Wilbur Smith Onbirinci Yazıt



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə16/47
tarix11.08.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#69455
növüYazı
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   47

Fenn bu seçime çok sevinmişti. "Ona Kaz diyeceğim," dedi.

Taita merakla kıza baktı. "Niye Kaz?"

"Kazları severim. O da bana kazı hatırlatıyor," diye gururla açıkladı. Taita bu adı hiç tartışmadan kabul etmenin daha iyi olacağına karar verdi.

Yol yamacın dibine erişip yeterince genişler genişlemez Fenn atını Taita'nın yanına sürdü, neredeyse dizleri birbirine değiyordu ve böylece konuşabileceklerdi. "Sudaki cadıyı anlatacağına söz vermiştin. İşte şimdi uygun bir zaman."

"Evet öyle. Cadı çok yaşlı bir kadın. Zamanın başlangıcından beri yaşıyor. Çok güçlü ve kötü şeyler yapıyor."

"Nasıl kötü şeyler?"

"Yeni doğan bebekleri yiyor." Fenn ürperdi. "Ve akıllı adamları ele geçirip ruhlarını alıyor. Sonra onları boş birer kabuk haline getirince bırakıyor."

"Böyle şeylerin olabileceğini hiç düşünmemiştim."

"Çok daha kötüleri de var Fenn. Güçlerini kullanıp toprağın anası olan büyük nehrin, suları bütün insanlara hayat, yiyecek ve içecek sağlayan nehrin akışını durdurdu."

Fenn bunu düşündü. "Luolar nehri benim öldürdüğümü sanıyordu. Ormanda açlıktan öleyim ya da vahşi hayvanlara yem olayım diye beni köylerinden atmışlardı."

"Onlar zalim ve ilkel insanlardı," dedi Taita.

Gerçekçi bir şekilde, "Meren'le sen onları kılıçtan geçirdiğiniz İÇ1"

204
11. Yazıt

seviniyorum," dedi ve bir süre yine konuşmadı. "Peki cadı neden nehri öldürmek istedi?"

"Firavun'umuzun gücünü kırmak ve krallığındaki insanları kendine köle yapmak için."

"Firavun ne, köle yapmak ne demek?" Taita açıkladı ve Fenn ciddileşti. "O zaman o sahiden kötüymüş. Nerede yaşıyor?"

"Güneyde, büyük bir gölün yanındaki dağda." Taita ileriyi gösterdi.

"Biz oraya mı gidiyoruz?"

"Evet. Onu durdurmaya ve nehrin sularının yeniden akması için çalışacağız."

"Eğer o kadar uzakta yaşıyorsa bizim onu gördüğümüz suya nasıl girmiş?"

"Bizim gördüğümüz o değildi. Onun gölgesiydi."

Fenn bu kavramı anlamaya çalışırken kaşlarını çattı ve küçük küstah burnunu kırıştırdı. "Anlamıyorum."

Taita kuşağındaki küçük keseye uzandı ve göstermek için yanında taşıdığı yabani glayöl soğanını çıkardı. Soğanı Fenn'e uzattı. "Bu soğanı tanıyorsun."

Fenn şöyle bir baktı. "Elbette. Bundan bir sürü toplamıştık."

"Bu soğanda birbirinin üstüne binmiş bir sürü tabaka ve tam ortada minik çekirdek var." Fenn başını sallayınca Taita devam etti. "İşte bütün evren de böyle şekillenmiş. Bizler ortadaki çekirdeğiz. Etrafımızda varlığını göremediğimiz ya da hissedemediğimiz bir sürü tabaka var... ancak özel bir gücümüz olursa görür ya da hissederiz onları. Anlıyor musun?"

Fenn yeniden başını salladı, sonra kendiliğinden itiraf etti. "Hayır, anlamıyorum Taita."

"Uyuduğunda rüya görüyor musun Fenn?"

"Ah evet!" diye atıldı. "Çok güzel rüyalar! Beni güldürüp mutlu ediyorlar. Bazen rüyamda kuş gibi uçabiliyorum. Garip ve güzel yerlere gi-

205
Wilbur Smith

diyorum." Sonra tebessümünün yerini tekin olmayan bir ifade aldı. "Ama bazen de beni korkutan veya üzen rüyalar görüyorum."

Taita yanında yatarken gördüğü kâbuslara tanık olmuştu. Kıza asla dokunmamış, sadece kendi gücünü kullanarak onu yatıştırıp yavaşça o karanlıklardan kurtarmıştı. "Evet Fenn, biliyorum. Uykunda, varoluşun bu katmanından ayrılıp bir sonrakine geçersin." Kız anladığını gösterecek biçimde gülümsedi ve Taita sözüne devam etti. "Çoğu insanlar kontrol edemedikleri rüyalar görür, ama bazılarında içine kapatıldıkları o minik çekirdeğin ötesini görme yeteneği vardır. Hatta âlimler, büyücüler, uzaktaki şeyleri görebilmek için ruhlar dünyasında istediklere yere gidebilirler."

"Sen bunu yapabiliyor musun Taita?" Taita gizemli bir şekilde gü-lümseyince Fenn, "Çok garip ve güzel olmalı," diye bağırdı. "Ben de yapabilmeyi çok isterdim."

"Belki bir gün yaparsın. Ne de olsa cadının gölgesini gördün, demek ki, sende de o güç var. Sadece gücünü kullanman ve kontrol etmen için seni eğitmemiz gerekiyor."

"Yani cadı bizi gözetlemeye mi gelmişti? Sahiden orada mıydı?"

"Ruhu oradaydı. Bize bakıyordu."

"Ben ondan korktum."

"Korkman akıllılık olur. Ama ona teslim olmamalıyız. Biz, yâni sen ve ben, ona kendi güçlerimizle karşı çıkmalıyız. Kötü büyülerini bozmalıyız. Bunu yapabilirsek, onu yenebiliriz ve bu dünya daha güzel bir yer olur."

Fenn kahramanca, "Sana yardım edeceğim," diye söz verdi. "Ama önce bana nasıl yapacağımı öğretmelisin."

"Şimdiye kadar mucizevi bir ilerleme gösterdin." Açık bir hayranlıkla ona baktı. Küçük kız daha şimdiden eski yaşamında olduğu kraliçenin zihnine ve ruhuna ulaşıyordu. "Danasını da öğrenmeye hazırsın. Hemen başlayacağız bu işe."

206
11. Yazıt


Her gün atlarına binip yan yana ilerlerken çalışmaya başladılar. Böylece uzun günler boyunca devam ettiler. Taita'nın ilk düşüncesi ona, bir büyücünün sorumluluğunu aşılamak, yani kendisine bahşedilmiş olan oüçleri dikkatli ve bilinçli olarak kullanmayı öğretmekti. Güçlerini hafife alıp saçma sapan bir şekilde kullanmamalı, önemsiz ve bencilce amaçlar için harcamamalıydı.

Bu kutsal sorumluluğu anlayıp, Taita'nın tekrarlattığı yemini de edince, büyü sanatının en basit şekilleri üstünde çalışmaya başladılar. Taita başlangıçta onun konsantrasyon güçlerini fazla zorlamamaya ve işi hafif düzeyde tutmaya özen gösterdi. Ama merak etmesine gerek yoktu; kız yorulmak bilmiyor ve kararlılığı sınır tanımıyordu.

Önce ona kendini nasıl koruyacağım ve onu, başkalarının gözlerinden saklayacak büyüler yapmayı öğretti. Her günün sonunda, geçici barınaklarına çekilip baş başa kaldıklarında Fenn alıştırma yapıyordu. Taita'nın yanında sessizce oturuyor ve onun yardımıyla, bir gizlenme büyüsü yapmaya çalışıyordu. Bunun için birçok gece uğraşması gerekti ama sonunda başardı. Kendini gizlediği bir sırada Taita, Meren'e seslendi. "Fenn'i gördün mü? Onunla konuşmam gerek."

Meren etrafa bakındı ve bakışları çocuğun üstünde bir an bile durmadı. "Az önce buradaydı. Çalılıklara gitmiş olmalı. Gidip bakayım mı?"

"Önemli değil. Gelir birazdan." Meren uzaklaştı ve Fenn zafer kazanmış bir edayla kıkırdadı.

Meren hızla dönünce hayretler içinde kaldı. "İşte orada! Yanında oturuyor!" Sonra sırıttı. "Akıllı kız Fenn! Ne kadar uğraşırsam uğraşayım "en bunu asla becerememiştim."

Taita ise, "Bak gördün işte," diye azarladı Fenn'i, "Konsantrasyonu-nı* kaybedersen büyü, cam gibi kırılır."

207
Wilbur Smith

Fiziksel varlığını gizlemeyi öğrenince, Taita bu kez zihnini ve aurası-nı maskelemeyi öğretmeye başladı. Bu daha zordu. Önce, cadının onları incelemediğinden emin olması gerekiyordu: sihir tekniklerinde tamamen ustalaşana dek, herhangi bir kötü güce karşı Fenn, en çok sihir yapmaya çalışırken savunmasız kalacaktı. Taita'nın bu eğitime başlamadan önce çevrelerini saran ortamı iyice kontrol etmesi ve savunmasını en üst düzeyde tutması gerekiyordu.

Fenn'in ilk işi her canlıyı çevreleyen yaşam aurasını anlamaktı. Onu göremezdi ve İç Göz'ü açılmadıkça da göremeyecekti. Taita ilk fırsatta onu Saraswati Tapınağı'na giden çetin yolculuğa çıkarmakta kararlıydı. Ama bu arada aurayı ona tarif etmek zorundaydı. Aura kavramını öğrettikten sonra İç Göz'ü ve ona sahip olan bilginlerin gücünü açıklayabilirdi.

"Sende İç Göz var mı Taita?"

"Evet, ama cadıda da var," diye cevap verdi.

"Benim auram neye benziyor?" Bunu dişilere has saf bir kurumla sormuştu.

"Parlayan altın bir ışık, başka kimsede görmediğim ve görmeyi beklemediğim bir aura bu. İlahi bir şey." Fenn heyecanla kızardı ve Taita anlatmaya devam etti. "Bizim için zor olan da bu. Eğer bu şekilde parlamasına izin vermeyi sürdürürsen, cadı, seni hemen bulur ve onun açısından ne kadar ciddi bir tehlike oluşturduğunu anlar."

Fenn bunu düşündü. "Cadının bizi gözetlediğini söylemiştin. O zaman, auramı zaten keşfetmiş olmuyor mu? Bunu ondan saklamak için çok geç kalmadık mı?"

"Bir bilgin bile aurayı o kadar uzaktan keşfedemez. Bunu ancak doğruca o canlıya bakarken görebilirsin. Suda nasıl bir cadıyı gölge halinde gördüysek, o da bizi öyle gördü. Fiziksel varlığımızı algılayıp konuşmamızı duyabilir -hatta bizim onun kokusunu aldığımız gibi, o da kokumuzu alabilir- ama senin auranı göremez."

"Ya seninkini? Sen ondan gizliyor musun auranı?"

208
11. Yazıt

"Bilginler, büyücüler ve cadılar aura yaymazlar."

"Lütfen benimkini gizlemeyi öğret bana Taita."

Taita başıyla onayladı. "Öğreteceğim ama tetikte olmalıyız. Onun bizi izlemediğinden veya dinlemediğinden emin olmak zorundayım."

Bu kolay bir iş değildi. Fenn çabalarının ne kadar başarılı olduğunu anlatması konusunda Taita'ya bel bağlamak zorundaydı. Başlangıçta, tüm girişimleri aurasının söner gibi olmasına yol açıyor ama kısa bir süre sonra eskisi gibi parlamaya devam ediyordu. Azimle devam ettiler ve nihayet, Fenn'in yürekli çabaları ve Taita'nın yardımıyla, Fenn'in aurasında ciddi bir kararma yaratmayı başardılar. Fakat, kızın aurasını Meren'in ya da öteki askerlerinkinden daha çarpıcı olmayan bir düzeye getirip uzun süre öyle tutabilmesini sağlaması için haftalar geçmesi gerekti.

Platodaki kamplarından ayrıldıktan dokuz gün sonra nehre ulaşmışlardı. İki kıyı arasında neredeyse bir fersah mesafe olmasına rağmen Nil suları, karabuğday ektikleri akarsudan daha güçlü akmıyordu. Cılız akıntı geniş kumların ve çamur setlerin arasında hemen hemen kaybolmuş gibiydi. Yine de ihtiyaçlarını karşılamaya yetiyordu. Güneye doğru döndüler ve doğu kıyısını takip ederek her gün fersah fersah ilerlediler. Filler yeraltı sularına erişebilmek için nehir yatağında koca çukurlar kazımıştı. Adamlar ve atlar da o sulardan içiyordu.

Her gün, bu tarihi gri renkli hayvanlara büyük sürüler halinde o çukurlardan su içerken rastlıyorlardı, koca hortumlarına doldurdukları suyu pembe gırtlaklarından aşağı boşaltıyorlar, ama askerlerin yaklaştığını duyunca bütün sürü kıyıya çıkıp kulaklarını savura savura koşarak ormana d°ğru uzaklaşıyordu.

Yetişkinlerin çoğunda devasa dişler vardı. Meren avcılarını zorlukla

kontrol altında tutabiliyor ve hayvanların sağ salim kaçmasını sağlıyorlar-

'? Artık Shilluk kabilesinin sürülerini kıyılarda otlatan başka fertlerine de

astlar olmuşlardı. Nontu bir duygu patlaması içindeydi. Taita'ya, "Yaşlı

" saygıdeğer kişi, bu insanlar benim köyümden. Ailemle ilgili haberleri
209
F: 14
Wilbur Smith

var," diye anlattı. "İki mevsim önce karılarımdan biri nehirden su alırken bir timsaha yem olmuş, ama öteki üçü iyiymiş ve bir sürü çocuğum olmuş." Taita, Nontu'nun son sekiz yıldır Qebui'de olduğunu biliyordu ve çocukları merak etti. Nontu kaygısız bir şekilde, "Karılarımı erkek kardeşlerime emanet etmiştim," diye açıkladı.

"Belli ki bayağı iyi göz kulak olmuşlar," dedi Taita kuru bir sesle.

Nontu ise neşeyle anlatmaya devam ediyordu. "En büyük kız kardeşim ilk ay halini görmüş ve çocuk doğuracak yaşa gelmiş. Gelişkin bir kız olduğunu anlatıyorlar ve genç erkekler onun için başlık parası olarak pek çok inek teklif ediyormuş. Akrabam olan bu adamlarla köye dönüp kardeşimin evlenme işini halletmeliyim, tabii bir de ineklerle ilgilenmem lazım."

"Ayrılışımız beni üzer," dedi Tatia. "Ya sen Nakonto? Sen de mi bizi bırakıyorsun?"

"Hayır ihtiyar adam. Senin ilaçların bağırsaklarıma iyi geliyor. Dahası, senin yanında iyi yemek ve iyi dövüş oluyor. Bunları bir sürü karıma ve onların gürültücü veletlerine tercih ederim. Ben bu tür yükümlülüklere alışık değilim. Seninle yola devam edeceğim."

Nontu'nun köyünün yanında üç gün kamp yaptılar, köyde koni şeklinde birkaç yüz tane kulübe vardı, üstleri çok güzel örtülmüş olan evler, daire biçiminde her gece sürülerin kapatıldığı çitlerin etrafına dizilmişti. Orada çobanlar ineklerin sütünü sağıyor, sonra her hayvanın boynundaki büyük damarların birinden kan alıyordu. Ekin ekmedikleri için bu onların başlıca gıdasıymış gibi görünüyordu. Erkekler ve,hatta kadınlar bile aşın derecede uzun boyluydular ama aynı zamanda ince ve zariftiler. Kabile dövmelerine rağmen genç kadınlar çekici ve hoştu. Kampın etrafına toplanıp kıkır kıkır gülüşüyor, askerleri utanmazca süzüyorlardı.

Üçüncü gün Nontu ile vedalaşıp yola çıkmaya hazırlanırken beş askerden oluşan bir heyet Meren'i görmeye geldi. Her birinin elinden tuttuğu çıp" lak bir Shilluk bakiresi vardı, kızlar erkeklerin tepesinden bakıyordu.

210
11. Yazıt

"Bu piliçleri de yanımıza almak istiyoruz," dedi grubun sözcüsü Shofar.

Meren teklifi düşünmek için zaman kazanmak amacıyla, "Niyetinizi anlıyorlar mı?" diye sordu.

"Nakonto onlara açıkladı, kendileri de istiyor."

"Ya babalan, ağabeyleri? Bir savaş başlatmaya niyetimiz yok."

"Hepsine birer bronz hançer verdik, pazarlıktan hoşnutlar."

"Kadınlar ata binebiliyor mu?"

"Hayır ama mecburen yakında öğrenecekler."

Meren deri miğferini çıkardı ve parmaklarını saçlannın arasından geçirdi, sonra da Taita'nın ne düşündüğünü anlamak için ona baktı. Taita omuz silkti ama gözleri parladı. "Belki aşçılık öğrenebilir veya en azından çamaşırlarımızı yıkayabilirler," diye bir öneride bulundu.

"Eğer en küçük bir sorun çıkanrlarsa veya onlar yüzünden en ufak bir münakaşa ya da kavga çıkarsa, ne kadar uzaklaştığımıza bakmam doğruca babalarına geri yollarım," dedi Meren kararlı bir tavırla. "Kontrol altında tutun onları."

Birlik yola koyuldu. O gece kamp yerine çekildiklerinde Nakonto, Taita'ya rapor vermeye geldi ve âdeti olduğu üzere bir süreliğine yanma oturdu. "Bugün iyi yol aldık," dedi. "Şu kadar gün daha yol gittikten sonra..." Bütün parmaklarını iki kez gösterip yirmi gün olduğunu belirtti, -halkımın topraklarından çıkıp Chimalarmkine gireceğiz."

"Onlar kim? Shilluklarm kardeşleri mi?"

"Onlar bizim düşmanımız. Kısa boyludurlar ve bizim gibi güzel olmazlar."

"Geçmemize izin verirler mi?"

"Pek isteyerek değil ihtiyar adam." Nakonto kurt gibi gülümsedi. 0vüş olacak. Ben de ne zamandır bir Chima öldürme fırsatı bulamamış-m- Sonra sanki öylece aklına gelivermiş gibi, "Chimalar insan yerler," d'ye ekledi.

211


Wilbur Smith
Taita ile Meren'in platodaki yerleşim yerinden ayrıldıktan sonra benimsedikleri düzen dört gün arka arkaya yürüyüp beşinci gün mola vermekti. O gün, bozulan aletleri onarıyor, adamları ve atları dinlendiriyor ve stoklarını tamamlamak için avcıları ve bitki toplayanları sağa sola gönde-riyorlardı. Nontu'yu kanlarının yanında bırakıp ayrıldıktan sonraki on yedinci günde son Shilluk sürüsünü de geride bıraktılar ve büyük antilop sürüleri dışında kimse yaşamıyormuş gibi görünen bölgeye girdiler. Ayrıca Taita ile Fenn'i mutlu eden yepyeni ağaç ve bitki türleriyle karşılaşmışlardı. Fenn de Taita kadar hararetli bir botanikçi olup çıkmıştı. Büyükbaş hayvanların veya insanların varlığını gösteren işaretleri aradılar ama böyle bir şey bulamadılar.

Nakonto, Taita'ya, "Burası Onmaların ülkesi," dedi.

"Emin misin?"

"Hayır, ama Chimaları gayet iyi tanırım. Sır vermezler ve haindirler. Hayvan beslemezler ki, bu da onların gerçekten vahşi olduklannı gösterir. Av eti yerler ve insan yemeyi her şeye tercih ederler. Tetikte olmazsak kendimizi onların ateşinde pişerken buluruz."

Nakonto'nun uyarısını aklından çıkarmayan Meren, her gece etraflarını korunaklarını iyice sağlam tutmaya ve otlamaya gönderdikleri atlarla katırların başına fazladan nöbetçiler koymaya dikkat ediyordu. Chinıa bölgesinde daha içerilere girdikçe onların varlığını gösteren kanıtlarla karşılaşır oldular. İçleri oyulmuş ve orada bulunan an yuvalan dumanla dağıtılmış ağaç gövdeleri buldular. Sonra bir süredir terk edilmiş bir grup barınağa rastladılar. Otuz kadar adamın, nehir yatağındaki çamurlu sette" tek sıra halinde doğudan batıya doğru geçtiğini gösteren ayak izleri ise da-ha yeniydi. Ancak birkaç gün geçmişti bu olayın üstünden.

Shilluk eşlerinin aralanna katılmalarından beri, Fenn, hiçbiri ken

212
11. Yazıt

sinden pek de büyük olmayan bu kadınları büyülüyordu. Kendi aralannda onun saç ve göz rengi hakkında konuşuyor ve her hareketini takip ediyorlar ama uzak duruyorlardı. Sonunda Fenn dostça yaklaşımlarda bulundu ve çok geçmeden işaret diliyle keyifli sohbetler yapmaya, Fenn'in saçlarını okşamaya, kadınca şakalar yapıp kıkır kıkır gülmeye ve her akşam nehrin sığ göletlerinde hep birlikte çıplak yıkanmaya başladılar. Fenn, Nakon-to'dan yardım istedi ve Shilluk dilini de Mısır dilini öğrendiği gibi çabucak öğrendi. Bazı bakımlardan hâlâ çocuktu ve Taita, onun yaşıtlarıyla neşeli zamanlar geçirmesine seviniyordu. Ancak, diğer kızlarla birlikte fazla uzaklaşmamasını da kesin olarak sağlamıştı. Havada doğal olmayan bir serinlik veya yabancı bir varlık hissettiği anda yardımına koşacak kadar yakınında olmasını istiyordu. Konuşmalarını düşmanlarının duyacağından kuşkulan varsa kendi aralarında da Shilluk dilinde konuşuyorlardı.

"Belki cadı bir tek bu dili bilmiyordur ama yine de emin değilim," demişti Taita. "En azından sana pratik yapma imkânı olur."

Zor bir ilerleme gününün sonunda, uzun maun ağaçlarının gölgesinde barınaklarını kurduklarında Chima bölgesinde bayağı ilerlemişlerdi. Etrafta tüylü yumuşak tepeleri olan yeşil otlar vardı. Atiar bunları yemeyi seviyordu ve antilop sürüleri de ortalıkta otluyordu. Belli ki bu hayvanlar daha önce hiç avlarla karşılaşmamıştı, o yüzden de okçuların yaklaşmasından hiç telaşa kapılmıyorlardı.

Meren ertesi günün dinlenme günü olacağını ilan etti ve sabah erkenden avcıları ava yolladı. Taita ile Fenn her zamanki gibi bitki toplamaya Çıkarken de Meren, Shofar'la iki askerin daha onlarla gitmesi için ısrar etti- "Rüzgârda beni huzursuz eden bir şeyler var," diye açıklamıştı durumu.

Taita, Fenn'i kendine saklamayı tercih ederdi ama Meren rüzgârda b'r şeylerin kokusunu alınca onunla tartışmamak gerektiğini biliyordu. Psi-Ş'k biri olmayabilirdi ama o bir savaşçıydı ve belanın kokusunu alırdı. Öğ-eden sonra geç vakit kampa döndüklerinde, Meren'in yolladığı avcı grup-

213
Wilbur Smith

larından sadece üçünün dönmüş olduğunu gördüler. Önce, sonuncu grubun da her an dönebileceğini düşünerek telaşlanmadılar, ama güneş battıktan bir saat sonra, kayıp avcılardan birinin atı dörtnala kampa döndü. Hayvan terden sırılsıklamdı ve omzundan yaralanmıştı. Meren bütün askerlere silah başında beklemelerini emretti, fazladan atlı nöbetçiler koydu ve kayıp avcılara yardımı olur diye ek ateşler yakıldı.

Şafağın ilk ışıklarıyla birlikte yaralı atın izi sürülecek hale gelince, Shabako ve Hilto iyice silahlanmış bir grupla aramaya çıktılar. Taita da Fenn'i Meren'e emanet etti ve Nakonto ile birlikte arama grubuna katıldı. Birkaç fersah boyunca gümüş yapraklı ağaçlarla kaplı bir yoldan gittiler ve korkunç bir manzarayla karşılaştılar.

İz sürme becerisi ve Chimalar hakkındaki bilgisi herkesten fazla olan Nakonto olup biteni gayet iyi anlamıştı. Büyük bir grup ağaçların arkasına saklanmış ve avcıları pusuya düşürmüştü. Nakonto içlerinden birinin düşürdüğü fildişi bileziği yerden aldı. Taita'ya, "Bu Chima işi. Bak ne kadar kaba, bir Shilluk çok daha iyisini yapardı," dedi. Bazı Chimaların ağaca tırmandıklarını belli eden izleri gösterdi. "Bu hain çakalların dövüşme şekli budur, cesaretle değil böyle sinsice hilelerle dövüşürler."

Dört Mısır atlısı sarkan dalların altından atla geçerken Chimalar yukarıdan üstlerine atlamıştı. Aynı anda arkadaşları da saklandıkları yerlerden fırlamış ve atları bıçaklamışü. "Chima çakalları, muhtemelen daha kılıçlarını çekemeden atlarından sürükleyerek indirmiştir onları." Nakonto boğuşma izlerini gösterdi. "Burada onları öldürene kadar mızraklamışlar... otların üstündeki kanı görüyor musun?" Sonra örgü iplerle cesetleri ayaklarından alçak dallara asmış ve antilop gibi parçalamışlardı.

"Daima önce karaciğeri ve öteki iç organlan yerler," diye açıkladı Nakonto. "Bak ateşte pişirmeden önce içlerindeki dışkıları şuraya silkelemişle1"-

Sonra cesetleri dört parçaya ayırmışlar ve kollarla bacakları örgü ip' lerle taşıma sırıklarına bağlamışlardı. Bileklerden kesilmiş olan ayaklar

214
11. Yazıt

hâlâ dallarda asılıydı. Kafaları ve elleri ateşe atmışlar; pişince avuçları yiyip parmak kemiklerinde bulunan etleri kemirmişlerdi. Pişmiş beyinleri çıkarmak için kafataslannı açmışlar, sonra yanaklardaki etleri kazımışlar ve en sevdikleri yer olan dilleri koparmışlardı. Etrafa kırık kafatası parçaları ve küçük kemikler saçılmıştı. Ölü atlarla uğraşmaya tenezzül etmemişlerdi, belki de bu kadar iri et parçalarıyla başa çıkmaya alışık değillerdi. Sonra, öldürdükleri askerlerden kalan giysileri, silahlan ve diğer eşyaları alıp hızla batıya doğru gitmişlerdi.

Shabako öfkeyle, "Onları haklayacak mıyız?" diye sordu. "Bu katliamın öcünü almadan bırakamayız."

Nakonto da peşlerine düşmek için hevesliydi, gözlerinde kana susamış bir ifade vardı. Ama Taita bir an düşündükten sonra başını salladı. "Onlar otuz, kırk kişi, bir ise altı kişiyiz. Bütün gün yol aldılar ve peşlerine düşmemizi bekliyorlardır. Bizi bilmediğimiz yerlere çekip pusuya düşürecekler." Ormana baktı. "Mutlaka bizi gözetleyecek adamlar bırakmış-lardır. Hatta şu anda da bizi izliyorlardır."

Askerlerden bazıları kılıçlarını çekti ama onlar ağaçların arasına dalmadan önce Taita müdahale etti. "Eğer onları takip etmezsek onlar bizi takip eder. O zaman kendi seçtiğimiz bir yerde onları öldürürüz." Üzerinde et kalmamış kemikleri gömdüler ve kamp alanına döndüler.

Ertesi sabah erkenden toparlandılar ve bitmek tükenmek bilmez yolculuklarına devam ettiler. Öğle vakti dinlenmek ve atları sulamak üzere durdular. Taita'mn emriyle Nakonto ormana süzüldü ve ağaçların arasında geniş bir çember çizdi. Bir gölge gibi sessizce birliğin arkasına dolandı. At izlerinin ardında üç çift çıplak ayak izi görünüyordu. Nakonto yeni-den bir çember çizerek birliğin yanına döndü ve Taita'ya rapor verdi. Gözlerin uzağı görüyor ihtiyar adam. Çakallardan üçü peşimizde. Tah-m'n ettiğin gibi, geri kalanı da fazla uzak değildir."

O gece geç vakte kadar ateşin başında oturup ertesi sabah için plan yaptılar.

215
Wilbur Smith

Sabah olunca sıkı bir tırısla yola çıktılar. Yarım fersah kadar gittikten sonra Meren eşkine geçip hızlanmalarını emretti. Böylece muhtemelen peşlerinden gelen Chima keşif koluyla aralarını çabucak açmış oldular. Yolda giderken Taita ve Meren bir yandan da kendi istedikleri gibi bir yer bakıyorlardı. İleride, ormanın üstünde uzanan tecrit edilmiş gibi bir tepe vardı ve o tarafa yöneldiler. Tepenin sağ yamacında filler tarafından iyice çiğnenmiş düzgün bir yol buldular. O yoldan gidince yukarıdaki yamacın dik ve yoğun bir şekilde dikenli kittar çalılarıyla kaplı olduğunu gördüler. Tehlikeli dikenler ve iç içe geçmiş dallar aşılmaz bir duvar oluşturuyordu. Yolun karşı tarafında zemin düzgündü ve ilk bakışta, açık orman bir pusu için fazla imkân sağlamazmış gibi görünüyordu. Fakat Taita ile Meren ağaçlann arasında biraz at sürünce, bir vadi buldular, kurumuş bu su yatağı bütün birliği adamlar ve atlarla birlikte saklayacak kadar derin ve genişti. Su yatağının ağzı fil yolundan sadece kırk metre ötedeydi, yani ok menzilinde kalıyordu. Hemen birliğe katıldılar. Kısa bir süre fil yolunda durdular ve Meren en iyi okçularından üçünü yolun kenarına gizledi.

"Bizi takip eden üç Chima gözcüsü var. Her birinize birer tane," dedi. "Bırakın iyice yaklaşsınlar. Oklarınızı hazır tutun. Hata yapmak yok. Hızlı, temiz ölümler istiyorum. Peşimizdeki Chimalan uyarmak için kaçmalarına izin vermeyin."

Üç okçuyu orada bırakıp fil yolunda ilerlediler. Yarım fersah sonra yoldan ayrılıp geniş bir daire çizerek tepenin yamacının altındaki su yoluna geldiler. Atları içeri sokup hayvanlardan indiler. Fenn ve Shilluk kızları, askerler isteyince götürmek üzere atları tutuyordu. Taita da Fenn'le birlikte bekledi, ama zaman gelince bir anda Meren'in yanına koştu.

Adamlar yaylarını gerdiler ve vadinin fil yoluna bakan cephesine dizildiler. Meren'in kumandasında görülmeyecek şekilde tek dizlerinin üstüne çöküp bacaklarını ve ok atan kollarını dinlendirerek çarpışmayı beklemeye başladılar. Sadece Meren'le yüzbaşıları yola bakıyordu ama onlar da başlan görülmesin diye çalıların ya da otların arkasına sinmişlerdi.


Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   47




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin