Wilbur Smith Onbirinci Yazıt



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə38/47
tarix11.08.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#69455
növüYazı
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   47

Taita soluğundaki iğrenç kokudan kurtulmak için geri çekildi ve doğrudan gözlerinin içine bakıp, "Yalan hiçpir zaman vazgeçmez," dedi. "Ama Doğru da öyle. Bu mücadelenin asla sonu gelmez."

498


11. Yazıt

Kadın gözlerini kapadı ve bir daha konuşmadı. Sadece hırıltılı solukları duyuluyordu.


Taita gidip pelerinini buldu, sonra yeşil salondan açık havaya çıkan geçide süzüldü. Kadının gizli bahçesine geldiğinde, güneş yamacın üstünde parlıyordu ama kraterin derinliklerini gölgede bırakmıştı. Eos'un canavar maymunları var mı, diye dikkatle etrafına bakındı, auralannı görmeye çalıştı ama bir şey göremedi. Eos'un yok olmasıyla birlikte onların da kendilerini yönetecek zekâdan mahrum kaldığını biliyordu. Hiç düşünmeden dağın tünellerinden, geçitlerinden çekilip bir yerde ölmeye gitmişlerdi.

Hava soğuk ve temizdi. Rahatlamış bir halde derin nefesler alarak Eos'un kokusunu ciğerlerinden attı ve kara havuzun yanındaki pavyona gitti. Kadın hâlâ genç ve güzelken oturdukları taş banka oturdu. Deri pelerinine sarındı. Kendini yorgun ve tükenmiş bulmayı bekliyordu, ama bütün benliğini bir sevinç kaplamıştı. Kendini gayet güçlü ve yorulmaz hissediyordu.

Önce bu duruma şaşırdı, ama sonra cadıdan almış olduğu güç ve enerjiyle yüklendiğini kavradı. İçine dolan dağ gibi bilgi ve deneyim birikimini araştırmaya başlayınca, zihni yükselip genişledi. Eos'un var olduğu geçmiş bin yıla, başlangıç zamanlarına kadar geriye bakabiliyordu. Bütün ayrıntılar yeniydi. Onun heves ve arzularını kendisininmişçesine algılayabilmekteydi. Cadının zalimliğinin ve ahlaksızlığının sonsuzluğu şaşırtıcıydı. Şu anda net bir şekilde önüne serilene kadar, gerçek ve aşın kötülüğün doğasını anlayamamıştı. Kadından öğreneceği o kadar çok şey vardı ki, tek tek denemeye kalksa normal bir ömür yetmezdi.

Bilgiler iğrenç ve rezilce baştan çıkarıcıydı; Taita üstüne çökmeden önce bunların çekiciliğine karşı direncini geliştirmek zorunda olduğunun

499
Wilbur Smith

farkındaydı. Yoksa bunlar, onu da Eos gibi bir canavar haline getirebiljr_ di. Kadından söküp aldıklarını kendi birikimlerine ekleyince yeryüzünün en güçlü adamı haline geldiğini bilse de, mütevazılıktan vazgeçmiyordu

Güçlerini harekete geçirdi ve muazzam yoğunluktaki pis düşünceleri, hafızasının en kuytu köşelerine kaldırdı, böylece onlar kendisini ele ge, çiremeyecek ama isterse o dilediği kısmını kullanabilecekti.

Kötülüklere ek olarak, artık en az kendisininki kadar bir bilgi birikimi de eline geçmişti ve sonsuza kadar hem ona hem insanlığa yararı dokunabilirdi. Eos'tan okyanusların, yeryüzünün ve cennetin doğasıyla ilgili gizlerin, ölümün ve yaşamın, yok etmenin ve yeniden yaratmanın anahtarlarını almıştı. Bunları zihninin ön planında tutacak ve böylece yayabilecek ve kullanabilecekti.

Zihnini toparlayıp yeniden düzenleyene kadar güneş battı ve akşam olmuştu. Ancak o zaman insani ihtiyaçlarının farkına vardı: günlerdir bir şey yememişti ve su içtiği halde susuzluktan ölüyordu. Artık cadının inini, içinde onun kadar yaşamışçasına biliyordu. Kraterden ayrıldı ve kayalık labirente dönüp canavar maymunların Eos'a hizmet ettikleri depoları, kilerleri, mutfakları buldu. En güzel meyvelerden ve peynirlerden biraz yiyip bir kadeh şarap içti. Sonra, zindeleşmiş olarak pavyona döndü. Şimdi ilk düşüncesi Fenn'le bağlantı kurmaktı.

Kendini toparlayıp onu açık ve net bir şekilde çağırdı. Hemen anla

dı ki cadının gücünü hafife almıştı. Fenn'e ulaşma çabalan bloke oluyor

ve kadından yayılan güçle geri döndürülüyordu. O zayıf durumunda bile,

kendisini ve inini koruyucu bir kalkanın ardına gizlemeyi başarmıştı. Ta

ka çabalamaktan vazgeçti ve dağlardan kaçmanın yolunu aramaya yoğun

laştı. Eos'un zihnini karıştırıp onu dehşete düşüren, inanamayacağı keşif

lerde bulundu. \

Pavyondan tekrar çıkıp kayalık tünelden Eos'un yeşil salonuna gitti-İğrenç çürüme kokusu anında burnuna dolmuştu. Artık daha da şiddetli ve

500
11. Yazıt

mide bulandırıcıydı. Tuniğinin ucuyla ağzını, burnunu kapatıp öğürmeye başladı. Kendi kokuşmuş gazlarıyla iyice şişen beden, artık içeriyi tamamen kaplamıştı. Taita, onun insandan böceğe doğru bir metamorfoz geçirmekte olduğunu gördü. Gözeneklerinden sızıp vücudunu kaplayan yeşil sıvı parlak bir kabuğa dönüşmekteydi. Kadın kendine bir koza örmüştü. Dışarıda sadece başı vardı. Parlak saç bukleleri dökülmüş ve yerlere saçılmıştı. Gözleri kapalıydı. Hışırtılı solukları havayı titretiyordu. Kendini derin bir kış uykusuna yatırmıştı ve Taita askıya alınmış bu yaşam formunun sonsuza dek dayanabileceğinin farkındaydı.

Böyle çaresiz bir şekilde yatarken onu tamamen yok edecek bir yol bulamaz mıyım, diye düşündü ve yeni bilgi birikiminden bunun için bir formül bulmaya çalıştı. Ama böyle bir formülün bulunmadığı sonucuna vardı. Kadın ölümsüz değildi, ama volkanın alevleri içinde yaratılmıştı ve ancak o alevlerde yok olabilirdi. Yüksek sesle, "Merhaba ve elveda Eos!" dedi. "Umarım on bin yıl daha uyursun ve o arada yeryüzü bir parça huzur bulur." Eğilip saç buklelerinden birini aldı. Kalın bir büklüm haline getirip kemerindeki keseye yerleştirdi.

Kadınla duvar arasında zor zar sığabildiği boşluktan geçip salonun diğer tarafına ulaştı. Orada, tahmin ettiği gibi, gizli bir kapı vardı. Ayna gibi duvara öyle ustalıkla oyulmuştu ki, insanın gözü aldanıyordu. Ancak elini uzatıp sağlam yeşil bir kayaya benzeyen şeye dokununca kapı ortaya çıkıyordu. Kapı da Taita'nın ancak geçebileceği genişlikteydi. Kendini dar bir geçitte bulmuştu. İlerledikçe ortalık karardı. Bir elini öne uzatarak ilerledi ve geçidin sağa doğru kıvrıldığını fark etti. Burada karanlıkta eliyle yoklayarak taş rafı buldu. Elinin tersiyle kilden yapılmış ateş potasına dokundu ve oradan da potanın sapındaki ipe ulaştı. İpi çekti. Dipte hafif bir parlama olunca da üfleyerek alev almasını sağladı. Ortalık aydınlanınca bir meşale yığını buldu. Bir tanesini yakıp taş rafta duran sepete de yedek iki meşaleyle ateş potasını koydu ve dar tünelde ilerlemeye devam etti.

501
Wilbur Smith

Geçit dik bir yokuşla aşağı uzanıyordu, Taita sağ tarafta sallanan ipe tutunarak dengesini korumayı başardı. Nihayet geçidin sonundaki küçük, çıplak odaya ulaşmıştı. Odanın tavanı o kadar alçaktı ki, neredeyse iki büklüm durmak zorunda kalıyordu. Ortada, kuyu ağzına benzeyen karanlık bir delik vardı. Meşaleyi deliğe tutarak aşağı baktı. Zayıf ışık, karanlık tarafından yutuluyordu.

Taita yerden kırık bir çömlek parçası bulup delikten aşağı attı. Taşın dibe çarpmasını beklerken içinden sayıyordu. Çukur sonsuz gibiydi. Tam karşısında odanın tavanına çekilmiş sağlam, bronz bir kanca duruyordu. Bu kancadan, deri şeritlerle örülmüş bir ip çukura sarkmaktaydı. Taita'nın tepesindeki tavan, Eos'un yaptığı sayısız ziyaret sırasında yukarı kaldırdığı meşaleler yüzünden kararmıştı. Kadın, meşalesini dişlerinin arasında tutarak ipi indirecek güce ve çevikliğe sahipti.

Taita sandaletlerini çıkartıp sepeîe koydu. Sonra meşalesini duvardaki bir çatlağa kıstırdı, böylece aşağı inerken hafif de olsa bir ışık bulunacaktı. Sepetin sapını omzuna asıp ipe uzandı ve kendini çukurun boşluğuna bıraktı. İpte ara ara düğümler vardı; bu elleriyle ve çıplak ayaklarıyla daha rahat tutunmasını sağlıyordu. Önce ayaklarını sonra ellerini kullanarak aşağı doğru inmeye başladı. İnişin ne kadar uzun ve çetin olacağını bildiği için hızını dikkatle ayarlıyor, arada bir de durup dinleniyor ve derin nefesler alıyordu.

Çok geçmeden kasları titremeye, kolları bacakları güçten düşmeye başlamıştı. Pevam etmek için kendini zorladı. Yukarıdaki odada kalan meşalenin ışığı artık çok azalmıştı. Zifiri karanlıkta sürekli iniyordu, ama Eos'un hafızası sayesinde yolu biliyordu. Sağ baldırına kramp girdi, acısı dayanılır gibi değildi, ama zihnini o acıya kapattı. Elleri uyuşuk pençelere dönmüştü. Bir tanesinin kanadığını, yukarı kalkık başına düşen damlalardan anlıyordu. İpe tutunan parmaklarını açıp kapamaya çalıştı.

502
11. Yazıt

İndi, indi ve biraz daha indi, sonunda artık devam edemeyeceği bir noktaya geldi. Karanlıkta, terden sırılsıklam olmuş bîr halde ipe asılmış olarak durdu, ipte biraz daha kaymaya gücü kalmamıştı artık. Karanlıktan bunalıyordu. Kandan ıslanan parmakları kaymaya başlamıştı.

Güç kelimelerini tekrarladı. "Mensaar! Kydash! Ncube!" Bir anda bacaklarının titremesi durmuş, elleri ipi daha sıkı kavrar olmuştu. Yine de perişan bedenini bir alttaki düğüme kadar kaydıracak gücü yoktu.

"Taita! Sevgili Taita! Bana cevap ver!" Fenn'in sesi sanki hemen yanı başındaymış gibi net ve tatlı gelmişti kulağına. Ruh işareti olan nilüfer çiçeğinin zarif hatları da gözlerinin önünde parlıyordu. Fenn yine onun yanındaydı. Taita artık, bitap haldeki cadının astral iletişimlerini engelleyemeyeceği bir noktaya ulaşmıştı.

"Fenn!" diye ümitsiz bir çığlık gönderdi.

"Ah, cömert İsis Ana'mıza şükürler olsun," dedi Fenn. "Çok geç kaldığımı sanmıştım. Zorda kaldığını hissettim. Bana öğrettiğin gibi, bütün güçlerimi seninkilerle birleştiriyorum."

Taita titreyen bacaklarının güçlendiğini ve toparlandığını hissetti. Ayaklarını düğümden çekip sırf kollarıyla ipe tutunarak, parmak uçlanyla aşağıyı yokladı. Aşağıya doğru kayıyordu.

Fenn, "Güçlü ol Taita, yanındayım," diye güç verdi.

Taita'nm ayakları bir sonraki düğümü buldu ve ellerini kaydırıp biraz aşağıda yeniden tuttu. Bir yandan saydığı için daha yirmi düğüm inmesi gerektiğini biliyordu.

"Devam et Taita! İkimiz için devam etmek zorundasın. Sen olmadan

ben bir hiçim. Dayanmalısın." \

Gücün, sıcak, astral dalgalar halihde geldiğini hissetti. "On dokuz... on sekiz..." Kanlı elleriyle kayarken düğümleri saymaya devam ediyordu.

Fenn zihninin içinden, "Sende gereken güç ve kararlılık var Taita," diye fısıldadı. "Ben de yanındayım. Senin bir parçanım. Bunu bizim için

503
Wilbur Smith

yap. Sana duyduğum sevgi için. Benim babam ve dostumsun. Sadece ve sadece senin için geri döndüm. Beni bırakma."

"Dokuz... sekiz... yedi..."

"Gücün artıyor," dedi Fenn yumuşak bir sesle. "Bunu hissedebiliyorum. Yine birlikte olacağız."

"Üç... iki... bir..." Taita tekrar ayağını uzatıp aşağıyı yokladı. Ayağının altında boşluktan başka bir şey yoktu. Artık ipin sonuna gelmişti. Derin bir nefes alıp iki elini de bıraktı ve nefesini kesen bir hızla düşmeye başladı. Sonra, aniden, iki ayağı yere çarptı. Bacakları büküldü ve yuvadan düşen bir yavru kuş gibi yere yığıldı. Yüzüstü düştüğü yerde yorgunluktan ve sevinçten hıçkırarak öylece kalakaldı, doğrulup oturmaya bile mecali yoktu.

"Taita iyi misin? Orada mısın? Beni duyuyor musun?"

Taita oturmaya çalışırken, "Duyuyorum," diye cevap verdi. "Şu an için iyiyim. Sen olmasan başka türlü olacaktı. Gücün bana güç kattı. Şimdi gitmek zorundayım. Çağrımı bekle. Mutlaka tekrar ihtiyacım olacak sana."

Fenn, "Sakın unutma, seni seviyorum," dedi ve görüntüsü kayboldu, Taita yine karanlıkta yalnız kalmıştı. Sepeti karıştırıp ateş potasını buldu. Üfleyerek tekrar yanar vaziyete getirip meşalelerden birini tutuşturdu. Meşaleyi yukarı kaldırarak bulunduğu yeri incelemeye başladı.

Dar bir tahta iskelenin üstündeydi. İskele solundaki sarp duvara yaslanmış ve kayalara oyulan deliklere gömülmüş bronz cıvatalarla sağlama alınmıştı. Diğer tarafında ise karanlık bir boşluk vardı. Meşalenin zayıf ışığında aşağıyı fazla göremiyordu. Sürünerek iskelenin kenarına yaklaşıp daha yakından baktı. Altında sonsuz bir karanlık uzanıp gidiyordu ve Taita yeryüzünün ta dibine ulaşan bir kanyonun üstünde asılı olduğunu anladı, oralara Eos bile inmemişti.

504
w

11. Yazıt

Biraz daha dinlendi. Susuzluktan ölüyordu, ama içecek bir şey yoktu. Zihin güçlerini kullanarak susuzluğunu bastırarak kol ve bacaklannda-İci halsizliği giderdi. Sonra sepetten sandaletlerini alıp ip yüzünden yara bere içinde kalmış ayaklarına geçirdi ve sıkıca bağladı. Sonunda ayağa kalkıp dar iskelede aksayarak yürümeye başladı. Sol tarafındaki uçuruma karşı iskelenin tırabzanı yoktu ve aşağıdaki karanlık, direnmesi güç bir çekim yaratmaktaydı. Yavaş yavaş, her adımını dikkatle atarak ilerledi.

Zihninde Eos'un bu iskeleden, çayırda oynayan çocuklar gibi nasıl hoplaya zıplaya geçtiğini ve dönüşte, yanan meşaleyi dişlerinin arasında tutarak o ipe nasıl rahatça tırmandığını gördü. Oysa kendisi şu anda bastığı yeri zor buluyordu.

Yürürken tahta iskelenin yerini kabaca oyulmuş bir kaya çıkıntısı aldı. Çıkıntıya ancak bir ayağı sığabiliyordu ve o kadar dik bir açıyla aşağı iniyordu ki, Taita düz durabilmek için duvara sıkıca yapışmak zorunda kalıyordu.

Kayadaki çıkıntının sonu gelmeyecekmiş gibiydi. Taita paniğe kapılmak üzereydi. Derin bir yarığa ulaşana dek, yüzlerce yanm kol boyunu o şekilde inmek zorunda kaldı. Oradan da başka bir tünele geçiliyordu. Burada tekrar durup dinlenmesi gerekti. Meşaleyi kayaya oyulmuş bir deliğe taktı, daha önce aynı yere takılan meşaleler yüzünden kayanın o kısmı simsiyah olmuştu. Yüzünü ellerine gömüp nabzı yavaşlayana kadar derin derin nefes aldı. Meşale artık sönmek üzereydi. O sönmeden yenisini tutuşturdu ve tünelde ilerlemeye devam etti. Az önce indiği çıkıntıdan bile daha dik bir inişti. Nihayet aşağı doğru dönerek inen kayalık bir merdive-| ne geldi. Yüzyıllar boyu Eos'un çıplak ayaklarıyla inip çıktığı basamaklar kaymak gibi olmuş ve ortaları çukurlaşmıştı.

Taita dağın iç kısmının antik volkanik borular ve çatlaklarla örülü bir bal peteği şeklinde olduğunu biliyordu. İçinde fokurdayan lavlar yüzünden kayalar sıcaktı. Havada boğucu bir sülfür dumanı vardı.

505
Wilbur Smith

Sonunda beklediği yol ayrımına ulaştı. Ana oluk, keskin bir açıyia dönerek aşağı doğru devam ediyordu. Taita hiç tereddüt etmeden daha dar olan tarafı seçti. Zemin kaba, ama hemen hemen düzdü. Birkaç kez kıvrılıp bükülen tünelde ilerledi ve sonunda başka bir mağaraya çıktı, içerisi ocaktan yayılan ışığa benzer kızıl bir ışıkla aydınlanmıştı. Bu güçlü ışık bile, aşağıdaki karanlığı delip geçemiyordu. Taita aşağı bakınca başka bir derin kraterin kenarında durmakta olduğunu gördü. Çok aşağılarda bir lav gölü fokurdamaktaydı. Yüzeyi kabanp köpürüyor, erimiş kayalar ve kıvılcımlar saçıyordu. Yüzüne çarpan sıcaklık o kadar fazlaydı ki, korunmak için ellerini kaldırmak zorunda kaldı.

Çok yüksekteki yüzeyden gelen bir rüzgârla lavlar yukarı doğru emildi. Taita son anda geri çekilerek kükreyip uluyarak fışkıran alevlerden kurtulabildi. Önünde, fokurdayan kazanın üstünde asma köprü gibi uzayan bir kaya çıkıntısı vardı ve o kadar dardı ki, iki kişi yan yana yürüyemezdi. Taita tuniğinin eteklerini belindeki kuşağa sıkıştırıp yürümeye başladı. Neyse ki, rüzgâr sürekli değildi. Birden alevlenip birden duruyordu. Çılgınca dönüyor, bir anda yön değiştiriyordu. Bir an Taita'yı geriye doğru çekiyor, sonra tekrar ileri atıyordu. Birkaç kere dengesini kaybetti ve kayanın kenarına kadar geldi. Kollarını değirmen gibi savurarak güçlükle dengesini sağladı. Sonunda emekleyerek gitmeye başladı. Rüzgâr şiddetlenince yere yatıp kayaya yapışıyordu. Aşağıda lavlar fokurdamaya devam etmekteydi.

Sonunda ileride başka bir sarp kaya duvarı göründü. Taita o tarafa doğru sürünerek gitti ve üzerinde bulunduğu çıkıntının son parçasının ufalanıp aşağıdaki kaynar kazana düşmüş olduğunu fark etti. Yürüdüğü köprüyle karşı duvar arasında, uzun boylu bir adamın üç adımı kadar bir boşluk vardı. Kenara kadar gidip karşıya baktı. Duvarın yüzeyinde küçük bir açıklık vardı.

506
11. Yazıt

Eos'tan aldığı bilgiler sayesinde, onun bu köprüden yüzlerce yıldır geçmemiş olduğunu biliyordu. Son gelişinde çıkıntı karşıya kadar uzanıyordu. Demek ki sonradan kırılıp aşağı uçmuştu. Eos bunu bilmiyordu ve o yüzden kendisi de böyle kötü bir engelle karşılaşmayı beklemiyordu.

Bir miktar geri çekildi, sandaletlerini ayağından fırlattı ve sonra sepetin sapını omzundan indirip içindekileri boşalttı. Sandaletler ve sepet kenardan yuvarlanıp aşağıdaki lav gölüne düştü. Geri dönmeye gücü kalmadığı için mecburen ileri gidecekti. Gözlerini kapatıp soluklarını düzene soktu; kalan fiziksel gücünü toplayıp olanca zihinsel ve psişik gücüyle destek sağladı. Sonra yarışın başlama noktasına ilerleyen bir atlet gibi çö-meldi. Rüzgârın arkadan esmesini bekledi. Sonra da bütün gücüyle karşıya doğru atıldı. Boşlukta uçarken atlayışının kısa kaldığını fark etti. Kazan aşağıda onu bekliyordu.

Derken rüzgâr yeniden şiddetlendi. Yön değiştirdi ve hızı iki katma çıktı. Bu sefer tam arkasından esiyordu. Tuniğinin eteklerini havalandırıp Taita'yı ileri doğru savurdu. Ama yeterli olmamıştı. Taita'nın alt kısmı yamaca çarptı ve son anda açıklığın kenarına tutunabildi. Bacakları boşlukta sallanır durumda, bütün ağırlığı kollarına binmiş olarak öylece kaldı. Kendini, dirseğiyle kenardan güç alacak kadar yukarı çekmeye çalıştıysa da, çok az yükselip yeniden eski durumuna döndü. Çılgınca debelenerek yamaçta ayak dayayacak bir yer bulmaya çalıştı, fakat kaya dümdüzdü.

O anda aşağıdan yine lavlar yükseldi ve erimiş magma zerrecikleri çıplak bacaklarını, ayaklarını kavurdu. Dayanılmaz bir ıstırapla inledi.

"Taita!" Fenn acısını hissedip boşluktan ona sesleniyordu.

"Yardım et bana," diye hıçkırdı.

Fenn, "Yanındayım," diye cevap verdi. "Şimdi ikimizin bütün gücüyle... haydi!"
Wilbur Smith

Acı bir üvendire gibiydi. Taita kollarındaki kirişlerin patladığını hissedecek hale gelene dek kendini yukarı çekti ve ağır ağır gözleri kenar hizasına gelene kadar yükseldi. Ama daha fazlasını yapamadı ve yeniden aşağı kaydı.

"Fenn, bana yardım et!" diye tekrar haykırdı.

"Birlikte! Şimdi!" Taita, onun gücünü hissetti ve bu kez, bir kolunu kenara dayayacak kadar yükselmeyi başardı. Bir süre öyle kaldı, sonra kızın haykırışını duydu.

"Yine birlikte Taita. Haydi!"

Taita, kendini biraz daha çekip diğer kolunu da kenara attı. İki koluyla tutunur hale gelince cesareti geri gelmişti. Yanan bacaklarının acısını unutup kendini iyice yukarı çekti ve bedeninin yarısı kayanın üstüne çıkmış oldu. Soluk soluğa çırpınarak sonunda kendini tamamen yukarı çekmeyi başardı. Oturacak gücü bulana kadar olduğu yerde yattı. Sonra bacaklarına bakıp yanıkları gördü. Tabanlarına yapışıp kalmış olan lav topaklarını temizlerken eti de onlarla birlikte ayrılıyordu. Baldırları yer yer su toplamış ve şişmişti. Acıdan kıvranıyordu, ama bütün gücünü kullanarak ayağa kalkmayı becerdi. Sonra yalpalayarak önündeki tünele daldı. Tabanlarının etleri açılmıştı ve kayada kanlı ayak izleri bırakıyordu. Aşağıdaki kızgın kazandan yükselen ışık, yolunu aydınlatmaktaydı.

Tünel bir süre sonra aşağı doğru inmeye başladı ve lavlardan gelen ışık azaldı. O sırada, kayadaki bir çatlağa kıstırılmış ve yarısı kullanılmış bir meşale buldu. Eos'un uzun zaman önceki son gelişinden beri orada olmalıydı. Onu tutuşturacak bir şeyim yok ki, diye düşünürken cadıdan almış olduğu gücü hatırladı ve işaret parmağını meşalenin ucuna uzatıp psişik güçlerini orada yoğunlaştırdı.

Meşalenin ucunda bir kıvılcım belirdi. Sonra ince bir duman yükseldi ve birdenbire tutuşup yanmaya başladı. Taita meşaleyi çatlaktan çıkarıp

508
11. Yazıt

yukarı kaldırarak yanık ayaklarının el verdiği hızla yürümeye başladı. Aşağı doğru inen başka bir hava bacasına ulaştı. Bu da basamaklar halindeydi, ama kaya yıpranmamıştı, taş ustalarının keski izleri hâlâ yeniydi. İnceye başladı ama basamakların sonu gelmeyecekmiş gibiydi ve dinlenmek için sürekli durmak zorunda kalıyordu. Bu molalardan birinde, haf bir hışırtı duydu, havada ve oturduğu kayada da bir titreşim algılamıştı. Ses sürekli değildi ama ağır atan dev bir nabız gibi yükselip azalıyordu.

Taita bunun ne olduğunu biliyordu.

Bu kez büyük bir hevesle ayağa kalktı ve tekrar inmeye başladı. İndikçe ses kuvvetlenip netleşiyordu. Taita yoluna devam etti ve heyecanıyla birlikte ses de artarak sonunda bacaklarının acısını bastıracak hale geldi. Ses artık zirveye çıkmıştı. Kayanın duvarları sallanıyordu. Taita ileri doğru atıldı ve sonra şaşkınlık içinde durdu. Burayı Eos'un anılarından bulmuştu, ama karşısına taştan bir duvar çıkmıştı. Ağır ağır, ıstırapla yürüdü ve duvarın dibinde durdu.

Doğal bir kayaya benziyordu. Üzerinde çatlak, delik filan yoktu, ama göz hizasına üç tane işaret kazınmıştı. Birinci çok çok eski olmalıydı, aşınmış ve sülfür gazlarının tahribatıyla okunamaz hale gelmişti. İkinci ondan birazcık daha yeniydi ve yakından bakınca minik bir piramidin dış hatlarının çizilmiş olduğunu gördü. Bu, bir rahibin ya da kutsal birinin ruh işareti olmalıydı. Üçüncüsü en yeni olandı ama o bile yüzlerce yıllıktı. Bu da Eos'un ruh işareti olan kedi patisiydi.

Demek ki bunlar, Taita'dan önce burayı ziyaret etmiş olanların imalarıydı. Zamanın başından beri sadece üç kişi daha gelebilmişti burala-Öt kadar. Taşa dokununca soğuk olduğunu fark etti, onca krater ve lav alevinden sonra garip bir durumdu.

Derin bir huşu içinde, "Bu, insanların çağlar boyu aradığı Font'un Şrişi," diye fısıldadı. Elini kedi pençesi çizimine dayadı ve elinin altında

509
Wilbur Smith

kalan kısmın ısındığını hissetti. Yeryüzünün büyük nabzında bir ara olmasını bekledi ve cadıdan öğrendiği üç güç sözcüğünü tekrarladı, başka kimsenin bilmediği bir fiil çekimiydi bu.

"Tashkalon! Ascartow! Silondela!"

Kayadan gıcırtılar geldi ve elinin altında hareket eder gibi oldu. Ta-ita daha kuvvetli bastırınca, boğuk gıcırtılarla kaya olduğu gibi yana doğru yuvarlandı. Ardında yine birkaç basamak merdiven ve tünelin içinde bir kıvnm vardı, o taraftan, yaralı bir aslanın kükremesine benzer bir ses geliyordu. Artık arada kaya da olmadığı için yeryüzünün nabzı Taita'nın kulaklarında patladı. Kendini toparlamasına fırsat kalmadan, sesin şiddetiyle bir adım geriye fırladı. Önünde uzanan tünel garip bir mavi ışıkla aydınlanıyor ve büyük nabız vurunca ışık da güçleniyordu.

Taita ana kapılara doğru ilerledi. Duvardaki karşılıklı deliklere iki meşale daha takılmıştı. Meşaleleri yakıp aksayarak kaynağa doğru inmeye devam etti. Mısır'ın yüce tapınaklarının kutsal odalarında bile duymadığı kadar derin bir huşu içerisindeydi. Geçidin sonundaki kıvnmı döndü ve başka bir kısa merdivenin başına ulaştı. Aşağıda bembeyaz ve düzgün kumsalı görebiliyordu.

Heyecandan tir tir titreyerek basamakları indi ve kendini, büyük bir yeraltı nehrinin kurumuş yatağına benzer bir yerde buldu. Az sonra, karanlık tünelde o nabız atışının duyulacağını ve mavi rengin görüneceğini biliyordu. Acaba, yaşam nehrinin gizemli sularına kendini bırakırsa sonuç ne olurdu?

Sonsuza kadar yaşamak, bir lütuftan çok bir lanet haline gelebilirdi. İlk çağlar geçtikten sonra, insan kaçışı olmayan bir can sıkıntısı ve karamsarlıkla donup kalabilirdi. Acaba vicdan ve ahlak zamanla aşınır mıydı? Yüksek ilkeler ve namus zamanla yerini Eos'ta olduğu gibi sapkın bir kötülüğe ve ahlaksızlığa mı bırakırdı?

510
11. Yazıt

Sinirleri bozuldu ve kaçmak üzere döndü. Ama fazla oyalanmıştı. Yoğun mavi ışık tüneli kaplamıştı. Artık istese de kaçamazdı. Yüzünü tünele doğru döndü ve kendini yaklaşmakta olan gök gürültüsünü göğüslemeye hazırladı. Yeraltı nehrinin ağzından, kaynağı belirsiz bir parıltı yayıldı. Taita ancak akıntı çıplak ayaklarının etrafını sannca anladı ki, bu ne gaz ne de sıvıydı. Hava kadar hafifti ama aynı zamanda yoğun ve ağırdı da. Tenine değerken buz gibiydi, ama altındaki eti ısıtıyordu.

Bu ebedi yaşam iksiriydi.

Hızla beline kadar yükseldi. Su olsa, ağırlıyla ayaklarını yerden keser ve Taita'yi nehir yatağı boyunca yeryüzünün derinliklerine kadar sürüklerdi. Oysa sadece yumuşak bir şekilde etrafına dolanmıştı. Gök gürültüsü başını kapladı ve mavi akıntı omuzlarına dek çıktı. Taita, kendini ağırlıksız ve özgür hissediyordu, devedikeni pamuğu kadar hafifti. Akıntı başına doğru çıkarken son bir derin nefes alıp gözlerini yumdu. Kapalı gözkapaklannın altından mavi akıntıyı görebiliyor ve gök gürültüsünü duyuyordu.

Mavi'nin beden deliklerinden içine dolduğunu hissetti. Gözlerini açarak onları da yıkadı. Tuttuğu nefesi bırakıp yeniden nefes aldı. Mavi iksirin burun deliklerinden gırtlağına, oradan da akciğerlerine aktığını du-yumsadı. Ağzını açıp maviliği yudumladı. Mavilik akciğerlerinden süzülüp kanına karışır ve vücudunun her yerine taşınırken kalp atışları güçlendi. Titreşimlerini parmak uçlarında hissedebiliyordu. Yorgunluğu geçti ve kendini hiç bilmediği kadar güçlü hissetti. Zihni de kristal gibi berrak olmuştu.


Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   ...   47




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin