Kalulu saygıyla, "Selam yüce Basma," dedi. "Senin köpeğinim."
Basma, onun rakibi ve düşmanıydı. Bu zamana dek Kalulu ünü ve s atüsü sayesinde hayatta kalmıştı. Basmaraların şefi bile, onun gücüne ve
283
Wilbur Smith
etkisine sahip bir şamana zarar vermeye cüret edemezdi. Ancak, Kalulu, Nil'in kurumasından bu yana Basma'nın fırsat kolladığını da biliyordu.
"Seni izliyordum büyücü," dedi Basma soğuk bir tavırla.
Kalulu, "Böyle büyük bir şefin naçiz varlığımı fark etmesi bile onurdur benim için," diye mınldandı. O arada on Basmara savaşçısı gelip şeflerinin arkasına dizilmişlerdi.
"Kabilenin düşmanlarını Tamafupa'ya soktun. Benim kentimi ele geçirdiler."
"Onlar düşman değil," diye cevap verdi Kalulu. "Dostumuz ve müttefikimiz. Liderleri büyük bir şaman, benden çok daha bilgili ve güçlü. Buraya Kızıl Taşlar'ı yok edip Nil'i tekrar akıtsın diye gönderilmiş."
"Ne saçma yalanlar bunlar, seni zavallı bacaksız şey? Bu adamlar nehrin ağzına tapınağı yapanlarla, karanlık ruhların gazabını çekenlerle, göl sularının kaynayıp toprağın yarılmasına neden olanlarla aynı soydan. Derinlerden kayaları itip hem anamız hem babamız olan büyük nehri tıkayan da onlar."
"Öyle değil." Kalulu tahtırevanından zıpladı ve Basma'yla konuşmak üzere olmayan bacaklarının üstünde dikildi. "Bu insanlar dostlarımız."
Basma ağır ağır mızrağını kaldırdı ve cüceye yöneltti. Bu bir suçlama ve mahkûm etme hareketiydi. Kalulu korumalanna baktı. Basma'ya boyun eğmiş bir kabileden geliniyorlardı, onlan seçmesinin pek çok sebebinden birisi de buydu. Kuzeydeki savaşçı bir kabilenin üyeleriydiler. Yine de, kendisiyle Basma arasında bir seçim yapmalan gerektiğinde, sadakatlerinin hangi yöne kayacağından emin olamıyordu. Dile getirmediği bu soruya cevap verir gibi, sekiz kadın etrafında saflarını sıklaştırdılar. Bir çi' çeğin adını taşıyan İmbali liderleriydi. Bedeni antrasitten oyulmuş gibiy' di. Yağlarla ovulmuş kapkara teni güneşin altında pırıl pınl parlıyordu-Göğüsleri kalkık ve sertti, karmaşık bir kurban töreni dövmesiyle süslefl"
284
11. Yazıt
•nişti. Uzun boynu gururla dikiliyordu. Gözleri ateşliydi. Belindeki uzun saplı baltayı kavradı. Diğerleri de onu taklit ettiler.
Basma kibirli bir tavırla, "Fahişelerin artık seni koruyamayacak," diye dudak büktü. Sonra savaşçılarına, "Büyücüyü öldürün," diye emretti ve mızrağını Kalulu'ya fırlattı.
Mızrağı İmbali karşıladı. Öne fırlayıp sağ elindeki uzun saplı baltayı savurdu ve mızrağı havada karşılayıp doğruca yukarı fırlattı. Düşen mızrağı sol eliyle düzgün bir şekilde yakaladı ve savaşçıların saldırısını karşılamak üzere ucunu onlara doğru çevirdi. İlk adam doğruca mızrağın üstüne koşmuş ve mızrağın ucu göğüs kafesinin altına saplanmıştı. Adam, arkasından koşan diğer adamlara doğru geriledi ve dengesini kaybetti. Sonra sırtüstü devrilip yerde debelenmeye başladı, mızrak hâlâ saplandığı yerdeydi. İmbali zarif bir hareketle cesedin üzerinden atlayıp hemen arkasındaki adamı savunmasız bir halde yakaladı. Uzun saplı baltasını savurup adamın mızrak tutan kolunu dirsekten budadı. Hemen tek ayağının üzerinde dönüp o hızla üçüncü adamın kellesini uçurdu. Başsız kalan ceset oturur pozisyonda yere düştü, kesilen damarlarından fıskiye gibi kan fışkın-yordu, sonra yana doğru devrildi ve kanlar toprağa akmaya başladı.
Kalulu'nun önüne siper olan İmbali ve diğer kadınlar hızla geri çekildiler ve tahtırevanı ham deriyle kaplı kolçaklarından kavrayıp kaldırdılar. Onu bir koçbaşı gibi kullanarak Basmaralara hücum ettiler. Savaş naraları tiz bir ulumaydı. O arada baltalar havada vınlayarak iniyor, et ve kemikleri parçalıyordu.
Basma'nın adamları hızla saldırdılar. Kadınları, yan yana durup kalkanlarını kenetleyerek karşıladılar ve uzun mızraklarını kafalarına fırlattı-ar- Kadınlardan birinin boğazına saplanan mızrak onu yere serdi ve kadın 3ldü. Ötekiler tahtırevanı kaldırıp kalkanlara indirdiler. İki taraf birbirine "ilendi. Basmaralardan biri dizlerinin üstüne çöküp tahtırevanın altından 'llei"ek sıranın ortasındaki kızı karnından bıçakladı. Kız tahtırevanı bıra-
285
Wilbur Smith
kıp geriye kaykıldı. Dönmeye çalıştı, ama ona saldıran adam mızrağını re_ kip bir daha, bu sefer böbreklerini nişan alarak sapladı. Kız haykırarak kanlar içinde yere yığılmıştı.
Kalulu'nun muhafızları birkaç adım geri çekilip yaralanan kızın bıraktığı boşluğu doldurdular ve tahtırevanın duruşunu düzelttiler. Basma-ralar mızraklarım kaldırdı ve bir kez daha omuz omuza geldiler. Tahtırevana çarparken kalkanlarının altından kaşıklan ve göbekleri hedefleyip mızraklarını saplamaya çalıştılar. Kalkan dizisi öne arkaya sallanıyordu. İki kız daha yere yıkıldı, biri bacağının üst kısmından yaralandığı için ana daman parçalanmıştı. Geriye doğru düştü ve parmaklarıyla yarayı kapatıp kanamasını durdurmaya çalıştı. O arada savunmasız kalmıştı ve Basmaralardan biri mızrağını omurgasına sapladı. Mızrağın ucu omurlarının arasındaki ek- I leme denk geldi ve kızın bacaklarına inme indi. Adam, kıza bir daha saldırdı ama o sırada İmbaii de tahtırevanın altından dalıp kafasını uçurdu.
Dengesiz kalan tahtırevan kendi etrafında döndü. Küçük cüce korumasız olarak yan tarafta kalmıştı. Şef Basma bu anı değerlendirdi: kalkanların arasından ok gibi fırlayıp tahtırevanın etrafından dolandı ve Kalu- ! lu'ya koştu. Kalulu onun geldiğini görünce kendini ellerinin üstünde yana doğru fırlattı, inanılmaz bir çeviklikle, en yakındaki dikenli çalıların arasına atıldı. Basma, ona yetişip iki kez mızrağını sapladığında neredeyse ! çalılara dalmak üzereydi. Şef, "Hain," diye haykırdı ve mızrak Kalulu'nun ı sırtının ortasına saplandı. Büyük bir çabayla ellerinin üstünde dengede kalmayı başardı. İleri doğru sıçradı ama Basma bir kere daha yetişti- "C* i dinin yardakçısı!" diye bağırıp mızrağını bütün gücüyle küçük adamın havada duran kasığına ve karnına sapladı. Kalulu uluyarak çalıların arasına | devrildi. Basma bir kez daha saldırmaya niyetlenirken gözucuyla Imba' li'nin baltasıyla üstüne geldiğini gördü. Başını eğdi ve kadının baltası ku j lağım sıyırıp geçerken yana doğru zıplayıp kaçmaya başladı. Adamı3 onun gittiğini görünce peşine takıldılar ve bayır aşağı deli gibi koştu» •
286
11. Yazıt
Basma, "Büyücü öldü!" diye haykırdı.
Savaşçıları da koro halinde, "Kalulu öldü! Kötülüklerin ve iblislerin dostu geberdi!" diye bağrıştılar.
"Bırakın eniklerini doğuran fahişelerine dönsünler." İmbali, adamların arkasından koşan kızlarını durdurdu. "Efendimizi kurtarmamız lazım."
Kalulu'yu çalıların arasında bulduklarında top gibi kıvrılmış acıyla inlemekteydi. Onu dikkatle dikenli çalıların arasından çıkardılar ve tahtırevanına yerleştirdiler. Tam o sırada bayırın dibinden bir ses duydular.
"Bu ihtiyar adamın sesi." İmbali, Taita'yı tanımıştı ve bağırarak ona yol gösterdi.
Çok geçmeden Taita ve Fenn, arkalarında Meren'i taşıyan kafileyle görünmüştü.
Taita yumuşak bir sesle, "Kalulu, ciddi biçimde yaralanmışsın," dedi.
"Hayır Büyücü yaralanmadım." Kalulu acıyla başını salladı. "Galiba işim bitti."
Taita, İmbali ve hayatta kalan üç arkadaşına, "Çabuk olun. Kampa götürün onu!" dedi. Sonra Meren'in tahtırevanını izleyen adamlardan dördünü seçti. "Burada yardımınıza ihtiyaç var!"
"Bekle!" Kalulu, Taita'nın elini yakalayıp gitmesini engelledi. "Bunu yapan adam Basma, Basmara'nın yüce şefi."
"Neden sana saldırdı? Sen, onun halkından değil misin?"
"Basma sizin tapınağı yapanlarla aynı kabileden olduğunuza ve bu-faya daha fazla bela ve felaket getirdiğinize inanıyor. Ülkeyi, nehirleri, gölleri yok etmek ve bütün Basmaraları öldürmek için benim de size kaldığımı sanıyor."
Taita, "Artık gitti. Kadınların onu uzaklaştırdı," diyerek Kalulu'yu -aştırmaya ve rahatlatmaya çalıştı.
Kalulu bu sözlere kanmamıştı. "Dönecek," dedi. Uzanıp Taita'nın bi-S'ni sıktı. Kente dönüp kendinizi savunmak için hazırlanmalısınız. Bas-a kütün adamlarıyla dönecektir."
287
Wilbur Smith
"Tamafupa'dan ayrılırken seni de yanıma alacağım Kalulu. Cadı avımız senin yardımın olmadan başarıya ulaşamaz."
"Karnımda büyük bir kanama olduğunu hissediyorum. Sizinle gelemeyeceğim."
Güneş batmadan Kalulu ölmüştü. Dört muhafızı, Tamafupa'nın di-şındaki bir höyüğün yanına bir giriş kazdılar. Taita cesedi ağartılmamış keten bir çarşafa sardı ve nemli kil tünele yatırdılar. Sonra, sırtlanların kazmasını önlemek için girişi iri kayalarla örttüler.
Taita, "Doğru'nun yanında olduğun için atalann olan tanrılar seni karşılayacak Şaman Kalulu," diyerek onunla vedalaştı.
Mezardan dönerken dört muhafız önünde durdu ve İmbali hepsinin adına Shilluk diliyle konuşmaya başladı. "Efendimiz gitti. Kendi yurdumuzdan uzaktayız, yalnızız. Sen güçlü bir samansın, Kalulu'dan bile büyüksün. Seni takip edeceğiz artık."
Taita, Nakonto'ya baktı. "Bu kadınlarla ne yapabilirsin? Onları asker kaydedersem komutan altına alır mısın?"
Nakonto soruyu ciddi bir şekilde düşündü. "Onları dövüşürken görmüştüm. Peşimden gelmelerine sevinirim."
İmbala kraliçelere yaraşır bir baş hareketiyle onun varlığını ve sözlerini kabullendiğini gösterdi. "Bizi de memnun ettiği sürece bu kurumlu Shilluk horozuyla omuz omuza gideriz, ama arkasından gitmeyiz," dedi , Taita'ya.
Gözleri neredeyse Nakonto'nunkilerle aynı seviyedeydi. Muhteşem I ikili birbirlerini küçümseyerek karşılıklı duruyordu. Taita İç Göz'ünü açtı I ve birbirlerine duydukları ilginin auralarına nasıl yansıdığını görünce g*1" I lümsedi. "Nakonto, tamam mı?" diye sordu.
"Tamam." Nakonto da soylu bir kabullenme jesti yaptı. "Şimdilik- I
288
11. Yazıt
Fenn'le Shilluk kadınları en büyük kulübelerden birini Meren için temizlediler. Sonra Fenn, Taita'nın özel bitki karışımından bir avuç alıp açık ocakta yaktı. Hoş kokulu duman, kulübeye yerleşmiş olan böcekleri ve örümcekleri kaçırtmıştı. Taze otlardan bir şilte hazırlayıp Meren'in uyku minderini üstüne yaydılar. Meren'in öyle çok acısı vardı ki, Fenn'in dudaklarına uzattığı çanaktan içebilmek için başını zor kaldırdı. Taita, Meren tamamen iyileşip kumandayı yeniden alana kadar Hilto-bar-Hil-to'yu onun yerine vekil tayin etti.
Taita ve Hilto kentte gezip savunma durumunu gözden geçirdiler. İlk düşünceleri su kaynaklarını güvenceye almak oldu. Köyün ortasında, yuvarlak, dar bir kil merdivenle içine inilen ve suyu iyi olan derin bir kuyu vardı. Taita, Shofar komutasında bir grubun bütün su tulumlarını ve suka-baklannı doldurup Basmaralann saldırısına karşı hazır tutulmasını emretti. Dövüşürken, susayan adamların kuyuya inip su çıkarmaya vakti olmazdı.
Taita'nın sonraki düşüncesi dış duvarların durumu oldu. Genelde iyi durumdaydı, sadece beyaz karıncaların açtığı bazı delikler vardı. Ancak, bu kadar uzun bir hattı savunamayacaklan hemen görülüyordu. Tamafupa bir zamanlar pek çok kabileye yuva olmuş büyük bir kentti. Kazıklarla çevrili alanın çevresi yarım fersahı buluyordu. Hilto'ya, "Bunu yirmide bire indirmeliyiz," dedi. "Kentin geri kalanını ateşe verin ki yaklaşanları görebilelim ve okçularımızı ona göre yerleştirebilelim."
Hilto, "Bize güç bir görev verdin," dedi. "Bir an önce başlasak iyi olur."
Taita, kadın ve erkeklerin birlikte olacağı yeni çerçeveyi gösterdi. En •yi durumdaki kazıkları söküp Taita'nın belirlediği yeni hatta yerleştirdiler. Doğru dürüst bir sağlamlaştırmaya vakit olmadığından, boşlukları di-
289
F: 19
Wilbur Smith
kenli çalılarla örttüler. Yeni çitlerin dörtbir köşesine, vadiye ve tüm yaklaşım yerlerine hâkim, yüksek gözcü kuleleri diktiler.
Taita kazıkların etrafına ateş yakılacak düzenekler hazırlanmasını istedi. Böylece bir gece saldırısında bile onları tutuşturup ortalığı görebileceklerdi. Bu iş de bitince, kuyunun etrafına bir iç set yaptırdı, Basmaralar kente girmeyi başardığı takdirde burası son sığınma hatlarını oluşturacaktı. İç alana, son kalan karabuğday çuvallarını, yedek silahları ve bütün değerli mallan yerleştirtti. Kalan atları için ahır bölmeleri hazırladılar. Duman Yeli ve tayı hâlâ iyi durumdaydı ama diğerlerinin çoğu onca yoldan sonra ya hastaydı ya da ölmek üzereydi.
Fenn her akşam Meren'i doyurup boş gözyuvarının sargılarını değiştirmesi için Taita'ya yardım ettikten sonra, Kasırga'yı görmeye gidiyor ve ona sevdiği karabuğday çöreklerinden götürüyordu.
Taita yeni belirlediği savunma hattının dışında kalan kısımları yakmak için uygun bir rüzgâr bekledi. Çatıdaki sazlar ve ahşap duvarlar kuruydu ve çabucak tutuştu, rüzgâr alevleri yeni duvarların aksi tarafına doğru üfürüyordu. O gece hava karardığında eski kent, yerdeki bir tutam küle dönüşmüştü.
Hilto, "Hadi Basmaralar o açıklıktan hücum etsinler de günlerini görsünler," dedi tatmin olmuş bir edayla.
Taita, "Artık dış duvarın önüne işaretleri koyabilirsin," dedi. Beyaz nehir taşlannı yirmi, elli ve yüz adım mesafeye yerleştirdiler, böylece okçular düşman saldırırken uygun mevzilerde yer alabilecekti.
Taita, İmbali ve yandaşlarıyla başka kadınları kurumuş nehir yatağına ok yapılacak sazlardan toplamaya yolladı. Qebui kalesinden bir sürü ok ucu getirmiş ve bir de kazıkların içinde kalan bir tepede çakmaktaşı bulunduğunu keşfetmişti. Kadınlara çakmaktaşı parçalarını nasıl yontup ok ucu yapacaklarını gösterdi. Kadınlar işi çabuk kaptılar ve yaptıkları uçları saz gövdelere ağaç kabuklarından örülen iplerle bağlayıp iyice sertleş-
290
11. Yazıt
sin ve sıkılaşsın diye suya batırdılar. Hazırladıkları yedek okları da kazıklar boyunca belirli yerlere yığdılar.
On gün içinde bütün hazırlıklar tamamlanmıştı. Adamlar ve İmbali'nin kadınları silahlarını bileyip belki de son kez her şeyi gözden geçirdiler.
Bir gece, akşam yemeği için herkesin ateşlerin başına toplandığı sırada, ani bir kargaşa oldu ve alevlerin aydınlattığı uyumsuz bir çift ortaya çıktı. Meren ayakta zor duruyordu ama bir elini Fenn'in omzuna koymuş olarak Taita'nın yüzbaşılarla oturduğu yere gelmişti. Herkes ayağa fırladı ve etrafına toplandı, gülüyorlar, çabucak iyileştiği için tebrik ediyorlardı. Boş gözyuvasını keten bir bant örtüyordu ve hem rengi solmuş hem de zayıflamıştı, fakat eski cakalı yürüyüşüyle yürümeye gayret ediyor, bir yandan da subaylarının müstehcen şakalarına cevap vermeye çalışıyordu. Sonunda Taita'nın önünde durup onu selamladı.
"Ey Meren, sırtüstü yatıp kamptaki bütün kadınlardan şefkat görmekten sıkıldın mı?" Taita gülümseyerek konuşuyordu, ama bu güçlü savaşçının elini Fenn'in narin omzunda görünce duyduğu ıstırabı zor bastırmaktaydı. Fenn'in bedeni ve güzelliği olgunlaştıkça bu kıskançlığının daha da artacağını biliyordu. Bu yıkıcı duyguyu onun diğer yaşamında da tatmıştı.
Ertesi sabah Meren de okçularla birlikte talim alanındaydı. Başta tek gözüyle dengesini sağlamakta güçlük çekti, ama büyük bir hırsla yoğunlaşıp sonunda duyularını denetlemeyi ve yeni koşullara uyum sağlamayı başardı. Sonraki zorluk, menzili tahmin etmekte ve hedefi tutturmaktaydı. Okları ya hedefe varmadan yere düşüyor ya da üstünden geçiyordu. Korkunç °""azim gösterdi. Kraliçe Lostris'in bütün ordularında ok atma şampiyonu °lan Taita, ona ilk okunu işaret çubuğu gibi atmayı ve hemen arkasından
291
Wilbur Smith
göndereceği ikinci okun yerini saptamak için kullanmayı öğretti. Çok geç. meden, Meren daha birinci ok havadayken ikinciyi göndermeye başlamıştı Fenn ve Shilluk kadınları ona deriden bir gözbağı yapmışlardı. Eski sağlık lı rengine kavuşmuş ve tek gözü yine eskisi gibi parlamaya başlamıştı.
Her sabah Taita atlı bir devriye çıkarıyordu ama her akşam Basma-raların izini bulmadan geri dönüyorlardı. Taita, İmbali'ye ve kadınlarına danıştı.
"Şef Basma'yı iyi tanırız. Kindar ve zalim bir adamdır," dedi İmba-li. "Bizi asla unutmaz. Adamları Büyük Uçurum Vadisi'ne, nehir boğazlarına ve göl bataklıklanna dağılmış durumda. Toparlaması zaman alacaktır ama sonunda gelecek. Bundan eminiz."
Artık en önemli hazırlıklar tamamlandığı için Taita daha az hayati konularla da ilgilenebiliyordu. Kadınlara kil topakları ve uzun sırıklann tepesine yerleştirilen otlarla insana benzer kuklalar yapmayı öğretti. Uzaktan tatminkâr bir görünüm elde edene kadar kök boyalarla boyuyor-lardı. Kadınlar bu işi ok yapmaktan daha eğlenceli buldular. Yine de, beklemek siniıicini bozmaya başlamıştı.
Ateşin etrafında çepeçevre oturup akşam yemeklerini yerken, "Kio-ga'dan buraya olan mesafeyi hesaba katsak bile şimdiye kadar gelmiş olmaları gerekirdi," dedi Taita, Meren'e. "Yann senle ikimiz çıkıp bir kolaçan edelim ortalığı."
Fenn, "Ben de sizinle geleceğim," diye atıldı.
Taita aksi bir tavırla, "Zamanı gelince düşünürüz," diye cevap verdi.
"Teşekkür ederim sevgili Taita," diyen Fenn'in tebessümü tatlı ve parlaktı.
Taita, "Gelebilirsin demedim," dedi ama öyle olacağını ikisi de biliyordu.
Çocuk insanı büyülüyordu ve Taita onun varlığından zevk alıy°r(lu' Onu kendisinin bir uzantısıymış gibi görüyordu.
292
11. Yazıt
Devriye yola koyulduğunda, Fenn, Taita ile Meren'in ortasındaydı. Makonto ve İmbali iz sürmek üzere önden gidiyorlardı. İmbali uzun bacaklarıyla Nakonto'yla başa baş koşabiliyordu. