Wilbur Smith Onbirinci Yazıt



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə20/47
tarix11.08.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#69455
növüYazı
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   47

"İşte!" Fenn yeşil suların ilerisini gösterdi. Taita'nın şimdiden o tarafa doğru koşan beyaz atların arasından şekilleri seçmesi biraz vakit aldı.

"Yerli savaş kanoları! Kaç kürekçi var sayabilir misin Fenn?"

Kız gözlerini kısıp iyice baktı ve, "Baştaki kanoda iki yanda on ikişer kişi var," dedi. "Ötekiler de en az o kadar var gibi. Dur! İkinci tekne en büyükleri, bize yakın tarafta yirmi kürekçisi var."

Meren kampı çevreleyen çitin kapısı önünde adamlarını ikişerli olarak dizmişti. Hepsi tepeden tırnağa silahlıydı ve ani bir duruma karşı tetikteydi. Aşağıda kanoların kıyıya yanaşmasını izliyorlardı. Adamlar teknelerden indiler ve en büyük teknenin etrafında toplandılar. Müzisyenlerden oluşan bir grup da suya atladı ve plajda dans etmeye başladı. Davulcular vahşi bir tempoyla davul çalarken borucular da yaban antilobu boynuzlarından yapılmış borularını öttürüyordu.

Taita, Fenn'e, "Auranı gizle," diye fısıldadı. "Bu insanlar hakkında hiçbir şey bilmiyoruz." Auranın soluşunu izledi. "Güzel. Yeterli." Eğer Kal ulu bir bilginse Fenn'in aurasını tamamen maskelemek daha da fazla kuşku çekecekti.

Sekiz taşıyıcı tekneden bir tahtırevan çıkarıp karaya taşıdı. Bunlar güçlü kuvvetli genç kadınlardı, kolları ve bacakları kaslıydı; cam boncuk-

256
11. Yazıt

larla bezenmiş peştamallara sannmışlardı. Göğüsleri parlak yağlarla övülmüştü ve güneşte parıl panl parlıyordu. Doğruca Taita'nın bulunduğu yere geldiler ve tahtırevanı önünde yere indirdiler. Sonra büyük bir saygıyla yanında diz çöktüler.

Tahtırevanın ortasında bir cüce oturmaktaydı. Fenn, onu alevlerde gördüğü simasından tanıdı, bu o kepçe kulaklı, parlak kel kafalı yaşlı maymun simasıydı. Cüce Tenmass dilinde, "Ben Kalulu'yum," dedi. "Ve seni gördüm Gallalalı Taita."

Taita da, "Seni selamlıyorum," diye cevap verdi. Kalulu'nun bir bilgin olmadığını ama güçlü ve yoğun bir aura yaydığını hemen fark etmişti. Buna bakarak onun bir usta olduğunu ve Doğru'nun takipçisi olduğunu söyleyebilirdi. "Baş başa rahatça konuşabileceğimiz bir yere gidelim," dedi.

Kalulu kopuk bacaklarını havaya dikerek ellerinin üstüne kalktı ve tahtırevandan atladı. Ayaklarıymış gibi ellerinin üstünde rahatça yürüyor, Taita'nın yüzüne bakarak konuşabilmek için başını yana çeviriyordu. "Seni bekliyordum Büyücü. Yaklaştıkça havada keskin bir dalgalanma yarattın. Nehrin başına geldiğinde varlığını daha kuvvetli hissetmeye başladım." Kadınlar da boş tahtırevanı taşıyarak peşinden geliyorlardı.

Taita, "Bu taraftan Kalulu," diyerek konuğunu buyur etti. Onun bölümüne gelince kadınlar tahtırevanı yere bıraktılar ve geri geri yürüyerek konuşmaları duyamayacaklan bir noktaya kadar çekildiler. Kalulu tekrar tahtırevana zıpladı ve önceki gibi başı yukarı gelecek şekilde oturdu. Etrafına bakınmaya başlamışken, Fenn önünde diz çöküp bir çanak bal likörü sununca, dikkatini ona yöneltti.

