çıkageldiğinde şamataları göklere çıkıyordu. Adam tarla işçisi gibi giyinmişti ama bir savaşçı gibi at biniyordu. Meren'in sessiz bir uyarısıyla yeni oklar çekip, kendilerini korumaya hazır bir halde beklediler. Yabancı onların niyetini anlayınca dizginleri çekti ve yüzünü örten kukuletayı açtı.

Meren heyecanla, "Seth'in gübre kokulu butları adına," diye bağırdı. "Tinat'mış gelen." Onu karşılamak üzere koştu. "Albay bir sorun olmalı. Nedir? Hemen söyle."

Tinat, "Sizi bulduğuma sevindim," dedi. "Büyük bir tehlike içinde olduğumuzu haber vermeye geldim. Oligarşlar hepimizi karşılarına dizmek istiyor. Onka ile adamları her yerde bizi arıyor. Şu anda Mutangi'de-ki bütün evlerin altını üstüne getiriyorlar."

I

"Bu ne anlama geliyor?" "Sadece bir anlamı var," dedi Tinat asık bir suratla. "Bizden kuşkulanıyorlar. Onka'nın beni hain ilan ettiğini sanıyorum. Ki, Jarri standartlanna göre öyleyim. Sidudu'yu kurtanrken öldürdüğünüz maymunlan bulmuş, bu da onu delirtti, çünkü artık onu sizin sakladığınızdan iyice emin oldu." "Ne kanıt var elinde?"



"Kanıta ihtiyacı yok ki. Lord Aquer'in yakın akrabası. Hepimizi mahkûm etmek için bir sözü yeter. Oligarşlann kararı belli. İşkenceyle sorgulayacaklar. Ölmezsek madenlere veya taşocaklarına gönderecekler... ; ya da daha beterine."

"Demek ki artık hepimiz kaçağız." Meren bu duruma endişelenmiş gibi görünmüyordu. "En azından oyun bitti."

463
Wilbur Smith

Tinat, "Evet," dedi. "Kanun kaçağıyız. Artık Mutangi'ye dönemez siniz."

"Tabii ki," dedi Meren. "Orada ihtiyacımız olan bir şey yok zaten Atlarımız ve silahlarımız yanımızda. Ormanlara gitmeliyiz. Taita'nın Bulut Bahçeleri'nden dönmesini beklerken biz de bu lanetli yerden kaçıp Mısır'a dönmek için hazırlıklarımızı tamamlarız."

Tinat da, "Hemen gitsek iyi olur," dedi. "Mutangi'ye çok yakınız. Şu uzaktaki tepelerde saklanabileceğimiz bir sürü yer var. Sürekli yer değiştirirsek Onka bizi kolay kolay bulamaz." Atlarına binip doğuya doğru yola koyuldular. Akşamüzeri olduğunda yirmi fersah yol gitmişlerdi. Kitan-gule Geçidi'nden sıradağların eteklerine tırmanırken, uzun kıvrık boynuzları ve koca kulakları olan iri, gri renkli antilop sürüsüne rastladılar. Hemen yaylarını gerip avlanmaya başladılar. Kasırga'nın üstündeki Fenn, sürüye ilk yetişen kişi oldu ve oku, yağlı, boynuzsuz bir dişiyi devirdi.

Meren, "Yeter!" diye bağırdı. "Bunda bize günlerce yetecek kadar et var." Sürünün geri kalanının kaçmasına izin verdiler ve hayvanın derisini yüzmek üzere atlarından indiler. Güneş batarken, Sidudu onları bir tatlı su kaynağına götürdü. Kaynağın yanında geçici bir kamp kurup közde pişirdikleri antilop pirzolalarını yediler.

Kemikleri sıyırırken, Tinat, Meren'e, göçmen davasına sadık kuvvetlerle ilgili son bilgileri aktardı. "Benim kendi alayım Kırmızı Sancak alayı ve bütün subaylarla askerler, haber verdiğim anda silahlanıp gelecek. Ayrıca Sarı Sancak altındaki iki tümene de güveniyorum, onların komutası da meslektaşım Albay Sangat'ta. O da bizden. Bir de, madenlerde çalışan mahkûm ve esirlerden sorumlu üç tümen asker var. Esirlere yapılan zulmü ve insanlık dışı davranışları gayet iyi biliyorlar. Onlar da emrimi bekliyor. Biz mücadeleyi başlatır başlatmaz esirleri serbest bırakıp, silahlandıracaklar ve bize katılmak üzere getirecekler." Toplanma noktası üze-

464
11. Yazıt

rjnde tartışmayı sürdürdüler ve sonunda her birimin kendi başına Kitangu-le Geçidi'ne gelmesine ve orada toplanmaya karar verdiler.

Meren, "Bize karşı Jarrililer nasıl bir kuvvet toplayabilir?" diye sordu.

"Aslında sayı olarak bire on oranında onlar üstün, ama oligarşların adamlarını toplayıp üstümüze salması epey sürer. İlk şaşırtmayı yapabilir ve takipte arayı açabilirsek, Kitangule Nehri'nin başındaki tersaneleri tutana kadar onlarla başa çıkmaya gücümüz yeter. Oraya vannca da gereken araçlara el koyarız. Nehirde yola çıktıktan sonra, akıntıyla Nalubaale Gö-lü'ne ulaşmamız kolay olur." Durup zeki gözleriyle Meren'e baktı. "On gün içinde ayrılmaya hazır olabiliriz."

Meren hemen, "Büyücü Taita olmadan gidemeyiz," dedi.

Tinat ise, "Taita tek bir kişi," diye belirtti. "Halkımızdan yüzlerce kişi büyük bir tehlike içinde."

"O olmadan başaramazsın," dedi Meren. "Onun güçleri olmazsa sen de halkın da yarı yolda kalırsınız."

Tinat kaşlarını çatıp sakalını yolarak bu sözleri düşündü. Sonra bir karara varmış gibi göründü. "Sonsuza kadar bekleyemeyiz onu. Ya çoktan ölmüşse? Bu riski göze alamam."

Fenn, "Albay Tinat!" diye lafa atıldı. "Taita'yı yeni aya kadar bekleyebilir misiniz?"

Tinat bir süre ona baktıktan sonra kibarca başını salladı. "Ama daha fazla değil. Büyücü o zamana kadar dağdan dönmezse hiç dönemeyeceğinden emin oluruz."

"Teşekkür ederim albay. Cesaretinize ve sağduyunuza hayran oldum." Fenn tatlı tatlı gülümsedi. Albay utanarak bir şeyler mırıldandı ve gözlerini ateşe dikti. Fenn hiç acımadan devam etti. "Aşk Tapmağı'ndaki kızları duymuş muydunuz albay?"

"Elbette tapınak bakireleri olduğunu biliyorum, ne olmuş ki?"


465
F:30
Wilbur Smith

Fenn, Sidudu'ya döndü. "Bize anlattıklarım ona da anlat."

Tinat, Sidudu'nun öyküsünü dehşet içinde dinledi. Kız sözünü bitirdiğinde altüst olmuş bir hali vardı. "Genç kadınlara böyle zulmedildiğin. den hiç haberim yoktu. Bazı kızların Bulut Bahçeleri'ne götürüldüğünü biliyorum tabii ki. Hatta bazılarına ben eşlik ettim, ama güle oynaya gidiyorlardı. Onların tanrıçaya kurban edileceklerini veya dağda yamyamlık yapıldığını hiç bilmiyordum."

Meren, "Albay, onları da yanımıza almalıyız. Jarrililere bırakamayız o kızları," diye söze karıştı. "Onları özgür bırakmaya ve Jarri'den kaçarken yanımıza almaya ant içtim ben."

Tinat, "Şu anda ben de aynı andı içiyorum," diye kükredi. "Bütün tanrılar adına yemin ederim ki, o genç kadınları kurtarmadan bu ülkeden ayrılmayacağım."

Fenn, "Acaba biz yeni ay çıkana kadar beklerken daha kaç kadını dağa gönderirler?" diye sordu.

Erkekler suskunlaştı.

"Eğer çok hızlı hareket edersek sürpriz avantajımızı yitiririz. Jarrili-ler hemen bütün güçleriyle üstümüze gelir. Teklifin nedir Fenn?" Konuşan Tinat'tı.

Fenn, "Sadece hamile kalanları yolluyorlarmış," diye belirtti.

Tinat, "Gözlemlerim de bunu doğruluyor," dedi. "Ama bunun bize ne yararı var? Erkeklere oyuncak ediliyorlarsa gebe kalmalarını önleyemeyiz ki."

"Belki önleyemeyiz, ama bebeğin büyümesini durdurabiliriz."

Meren, "Nasıl?" diye sordu.

"Taita'nın Sidudu'ya yaptığı gibi, düşük yaptıran bir iksirle." Meren yeniden konuşana kadar, erkekler bu öneriyi düşündüler.

"Taita'nın tıp çantası Mutangi'deki evde kaldı. Onu almaya gidemeyiz.'

466
11. Yazıt

"Ben onun iksiri hangi bitkilerden yaptığını biliyorum. Toplamasına yardım etmiştim."

Tinat, "Peki ilacı kadınlara nasıl ulaştıracağız?" diye sordu. "Başlarda canavar maymunlar var."

"Sidudu ile ikimiz tapınağa götürür, kızlara da nasıl kullanacaklarını açıklarız."

"Ama maymunlar, rahibeler... onlardan nasıl kurtulacaksınız?"

"Sidudu'yu Onka'dan sakladığım yöntemle," dedi Fenn.

Meren, "Gizlenme büyüsü!" diye bağırdı.

Tinat, "Anlamadım," dedi. "Neden söz ediyorsunuz?"

Meren, "Fenn de büyücüdür," diye açıkladı. "Taita, ona bazı gizli sanatları öğretti ve o da becerilerini iyice ilerletti. Kendini ve başkalarını görünmez bir perdenin ardına gizleyebilir."

Tinat, "Böyle bir şeyin mümkün olacağına inanmıyorum," dedi.

Fenn, "O zaman size göstereyim," diye cevap verdi. "Lütfen ateşin başından ayrılın ve Meren seslenene kadar şuradaki ağaçların arkasında bekleyin." Tinat kaşlarını çatıp homurdanarak kalktı ve karanlığın içinde kayboldu. Birkaç dakika sonra Meren seslenince geri geldiğinde Me-, ren'den başka kimseyi göremedi.

"Pekâlâ Albay Cambyses. Neredeler?"

"On adım ötende."

Tinat söylenerek ateşin etrafında dolandı, sağı solu iyice kolaçan etti ve başladığı noktaya döndü.

"Yoklar," dedi. "Artık nereye saklandıklarını söyle."

"Tam önündeler," dedi Meren.

Tinat iyice bakıp kafasını salladı. "Ben bir şey..." diye lafa başlamışın geri çekildi ve hayretle bağırdı. "Osiris ve Horus, bu büyücülük!" İki kız tem bıraktığı yerde duruyordu. El ele tutuşmuş ona gülümsemekteydiler.

467
Wilbur Smith

"Evet albay, ama önemsiz bir iş sadece. Maymunları kandırmak siz kandırmaktan çok daha kolay olacak, ne de olsa onların zekâsı sınırlı oysa sb üstün zekâlı ve eğitimli bir savaşçısınız." Tinat bu iltifat karşısında erimişti

Kız gerçekten de bir cadıydı. Tinat onun dengi değildi. Meren içjn. den gülümsedi. Eğer kafasına koyarsa bizim albayı başının üstünde dur durur ve poposundan düdük çaldırır.


Aşk Tapmağı'na at üstünde fazla yaklaşamazlardı. Fenn, Taita gibi atları ve adamları içeren büyük bir grubu gizleme becerisine sahip değildi. Atları sık bir koruluğa gizleyip Meren ile Nakonto'ya bıraktılar ve iki kız yürüyerek gittiler. Sidudu'nun eteğinin içinde beline sardığı keten bitki keseleri vardı.

Aşağıdaki vadiyi iyice görebilecekleri bir yamaca tırmandılar. Tapınak vadinin sonundaydı. Sarı kumtaşmdan yapılmış, büyük ve zarif bir binaydı, etrafı çimlerle ve içinde devasa nilüfer yaprakları yüzen havuzlarla çevriliydi. Hafif bir şenlik sesi duyuluyordu ve en büyük havuzun başında kadınlar toplanmıştı. Bazıları halka olup oturmuş, şarkı söyleyip el çırparken, diğerleri de müziğe uyarak dans ediyordu.

Sidudu, "Her gün bu saatte böyle yapardık," diye fısıldadı. "Ziyarete gelecek erkekleri bekliyorlar."

Fenn, "Tanıdığın var mı içlerinde?" diye sordu.

"Emin değilim. Bu kadar uzaktan iyi göremiyorum." Sidudu elini gözüne siper etti. "Bekle! Havuzun bu tarafında tek başına duran bir kız var, gördün mü? O benim arkadaşım Jinga."

Fenn, havuz kıyısında tek başına yürüyen narin kıza baktı. Kısa bir gömlek giymişti. Kolları ve uzun bacakları çıplaktı ve saçında sarı çiçekler vardı. "Ona güvenebilir miyiz?"

468
11. Yazıt

"Diğerlerinin çoğundan biraz büyüktür, hepsinin içinde en makul 0]an da odur. Diğerleri onun sözünü dinler."

Fenn, "Gidip onunla konuşalım," dedi ama Sidudu kolunu tuttu.

"Bak!" derken sesi titriyordu. Hemen altlarında, ağaçların arasından bir grup kara gölge fırlamıştı. Dört ayak, kollarıyla yerden destek alarak koşuyorlardı. "Canavar maymunlar!"

Dev gibi maymunlar tapmağın etrafında dolanıyorlardı, ama çimler-deki kadınlar görüş alanlarının dışındaydı. Birkaç adımda bir durup açılmış burun delikleriyle yeri koklayıp yabancıları veya tapınaktan kaçan olup olmadığını kontrol ediyorlardı.

Sidudu, "Kokumuzu da maskeleyebilir misin?" diye sordu. "Canavar maymunların koku alma duyusu çok keskindir."

Fenn, "Hayır," diye itiraf etti. "Kızların yanına gitmeden onların geçmesini beklemeliyiz." Maymunlar hızla ilerleyip, ağaçların arasında gözden kayboldular.

Fenn, "Şimdi!" dedi. "Çabuk!" Uzanıp Sidudu'nun elini tuttu. "Unutma, konuşmak yok, sakın koşma, benimle teması koparma. Yavaş ve dikkatli hareket et."

Fenn üzerlerine gizleyici büyüyü yaptı ve Sidudu'yu alıp yamaçtan inmeye başladı. Sidudu'nun arkadaşı Jinga hâlâ yalnızdı, bir söğüt ağacının altına oturmuş, aşağıdaki balıklara karabuğday ekmeği kırıntıları atıyordu. İkisi kızın yanma diz çöktüler ve Fenn, Sidudu'yu saran büyüyü kaldırdı. Kendini ortaya çıkarmamıştı, çünkü Jinga ürkebilirdi. Kız kırıntıları kapmak için suda dört dönen balıklara o kadar dalmıştı ki, bir süre Sidudu'nun farkına varmadı. Sonra irkildi ve kalkmaya davrandı.

Sidudu elini koluna koyup kızı yatıştırdı. "Jinga, korkma sakın."

Kız, ona bakıp gülümsedi. "Geldiğini görmemiştim Sidudu. Nerelerdeydin? Seni öyle özledim ki. Daha da güzelleşmişsin."

469
Wilbur Smith

"Sen de Öyle Jinga," diyen Sidudu arkadaşını öptü. "Ama konuşacak fazla zamanımız yok. Sana anlatmam gereken çok şey var." Kızın yüzüne bakıp verilen iksirler yüzünden gözbebeklerinin irileşmiş olduğunu farfc etti. "Söyleyeceklerimi çok dikkatli dinlemen lazım." Sidudu küçük bir çocukla konuşurmuş gibi tane tane konuşmaya başladı.

Onun anlattıklarını, iğrençliğini kavradıkça Jinga'mn bakışları netle-şiyordu. Sonunda, "Kardeşlerimizi öldürüyorlar mıymış?" diye fısıldadı. "Bu doğru olamaz."

"Doğru Jinga, bana inanmak zorundasın. Ama bunu önlemek için yapabileceğimiz bir şey var." Çabucak bitkileri, nasıl hazırlanılıp, nasıl kullanılacaklarını anlattı. "Dağa sadece hamile olanları götürüyorlar. İksir sayesinde ben bebekten kurtuldum. Tehlikede olan herkese vermen lazım bundan." Sidudu eteğini açıp beline sardığı keseleri çıkardı. "Bunları iyi sakla. Rahibeler bulmasın. Dr. Hannah bir kızı dağa götürmek üzere seçince, ona bir ölçek vermen gerekiyor. Sadece böyle kurtarabiliriz onları."

Jinga, "Ben seçildim bile," diye fısıldadı. "Doktor dört gün önce geldi ve yakında tanrıçayla karşılaşacağımı söyledi."

"Ah benim zavallı Jinga'm! O zaman bu geceden tezi yok, yalnız kalır kalmaz alman lazım bu iksirden." Sonra arkadaşına bir daha sarıldı. "Daha fazla kalamam, ama yakında iyi insanlarla birlikte seni kurtarmaya geleceğim. Seni ve diğerlerini güvende olacağınız bir yere götüreceğiz. Onlara da söyle gitmeye hazır olsunlar." Jinga'yı bıraktı. "Bitkileri iyi sakla. Onlar hayatınızı kurtaracak. Şimdi git ve sakın arkana bakma."

Jinga arkasını döner dönmez, Fenn, Sidudu'yu örtücü pelerinin altına aldı. Jinga yirmi adım gitmeden, omzunun üstünden arkaya baktı. Si-dudu'nun kaybolduğunu görünce rengi solmuştu. Gözle görülür bir çabayla kendini topladı ve çimlerden tapınağa doğru gitmeye devam etti.

Fenn ve Sidudu yamacı tırmanmaya başladılar. Yarısına gelmişlerdi ki, Fenn yoldan çıkıp hiç kımıldamadan durdu. Konuşmaya cesaret ede-

470
11. Yazıt

medi ama büyü bozulmasın diye Sidudu'nun elini sıkıca kavradı. İki kız nefeslerini tutarak bir çift koca siyah maymunun üstlerine doğru gelişini izlediler. Hayvanlar çalıların arasına bakınarak yürüyor, fırlak alınlarının altındaki öfkeli gözleri fıldır fıldır dönüyordu. Erkek daha iriydi ama arkasından gelen dişi daha tehlikeli ve saldırgan görünüyordu. Kızların hizasına geldiklerinde geçip gidecek gibi oldular ama dişi aniden durup burnunu dikti ve koca burun deliklerini titreterek havayı koklamaya başladı. Erkek de aynı hareketi taklit etti ve ikisi birden hafiften hırlamaya başladılar. Dişi, ağzını açıp koca dişlerini gösterdi ve tekrar kapadı. O kadar yakındılar ki, Fenn hayvanın ağız kokusunu duyabilmişti. Sidudu'nun elinin titrediğini fark edince, onu yüreklendirmek için parmaklarını sıktı.


Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   47




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin