Taita, Nakonto'nun mızrağını savurduğunu gördü, mızrak bir Luo'nun omuz kemiğine saplanıp kalmıştı. Nakonto mızrağını geri çekince Luo'nun neredeyse bütün kanı yere aktı, alevlerin ışığında kan siyah bir şelale gibiydi.
Göğüsleri göbeğine kadar sarkmış boyalı bir kadın başını korumak için kollarını kaldırmıştı. Meren üzengilerinin üstünde yükseldi ve kılıcıyla kadının kollarından birini dirseğinden budadı, sonra kılıcını bir daha savurup kadının savunmasız kalan başını olgun bir kavun gibi kopardı. Kadının ağzındaki çiğ et parçası, ölüm feryadıyla birlikte yere düştü. Askerler bitişik nizam alıp Luolan devirmeye devam ettiler, kılıç tutan elleri ölümcül bir ritimle inip kalkıyordu. Shilluklar da kaçmaya kalkanları yakaladı. Kigelia ağacının uzun, içi oyulmuş gövdesinin başında oturan davulcular o kadar kendilerini kaptırmışlardı ki, başlarını kaldırıp olanlara bakmıyorlardı bile. Atlılar gidip oturdukları yerde onları da kılıçtan geçirene kadar, tahta sopalarıyla o delice ritmi çalmaya devam ettiler. Sonra debelenerek kanlar içinde davullarının üstüne yığıldılar.
Meren köyün diğer ucuna gidip durumu kontrol etti. Geride kimse kalmamıştı. Sığırcık'ın leşinin bulunduğu yer boyalı çıplak cesetlerle kaplıydı-Yaralı birkaç Luo sürünerek kaçmaya çalışıyordu. Tozların içinde debelenen ve inleyen başka Luolar da vardı. İki Shilluk onların arasında koşuşuyor, ka- t na susamış bir halde uluyarak önlerine geleni bıçaklıyorlardı.
Meren, "İşlerini bitirmek için Shilluklara yardım edin!" diye emretti. Adamları atlarından indiler ve koşarak cesetlerin yanına gidip sağ ka' i lanlan aramaya başladılar.
178
11. Yazıt
Taita atını Meren'in yanına sürdü. Hücumda ilk sırada yer almamış a!îla yakından izlemişti. "Kulübelere kaçanlar olduğunu gördüm," dedi. "Onları dışarı çıkarın ama hepsini öldürmeyin. Nakonto onlardan ilerideki bölgeler hakkında bilgi alabilir."
Meren, yüzbaşılarına emir verdi ve adamlar kulübe kulübe dolaşıp kimse var mı diye bakmaya başladı. Kulübelerden dışarı iki, üç Luo kadı-nl fırladı, yanlarında ağlayan küçük çocuklar vardı. Onları köyün ortasına doğru sürdüler ve orada iki Shilluk, kadınlara kendi dillerinde emirler verdi. Ellerini başlarının arkasında iki birleştirip yere çömelttiler. Çocuklar annelerine yapışmıştı, dehşet içindeki yüzlerinden yaşlar süzülüyordu.
Meren, "Şimdi de kurtulan atları bulmamız lazım," diye bağırdı. "Hepsini kesip yemiş olamazlar. Önce şurayı arayın!" Kasapların Sığırcık'ı sürükleyerek getirdikleri karanlık koruyu gösteriyordu. Hilto birliğini alıp karanlığa daldı. Aniden bir at kişnemesi duyuldu.
Hilto sevinçle, "Buradalar!" diye haykırdı. "Meşaleleri getirin!"
Adamlar kulübelerin çatısındaki sazları söküp kaba meşaleler oluşturdular ve yakıp Hilto'nun peşinden koruya daldılar. Yakalanan kadınlarla çocukların başına beş nöbetçi bırakan Meren ve Taita da meşale taşıyanların peşinden gitti. Hilto ve adamlan ileriden bağırarak yol gösteriyorlardı.
Taita ve Meren de atlarından inip oraya koştular. Meren telaşla, "Kaç tane kalmış?" diye sordu.
"Sadece on bir tane. Yedi tanesini bu çakallara kaptırdık," diye cevap verdi Hilto. Luolar bütün atları kısa iplerle aynı ağaca bağlamışlardı. Hayvanlar boyunlarını yere bile uzatamıyorlardı.
Hilto hiddetle, "Ne otlanmalarına ne de su içmelerine izin vermemiş-?er," diye bağırdı. "Bunlar ne biçim insan?"
Meren, "Atları çözün," diye emretti. Askerler atlarından inip emre 'taat etmek üzere koştular. Fakat atlar o kadar sıkışık durumdaydı ki ara-arır)a girmekte büyük güçlük çektiler.
• 179
Wilbur Smith
Aniden askerlerden biri öfke ve acıyla bağırdı. "Dikkat edin! Buraya bir Luo saklanmış. Mızrağı var, beni yaraladı."
Bir itişme sesi ve ardından tiz, çocuksu bir çığlık duyuldu.
"Yakalayın şunu! Kaçırmayın."
"Burada küçük bir barbar var. Beni yaralayan bu."
Tam o anda bir çocuk atların arasından elinde hafif bir mızrakla ok gibi fırladı. Askerlerden biri onu tutmaya çalıştı, ama çocuk onu bıçakladı ve köye doğru karanlığın içinde gözden kayboldu. Taita, onu ancak şöyle bir görebilmişti ama onda farklı bir şey olduğunu hissetti. Luolann çocukları bile tıknaz ve çarpık bacaklıydı ama bu bir papirüs dalı gibi inceydi ve bacakları çok düzgündü. Ürkmüş bir ceylanın zarafetiyle koşuyordu. Aniden o boyalı çocuğun aslında bir kız olduğunu fark etti ve yoğun bir deja vu duygusuyla sarsıldı: "Bütün tanrılara yemin ederim ki onu daha önce görmüştüm," diye kendi kendine söylendi.
Yaralanan asker atların arasından çıkarken, "O küçük domuzu gördüğüm yerde geberteceğim, hem de ağır ağır," diye bağırıyordu. Ön kolunda bir mızrak yarası vardı ve parmak uçlarından yere kan damlıyordu.
"Hayır!" diye bağırdı Taita telaşla. "O bir kız. Onu canlı istiyorum. Köye doğru kaçtı. Etrafını çevirin ve kulübeleri bir daha arayın. Mutlaka içlerinden birine saklanmıştır."
Birkaç adamı atlarla ilgilenmek üzere bırakıp hızla köye döndüler. Meren kulübelerin etrafını çevirtirken, Taita da kadınlarla çocukların başında bekleyen Nakonto ile Nontu'yu sorguya çekti. "Bu tarafa doğru koşan bir çocuk gördünüz mü? Şu boylarda ve diğerleri gibi beyaz kille kaplı?"
Başlarını salladılar.
Nakonto, "Bunlardan başkasını görmedik," dedi.
Meren, "Fazla uzağa gitmiş olamaz," diye güvence verdi Taita'ya-"Köyü çevirdik. Elimizden kaçamaz. Onu bulacağız." Habari'nin birliğ'1" evleri tek tek aramaya yolladı. Tekrar Taita'nm yanına dönünce, "Bu cam velet neden önemli, Büyücü?" diye sordu.
180
11. Yaz.t
"Emin değilim ama bence o Luolardan değil. Farklı. Hatta Mısırlı bile olabilir."
"Bundan şüpheliyim Büyücü. O bir vahşi. Çıplak ve boyayla kaplı."
Taita, "Yakalayın onu," diyerek kestirip attı.
Meren bu ses tonunu iyi bilirdi ve hemen araştırmayı daha ciddileştirmek üzere oradan ayrıldı. Adamlar kulübeleri dikkatle araştırıyorlardı, kimse karnına bir mızrak yemeyi istemiyordu. Onlar köyün yansını aradıkları sırada ormanın üstünden şafağın ilk ışıklan görünmeye başladı. Taita huzursuz ve sıkıntılıydı. Hatırlaması gereken bir şey vardı.
Güneyden esen şafak rüzgârı burnuna ızgaralardaki yarı pişmiş balıkların kokusunu getirdi. Kokudan kaçınmak için uzaklaştı ve düşündüğü şeyi hatırladı.
Bir ay balığım nerede ararsın? Öteki balıkların arasında saklanmış olarak bulacaksın beni. Bu Fenn'in sesiydi, Tanrıça'nm taş heykelinin ağzından konuşmuştu. Acaba peşinde oldukları o çocuk bir yaradılış çarkının eseri miydi? Uzun zaman önce yaşamış birinin yeniden dirilmiş hali miydi?
"Dönmeye söz vermişti," dedi yüksek sesle. "Pekâlâ da mümkün... yoksa duyduğum hasret mi aldatıyor beni?" Sonra kendi sorusuna yanıt verdi. "Bir insanın asla hayal edemeyeceği şeyler vardır. Hiçbir şey imkânsız değildir."
Taita kimsenin ona bakmadığından emin olduktan sonra hızla etrafına bakındı ve rahat bir tavırla köyün sonuna, ızgaralann durduğu yere doğru yürümeye başladı. Diğerlerinin görüş alanından çıkar çıkmaz tavn değişti. Avının kokusunu almak için havayı koklayan bir köpek gibi durdu. Sinirleri yerinden oynadı. Fenn çok yakınlardaydı, varlığı adeta elle dokunulabilir gibiydi. Küçük kızın mızrağına karşı koymak üzere asasını hazır tutarak 'lerledi. Birkaç adımda bir tek dizinin üstüne çöküp sıkışık bir şekilde dizil-m'ş olan balıklann arasına bakıyordu. Aralıklı olarak dizilmiş odunlar ve
181
Wilbur Smith
dumanlar görüşünü kapatıyordu. Fenn'in orada saklanmadığından emin olmak için her odun yığınının etrafını ayn dolanmak zorundaydı ve bu da ilerlemesini yavaşlatıyordu. Artık günün ilk ışıkları köyü aydınlatmaya başlamıştı. Tam, bir sonraki odun yığınının etrafından dolanırken ileride sinsi bir hareket fark etti. Dikkatle baktı. Kimsecikler yoktu. Ama yere bakınca küllerin üzerinde küçük ayak izleri gördü. Peşine düşüldüğünün farkındaydı ve bir odun öbeğinden diğerine fırlayarak saklanıyordu.
Taita, hayali birine, "Burada veletten bir iz yok, burada değil," diye bağırdı ve köye doğru ilerlemeye başladı. Özellikle gürültü yaparak yürüyordu, sonra arii bir hareketle yürüdükten sonra, sessizce geri dönüp geniş bir daire çizdi. Kızın son ayak izlerini gördüğü noktaya gelip çömeldi ve onu beklemeye başladı. En küçük bir harekete, en ufak bir sese karşı tetikteydi. Kız artık onu gözden kaybettiği için endişelenecek ve yeniden pozisyon değiştirecekti. Taita kendini gözlerden saklayacak bir büyü de yaptı. Sonra da etrafına bakınmaya başladı.
Onu keşfedince, "Ah!" diye mırıldandı. Kız çok yakınındaydı ama kımıldamadan duruyordu. Taita ondaki korku ve kuşkuyu hissedebiliyordu. Odun yığınlarından birinin altına gizlenmişti. Taita bütün gücünü kızın üstüne toplayıp onu kendisine doğru gelmeye ikna edecek sinyaller yollamaya başladı.
Meren köyün bulunduğu taraftan, "Büyücü, nerdesin?" diye seslendi. Cevap alamayınca telaşlandı. "Büyücü, beni duyuyor musun?" Sonra Ta-ita'nın beklediği yere doğru gelmeye başladı.
Bu işine geldiği için Taita içinden onu yüreklendiriyordu. Gelmeye devam et. Kızı harekete geçmek zorunda bırakacaksın. Ah! İşte gidiyor.
Kız yeniden harekete geçmişti. Meren'den kaçmak için emekleyerek Taita'nın bulunduğu tarafa doğru geliyordu.
Hadi biraz daha yaklaş. Kızı çevreleyen büyünün gücünü artırdı. Bana gel.
182
İL Yazıt
Meren çok daha yakından, "Büyücü!" diye bağırdı. Kız odun yığınının köşesinde, tam Taita'nın önünde ortaya çıkmıştı. Meren'in sesinin geldiği tarafa bakmak için durunca, Taita, onun dehşet içinde titrediğini gördü. Kız şimdi kendi bulunduğu yana bakıyordu. Yüzü beyaz kille kaplıydı, saçı koca bir yığın halinde tepede toplanmıştı, sanki kile ve akasya sakızına bulanmış gibiydi. Dumanlar ve boya yüzünden gözleri öyle bir kan çanağına dönmüştü ki, Taita renklerini anlayamıyordu. Dişleri de özellikle karartılmıştı. Yakaladıkları bütün Luo kadınlarının dişleri ve saçları da böyleydi. Belli ki, bu da onların ilkel güzellik anlayışıydı.
Küçük kız orada dehşete düşmüş bir şekilde başını dikip beklerken Taita, İç Göz'ünü açtı. Kızın aurası onu asil ve muhteşem bir ışık halesi şeklinde sarmıştı, tıpkı Taita'nın rüyalarında gördüğü gibiydi. Ö korkunç kil ve pislik tabakasının altındaki bu üzgün, pejmürde yaratık Fenn'di. Söz verdiği gibi ona dönmüştü. Taita'nın o andaki duyguları, uzun hayatı boyunca yaşadığı tüm duygularından daha güçlüydü. Önceki yaşamı bittiğinde iç organlarını çıkarıp cesedini keten şeritlerle sardıktan sonra lahdi-ne yatırdığı andan itibaren Taita'nın üstüne çöken acıyı bile bastırıyordu.
Şimdi, yine o soğuk ve yalnız yıllardan önce Taita'nın bakımına verildiği yaşta karşısına çıkmıştı. Bütün o acılar ve üzüntüler, bedenindeki her bir siniri, kası, lifi sarsan bu tek sevinçle silinip gitmişti.
O sarsıntı yüzünden, Taita'nın kendi etrafında oluşturduğu gizlenme perdesi de bozuldu. Çocuk bunu hemen hissetti. Dönüp Taita'nın bulunduğu tarafa baktı, kançanağına dönmüş olan gözleri o komik maskenin ortasında kocaman olmuştu. Taita'nın varlığını hissediyor, ama onu henüz göremiyordu. Taita, onun güç sahibi olduğunu fark etti. Henüz psişik yeteneği kapalı ve denetimsizdi, ama Taita biliyordu ki, kendisinin sevgi do-'u eğitimiyle kısa sürede onunkine eş bir duruma gelecekti. Yükselen gü-ne§in ışınları kızın gözlerine vurdu ve gözlerinin koyu yeşilini ortaya çı-kardı. Bu, Fenn yeşiliydi.
183
Wilbur Smith
Meren onlara doğru koşuyordu, ayak sesleri toprağın kalbinden gelir gibiydi. Fenn için tek bir kaçış yolu açıktı: odun yığınları ile ızgaraların arasındaki dar boşluk. Doğruca Taita'nın kollarına koştu. Taita'nın kollan onu sarınca da şok içinde bir çığlık kopardı ve mızrağını düşürdü. Çırpınıp Taita'nın gözlerine pençe atmaya çalıştı, ama Taita, onu sıkıca göğsüne bastırdı. Kızın tırnaklan uzun ve sivriydi, içlerinde siyah kirler birikmişti ve Taita'nın alnında ve yanaklarında iz bırakmışlardı. Bir kolunu onun beline sarılı tutan Taita, öteki eliyle iki kolunu birden yakalayıp ikisinin arasına sıkıştırdı. Kız hareketsiz kalınca eğilip yüzüne yakından baktı, onun kontrolünü ele geçirmek için gözlerini gözlerine dikti. Kız, onun ne yaptığını içgüdüsel olarak anlayıp üstüne saldırmaya çalıştı, fakat Taita tam zamanında onun dikkatini dağıtıp başını geri çekmişti. Kızın keskin kara dişleri burnunun bir santim ucundan geçti.
"Gözümün nuru, o eski burnum daha lazım bana. Eğer açsan sana daha leziz bir şeyler bulalım." Gülümsedi.
Tam o anda Meren ortaya çıktı, merak ve endişe içinde görünüyordu. "Büyücü!" diye bağırdı. "O kirli cadıyı yanına yaklaştırma. Birini öldürmeye çalıştı, aynı şeyi sende de deneyecek." Koşmaya başladı. "Bırak ben tutayım. Onu bataklığa götürür ilk karşıma çıkan gölde boğarım."
"Geri dur Meren!" Taita sesini yükseltmemişti. "Ona dokunma."
Meren şaşırdı. "Ama Büyücü, o..."
"Öyle bir şey yapmayacak. Git Meren. Bizi yalnız bırak. Biz birbirimizi seviyoruz. Sadece onu buna ikna etmem gerekiyor."
Meren hâlâ kararsızdı.
"Git dedim. Hemen."
Meren gitti.
Taita, Fenn'in gözlerine bakarak güven verici bir şekilde gülümsedi. "Fenn, seni öyle çok bekledim ki." Gücünü ortaya koyan bir ses tonuyla konuşmuştu ama kız şiddetle direniyordu. Tükürdü ve salyaları Taita'nın yüzünden çenesine doğru aktı.
184
11. Yazıt
"İlk karşılaştığımızda böyle güçlü değildin. Somurtkan ve isyankârdın, evet, gerçekten öyleydin ama şimdiki gibi güçlü değildin." Taita kıkırdadı ve kız göz kırptı. Hiçbir Luo böyle bir ses çıkarmamıştı. Bir an için kızın koyu yeşil gözlerinde bir ilgi ifadesi çaktı ve gözlerini Taita'ya dikti.
"O zamanlar çok güzeldin, bir de şimdiki haline bak." Taita'nın sesinde hâlâ hipnotize edici bir etki vardı. "Boşluktan gelen bir görüntü gibisin." Bunu sanki okşar gibi söylemişti. "Saçların kirli." Kızın başını okşadı ama o bundan kaçınmaya çalıştı. Kalın kil ve akasya sakızı karışımı yüzünden saçının rengini tam olarak kestirmek mümkün değildi, ama bir kızıl bit ordusu o karmaşık kütlenin içinden çıkıp koluna tırmanırken bile Taita sesinin sakinliğini ve yüzündeki güven verici tebessümü korudu.
"Ahura Maasda ve Doğru şahittir ki, kokarcadan daha beter kokuyorsun," dedi kıza. "Derini temizlemek için bir ay uğraşmam gerekecek." Kız kurtulmak için debelenip çığlıklar attı. "Şimdi de üstündeki pisliği bana bulaştırıyorsun. Seni sakinleştirene kadar ben de sana benzeyeceğim. Merenie askerlerinden uzakta kamp kurmamız gerek. En katı askerler bile ikimizin ortak kokusuna dayanamaz." Konuşmaya devam etti. Kelimelerin anlamı önemli değildi, ama ses tonu kızı giderek yatıştırdı. Taita, onun gevşediğini hissediyordu, gözlerindeki o düşmanca ışık da sönmüştü. Uykusu gelmiş gibi gözlerini kırpıştırınca Taita kollarını gevşetti. Kız o anda açıldı ve gözlerinde yine o kötücül ışık parladı. Tekrar çırpınmaya başladığı için Taita da onu yeniden sımsıkı tutmak zorunda kaldı.
"İnatçısın." Sesindeki hayranlık ve onay ifadesini gizlemeye çalışmadı. "Sende bir savaşçının yüreği ve bir zamanlar olduğun tanrıçanın kararlılığı var." Kız bu kez yatışmaya daha yatkındı. Taita'ya göçen bitler tuniğinin altına girmişlerdi, ama hiç aldırmadı ve konuşmaya devam etti.
"Sana seni anlatayım Fenn. Bir zamanlar yine benim vesayetim altındaydın. Sana pek aldırmayan kötü bir adamın kızıydın. Nasıl olup da senin S'bi harika bir şeyin babası olduğunu bugüne dek anlayabilmiş değilim.
185
Wilbur Smith
Anlatılamayacak kadar güzeldin Fenn. Bu sineklerin, bitlerin ve pisliğin altında yine öyle olduğunu biliyorum." Kıza çocukluğunu sevgiyle anlatıp yapmış olduğu veya söylediği komik şeyleri tekarlarken onun direnişi de yavaş yavaş kınlıyordu. Artık Taita güldüğünde kızgınlıkla değil ilgiyle bakmaktaydı. Yine göz kırpmaya başlamıştı. Taita kollarını bir daha gevşettiğinde kaçmaya çalışmayıp kucağında oturdu. Sonunda Taita ayağa kalktığında güneş zirveye ulaşmıştı. Kız başını kaldırıp ciddi bir tavırla ona baktı ve Taita da uzanıp onun elini tuttu. Kız elini çekmeye çalışmadı.
"Gel hadi. Sen değilsen bile ben kesinlikle açım." İkisi yan yana köye doğru yürümeye başladılar.
Meren kampın yeterince uzağına geçici bir kamp kurdurmuştu: Lou cesetleri yakında güneşin altında çürümeye başlayacak ve o bölge oturulmaz hale gelecekti. Onlar kampa yaklaşırken Meren de karşılamak için koştu. "Seni gördüğüme sevindim Büyücü. O cadı sana bir şey yaptı sandım," diye bağırdı. Fenn, Taita'nın arkasına saklandı ve Taita'nın bacağına yapıştı. "Horus'un yaralı gözü aşkına, bu çok kötü kokuyor. Ta buradan duyabiliyorum."
Taita, "Sesini alçalt," diye emretti. "Onu görmezden gel. Gözünü dikip bakma, yoksa bütün çabamı bir anda boşa çıkarırsın. Kampa sen önden git ve adamlanna ona bakmamalarını ve korkutmamalarını söyle. Yemek de hazırlasınlar onun için."
Meren kederle başını salladı. "Yani şimdi bir de dişi tayımız mı oldu bakacak?"
Taita ve Fenn kampın ortasındaki koca sosis ağacının altına oturdular ve aşçılardan biri yemeklerini getirdi. Fenn karabuğday kekini önce
186
"Ah, hayır! Bizi bekleyen işleri azımsıyorsun," dedi Taita.
11. Yazıt
dikkatle tattı, ama sonra oburca atıştırmaya başladı. Sonra dikkatini soğuk yabanördeği dilimlerine çevirdi. O kadar hızlı yiyordu ki az kalsın boğulacaktı.
"Firavun'la yemeğe oturmadan önce yemek adabınla epey uğraşmam gerekecek," dedi Taita, o sırada Fenn ördek kemiklerini kara dişleriyle çiğnemekle meşguldü. Sıska karnını patlayacak hale getirene kadar yedikten sonra, Taita, Nakonto'yu çağırttı. Erkeklerin çoğu gibi o da uzak bir yerden onları izliyordu ama gelip önlerine çömeldi. Fenn, Taita'ya sokuldu ve yenilenen kuşkularla bu koca siyah adama bakmaya başladı.
"Çocuğa adını sor. Luo dilini anlayıp konuştuğundan eminim." Na-konto kıza birkaç kelime söyledi. Kızın onu anladığı belliydi, ama yüzü kasıldı ve ağzı inatçı bir çizgi halinde kapandı. Shilluk, onu cevap vermeye ikna etmek için biraz daha dil döktü ama Fenn gevşemedi.
"Gidip Luo kadınlarından birini getir," dedi Taita, Nakonto'ya. Na-konto kısa bir süre için kayboldu ve döndüğünde ağlayan yaşlı bir kadını da yanında sürüklüyordu.
"Sor bakalım bu kızı tanıyor muymuş?" dedi Taita.
Kadının ağlayıp sızlamayı kesmesi için Nakonto'nun bayağı sert konuşması gerekti ama nihayet ağzından uzun bir cümle döküldü. Nakonto, "Onu tanıyormuş," diye çevirdi. "Onun bir şeytan olduğunu söylüyor. Köyün dışına atmışlar ama yakındaki ormanda yaşıyormuş ve kabilenin başına felaketler getirmiş. Erkeklerini öldürmek üzere seni yollayanın o olduğuna inanıyorlarmış."
"Yani kız onların kabilesinden değilmiş?" dedi Taita.
Kadının cevabı şiddetli bir itiraz şeklinde oldu. "Hayır, yabancıymış. Kadınlardan biri onu bataklıkta sazdan yapılma bir kayıkta yüzerken bulmuş." Nakonto'nun anlattığı şey Mısırlı köylü kadınların bebekleri için yaptıkları saz beşiğe benziyordu. "Kadın şeytanı köye getirmiş ve Khona Manzi adını vermiş, bu, 'Sulardan gelen' anlamına geliyor. Kadının çocu-
187
Wilbur Smith
ğu yokmuş ve bu yüzden kocası tarafından reddedilmiş. O da bu yabancı yaratığı kendi yavrusu gibi benimsemiş. Çirkin saçlarını düzgün bir hale sokmuş ve balık beyazı tenini âdet olduğu şekilde güneşten ve böceklerden korumak için kil ve külle kaplamış. Onu beslemiş ve bakmış." Yaşlı kadın, Fenn'e açık bir tiksintiyle bakıyordu.
"Peki o kadın neredeymiş?" diye sordu Taita.
"Bu kötü çocuğun büyü ile yaptığı bir hastalık yüzünden ölmüş."
"O yüzden mi köyden kovmuşlar kızı?"
"Sırf o yüzden değil. Kız başlarına başka felaketler de getirmiş. Onun köye geldiği mevsimde sular akmaz olmuş ve yurtlan olan bataklık kuruyup ölmeye başlamış. Bunlar hep şeytan çocuğun işiymiş." Yaşlı kadın öfkeyle hindi gibi ötüyordu. "Çocuklarını kör eden, birçok genç kadını kısır bırakıp erkekleri erkekliklerinden eden hastalıklar getirmiş."
"Bunların hepsini tek bir çocuk mı yapmış?" diye sordu Taita.
Nakonto, kadının yanıtını tercüme etti. "O sıradan bir çocuk değilmiş. Kötü bir cadıymış. Düşmanlarına gizli yerlerini göstermiş ve zafer kazanmalarını sağlamış, sonra bugün de bizi getirmiş."
O zaman Fenn ilk kez konuştu. Sesinde acı bir kızgınlık vardı.
Taita, "Ne dedi?" diye sordu.
"Kadının yalancı olduğunu söylüyor. Bunların hiçbirini yapmamış. Nasıl büyü yapılacağını bilmiyormuş. Annesi olan kadını sevmiş ve onu o öldürmemiş." İhtiyar kadın da aynı kızgınlıkla cevap verdi ve sonra ikisi birbirlerine bağırmaya başladılar.
Taita bir süre onları hafif bir şaşkınlıkla izledikten sonra Nakonto'ya, "Kadını köye geri götür," dedi. "Çocuğa uygun değil."
Nakonto güldü. "Evcil hayvan olarak vahşi bir aslan yavrusu buldun ihtiyar adam. Hepimiz ondan korkmayı öğreneceğiz."
Onlar gider gitmez Fenn sessizleşti.
188
11. Yazıt
Taita, "Gel," diye çağırdı onu. Kız kelimeyi bilmesede ne anlama aeldieirri anladı ve hemen ayağa kalktı. Taita yürüyüp gidince kız peşin-Hen koştu ve yeniden elini tuttu. Bu hareket o kadar içtendi ki, Taita'nm vüreği burkuldu. Kız doğal bir şekilde gevezelik etmeye başladığı içir sözlerinin tek kelimesini anlamadığı halde Taita da ona cevap verdi. So -ra eyer torbasından cerrahi aletlerini kaldırdığı deri çantayı buldu. Me-ren']e konuşmak için durdu. "Nontu'yu yolla da bataklıkta bıraktığımız adamlarla atları da alıp getirsin. Nakonto burada kalsın, çünkü hem gözümüz hem dilimiz."
Sonra, peşinde Fenn olduğu halde bataklığın kenarına gitti ve sazların arasında temiz bir açıklık buldu. Suya girip dizine yükselene kadar ilerledi ve ılık suyun içine oturdu. Fenn kıyıdan ilgiyle onu izliyordu. Taita kendi başından aşağı avuç avuç su atmaya başlayınca küçük kız ilk kez kahkahalara boğuldu.
Taita, "Gel," diye seslenince o da hiç duraksamadan suya girdi. Taita küçük kızı sırtı kendisine dönük olarak bacaklarının arasına oturttu ve başından aşağı su dökmeye başladı. Kızın üstünü kaplayan kir tabakası çözülüp boynundan, omuzlarından aktı. Yer yer bit ısırıklarının izi olan mat teni parça parça ortaya çıkıyordu. Taita, kızın saçını da temizlemeye Çalıştı ama ne yaptıysa saçındaki reçineyi sökemedi. Kafasını ovalarken Fenn kıvranıp itiraz etmeye başladı. "Pekâlâ. Onu daha sonra hallederiz." Taita ayağa kalktı ve küçük kızın bedenini suyun dibinden aldığı kumla ovalamaya başladı. Karnını gıdıklayınca Fenn kıkır kıkır gülüp kaçacak-mı§ gibi yaptı ama Taita, onu geri çektiğinde hâlâ gülüyordu. Onun ilgisin-
en hoşnuttu. Nihayet bedenindeki kir tabakaları temizlenince, Taita cerrah
Çantasından bronz bir ustura çıkardı ve büyük bir dikkatle kızın mattan saçlarını kazımaya başladı.
"ir ara ustura kayıp hafifçe başını kanattığı halde Fenn buna kahra-
Ca dayandı. Taita akasya sakızıyla karışık saçları kazıyabilmek için üç
189
Wilbur Smith
beş darbede bir usturasını bilemek zorunda kalıyordu. Saçlar öbek öbek döküldü ve sonunda Fenn dazlak bir başla kaldı. Taita usturayı kaldırıp ^ zı inceledi. "Ne büyük kulakların varmış senin!" diye bağırdı. Fenn'in kel başı ince boynunun üzerinde çok iri görünüyordu. Gözleri de daha iriW miş gibiydi ve kulakları bebek fillerinki gibi başının iki yanından dışarı çı-kıyordu. "Hangi ışıkta, hangi açıdan bakarsam bakayım yine de minik çjj, kin bir şeysin." Kız, onun sesindeki sevgiyi algıladı ve karartılmış dişle, riyle gülümsedi. Taita gözlerinin dolduğunu hissetti ve kendi haline şaştı "En son ne zaman gözün yaşarmıştı, seni ihtiyar budala?" Kızdan uzaklaştı ve çantasından özel merhemini çıkardı, çeşitli yağların ve bitki özlerinin karışımından oluşan merhem, her tür ufak kesik, yara, bere için birebirdi. Merhemi masaj yaparak kızın başına yedirirken o da başını göğsüne yaslamış ve sevilen bir kedi yavrusu gibi gözlerini yummuştu. Taita onunla yumuşak bir şekilde konuşmayı da sürdürüyordu ve kız arada bir gözlerini açıp yüzüne bakıyor, sonra yeniden kapıyordu. Taita işini bitirince sudan çıkıp yan yana oturdular. Güneş ve sıcak rüzgâr bedenlerini kuruturken Taita bronz pensini çıkarıp kızın bedeninin her santimini elden geçirdi. Bitki özlü merhemi bitlerin ve diğer haşerenin çoğunu öldürmüştü, | ama yine de derisine yapışmış bir sürü daha vardı. Taita hepsini temizleyip 1 imha etti. Bitlerin tatmin edici bir sesle patlaması ve bir damla kan çıkma- [ sı Fenn'i eğlendiriyordu. Taita sonuncu biti de hallettikten sonra Fenn pensi ondan aldı ve kendisinden ona göç eden bitleri temizledi. Taita'nın gü-1 müşi sakalını ve koltukaltlanm tarayan gözleri daha keskin ve parmaklan daha çevikti. Vahşi olduğu için parmaklarını Taita'nın karnının altında, hadım edildiği yerdeki gümüş rengi yara izine değdirmekten de çekinmedi I Taita bu utanç verici alameti Lostris dışındaki herkesten gizlemeye çalışı1" di. Şimdi o yine hayattaydı ve Taita bir utanç hissetmiyordu. Yine de K* zın hareketleri doğal ve masum olduğu halde elini oradan uzaklaştırdı-
Dostları ilə paylaş: |