"Sen kimsin çocuk? Seni de ateşin ışığında gördüm," dedi Tenmass diliyle. Fenn anlamamış gibi yaptı ve dönüp Taita'ya baktı.

Taita, "Cevap verebilirsin," dedi. "O da Doğru'dan yana."

"Ben Fenn'im, Büyücü'nün çıraklarından biriyim."

Kalulu, Taita'ya baktı. "Ona kefil oluyor musun?"


257
F: 17
Wilbur Smith

Taita, "Oluyorum," diye cevap verdi ve küçük adam başını salladı.

"Yanıma otur Fenn, çünkü çok güzelsin." Fenn bir kabullenişle yanına oturdu. Kalulu delici kara gözleriyle Taita'ya baktı. "Beni niye çağırdın Büyücü? Benden nasıl bir hizmet istiyorsun?"

"Beni Nil'in doğduğu yere götürmene ihtiyacım var."

Kalulu şaşırmadı. "Sen rüyalarımda gördüğüm kişisin. Beklediğim kişisin. Seni Kızıl Taşlar'a götüreceğim. Bu gece rüzgâr dinecek ve sular durulunca gideceğiz. Kaç kişi var yanında?"

"Otuz sekiz, ben ve Fenn'le birlikte, ama çok eşyamız var."

"Beş büyük kano daha beni takip edecek. Hava kararmadan burada olurlar."

"Benim pek çok atım da var," diye ekledi Taita.

"Evet." Küçük cüce başım salladı. "Onlar kanoların arkasından yüzecek. Destek olsun diye hayvan postundan şişmiş keseler getirdim."

Afrika'nın kısa alacakaranlığında, rüzgârın son kalıntıları da dinince, askerlerden bazıları atlan kıyıya götürdü ve sığ kısımda şişmiş keselerden iki yanlarına birer tane bağladı. Bu iş sürerken diğer askerler eşyaları kanolara yüklediler. Kalulu'nun dişi korumaları onu tahtırevanıyla en büyük kanoya götürüp güverteye çıkardı. Gölün suları dümdüz olunca, kanoları iterek kıyıdan uzaklaştırdılar ve karanlıkta, yıldızların güney semalarında oluşturduğu büyük haça doğru yola çıktılar. Her kanoya on at bağlanmıştı. Fenn kıçta oturmuş, arkalarından yüzen Duman Yeli'yle Kasırga'yı yüreklendirecek sözler söylüyordu. Kürekçiler küreklerini suya indirdiler ve uzun, ince tekneler karanlık sularda sessizce kaymaya devam etti.

Taita, Kalulu'nun uzandığı tahtırevanın yanına oturdu ve bir süre alçak sesle konuştular. "Bu gölün adı nedir?"

"Semliki Nianzu. Pek çok gölden biri."

"Suları nereden geliyor?"

258
11. Yazıt

"Önceleri iki büyük nehir akardı bu göle, biri batı ucundaki Semliki, Öteki de bizim Nil. İkisi de güneyden gelirdi, Semliki dağlardan, Nil de büyük sulardan. İşte seni oraya götürüyorum."

"O da başka bir gol mü?"

"Onun gerçekte bir göl mü, yoksa büyük boşlukların başlangıcı mı olduğunu hiç kimse bilmiyor."

"Bizim Nil Ana'mız oradan mı doğuyor?"

"Öyle olmalı," dedi Kalulu.

"Peki o büyük suya ne ad veriyorsunuz?"

"Nalubaale diyoruz."

"Bana rotamızı anlatır mısın Kalulu?"

"Semliki Nianzu'nun karşı kıyısına ulaşınca Nil'in güney kolunu bulmuş olacağız."

"Benim kafamdaki resme göre Nil'in güneye giden kolu Semliki Ni-anzu'ya aktığı yerde. Kuzeye giden kolu ise bu gölden çıkıyor ve büyük bataklıklara doğru kuzeye akıyor. Bu, Nil'in bizi buraya kadar getiren kolu."

"Evet Taita. Büyük resim böyle. Tabii ki, başka küçük nehirler, akarsular ve daha küçük göller de var, çünkü burası çok su diyan, ama hepsi Nil'e dökülüyor ve kuzeye doğru akıyor."

"Ama Nil ölüyor," dedi Taita yumuşak bir sesle.

Kalulu bir süre sessiz kaldı ve başını sallayınca tek bir damla gözyaşı ay ışığında parlayarak porsumuş yanağından aşağı süzüldü. "Evet," de- • di. "Onu besleyen nehirlerin hepsi tıkandı. Anamız ölüyor."

"Kalulu söyle bana, bu nasıl oidu?"

"Bunu açıklayacak kelimeler yok. Kızıl Taşlar'a varınca kendi gözünle göreceksin. O olayları sana tarif edemem. Böyle bir işte yalnızca kelimeler yetmez."

"Sabırsızlığımı bastıracağım."

259
Wilbur Smith

"Sabırsızlık genç bir adamın kötü alışkanlığıdır." Cüce gülümsedi, dişleri pırıl pırıl parlıyordu. "Ve uyku da ihtiyar bir adamın tesellisi." Kanonun altındaki sulardan gelen koku onları uyuşturuyordu ve bir süre sonra uyudular.

Taita öndeki kanodan gelen hafif bir çığlıkla uyandı. Hemen yan dönüp suya sarktı ve yüzüne bir avuç su serpti. Sonra gözlerindeki damlacıkları kırpıştırıp ileriye baktı. Karşılarındaki karanlık kara parçasını gördü.

Sonunda, kumsalın gövdenin dibine temas ettiğini hissettiler ve karaya oturdular. Kürekçiler küreklerini suya bırakıp atladılar ve kanoları biraz daha içeri çektiler. Atlar da ayaklarını yere basmıştı. Kadınlar Kalu-lu'yu tahtırevanıyla kaldırdılar ve kıyıya çıkardılar.

Kalulu, Taita'ya, "Adamların şimdi kahvaltı etmeli," dedi. "Yani ilk ışıkla yola çıkabiliriz. Taşlar'a varmak için epeyce yol gitmemiz gerekiyor."

Kürekçilerin tekrar kanolara binip gölde açılmasını izlediler. Siluetler karanlıkta gözden kaybolurken bir süre küreklerin suda yarattığı beyaz köpükleri gördüler. Çok geçmeden o görüntü de kayboldu.


Alevlerin ışığında tütsülenmiş göl balığı ve karabuğday çöreği yediler ve şafağın ilk ışıklarıyla birlikte göl kıyısı boyunca ilerlemeye başladılar. Yarım fersah gittikten sonra, kurumuş beyaz nehir yatağına geldiler.

Taita, Kalulu'ya, "Bu hangi nehir?" diye sordu, ama cevabın ne olacağını biliyordu.

"Bu Nil'di, hâlâ da öyle," dedi Kalulu.

Taita nehir yatağına bakarak, "Tamamen kurumuş!" diye bağırdı. Kıyıdan kıyıya genişliği dört yüz metreydi, ama hiç su akmıyordu. Suyun yerine uzun bir adamın iki katı boyunda, minyatür bambu ağaçlarına ben-

260
11. Yazıt
eyen fil otlarıyla dolmuştu. "Mısır'dan buraya kadar iki bin fersah bo-nca nehri takip ettik. Yol boyunca en azından ince akıntılar, birikintiler, dereler gördük ama burada çöl gibi kupkuru."

"Daha kuzeyde karşılaştığınız sular Semliki Nianzu Gölü'nden sızan, onun kollanndan gelen sular," diye açıkladı Kalulu. "Bu Nil'di, dünyanın en güçlü nehriydi. Şimdi ise hiçbir şey değil."

"Ona ne oldu?" diye sordu Taita. "Böylesine muazzam bir akıntıyı hangi şeytani güç durdurabildi?"

"Bu senin bile hayal gücünü aşan bir şey Büyücü. Kızıl Taşlar'a va-nnca ne olduğunu gözünle göreceksin."

ı

Fenn söylenenleri Meren'e tercüme ediyordu ve Meren, kendini daha fazla tutamadı. "Eğer kupkuru bir nehri takip edeceksek," dedi. "Adamlarıma ve atlanma nereden su bulacağım?"



Taita, "Fillerin yaptığı gibi kazarak çıkaracaksın suyu," dedi.

Meren, "Bu yolculuk ne kadar sürecek?" diye sordu.

Bu soru kendisine çevrilince Kalulu, Meren'e muzipçe gülümsedi ve, "Bu daha çok atlarının dayanma gücüne ve kendi bacaklarının kuvvetine bağlı," diye cevap verdi.

Hızla ilerlediler, bir zamanlar ağzına kadar su dolu lagünler olan ve kuru, kayalık geçitlerden tırmanıp şelalelerin gürlemesine yol açan durgun su birikintilerini geçtiler. On altı gün sonra Nil'in yatağına paralel uzanan alçak bir tepeye geldiler. Fersahlar boyu devam eden ormanın monotonluğunu bozan ilk görüntüydü bu.

Kalulu, "O yüksek yerde Tamafupa kenti, yani halkımın yurdu var," dedi- "Oralardan Nalubaale'nin büyük sularını görebilirsiniz."

Taita, "Hadi oraya gidelim," dedi. Parlak sarı gövdeli ağaçların arasından yamacı tırmandılar. Su olmadığı için ağaçlar da kurumuştu ve yap-ız dallan romatizmalı eklemler gibi bükülmüştü. Bayırın tepesine ula-ca Duman Yeli burun deliklerini açıp başını savurdu. Kasırga da onun a ar heyecanlanmıştı: hoplayıp zıplıyordu.

261
Wilbur Smith

Fenn, "Seni kötü at!" diyerek elindeki papirüslerle hafifçe boynun vurdu. "Uslu dur!" Sonra Taita'ya seslendi. "Onları heyecanlandıran ne Büyücü?"

"Kendin de koklayabilirsin," diye cevap verdi Taita. "Kigelia çiçeği gibi serin ve tatlı kokuyor."

"Şimdi aldım, ama bu neyin kokusu?"

Taita, "Su," diye cevap verdi ve ileriyi gösterdi. Güney yönünde gümüşi bir bulut vardı ve altında ufuk boyunca uzanan uçuk mavi bir kıvnm görünüyordu. "Sonunda, Nalubaale!"

Karşılarına sağlam ağaçlardan yapılmış bir çit çıktı. Kapıları açıkt; ve doğruca terk edilmiş Tamafupa köyüne girdiler. Belli ki, burası daha önce gönençli, başarılı bir yaşam merkeziydi -terk edilmiş kulübeler görkemliydi ve çatılan muhteşemdi- ama şimdi ortalığa sinen sessizlik ürkütücüydü. Grubun geri kalanını çağırmak için kapıların bulunduğu yere döndüler.

Cevap olarak, kan ter içinde ve soluk soluğa kalmış taşıyıcılarla birlikte Kalulu'nun tahtırevanı ortaya çıktı. Tamafupa'nın kapılarının önünde toplandıklarında hepsi vakur ve düşüncelere dalmış durumda gözlerini uzaktaki mavi suya dikmişlerdi.

Sessizliği Taita bozdu. "Nil Ana'mızın kaynağı," dedi.

Kalulu ise, "Dünyanın sonu," diye yanıt verdi. "O suların ardında boşluklardan ve Yalan'dan başka bir şey yok."

Taita arkasına dönüp Tamafupa'yı çevreleyen koruyucu çitlere baktı. "Tehlikeli bir diyarda, düşman kabilelerle kuşatılmış durumdayız. Yola devam edene dek burayı kullanacağız," dedi Meren'e. "Hilto ile Shabako'yu adamlarıyla burada bırakacağız ki, duvarlan güçlendirsinler. Onlar bu işle uğraşırken biz de Kalulu ile gizemli Kızıl Taşlar'ı görmeye gideceğiz."

Sabah olunca yola devam ettiler: iki yılı aşkın bir süredir devam eden yolculuklarının en son aşamasıydı bu. Nehir yatağını takip ettiler, Ç0'

262
11. Yazıt

'U zaman kurumuş geniş yatağın ortasından gidiyorlardı. Tekrar hafif bir k,vrıma ulaştılar ve karşılarına suların aşındırdığı bir bayır çıktı. Üzerinde büyük bir kentin duvarlarına benzer kırmızı granitten yekpare bir du-var uzanıyordu.

Meren, "Oğul, kutsal Horus ve baba, ilahi Osiris adına!" diye bağırda "Bu ne kalesi? Bir Afrika imparatorunun kalesi mi?"

Kalulu sakin bir tavırla, "Gördüğünüz Kızıl Taşlar'dır," dedi.

Taita diğer arkadaşları kadar şaşırmış bir halde, "Kim yerleştirmiş onları oraya?" diye sordu.

"İnsanlar değil," dedi Kalulu. "Bunlar insan elinden çıkma değil."

"Ne o zaman?"

"Gelin, önce göstereyim size. Sonra konuşabiliriz."

İhtiyatla Kızıl Taşlar'a yaklaştılar. Sonunda Nil'in yatağını bir kıyıdan diğerine dek kapatan büyük kaya duvarın önünde durdular. Taita burada atından inerek duvar boyunca ağır ağır yürümeye başladı. Fenn ve Meren de peşindeydi. İncelemek üzere aralıklı olarak durdular. Kaya bloğu, mumdan akan balmumu gibiydi.

Taita, "Bu kaya bir zamanlar erimiş," diye gözlem yaptı. "Sonra bu ilginç şekilleri alarak soğumuş."

Kalulu, "Haklısın," dedi. "Kesinlikle o şekilde biçimlenmiş."

"İmkânsız gibi görünüyor ama bu kütle tek parça. Birbirine eklenmiş parçalardan oluşmuyor, birleşme izi yok."

"En azından bir çatlak var Büyücü." Fenn ileriyi işaret etti. Keskin gözleri duvarın ortasında tepeden dibe kadar inen, ince çatlağı fark etmişti- Oraya gittiklerinde Taita hançerini çıkarıp çatlağa sokmaya çalıştı ama Çok dardı. Hançerin ucu ancak küçük parmağının ilk boğumu kadar girebilmişti içine.

"Halkım o yüzden buna Kızıl Taş değil de Kızıl Taşlar diyor," dedi Kalulu. "İki bölüm halinde olduğu için."

263
Wilbur Smith

Taita duvarın dibini incelemek üzere diz çöktü. "Getirilip buraya di-kilmemiş," dedi. "Canavar bir mantar gibi toprağın ortasından fırlamış Bu duvarın taşı etraftaki diğer taşlardan da farklı görünüyor."

"Yine haklısın," dedi Kalulu. "Çevredeki diğer kayalar gibi yontulmuyor ve ufalanmıyor. Yakından bakarsan, adını da içindeki kızıl kristallerden aldığını anlayacaksın."

Taita iyice yaklaşıp duvarı oluşturan minicik kristallerin güneş ışı. ğında yakut gibi parlayışını izledi. "Bunda garip ya da doğaüstü bir şey yok," dedi yumuşak bir sesle. Sonra Kalulu'nun tahtırevanına yaklaştı. "Bu şey nasıl gelmiş buraya?"

"Kesin olarak hiçbir şey söyleyemem Büyücü, üstelik de olay olduğunda buradaydım."

"Tanık olduysan, nasıl geldiğini niye bilmiyorsun?"

"Bunu sana sonra açıklarım," dedi Kalulu. "Şimdilik şu kadarını söyleyeyim, benimle birlikte olaya tanık olan bir sürü insan vardı ama herkes bununla ilgili farklı bir efsane anlatıyor."

"Bütün bu taş duvar hayali," diye belirtti Taita. "Belki de gerçeğin tohumları efsanelerde ve fantezilerde gizlidir."

"Öyle de olabilir." Kalulu hak verircesine başını eğdi. "Ama önce duvarın tepesine çıkalım. Görmen gereken çok şey var daha." Tepeye tırmanacak bir yol bulmak için geldikleri yoldan epeyce geri gittiler. Sonra tekrar kızıl taş duvarın dibine döndüler.

Kalulu, "Ben burada bekleyeceğim sizi," dedi. "Yukan tırmanmak çok zor." Cam gibi ve neredeyse dikey yükselen kayayı gösterdi. Onu orada bıraktılar ve dikkatlice yukan tırmanmaya başladılar. Bazı yerlerde emekleyerek çıkmalan gerekti, ama sonunda Kızıl Taşlar'ın yuvarlak zirvesinde ayağa kalktılar. Bulundukları yerden göle baktılar. Taita suyun üstünde oynaşan güneş ışıklarından kamaşan gözlerini kıstı. Yakınında birkaç tane adacık vardı, ama onların ötesinde kara olduğuna dair en küçük

264
11. Yazıt

hir belirti göremedi. Dönüp geldikleri yola baktı. Cücenin daha da kısaltış figürü çok aşağılarda kalmıştı. Kalulu da gözünü yukarı dikmiş ona bakıyordu.

Taita aşağıya, "Hiç gölün karşı kıyısına geçmeyi deneyen oldu mu?" diye seslendi.

"Karşı kıyı diye bir şey yok," diye bağırdı Kalulu. "Orada sadece boşluk var."

Suyun yüzeyi duvarı ayaklarının sadece dört, beş yarım kol boyu altından kucaklıyordu. Taita tekrar nehir yatağına baktı ve duvarın iki yanındaki yükseklik farkını hesapladı.

"Suyun kırk, elli yarım kol dibine iniyor." Gölün sınırsızmış gibi uzanan yüzeyini ifade eden bir hareket yaptı. "Bu duvar olmasa, bütün bu sular şelaleden NiFe dökülecek ve Mısır'a kadar akacaktı. Yurdumuzun böyle bir çıkmaza sürüklenmesi inanılır gibi değil."

Meren, "Etraftaki ülkeleri tarayıp kölelere el koyalım ve çalışsınlar diye buraya getirelim," diye önerdi.

"Ne iş yapacaklar?" diye sordu Taita.

"Bu seti yıkarız ve Nil sularının bir kez daha Mısır'a kadar akmasını sağlarız."

Taita gülümsedi ve sandaletli ayağıyla taş duvara dokundu. "Kalulu bu duvarın ne kadar sert ve çetin olduğunu anlattı. Şuna bir baksana Meren. Gi-za'nın üst üste konmuş üç piramidinden bile ne kadar büyük. Afrika'daki bütün adamları esir edip önümüzdeki yüz yıl boyunca çalıştırsan bile, küçücük bir parçasını dahi yerinden oynatabileceklerinden kuşkuluyum."

"O tuhaf adamın bu konudaki sözlerine inanmamalıyız. Ben adamlarımı getirip ateş ve bronzla deneyeceğim. Hem unutma Büyücü, o piramitleri öyle dikmeyi başaran bilgi aynen yıkmayı da sağlar. Dünyanın en §elişmiş kültürüne sahip olan Mısırlıların bunu yapamaması için bir sebep göremiyorum."

265
Wilbur Smith

"İleri sürdüğün görüşlerde biraz haklısın Meren," dedi Taita. Sonra duvarın karşı ucunda bir şey dikkatini çekti. Kaşları çatıldı. "O uçurum, dan bize bakan şey bir bina mı? Bu soruyu Kalulu'ya soracağım."

Kaygan yüzeyden aşağı indiler, cüce tahtırevanında oturmuş koruma-lanyla birlikte bekliyordu. Taita harabeyi gösterince canlı bir şekilde başını salladı. "Haklısın Büyücü. O insanlar tarafından yapılmış bir tapınak."

"Kabilen onu taştan yapmadı değil mi?"

"Hayır, orayı yabancılar yaptı."

"Kimdi o yabancılar, ne zaman yaptılar bunu?"

"İlk taşlan diktiklerinden bu yana hemen hemen tam on beş yıl geçti."

Taita, "Ne tür adamlardı bunlar?" dedi.

Kalulu cevap vermeden önce biraz duraksadı. "Siyah adamlar değildi. Sana ve yanındaki adamlara benziyorlardı. Senin dilinden konuşuyor, senin gibi giyiniyorlardı, silahlan aynı sizinkiler gibiydi."

Taita sersemlemiş bir şekilde ona baktı ve bir süre konuşamadı. Sonunda, "Yani onlar Mısırlıydı. Bu mümkün görünmüyor," dedi. "Mısır'dan geldiklerine emin misin?"

"Hangi ülkeden geldiğinizi hiç bilmiyorum. Ben büyük bataklıklara kadar bile gitmedim. Kesin olarak bir şey diyemem ama bana onlar da senin ırkındanmış gibi geliyor."

"Hiç konuştun mu onlarla?"

"Hayır," dedi Kalulu alıngan bir tavırla. "Ketum adamlardı ve kimseyle konuşmuyorlardı."

"Kaç kişiydiler ve şimdi neredeler?" diye sordu Taita. Dikkatle küçük adamın gözünün içine bakıyormuş gibiydi ama Fenn, onun aurasını okuduğunu biliyordu.

"Otuzdan çok elliden azdı sayıları. Geldikleri gibi esrarengiz bir şekilde kayboldular."

"Yani nehre Kızıl Taşlar setini yerleştirdikten sonra mı kayboldular?'

266
11. Yazıt

"Aynı zamandaydı Büyücü."

"Çok garip," dedi Taita. "Tapınakta şimdi kim kalıyor?"

"Bomboş Büyücü," dedi Kaluiu. "Zaten yüz fersahlık mesafede her yer bomboş. Kabilem ve bütün diğerleri bu garip olaylar üzerine dehşet içinde kaçtı. Ben bile bataklıkta bir sığınağa gittim. Buraya ilk kez dönüyorum ve itiraf edeyim ki senin koruman olmasa bunu asla yapmazdım."

"Tapınağa gitmeliyiz," dedi Taita. "Bize gösterir misin?"

"Ben içine hiç girmedim," dedi Kaluiu yumuşak bir sesle. "Asla da girmem. Sizinle gelmemi istememelisin benden."

"Niye olmasın Kaluiu?"

"Orası en büyük kötülük yuvası. Hepimize felaket getiren gücün kaynağı."

"Çekinmeni anlıyorum. Bunlar derin meseleler ve hafife alınmaması gerekir. Sen, Meren'le geri dön. Ben yalnız gideceğim." Sonra Meren'e dönerek, "Kampın güvenliği için hiçbir şeyden kaçınma. Korumayı artır ve muhafızlar koy. Bu işleri bitirince Kızıl Taşlar'ın sağlamlığını denemek üzere buraya döneriz," dedi.

"Karanlık çökmeden kampa dönmen için sana yalvarıyorum Büyücü." Meren endişeden sararmış görünüyordu. "Güneş batınca dönmezsen seni aramaya gelirim."

Korumalar tahtırevanı kaldırıp Meren'in peşine düşerken Taita, Fenn'e döndü. "Meren'le git. Acele et de yetiş ona."

Fenn kollarını arkasına kavuşturup bütün heybetiyle dikildi, dudakları inatçı bir tavırla mühürlenmişti. Taita, onun bu halini iyi biliyordu. "Hiçbir büyü seni burada bırakıp gitmemi sağlayamaz."

"Böyle somurtunca hiç güzel olmuyorsun," diye uyardı Taita.

"Ne kadar çirkinleşebileceğimi hayal dahi edemezsin," dedi Fenn. Senden kaçmaya çalış da göstereyim."

267
Wilbur Smith

"Tehditlerin çok korkuttu beni." Taita gülümsemesini güçlükle bastırdı. "O zaman yanımdan ayrılma ve karşılaşacağımız ilk kötülük işaretinde korunma halkasını oluşturmaya hazır ol."

Yara çıkan bir patika buldular. Tapınağa vannca taş işçiliğinin çok gü. zel olduğu dikkatlerini çekti. Bütün binaya, düzgün kesilmiş kerestelerden çatı yapılmış, onun üzerine de yer yer çökmüş nehir sazları döşenmişti. Ağır ağır duvarların etrafını dolandılar. Tapınak, yaklaşık elli adım çapında, daire şeklinde bir temele oturuyordu. Eşit aralıklarla seçilen beş ayn noktada duvarların arasına dikitler yerleştirilmişti. Taita, Fenn'e yavaşça, "Kara büyücülerin beş köşeli pentagramı," dedi. Tekrar tapınağın giriş kapısına geldiler. Çift kanatlı kapının pervazlarına özel işaretler kazınmıştı.

Fenn, "Onları okuyabiliyor musun?" diye sordu.

Taita, "Hayır," diye itiraf etti. "Tümüyle yabancı." Sonra bir korku belirtisi var mı diye kızın gözlerine baktı. "Benimle içeri gelecek misin?"

Fenn cevap olarak elinden tuttu. "Hadi korunma halkasını oluşturalım," dedi.

İkisi birlikte daire şeklindeki dış revağa adım attılar. Yere düz gri taşlar döşenmişti ve çatıdaki deliklerden güneş ışığı huzmeleri süzülüyordu. İç duvarda bir giriş yoktu. Yan yana kıvrılan revağı izlediler. Her dikitin hizasına geldiklerinde, pentagramın uçlarının ayaklarının altındaki beyaz mermerde olduğunu görüyorlardı. Her ucun içinde başka bir esrarengiz sembol, bir yılan, bir Mısır haçı, uçan bir akbaba, tünemiş bir akbaba ve son olarak da bir çakal vardı. Tavandan düşmüş sazları görünce üstünden atladılar ve bir tıslama sesi duydular, sonra ayaklannın altında şiddetli bir hışırtı oldu. Taita bir kolunu Fenn'in beline dolayıp onu yukarı kaldırdı. Arkalarındaki sazların arasından başı kukuletalı siyah bir Mısır kobrası çıktı. Küçük mermer gibi siyah gözlerini onlara dikmişti, uzun dili kıvranıyor ve havada onların kokusunu arıyordu. Taita, Fenn'i yere bırakıp asasını kaldırdı ve yılanın kafasına uzattı. "Korkma," dedi. "Bu hayalet değil-

268
11. Yazıt

Gerçek bir hayvan." Sonra asayı iki yana sallamaya başladı ve kobra da o harekete uydu. Sonunda uykusu geldi, kukuletasının içindeki hava boşaldı ve tekrar sazlann arasına çekildi. Taita, Fenn'i uzaklaştırdı. Sonunda süslü bir geçidin önünde durdular.

Taita, "Karşıt giriş," diye açıkladı. "Dış girişin tamamen aksi yönünde. Yabancı etkilerin iç mabede giriş çıkışını engelliyor."

Karşılarındaki giriş taçyapraklı bir çiçek biçimindeydi. Pervazları cilalı fildişi parçalan, malakit ve kaplan gözüyle kaplıydı. Kapalı olan kanatlar verniklenmiş timsah derisiyle kaplanmıştı. Taita bütün gücüyle kapıya yüklenmek için asasından destek aldı. Bronz menteşeler gıcırdadı ve kapı ardına dek açıldı. İçerisi sadece çatıdan süzülen bir güneş ışığı huzmesiyle aydınlanıyordu. Huzme, mabedin zemininde bir renk cümbüşü yaratmıştı.

Yer özenle tasarlanmış bir pentagramla süslüydü, mermer parçaları ve yarı değerli taşlar kullanılarak yapılmıştı. Taita pembe kuvarsı, kaya kristalini, berilyumu ve turmalini tanıdı. İşçilik çok iyiydi. Desenin ortasındaki parçalar öyle iyi yerleştirilmiş ve ciialanmıştı ki, yekpare gibi görünüyordu. Işıklar saçan tek parçalık fildişi bir kaplama gibiydi.

"Hadi içeri girelim Büyücü." Fenn'in çocuksu sesi yuvarlak duvarda gidip geldi.

Taita, "Bekle!" dedi. "Burada bir varlık var, bu yerin ruhu var. Sanırım tehlikeli. Kalulu'yu dehşete düşüren de oydu." Yerdeki güneş ışığını gösterdi. "Neredeyse öğle oldu. Işık huzmesi tam pentagramm kalbine vurmak üzere. Çok önemli bir an olacak."


Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   47




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin