"Bana duyduğun güvene minnettarım sevgili kraliçem. Ne zaman?"
"Bu gece, akşam yemeğinden sonra," dedi Mintaka.
Taita bir an düşündü. "Sadece kendi seçtiklerine öğretiyor dedin. Ya beni reddederse? O zaman perişan olurum."
98
11. Yazıt
"Senin gibi bilge ve ünlü birini asla geri çevirmez büyük büyücü."
"Bunu riske etmek istemem sevgili Mintaka. Acaba şimdilik kimliğimi belli etmeden dinlesem olmaz mı?"
Mintaka kararsız bir şekilde Taita'ya baktı. "Onu kandırmak istemem," dedi sonunda.
"Kandırmayı planlamıyorum Mintaka. Onunla nerede görüşüyorsun?"
"Bu dairede. Senin şimdi oturduğun yere oturuyor. Tam da o minderin üstüne."
"Sadece ikiniz mi oluyorsunuz?"
"Hayır, en sevdiğim üç yardımcım da bizimle oluyor. Onlar da tanrıçaya benim kadar bağlanmış durumdalar."
Taita odayı dikkatle gözden geçiriyordu, ama onun dikkatini dağıtmak için soru sormaya da devam etti. "Bu tanrıça sonunda kendini tüm Mısır halkına duyuracak mı, yoksa bu din sadece onun seçtiği kişilerle mi sınırlı kalacak?"
"Nefer ve ben, onu kalbimizin derinliklerine alıp sahte tanrıları terk edince ve onların tapınaklarını yıkıp rahipliklerini dağıtınca, tanrıça gururla öne çıkacak. Hastalıklara bir son verecek ve hastaların hepsini iyileştirecek. Nil sularına akmalarını emredecek..." Bir an duraksadıktan sonra hızla devam etti. "...ve bebeklerimi bana geri verecek."
"Benim değerli kraliçem. Bunların olmasını ne kadar yürekten dilediğimi sana anlatamam. Fakat söyle bana, Nefer'in bu olup bitenden haberi var mı?"
Kraliçe içini çekti. "Nefer bir bilge ve mükemmel bir hükümdar. Güçlü bir savaşçı, iyi bir koca, iyi bir baba ama ruhani bir adam değil. Ona her şeyi uygun bir zamanda anlatmak konusunda Soe de benimle hemfikir ve o zaman henüz gelmedi."
Taita ciddi bir şekilde başını salladı. Firavun bizzat kendi sevgili eŞinden, büyükbabasının ve büyükannesinin, babasıyla annesinin ve tabii
99
Wilbur Smith
ki Osiris, İsis ve Horus üçlüsünün topluca reddedileceğini duymak zorunda kalacaktı. Hatta kendisi bile bütün kutsallığını yitirecekti. Taita, onun hayattayken böyle bir şeyi asla kabul etmeyeceğini bilecek kadar iyi tanıyordu Firavun'u.
Taita'nın aklına daha korkunç ihtimaller geldi. Eğer Nefer Seti ve en yakın danışmanları onu kontrol etmek üzere hayatta olmazsa, kraliçe, kâhin Soe'nin her dediğini itirazsız yapacaktı. Acaba kendi kralını, kocasını, çocuklarının babasını öldürmelerine rıza göster miydi? Bu sorunun yanıtı belliydi: evet, eğer yeni tanrıça tarafından ölü bebekleriyle birlikte hemen geri getirileceğine inanırsa yapardı. Çaresiz insanlar ancak böyle bir yolu seçerlerdi. Yüksek sesle, "Bu üstün tanrıçanın tek kâhini Soe mi?" diye sordu.
"Soe hepsinin başı, fakat diğerleri bu dini yaymak ve tanrıçanın gelişine hazırlamak için iki krallığın halkı arasında dolaşıyor."
"Sözlerin kalbimde bir ışık yaktı. Bu kişinin anlattıklarını ona fark ettirmeden dinlememe izin verirsen sana daima müteşekkir kalacağım. Yanımda bir de benden yaşlı ve bilge bir büyücü daha olacak." Kraliçenin itirazını durdurmak için parmağını kaldırdı. "Bu doğru Mintaka. Onun adı Demeter. Harem penceresinin arkasında yanımda oturacak o da." Eski zamanlarda, bir firavunun eşleriyle cariyelerinin yüzlerini göstermeden oturup ruhani liderleri dinlemesi yapılmış gizli pencereyi gösterdi.
Mintaka hâlâ kararsız "olduğu için Taita ısrar etti. "Böylece iki etkili büyücüye bu yeni dini kabul ettirmiş olacaksın. Hem Soe'yi hem de tanrıçayı memnun edeceksin. Tanrıça seni ödüllendirecek. Çocuklarının dönüşü de dahil, her şeyi isteyebileceksin ondan."
"Pekâlâ Tata. Dediğini yapacağım. Ancak, karşılığında sen de sana anlattıklarımı yeni tanrıçayı kabul edip eski tanrıları silecek zamana gelene kadar Nefer'e söylemeyeceksin..."
"Emrettiğin, gibi olacaktır kraliçem."
100
11. Yazıt
"Sen ve dostun Demeter yarın sabah erkenden gelmelisiniz. Ana kapıdan değil arka kapıdan girin. Hizmetçilerimden biri sizi oradan alıp önceden gizlenmeniz için buraya getirecek."
"Güneş doğduktan bir saat sonra burada olacağız," diye garanti verdi Taita.
Memnon sarayının kapılarından çıkarken Taita öğleden sonra güneşinin yüksekliğini kontrol etti. Birkaç saatlik gün ışığı kalmıştı. Ani bir dürtüyle muhafız birliğinin başındaki çavuşa, direk Teb'e giden yoldan değil, önce batıdaki tepelere oradan da büyük kraliyet mezarlığına ulaşan cenaze yolundan gitmelerini emretti. Bu mezarlık kayalık vadilerden birinde gizliydi. Taita'nın sevgili Lostris'inin dünyevi bedeninin mumyalanmasına tanıklık ettiği tapınağın önünden geçtiler. Bu olay yetmiş yıl önce olmuştu, ama zaman o yürek paralayıcı törenin izlerini silmemişti. Taita tılsımına dokundu, içinde onun o güzelim başından kestiği saç buklesi vardı. Bir bayırı tırmanıp taş teraslardan oluşan piramidin tepesindeki muazzam bir yapı olan Hathor Tapmağı'ndan geçtiler. Taita yanında iki rahibe adayıyla alt terasta gezinen bir rahibeyi tanıdı ve onunla konuşmak üzere o tarafa yöneldi.
"Kutsal Hathor korusun seni rahibe diyerek atından indi. Hathor bütün kadınların efendisi olduğu için başrahip de dişiydi.
"Seyahatlerinden döndüğünü duymuştum Büyücü." Kadın koşup Ta-lfa'ya sarıldı. "Hepimiz bizi ziyaret etmeni ve maceralarını anlatmanı umuyorduk."
"Sahiden de ilginizi çekeceğini umduğum şeyler var. Mezopotamya ?'e Hamadan'm ve Babil'in ötesindeki Horasan yolunu kesen dağlık bölgelerin papirüs haritalarını da getirdim."
101
Wilbur Smith
"Bunların çoğu bizim için yeni." Başrahibe hevesle gülümsüyordh "Yanında mı haritalar?"
"Hayır! Şu an başka bir işle uğraşıyorum ve burada seninle karşı|aş mayı beklemiyordum. Ruloları Teb'de bıraktım. Ancak, ilk fırsatta getire. ceğim."
"Ne zaman istersen," dedi başrahibe. "Burası sana daima açıktır. Şu ana kadar sağladığın bilgilere minnettarız. Eminim ki şimdi daha da ilginç şeyler biliyorsundur."
"O zaman nezaketinizi istismar edeceğim. Bir iyilik isteyebilir mi-; yim?"
"Elimden gelen her şeyi yaparım. Sen sadece adını koy." "Volkanlara karşı dayanılmaz bir ilgi duyuyorum." "Hangilerine? Pek çok var ve bir sürü değişik yerde bulunuyorlar." "Denize yakın olanlar, belki bir adada veya büyük bir nehrin ya da gölün kıyısında da olabilir. Bir listeye ihtiyacım var rahibe."
"Bu zor bir istek değil," dedi kadın. "En kıdemli haritacımız Nubank Birader de hep volkanlara ve termal sular ve gayzerler gibi diğer yeraltı ısı kaynaklarına ilgi duymuştur. Sana istediğin listeyi zevkle hazırlar, ama liste fazla ayrıntılı ve yorucu olabilir. Nubank yanlış yapmama konusunda çok titizdir. Bir an evvel işe başlatırım." "Ne kadar sürer?"
"On gün içinde bizi ziyarete gelir misin saygın Büyücü?" Taita, onunla vedalaştı ve mezarlık kapılarına kadar bir fersah daha yol gitti.
Kraliyet mozolelerine ev sahipliği yapan mezarlığın girişi yaygın bir askeri kale ile korunmaktaydı. Tüm mozolelerin, kayaların içine oyulmuş
102
11. Yazıt
veraltı odalarından oluşan bölümleri vardı. Ortadaki oda defin odasıydı ve firavunun mumyalanmış bedeninin bulunduğu muhteşem lahit bu odada dururdu. Etrafındaki odalar ise dünyada bilinen en büyük hazinenin saklandığı depolardı. Bu hazine, her iki krallıkta ve sınır komşusu olan ülkelerdeki tüm hırsız ve mezar soyguncularının iştahını kabartırdı. O kutsal hazineye ulaşmanın bir yolunu bulmak için her şeyi yaparlardı. Bu insanları buradan uzak tutmak için sürekli tetikte bekleyen küçük bir ordu gerekiyordu.
Taita hayvanları sulasınlar ve biraz kendilerine gelsinler diye muhafızlarını orta avludaki kuyunun başında bıraktı ve kendisi yürüyerek defin yerine gitti. Kraliçe Lostris'in lahdine giden yolu gayet iyi biliyordu, çünkü planını kendisi yapmış ve kazının başında bulunmuştu. Lostris bütün Mısır kraliçeleri içinde buraya gömülen yegâne kraliçeydi, burası daha çok hüküm süren firavunlara ayrılırdı. Taita, Lostris'in en büyük oğlu Ma-mose'yi tahta geçmeyi başardığında annesini buraya gömdürmesi için ikna etmişti.
Nefer Seti'nin bu dünyadan ayrılıp sonraki dünyaya göçeceği ana hazır olsun diye kazılmakta olan mozolesini geçti. Bir sürü taş ustası kayaya ana giriş kapısını oymakla uğraşıyordu. Sıra sıra işçiler, başlarında dengeledikleri sepetlerle molozları taşımaktaydı. Üzerlerini kalın bir toz tabakası kaplamıştı. Mimarlardan ve ustabaşdardan oluşan küçük bir grup ise tepelerde durmuş aşağıdaki koşturmacayı izliyordu. Vadide keski, keser ve mıh sesleri yankılanıyordu.
Taita merasim yolundan göze çarpmadan yolun daralıp iki kanala ayrıldığı noktaya kadar ilerledi. Soldaki yola saptı. Elli adım sonra bir köşeyi döndü ve Lostris'in kaya yamacına oyulmuş mezarı tam karşısına çık-b. Giriş muazzam granit sütunlarla çevriliydi ve taş bloklardan oluşan bir duvarla mühürlenmişti. Duvarın üstü sıvanmış ve çok güzel renklendirilmiş bir duvar resmiyle süslenmişti. Kabartma resimde kraliçenin yaşamın-
103
Wilbur Smith
dan görüntüler yer alıyordu: Lostris kocası ve çocuklarıyla yuvasında mutlu bir haldeyken, savaş arabasını sürerken, Nil'de balık avlarken. Ceylan ve su kuşu avlarken, Hiksos işgalcilerine karşı ordularını yönetirken, halkını bir gemi filosuyla Nil şelalelerinden geçirirken ve Hıksosları son kez yendikten sonra yurda dönerken. Taita'nın bu resimleri yapmasının ardından yetmiş yıl geçmişti ama renkler hâlâ canlıydı.
Mozolenin girişinde yas tutan biri daha vardı. Tepeden tırnağa tanrıça İsis rahibelerinin giydiği siyah giysiler içindeki bir kadındı bu. Duvar resminin önünde huşu içinde diz çöktü. Taita, ona engel olmamak için kenarda beklemeye karar verdi. Yana döndü ve beklemek üzere kayanın gölgesine yerleşti. Resimlerde Lostris'in yüzünü görebiliyor, mutlu anılan anımsıyordu. Bulunduğu yerde vadi sessizdi: kaya duvarlar aşağıdaki işçilerin çıkardığı sesleri emiyordu. Bir süre mozoledeki rahibenin varlığını unuttu, ama sonra kadın ayağa kalktı ve Taita'nın dikkati tekrar ona yöneldi.
Kadın kolunun yeninden küçük bir metal alet, belki bir keski ya da bıçak çıkardığında hâlâ arkası Taita'ya dönüktü. Sonra parmaklarının ucunda yükseldi ve Taita'nın dehşetle bakan gözlerinin önünde aletiyle duvar resmine saldırdı. Taita, "Ne yapıyorsun kaçık kadın?" diye bağırdı. "Bu bir kral mezarı. Hemen dur!"
Sanki bir şey dememişti. Kadın, ona hiç aldırmadan hızlı darbelerle Lostris'in yüzünü parçalıyordu. Alttan beyaz badana çıkmaya başlamıştı.
Taita ayağa fırladı ve koşmaya başladı. Bir yandan da bağırmaya devam ediyordu. "Dur! Duyuyor musun beni? Saygıdeğer başrahibine bunu bildireceğim. Kutsal şeylere yaptıkların yüzünden hak ettiğin cezayı görmeni sağlayacağım. Tanrıçanın gazabını üstüne çekiyorsun..."
Rahibe, ona bakmaya tenezzül etmeden girişten ayrıldı ve özellikle ağırdan alarak vadide uzaklaşmaya başladı. Taita öfkesi burnunda arkasından koşuyordu. Artık bağırmayı kesmiş ama sağ elinde tuttuğu ağır asasını havaya kaldırmıştı. Kadının yaptıklarının sonuçlarından kaçmasına göz
104
11. Yazıt
yıımmamaya kararlıydı ve sinirinden zihni bulanmıştı. O anda kadının kafasına asayı indirip kafatasını parçalayabilirdi.
Rahibe vadinin keskin bir dönemeç yaptığı yere vardı. Durup omzunun üstünden Taita'ya baktı. Kırmızı salıyla yüzünü ve saçını neredeyse tamamen örtmüştü, sadece gözleri açıktaydı.
Taita'nın öfkesi ve dehşeti geçti, yerini huşu ve hayranlık aldı. Kadının bakışları sakin ve durgundu, gözleri mezardaki portredeki gözlerdi. Taita bir an ne kıpırdayabildi ne de konuşabildi. Konuşmayı başardığında sesi boğuk bir cıyaklamaydı. "Bu sensin!"
Kadının bakışları Taita'nın yüreğini yakan bir ışıkla parladı ve ağzı örtülü olduğu halde Taita, onun gülümsediğini anladı. Kadın bu iddiaya cevap vermeyip başını sallamakla yetindi ve başını çevirip salına salına taş duvara doğru ilerledi ve köşeden dönüp kayboldu.
Taita, "Hayır!" diye çılgınca haykırdı. "Beni böyle bırakıp gidemezsin. Bekle! Beni bekle!" Kadının peşinden atılıp onun gözden kaybolmasından birkaç saniye sonra, eli ona doğru uzanmış olarak köşeyi döndü. Sonra durdu ve eli yanına düştü, karşısında vadinin üst ucu duruyordu. Bulunduğu yerden elli metre ötede, bir dağ keçisinin bile tırmanamayaca-ğı diklikteki gri kayalarla vadi bitiyordu. Kadın yok olmuştu.
"Lostris, seni reddettiğim için beni bağışla. Bana dön sevgilim." Üstüne dağların sessizliği çöktü. Büyük bir çaba harcayarak kendini topladı ve yararsız yakarışlarla zaman harcamayı bırakıp onun saklanabileceği bir yank veya vadiden gizli bir çıkış yolu var mı, diye araştırmaya başladı. Hiçbir şey bulamadı. Geldiği yola baktı ve vadi tabanının kayalardan dökülen beyaz bir tozla kaplı olduğunu fark etti. Kendi ayak izleri net bir şekilde görünüyordu, ama başka iz yoktu. O hiçbir işaret bırakmamıştı. Bezgin bir şekilde onun mezanna doğru yöneldi. Girişte durdu ve onun badananın üzerine hiyeroglifle yazdığı yazıyı gördü. "Altı parmak yolu gösteriyor," diye yüksek sesle okudu. Hiçbir anlam veremedi. "Yol" derken neyi kastetmişti? Bu sahiden bir yol muydu, yoksa bir tutum veya yöntem mi?
105
Wilbur Smith
Altı parmak? Acaba farklı yönleri mi gösteriyorlardı yoksa tek bir yönü mü? Takip edilecek altı ayn işaret mi vardı? Şaşırıp kalmıştı. Yazıy] bir daha yüksek sesle okudu. "Altı parmak yolu gösteriyor." O harfleri tekrarlarken badanaya kazınan harfler gözünün önünde yok oldu. Lost-ris'in portresi zarar görmemiş olarak duruyordu. Her ayrıntısı aynen yapılmıştı yeniden. Taita hayretler içinde uzanıp eliyle resmi okşadı. Resmin yüzeyi düzgün ve kusursuzdu.
Geri çekilip biraz daha inceledi. Tebessüm tam olarak kendi yaptığı gibi miydi yoksa kurnazca değiştirilmiş miydi? Yumuşak mıydı yoksa alaycı mı? Samimi miydi yoksa esrarengiz mi? İyicil miydi yoksa artık kötülüğün eli mi değmişti? Emin olamıyordu.
"Sen Lostris misin, yoksa bana işkence etmek üzere gönderilen ahlaksız bir hayalet mi?" diye sordu. "Lostris bu kadar zalim olabilir miydi? Bana yardım ve rehberlik mi öneriyorsun yoksa yoluma tuzaklar ve kapanlar mı döşüyorsun?"
Sonunda arkasını dönüp muhafızların beklediği kaleye gitti. Hayvanlarına bindiler ve Teb'e dönmek üzere yola koyuldular.
Firavun, Nefer Seti'nin sarayına vardıklarında karanlık çökmüştü. Taita önce Ramram'a gitti.
"Firavun hâlâ mecliste. Bu gece planlandığı gibi seninle bulaşama-yacak. Çağıracak diye beklemene gerek yok. Onunla yarın gece buluşmanı emretti. Sana bütün içtenliğimle minderine yatıp uyumanı öneriyorum. Yorgun görünüyorsun."
Taita, Ramram'ın yanından ayrılıp doğruca Demeter'in odasında gitti, Meren'le yaşlı adam bao tahtasının üstünden birbirlerine bakıyorlardı. Taita içeri girince Meren aşırı bir rahatlama hareketiyle ayağa fırladı. Bao
106
11. Yazıt
0yununun çetrefilli hamleleri ona göre değildi. "Hoş geldin Büyücü. Tam zamanında gelip beni küçük düşmekten kurtardın."
Taita, Demeter'in yanına oturdu ve hemen sağlık durumunu ve başının halini sordu. "Seyahatin sıkıntılarını geride bırakmış görünüyorsun. Sana iyi baktılar mı?"
"İlgine teşekkür ederim, gerçekten de iyiyim," dedi Demeter.
"Bunu duyduğuma sevindim, çünkü yarın sabah erken kalkmamız gerekiyor. Seni Memnon sarayına götüreceğim, orada yeni bir dinin öğretilerini dinleyeceğiz. Yeryüzündeki tüm uluslara hâkim olacak yeni bir tanrıçanın gelişini kehanet eden bir adam varmış."
Demeter gülümsedi. "Zaten haddinden fazla tanrımız yok mu? Bence bu kadarı bizi zamanın sonuna kadar idare eder."
"Ah dostum, bana da öyle geliyor. Ama bu kâhine göre, eski tanrılar yok edilecekmiş, tapınakları yıkılacak ve rahipleri yeryüzünün bittiği yerlere gönderilecekmiş."
"Acaba tek ve biricik Ahura Maasda'dan mı söz ediyor? Eğer öyleyse bu yeni bir din değil."
"Ahura Maasda değil, ondan daha korkunç ve güçlüymüş. İnsan şekline girip aramızda yaşayacakmış. Halk, onun merhametine doğrudan nail olacakmış. Ölüleri geri getirme gücü de varmış ve hak ettiğine inandığı kişilere ölümsüzlük ve sonsuz mutluluk verebiliyormuş."
"Böyle saçma bir duyuru ile biz niye uğraşmak zorundayız Taita?" Sesinde bir huzursuzluk vardı. "Bizin halletmemiz gereken çok daha önemli meseleler var."
"Bu kâhin de halkın arasında gizlice dolaşan pek çoklarından biri, belli ki çok sayıda insanı bu dine döndürüyor, bunların arasında Mısır kraliçesi ve Firavun Nefer Seti'nin eşi Mintaka da Var."
Demeter öne eğildi, ciddileşmişti. "Kraliçe Mintaka'da bu saçmalıkla inanmayacak kadar sağduyu vardır mutlaka?"
107
Wilbur Smith
"Yeni tanrıça gelince ilk yapacağı şey Mısır'ı hastalıklardan kurtarmak ve hastalan iyileştirmek olacakmış. Mintaka vebadan ölen çocuklarını da mezardan çıkarıp dirilteceğine inanıyor."
"Anlıyorum," dedi Demeler düşünceli bir tavırla. "Bir anne için bu karşı konulmaz bir yem. Peki başka ne sebep var bizim gitmemiz için?"
"Kâhinin adı Soe." Demeter şaşırmış görünüyordu. Taita, "Harflerin sırasını değiştir. Tenmass alfabesini kullan," dedi ve Demeter'in şaşkınlığı geçiverdi.
"Eos," diye fısıldadı. "Av köpeklerin cadının kokusunu almış Taita."
"Ve onu inine kadar yakından takip etmeliyiz." Taita ayağa kalktı. "Uyusan iyi olur. Güneş doğmadan Meren'i yollayıp aldıracağım seni."
Daha şafak doğuda soluk gri bir hayalken, Habari atları ve Demeter'in devesini getirmiş avluda bekliyordu. Demeter tahtırevanına uzandı, Taita ve Meren de iki yanında atlarıyla geliyorlardı. Muhafızlar onları nehrin sığ yerinden geçirdiler, karşılarına tek bir karakurbağası çıktı. O da onları görünce kaçtı ve bir engelle karşılaşmadan diğer kıyıya geçtiler. Memnon sarayının etrafından dolaşıp arka kapıya ulaştılar, Taita ile Demeter hayvanlannı Meren'le Habari'ye emanet ettiler. Mintaka'nın söz verdiği gibi hizmetçilerinden biri kapıda onları karşılamak üzere bekliyordu. Büyücüleri birtakım geçitlerden ve tünellerden geçirip müsrifçe para harcanarak döşenmiş bir odaya soktu, içerisi tütsü ve parfüm kokuyordu. Yerde ipek halılar ve kabank minderler vardı. Duvarlara bol işlemeli goblenler asılmıştı. Hizmetçi karşı duvara gitti ve harem penceresini gizleyen kapağın kolunu çekti. Taita da oraya koşup önceki gün Mintaka ile oturduğu odaya baktı. Oda boştu. Tatmin olan Taita, Demeter'i kolundan tu-
108
11. Yazıt
pencerenin önüne götürdü. Minderlerin üzerine yerleştiler. Odaya gi-en garip adamı görmek için fazla beklemeleri gerekmedi.
Adam orta yaşlı, uzun ve inceydi. Omuzlarına dökülen gür bukleleri de tıpkı kısa ve sivri sakalı gibi yol yol ağarmıştı. Üzerinde rahiplerin giydiği türden uzun siyah bir cüppe vardı, cüppesinin etekleri kehanet sembolleriyim süslüydü ve boynunda da bir büyü kolyesi asılıydı. Adam odada tur-larnaya başladı, arada durup duvara asılı örtüleri kaldırıyor, altlarını kontrol ediyordu. Harem penceresinin önünde de durdu ve yüzünü pencereyi gizleyen kafese yaklaştırdı. Yakışıklı ve zeki ifadeli bir yüzü vardı, ama en çarpıcı yanı gözleriydi: bunlar delice bir ateşle parlayan fanatik gözlerdi.
Demek bu Soe, diye düşündü Taita. Hiç kuşkusu yoktu. Demeter'in elini alıp sıkıca tuttu ve güçlerini birleştirerek gizlenme ve korunma büyüsü yaptılar, çünkü diğer adamın ne tür yeteneklere sahip olduğunu bilmiyorlardı. Kafesten tekrar adama baktılar, bütün güçlerini etraflarında onları gizleyen bir perde oluşması için ona doğru yönlendirdiler. Bir süre sonra Soe homurdandı, tatmin oldu ve diğer tarafa döndü. Gözlerini uzak tepelere dikip pencerenin önüne oturup beklemeye başladı, tepeler sabah güneşinin portakal rengi ışığında kömür gibi parlıyordu.
O böylesine dalmışken, Taita da İç Göz'ünü açtı. Soe bir bilgin değildi, çünkü etrafında onu saran bir aura vardı, ama bu Taita'nm daha önce gördüklerine hiç benzemiyordu: değişkendi, bir an güçlü bir şekilde parlıyor, sonra sönükleşiveriyordu. Rengi morla parlak kırmızı arasında gidip geliyor, ardından mat bir kurşuniye dönüyordu. Taita kabalık ve zalimlikle yozlaşmış keskin bir zekâ algılamıştı. Soe'nin düşünceleri karmaşık ve çelişkiliydi, ama hiç kuşkusuz, önemli psişik güçler geliştirmişti.
Bir grup kadın gülerek içeri girince, Soe çabucak pencereden uzaklaştı- Kadınların başında, heyecanla Soe'ye koşup sevgiyle sanlan Mintaka vardı. Taita irkildi: bir kraliçe için bu sıra dışı bir davranıştı. Taita'ya ancak ikisi yalnızken sarılırdı, hizmetçilerinin önünde değil. Soe'nin bu kadar et-
109
Wilbur Smith
kişi altına girdiğini daha önce fark etmemişti. Mintaka, Soe'nin bir kolu omzuna sarılı dururken hizmetçileri gelip adamın önünde diz çöktüler.
"Kutsa bizi yüce peder," diye yalvardılar. "Bizim için tek ve biricik tanrıçaya dua et."
Adam onlara doğru bir kutsama işareti yaptı ve kadınlar kendilerinden geçtiler.
Mintaka, adamı arkalığı kendisininkinden daha yüksek bir yastık yığınına oturttu ve kendisi de genç kız gibi bacaklarını altına toplayarak oturdu. Sonra kasten harem penceresine doğru döndü ve Taita'nın oradan izlediğini bilerek gülümsedi. Sanki Soe uzak bir ülkeden getirilmiş egzotik bir kuş ya da yabancı bir hükümdar tarafından armağan edilen değerli bir mücevher-miş gibi, Taita'nın onayını almak için son marifetini sergiliyordu. Taita bu tedbirsizlik yüzünden korktu ama Soe küçümseyen bir edayla hizmetçilerle konuşuyordu ve kraliçenin bakışını görmedi. Sonra Mintaka'ya döndü.
"Yüce majeste, son karşılaşmamızda söyledikleriniz üzerinde çok düşündüm. Tanrıçaya içtenlikle dua ettim ve o da bana merhametle yanıt verdi."
Taita yine şaşırmıştı. Bu adam bir yabancı değil, diye düşündü. Mısırlıydı. Dili mükemmel konuşuyordu. Yukarı Krallık'taki Asuvan'dan gelenler gibi bir aksanı vardı.
Soe, "Bu meselelerin öyle bir ağırlığı ve önemi var ki, ancak sizin kulaklarınız duymalı. Hizmetçilerinizi gönderin," diye devam etti. Mintaka ellerini çırptı. Kızlar ayağa fısıldayarak ürkütülmüş fareler gibi dışan kaçıştılar.
"Önce, kocanız Firavun Nefer Seti meselesi," dedi ikisi baş başa kalınca. "Bana cevabı şu şekilde iletmemi emretti." Durdu, sonra Mintaka'ya doğru eğildi ve kendisine ait olmayan, bal gibi tatlı bir kadın sesiyle konuşmaya başladı. "Ben geleceğim zaman Nefer Seti'yi sevgi dolu kollarımla kucaklayacağım ve o da bana neşeyle gelecek."
110
11. Yazıt
Taita irkildi ama yanında Demeter çırpınmaya başlamıştı. Taita, onu yatıştırmaya çalıştı, aslında kendisi de neredeyse onun kadar heyecanlanmıştı- Demeter tir tir titriyordu. Taita'nın elini çekiştirdi. Taita dönüp bakınca onun dudaklarıyla, "Cadı! Bu Eos'un sesi!" dediğini gördü, dediklerini sanki bağırarak söylemiş gibi gayet net anlamıştı. Evet bu ses Taita'nın trans halindeyken Demeter'den çekip aldığı sesti.
"Ama hepsinin efendisi ateştir," dedi o da aynı biçimde ve ellerini yukarı kaldırdı.
Soe hâlâ konuşuyordu ve dönüp dinlemeye başladılar. "Onu tüm maddi krallıklarımın egemeni yapacağım. Yeryüzündeki tüm uluslann bütün kralları onun sadık bendeleri olacak. Benim adımla ebediyen şan ve şeref içinde yaşayacak. Sen de sevgili Mintaka, onun yanında oturacaksın."
Mintaka sevinç ve rahatlama duygularıyla ağlamaya başladı. Soe babacan bir hoşgörüyle onu izledi ve kendini toparlamasını bekledi. Sonunda Mintaka gözlerini silip adama gülümsedi. "Ya çocuklarım, ölen bebeklerim?"
Soe, "Onları zaten konuşmuştuk," diye hatırlattı kibarca.
"Evet! Ama yeterince duyamadım. Lütfen kutsal kâhin, sana yalvarıyorum..."
"Tanrıça onların sana geri verilmesini buyurdu, doğal yaşamlarının tamamını yaşayacaklar."
"Başka ne buyurdu? Lütfen tekrar söyle."
"Onun sevgisine layık olduklarını kanıtlayınca, bütün çocuklarına ebedi gençlik verecek. Seni asla terk etmeyecekler."
Mintaka, "Ben hazınm her şeye gücü yeten Tanrıça'nın güçlü kâhini," diye fısıldadı. "Bedenimi ve ruhumu tümüyle onun arzularına sunuyorum." Dizlerinin üstünde sürünerek Soe'ye yaklaştı. Gözyaşlarının ayaklarına akmasına izin verdi ve sonra da saçlarıyla kuruladı.
111
Wilbur Smith
Bu Taita'nın hayatında gördüğü en tiksindirici manzaraydı. Kafesin ardından O Yalan in uşağı! Pisliğiyle seni kirletmesine izin verme, diye bağırmamak için bilinçli bir çaba harcamak zorunda kalmıştı.
Mintaka, hizmetçilerini çağırdı ve sabahın geri kalan kısmında Soe'nin önünde oturdular. Kızlardan hiçbiri onun öğrettiklerini kavrayacak zekâya sahip olmadığı için konuşmaları kısa zamanda bayağı bir hal aldı. Soe basitleştirilmiş bir dille tekrar tekrar aynı şeyleri anlatmak zorunda kalıyordu. Kızlar kısa sürede bundan da sıkıldılar ve saçma sorularıyla adamı bunalttılar.
Dostları ilə paylaş: |