125
Wilbur Smith
Yine de Taita bir süre daha oyalandı, dostundan son bir işaret göre. bilmek için havadan son bir temas kurabilmek için bakındı ama böyle bir şey olmadı. Meren kendi atının üzerinden uzanıp Taita'nın kısrağının da dizginlerini tuttu ve yola koyuldular, Taita da bu sefer itiraz etmemişti Bacağı ağrıyordu ve kendini şokta, eksik hissetmekteydi. Yaşlı âlim git. misti ve Taita, ona ne kadar güvendiğini anlıyordu. Artık cadıyla tek başı-na yüzleşecekti ve bu durum onu dehşete düşürüyordu.
Saraydaki dairelerine ulaşınca, Ramram, Taita'nın yıkanıp çamurlardan temizlenmesi için köle kızlarla semaverler dolusu sıcak su ve kokulu merhemler yolladı. Taita tepeden tırnağa temizlenince iki kraliyet doktoru geldi, arkalarında da kucak dolusu ilaç ve sihirli tılsım taşıyan bir asistan ordusu vardı. Taita'nın talimatıyla Meren onları kapıda karşıladı ve geri gönderdi. "Mısır'ın en yetenekli ve bilgili cerrahı olan büyücü yarasıyla kendi ilgileniyor. Size de ilginizden ötürü teşekkürlerini sunuyor."
Taita yarasını damıtılmış şarapla yıkadı. Sonra da uyuşturucu bir merhem sürdü ve Meren kandilin alevinde kızdırdığı bronz bir kaşıkla derin kesiği dağladı. Bu, Taita'nın ona öğretebildiği birkaç tıbbi beceriden biriydi. Meren işini bitirince, Taita kendini ayılttı ve Duman Yeli'nin uzun kuyruk kıllarından birini iplik olarak kullanıp yaralan dikti. Kendi karışımı olan merhemlerden sürüp keten şeritlerle sardı. İşi bittiğinde acıdan bitkin düşmüştü ve Demeter'i kaybetmenin üzüntüsüyle perişandı. Şiltesine gömülüp gözlerini kapadı.
Kapıda bir karmaşa olunca gözlerini açtı ve tanıdık, otoriter bir sesin "Taita, neredesin?" diye bağırdığını duydu. "Seni hiç gözümün önünden ayıramayacak mıyım ben? Her seferinde başına bir bela sarıyorsun-Ayıp sana! Çocuk değilsin ki artık." Bu sözlerin hemen ardından da yer-
126
11. Yazıt
vüzündeki İlahi Tanrı Firavun Nefer Seti, hastanın odasına daldı. Arkasından da soyluları ve refakatçileri içeriye doluştu.
Taita moralinin yükseldiğini ve gücünün yerine gelmeye başladığını hissetti. Tümüyle yalnız değildi. Nefer Seti'ye gülümsedi ve dirseğinin üstünde doğrulmaya çalıştı.
"Taita, kendinden utanmıyor musun? Ben, seni ölüm döşeğinde bulacağımı sanmıştım. Oysa sen burada sırtüstü devrilmiş, suratında aptalca bir sırıtmayla keyif çatıyorsun."
"Majeste, o tebessüm varlığınızdan duyduğum içten sevincin yansımasıdır."
Nefer, onu kibarca yastıkların üstüne itti ve maiyetine döndü. "Lord-Ianm, beni burada eski dostum ve öğretmenim olan büyücü ile baş başa bırakabilirsiniz. İhtiyacım olunca sizleri çağıracağım." Adamlar dışarı çıktılar ve Firavun, Taita'ya sarılmak için eğildi. "İsis'in göğsünden gelen tatlı süt adına, seni sağ salim gördüğüme çok sevindim, ama arkadaşın olan büyücünün öldüğünü duydum. Her şeyi öğrenmek istiyorum, ama önce izin ver Cambeseli Meren'i selamlayayım." Kapıda nöbet tutan Meren'e döndü. Meren, Firavun'un önünde diz çöktü ama Nefer Seti, onu kaldırdı. "Kendini benim için alçaltına Kızıl Yol Yoldaşı." Sonra onu içtenlikle kucakladı. İkisi de genç birer erkekken, savaşçılığın en üst düzeyde sınandığı Kızıl Yol'a katılmışlardı. Bu, savaş arabası kullanma, ok atma ve kılıç kullanma becerilerinin sınandığı bir sınavdı. İkisi, kendini kanıtlamış eski askerlere karşı bir takım oluşturmuştu. Askerlerin öldürmek dahil her şeyi yapması serbestti ve yolun sonuna ulaşmalarını engellemeye çalışıyorlardı. Firavun ve Meren birlikte sınavı kazanmışlardı. Kızıl Yol Yoldaşları savaşçı kan kardeşleri olur ve bu yoldaşlık ömürlerinin sonuna kadar devam ederdi. Ölümüne kadar, Meren, Nefer Seti'nin kız kardeşi Prenses Merykara'yla nişanlıydı, o yüzden Firavun'la ikisi kayınbirader sayılırdı. °u da aralarındaki bağı güçlendirmişti. Meren, Nefer'in altındaki bu yük-
127
Wilbur Smith
sek mevkiyi koruyabilirdi ama o kendini çırak olarak Taita'ya adamayı seçmişti.
"Taita seni de Gizemler Okulu'nda eğitmeyi başarabildi mi? Artık güçlü bir savaşçı olmanın yanı sıra büyücü de oldun mu?" diye sordu Firavun.
"Hayır majeste. Taita'nın üstün gayretlerine rağmen, bende yetenek yoktu. En basit büyüleri bile beceremedim. Hatta birkaç tanesi geri dönüp benim başıma bela oldu." Meren yalandan hüzünlü bir ifade takındı.
"İyi bir savaşçı beceriksiz bir büyücüden her zaman daha iyidir, eski dostum. Gel, sen de bizimle otur, tıpkı eski günlerde Mısır'ı tirandan kurtarmaya çalışırken yaptığımız gibi."
İkisi Taita'nın yatağının iki yanına yerleşince, Nefer ciddileşti. "Şimdi, karakurbağalanyla karşılaşmanızı anlatın bana."
Taita ve Meren, Demeter'i nasıl yitirdiklerini anlattılar. Sözleri bittiğinde Nefer sessizdi. Sonra, "Bu yaratıklar her gün biraz daha saldırgan, ve açgözlü oluyor. Nehirdeki su birikintilerinde kalan suyu kirletip zehirleyenin de onlar olduğuna eminim. Onlardan kurtulmak için aklıma gelen her yolu denedim ama öldürdüğümüz her kurbağaya karşı iki tane birden çıktı ortaya."
"Majeste." Taita devam etmeden önce bir an duraksadı. "Bu yaratıkların sahibi olan cadıyı bulup onu yok etmeniz lazım. Krallığınızın ve sizin başınıza sardığı karakurbağaları ve bütün diğer belalar da onunla birlikte yok olur, çünkü onların efendisi o cadı. O zaman Nil yeniden akmaya başlar ve Mısır yine refaha kavuşur."
Nefer Seti korkuyla ona baktı. "Yani bu afetlerin doğal olmadığı111 mı düşünmeliyim?" diye sordu. "Bütün bunların tek bir kadının büyült ve cadılığı ile olduğunu mu söylemek istiyorsun?"
"Benim inancım bu," dedi Taita.
128
11. Yazıt
Nefer Seti ayağa fırlayıp düşünceli bir şekilde ileri geri dolaşmaya başladı. Sonunda durup gözlerini Taita'ya dikti. "Kim bu cadı? Nerede? Yok edilebilir mi yoksa ölümsüz mü?"
"Ben onun insan olduğuna inanıyorum Firavun, ama güçleri korkunç. Kendini de çok iyi koruyor."
"Adı ne?"
"Eos."
"Şafak tanrıçası mı?" Kendisi de bir tanrı olduğu için, rahipler ona tanrıları çok iyi öğretmişler. "Ama insan dememiş miydin?"
"Gerçek kimliğini gizlemek için tanrıçanın adını çalmış olan bir insan."
"Eğer öyleyse yeryüzünde bir ini olmalı. Nerede bu Taita?"
"Demeter ve ben, onu arıyorduk, ama niyetimizden haberdar oldu. Önce Demeter'e saldırmak üzere dev bir piton yolladı ama ölümün eşiğine geldiği halde Meren'le ben onu kurtardık. Bu sefer, yılanla yapamadığını karakurbağalarıyla başardı."
Nefer Seti, "Yani bu cadıyı nerede bulabileceğimi bilmiyorsun?" diye ısrar etti.
"Emin değiliz, ama büyüler onun bir volkanda yaşadığını gösteriyor."
"Volkan mı? Cadı bile olsa, böyle bir şey mümkün mü?" Sonra güldü. "Senden asla kuşkulanmamayı uzun zaman önce öğrenmiştim Taita. Ama söyle bana, hangi volkan? Bir sürü volkan var."
"Onu bulmak için Nil'in sağ kolunu takip ederek Qebui'nin ötesindeki büyük bataklığı aşmamız gerektiğine inanıyorum. İni, büyük bir gölün kıyısındaki volkanda. Dünyanın ucuna yakın bir yerde."
"Çocukken bana büyükannem Kraliçe Lostris'in, nehrin kaynağını bulmak üzere Lord Aquer'i oraya yolladığını anlatmıştın. Qebui'nin ötesindeki o korkunç bataklıkta kaybolmuş ve asla geri dönmemişlerdi. O seferin de Eos'la bir ilgisi var mıydı?"
129
F:9
Wilbur Smith
"Aslında varmış majeste," dedi Taita. "Askerlerden birinin Qebui'ye dönmeyi başardığını da anlatmış mıydım?"
"Ben öykünün o kısmını hatırlamıyorum."
"O sıralar önemsiz görünüyordu, ama biri geri dönmüştü. Aklını yitirmişti ve hastaydı. Doktorlar onun çektiği sıkıntılar yüzünden delirdiğini düşündü. Ben onunla konuşma fırsatı bulamadan da öldü. Fakat yakınlarda, onun ölmeden önce o zaman dinleyen hiç kimsenin inanmadığı ve dolayısıyla bana bildirmediği birtakım şeyler anlatmış olduğunu öğrendim. Dünyanın ucundaki bazı muazzam büyüklükteki göllerden ve dağlardan söz etmiş... ve en büyük gölün kıyısında bulunan bir volkandan. Bu efsaneden, Demeter'le ikimiz cadının nerelerde olduğunu tahmin ettik." Tiptip'le yaptıkları konuşmayı da anlattı.
Nefer şaşkınlık içinde dinliyordu. Taita sözünü bitirince, bir süre düşündükten sonra, "Neden o volkan bu kadar önemli?" diye sordu.
Taita yanıt olarak Demeter'in cadının Etna Dağı'ndaki ininde nasıl esir kaldığını ve sonra nasıl kaçtığını anlattı.
"Büyülerini yapabilmek için yeraltından gelen ateşlere ihtiyacr var. Yoğun ısı güç veriyor ve sülfür gazları onun tanrısal yeteneklerini artırıyor," diye açıkladı Taita.
"Peki yüzlerce volkan arasından niye özellikle bunu seçtiniz?"
"Çünkü Mısır'a en yakın olan o ve Nil'in kaynağında yer alıyor."
"Sebeplerinin tutarlı olduğunu görüyorum. Her şey birbirine uyuyor," dedi Nefer. "Yedi yıl önce, Nil kuruduğunda, aklıma büyükannemin düzenlediği seferle ilgili anlattıkların geldi ve ben de nehrin kaynağını bulup kurumasının sebeplerini araştırsın diye oraya bir birlik yolladım. Komutan olarak da Albay Ah-Acton'u atadım."
"Bunu bilmiyordum," dedi Taita.
"Çünkü burada yoktun ve seninle bu konuyu tartışamadım. Meren'le ikiniz yabancı diyarlarda dolaşıyordunuz." Nefer'in sesi sitemkârdı. "Benimle kalman gerekirdi."
130
11. Yazıt
Taita alttan alan bir tavır benimsedi. "Bana ihtiyacınız olduğunu bilmiyordum majeste."
Firavun, "Sana hep ihtiyacım oldu," dedi.
"O ikinci seferden ne haberler geldi?" Taita hemen avantajını kullanmıştı. "Geri döndüler mi?"
"Hayır, dönmediler. Giden sekiz yüz adamdan hiç biri geri gelmedi. Büyükannemin ordusundan da daha kötü tamamen yok oldular. Onları da mı cadı mahvetti?"
"Bu mümkün majeste." Taita, onun cadının varlığını çoktan kabullendiğini ve peşine düşmek için ikna edilmeye veya yüreklendirilmeye ihtiyacı olmadığını görebiliyordu.
"Taita sadece tanrıların bildiği bir yerlere yaptığın yolculuk dışında beni hiç yüzüstü bırakmadın." Nefer Seti, Taita'ya sırıttı. "Şimdi düşmanımın kim olduğunu biliyorum ve ona karşı harekete geçebilirim. Daha önce halkımı bu korkunç felaketlerden kurtarmak konusunda çaresizdim. Kuyu kazmakla, düşmanlarımdan yiyecek dilenmekle ve kurbağalan öldürmekle yetinmek zorundaydım. Şimdi sen sorunlarımın çözümünü net-leştirdin. O cadıyı yok etmek zorundayım!"
Ayağa fırladı ve kafese kapatılmış aslan gibi dolaşmaya devam etti. O bir hareket adamıydı, kılıcını çekmeye hazırdı. Savaşma fikri moralini yükseltmişti. Taita ile Meren aklından geçen düşünceleri anlamaya çalışarak yüzüne bakıyorlardı. İkide bir elini belindeki kılıca atıp, "Evet! Horus ve Osiris adına, işte bu!" diye bağırıyordu. Sonunda, Taita'ya döndü. "Bu Eos'a karşı bir ordu daha göndereceğim," dedi.
Taita, "Firavun, zaten iki Mısır ordusunu yuttu şimdiye kadar," diye hatırlattı.
Nefer Seti biraz ayıldı. Bir süre daha dolaştıktan sonra durdu. "Pekâla. Demeter'in Etna'dayken yaptığı gibi ona karşı bir büyü yap, kadın dağından yuvarlansın ve yere çarpınca olgun bir meyve gibi dağılsın. Ne dersin Taita?"
131
Wilbur Smith
"Majesteleri, Eos'u hafife almayın. Demeter benden daha güçlü bir büyücüydü. Cadıya karşı bütün güçlerini seferber etmişti, ama sonunda cadı onu yok etti, hem de tırnaklarının arasında kene ezer gibi zahmetsizce." Taita kederle başını salladı. "Benim büyülerim mızrak gibidir. Çok uzağa atarsanız, güçleri azalır ve onun bir kalkan darbesiyle işe yaramaz hale gelir. Ona yeterince yaklasabilirsem ve yerini tam olarak bilirsem o zaman daha güçlü büyüler yapabilirim. O gözümün önünde olursa attığım ok onun kalkanını aşabilir. Bu kadar uzaktan hiçbir şey yapamam."
"Eğer Demeter'i yok edecek kadar güçlüyse neden aynı şeyi sana da yapmadı?" Kendi sorusunu kendi yanıtladı. "Çünkü senin ondan daha güçlü çıkmandan korkuyor."
"Keşke bu kadar basit olsaydı. Hayır Firavun, çünkü henüz bana bütün gücüyle saldırmadı."
Nefer Seti şaşkın görünüyordu. "Ama Demeter'i öldürdü ve krallığımı kötülük değirmeninin taşları arasında öğütüyor. Seni niye ayrı tutuyor ki?"
"Demeter'le işi bitmişti. Eline geçirdiği zaman, bir vampir gibi tüm bilgi ve yeteneklerini emip aldığını anlatmıştım. Sonunda Demeter kaçmayı başarınca, bütün vahşetiyle peşine düşmekte bir. sakınca görmedi. Artık Demeter, onun için bir tehdit değildi ve verecek bir şeyi kalmamıştı. Yani benimle birleşene kadar öyleydi. O zaman cadının yeniden ilgisini çekti. Bir araya gelince önemli bir güç oluşturduk ve o zaman beni keşfetti. Beni de Demeter gibi kupkuru bırakana dek ölmemi istemiyor, ama beni yalnız bırakmadıkça ele geçiremeyeceğini de bildiği için müttefikimi ortadan kaldırdı."
Nefer, "Eğer seni iğrenç emellerini gerçekleştirmek için saklıyorsa, ordumla birlikte seni de alırım. Benim Truva atım olursun. Onu haklayacak kadar yaklaşınca da sen dikkatini dağıtırken ikimiz birden saldırırız," diye öneride bulundu.
132
11. Yazıt
"Ümitsiz önlemler Firavun. Sizi de Demeter gibi uzaktan öldürebilecekken yaklaşmanıza niye izin versin?"
"Bana anlattıklarına göre, Mısır üzerinde güç sahibi olmak istiyor. Pekâlâ. Kendimi ve ülkemi ona teslim etmek için gittiğimi söylerim. Tevazu içinde ayaklarını öpmeme izin vermesini dilerim."
Bu saf öneri karşısında içinden gülmek geldiği halde Taita ciddi tavrını korumayı başardı. "Majesteleri, cadı bir bilgin."
"Yani?"
"İç Göz'üyle sizin savaş planlan okuduğunuz gibi, bir insanın ruhundaki sırları okuyabilir. Auranız böylesine öfke saçarken ona asla yakışamazsınız."
"O zaman sen nasıl yaklaşmayı düşünüyorsun?"
"Onun gibi, ben de bir bilginim. Bende okuyabileceği bir aura yok."
Nefer Seti kızmaya başlamıştı. İşine karışılmasına veya engel olunmasına tahammül etmeyi unutacak kadar uzun zamandır tanrıydı. Sesi yükseldi. "Ben artık gizemli konuşmalarınla kandıracağın bir çocuk değilim. Planlarıma kusur bulmakta pek aceleci davrandın," dedi, "Bilgili Büyücü, sen de bir alternatif plan söyleme nezaketinde bulun ki, ben de senin bana davrandığın gibi davranma zevkini tadabileyim."
"Siz Firavun'sunuz, Mısır'sınız. Onun kurduğu ağa girmemeniz gerekir. Sizin göreviniz burada Mintaka ve çocuklarınızla birlikte halkınızın başında kalmak, ben başaramadığım takdirde onları korumak."
Nefer Seti, "Sen kurnaz bir düzenbazsın Tata. Bu işin nereye varacağını biliyorum. Beni burada kurbağa öldüreyim diye bırakıp Meren'le ikiniz yeni bir maceraya atılacaksınız. Ben geride kalıp kadın gibi kendi haremimde mi saklanacağım?" dedi acı bir sesle.
"Hayır majeste, tahtında oturan mağrur bir firavun olarak, İki Kral-hğı hayatınız pahasına koruyacaksınız."
133
Wilbur Smith
Nefer Seti yumruk yaptığı ellerini kalçalarına dayayıp kötü kötü baktı. "Senin büyülü şarkını dinlememeliyim. Sen de cadılar gibi güçlü bir ağ örebiliyorsun." Sonra ellerini kabullenir gibi iki yana açtı. "Şarkı söv. lemeye devam et Tata, ister istemez dinleyeceğim."
"Belki Meren'in komutasına küçük bir birlik vermeyi düşünebilirsiniz, en fazla yüz seçkin savaşçıdan oluşacak bir birlik. Hızlı ilerlerler, yanlarında malzeme vagonları da götürmek gerekmez. Bu kadarcık insan cadıya bir tehdit olarak görünmeyeceği için uğraşmaya ihtiyaç duymaz. Me-ren karmaşık bir psişik aura yaymadığı için ondan şüphe de etmez, basit bir asker, bir blöf olarak görür. Ben de onunla giderim. Beni uzaktan tanıyacaktır, ama böylece avucuna düştüğümü zanneder. Benden istediklerini alabilmesi için zaten yaklaşmama izin vermesi lazım."
Nefer Seti aşağı yukarı dolanırken homurdanıp duruyordu. Nihayet tekrar Taita'nın karşısına dikildi. "Seferi yönetmemeyi kabullenmem çok zor. Yine de, ileriye sürdüğü tezler, asabımı bozmakla birlikte, doğru." Öfkeli yüzü yumuşamaya başlamıştı. "Mısır'da herkesten çok sana ve Cam-beseli Meren'e güvenirim." Meren'e döndü. "Albay rütbesi alacaksın. Kendi yüz adamını seç. Sana Şahin Mühürü'mü de vereceğim, böylece hükmüm altında bulunan her yerden ihtiyacın olan her şeyi temin edebileceksin." Şahin Mührü, taşıyan kişiye Firavun'un kraliyet yetkilerini verirdi. "En geç yeni ayla birlikte harekete hazır olmanızı istiyorum. Her konuda Taita'ya danış. Sağ salim dönün ve bana o cadının kellesini getirin."
Seçkin atlılardan oluşan hızlı bir birlik oluşturacağı duyulunca Meren'in etrafı gönüllülerle kuşatıldı. Adları Hilto-bar-Hilto, Shabako ve Tonka olan üç eski askeri yüzbaşıları olarak seçti. Hiçbiri iç savaşta onun-
134
11. Yazıt
birlikte çarpışmamıştı -bunun için çok gençtiler- ama babalan çarpış-ıstı ve hepsinin büyükbabası Kızıl Yol Yoldaşları'ydi.
Meren, Taita'ya, "Savaşçı kanı gerçekten aynı şekilde sürüyor," diye akladı- Dördüncü seçimi de beğendiği ve güvendiği Habari oldu. Dört , jfiiğinden birinin başına da onu geçirdi.
Dört yüzbaşısını da topladı, seçildiklerini bildirdi ve sıkıca sorgula-j, "Bir karınız ya da kadınınız var mı? Hızlı ve hafif olmalıyız. Peşimizde kadınlarla gidemeyiz." Geleneksel olarak Mısır ordulan kadınlarıyla birlikte ilerlerdi.
Habari, "Benim bir karım var," dedi. "Ama onun dırdınndan beş, on yıl, hatta isterseniz daha uzun süre kaçmaya hazırım albay." Diğer üçü de bu hassas durumu kabul etti.
"Albay, eğer ülkeyi terk ediyorsak, kadınlarımızı bulduğumuz yerden alırız," dedi uzun süre önce ölmüş olan ihtiyar Hilto'nun oğlu Hilto-bar-Hilto. En İyi On Bin'de bulunmuştu ve boynunda Altın Övgü madalyonu vardı, İsmailiye'de sahte firavunla savaştıktan sonra Firavun tarafından verilmişti.
"Gerçek bir asker gibi konuştun," diyen Meren güldü. Dört adamına birlikleri için adam seçme yetkisi verdi. On günden kısa bir süre içinde bütün Mısır ordusunun en seçkin askerlerinden yüz kişiyi toplamışlardı. Adamların hepsi teçhizatlı ve silahlıydı; ikişer at ile birer yük katırı seçmek üzere yedekleme merkezine gönderildiler. Firavun'un emrettiği gibi yeni ayın çıktığı gece Teb'den yola çıkmaya hazırdılar.
Hareketten iki gün önce, Taita, Kraliçe Mintaka'nın hayır duasını almak için nehri geçip Memnon sarayına gitti. Onu daha da zayıf, bitap ve Perişan halde buldu. Mintaka buluşmalarından iki dakika sonra sebebini açıkladı.
"Ah, Tata, sevgili Tata. En korktuğum şey oldu. Soe ortadan kaybol-u- Hayır duamı bile almadan gitti. Benim odamda gördüğünüzden üç gün s°nraydı."
135
^
Wilbur Smith
Taita şaşırmadı. Bu Demeter'in dehşet verici ölümünün gerçekleşti, ği gündü.
"Onu bulabilecekleri her yere adamlar yolladım. Taita, senin de benim kadar üzüldüğünü biliyorum. Sen de onu tanıyıp hayran olmuştun. İkimiz de Mısır'ın kurtuluşunu onda görmüştük. Acaba özel güçlerini kullanıp onu bulamaz mısın ve bana geri getiremez misin? O olmazsa ölen bebeklerimi bir daha hiç göremem. Mısır ve Nefer sürekli ıstırap içinde kalır. Nil bir daha asla akmaz."
Taita, onu avutmak için elinden geleni yaptı. Sağlığının iyice bozulduğunu ve mağrur ruhunun, çaresizlik altında kırılma noktasına geldiğini görebiliyordu. Mintaka'yı yatıştırmak ve ümit verebilmek için tüm gücünü kullanırken bir yandan da Eos'a lanetler yağdırıyordu. "Meren'le ben güney sınırlarının ötesine sefere çıkıyoruz. Yol boyunca gittiğim her yerde ilk işim Soe'yi arayıp sormak olacak. Bu arada onun sağ ve sağlıklı olduğunu seziyorum. Beklenmedik koşullar ve olaylar yüzünden sana veda bile edememiş kraliçem. Ancak, ilk fırsatta Teb'e dönüp yeni adsız tanrıça adına yürüttüğü görevine devam edecek." Taita içinden, bunların hepsi de makul varsayımlar, diye düşündü. "Şimdi sana veda etmek zorundayım. Aklım ve saygı dolu sevgim hep seninle olacak."
Nil artık ulaşım için kullanılamadığı için, ölmekte olan nehrin kıyısındaki yoldan ilerlediler. İlk kilometrede Firavun da atıyla Taita'nın yanında yer aldı; komut ve talimatlarıyla bunalttı. Teb'e dönmeden önce, askerlere cesaret verici ve teşvik edici bir konuşma yapıp, "Hepinizden görevinizde başan-lı olmanızı bekliyorum," diyerek sözlerine son verdi. Sonra onların önünde Taita'ya sarıldı. Firavun gözden kaybolana dek askerler tezahürat yaptılar.
Taita seferin aşamalarını her gece Yukarı Krallık'ta Nil kıyısında bulunan pek çok tapınaktan birinde konaklayacak şekilde planlamıştı. Ünü tapınaklara kendisinden önce ulaşıyordu. Başrahip gelip karşılıyor, ona ve adamlarına gece orada konaklamalarını öneriyordu. Meren'de kralın Şa'
136
11. Yazıt
hin Mührü olduğu için gittikleri kenti koruyan askeri birliklerden ilave yiyecek de temin edebiliyordu. Rahipler, bu umulmadık yardımla kendi fa-l^r sofralarına da bereket gelmesini umuyordu.
Taita her gece, yemekhanede yenen mütevazı yemeğin ardından tapınağın iç mabedine çekiliyordu. İç mabetlerde yüzlerce, hatta binlerce yıl dualar okunup ibadet edilmişti. İnananların tutkusu, Eos'un bile sızmakta büyük güçlük çekeceği ruhani duvarlar örmüştü iç mabetlerin etrafına. Böylece bir süre izlenmekten kurtulmuş oluyordu. Onu ele geçirmek isteyen cadının yollayacağı hayaletler tarafından rahatsız edilme korkusu olmadan, kendi inandığı tanrılara yalvarabiliyordu. Her tapınağın ait olduğu tanrıya dua ederek cadıyla yaşayacağı çarpışmada güç vermesini, rehberlik etmesini diliyordu. Bu sakin ve huzur dolu ortamda meditasyon yapabiliyor, maddi ve manevi güçlerini toparlayabiliyordu.
Tapınaklar her topluluğun merkezi ve eğitim kaynağıydı. Her ne kadar rahiplerin pek çoğu silik, durgun yaratıklar olsa da, bazıları ilim irfan sahibi ve bilgiliydi, çevrelerinde olup biteni biliyor; sürülerinin maneviyatını yükseltebiliyorlardı. Bu gibi rahipler güvenilir bilgi kaynaklarıydı. Taita onlarla saatlerce müzakereler yapıyor, hepsini ince ince sorguluyordu. Hepsine mutlaka sorduğu bir soru vardı. "Halkınızın arasında, yeni bir dini yaymaya çalışarak gizlice dolaşan birilerini duydunuz mu?"
Hepsi de duyduklannı söylüyordu. "Eski tanrıların güçten düştüğünü, artık Mısır'ı koruyamadıklarını dile getiriyorlar. Aramıza inecek, nehirdeki ve ülkedeki laneti kaldıracak yeni bir tanrıçadan söz ediyorlar. O gelince hastalıklar sona erecek ve Nil Ana yeniden akmaya başlayıp Mısır'ı refaha kavuşturacakmış. İnsanlara, Firavun ile ailesinin de bu yeni tanrıçanın gizli müritleri olduğunu ve yakında Nefer Seti'nin eski tanrıları azledip bu yeni tanrıçaya olan bağlılığını ilan edeceğini söylüyorlar." Sonra da merakla soruyorlardı. "Söyle bize yüce Büyücü, bu doğru mu? Firavun bu yabancı tannçayla birlik olduğunu ilan edecek mi?"
137
Wilbur Smith
"Böyle bir şeyin olması için gökteki yıldızların yağmur gibi yağma, sı lazım. Firavun bütün kalbi ve ruhuyla Horus'a bağlı," diye garanti ve. riyordu Taita. "Ama, insanlar bu şarlatanlara kulak veriyor mu?"
"Onlar sadece insan. Çocukları açlıktan ölüyor ve çaresizlik içindeler. Bu sefaletten kurtulacaklarını vaat eden herkesin peşine düşerler."
"Peki siz bu vaizlerden birine rastladınız mı?"
Hiçbiri rastlamamıştı. "Gizli kapaklı dolaşıyorlar," dedi bir rahip. "Haberciler yollayıp inançlarını bana da anlatmalarını istediğim halde, hiçbiri ortaya çıkmadı."
"Adını öğrenebildiğiniz biri var mı?"
"Sanki hepsi aynı adı kullanıyor."
"Soe mi bu isim?" diye sordu Taita.
"Evet Büyücü, kullandıkları isim bu. Belki de isim değil bir tür unvandır."
"Bunlar Mısırlı mı yoksa yabancı mı? Dilimizi anadilleri gibi konuşuyorlar mı?"
"Konuştuklarını duydum, zaten aynı kandan olduğumuzu ileri sürü-yorlarmış."
Taita'nın bu konuşmayı yaptığı kişi, Yukarı Krallık'in üçüncü bölgesi olan lunyt'teki Khum Tapınağı'nın başrahibi olan Sanepi'ydi. Taita bu konuda duyabileceği her şeyi duyup öğrendikten sonra, daha sıradan konulara geçti. "Doğa kanunlan hakkında uzman bir kişi olarak, nehrin kızıl sularını insanların kullanabileceği hale getirmek için bir çare bulmayı denedin mi?"
Bu öneri, nazik ve dindar adamı şaşırtmıştı. "Nehir lanetlendi. İçmeyi bırakın, kimse girmeye bile cesaret edemez. Bunu yapan inekler hastalanıp birkaç gün içinde ölüyor. Nehir, dev gibi leşçil karakurbağalannın yuvası oldu, bunlar daha önce ne Mısır'da ne de başka bir yerde görülmemişti. Nehre yaklaşana çılgınca saldınyorlar. O zehri içmektense susuzluktan ölmeyi
138
11. Yazıt
tercih ederim," diye ceyap verdi, yüzü tiksintiyle çarpılmıştı. "Rahip adayları bile nehrin kötü bir tanrı tarafından kirletildiğini biliyor."
Sonuçta, bu kızıl akıntının doğal yapısını ortaya çıkaracak bir dizi deney yapma ve Nil sularını temizleyecek bir yöntem bulma işi Taita'ya kalmıştı- Meren birliği acımasız bir hızla güneye indiriyordu ve bunun farkındaydı, ancak su kaynaklarını artırmanın bir yolunu bulamazsa atlar yakında susuzluktan ölecekti. Firavun'un yeni açtırdığı kuyular arasında uzun mesafeler bulunuyordu ve aşırı zorlanmış üç yüz kadar hayvanın ihtiyacını gidermeye yetmiyordu. Bu, yolculuklarının en kolay aşamasıydı. İlk şelalenin beyaz sularından sonra, nehir yolu hiçbir kuyunun bulunmadığı binlerce fersahlık zorlu çöllerden devam etmekteydi. Buralar yağmurun yüz yılda bir yağdığı ve akreplerin, Afrika antilobu gibi yüzeyde su olmadan da yaşayabilen vahşi hayvanların ve acımasız güneşin hüküm sürdüğü yerlerdi. Meren güvenilir bir su kaynağı bulamazsa, bu sefer, değil Nil'in kaynağına, ikiye ayrıldığı kavşağa kadar bile erişemezdi.
Dostları ilə paylaş: |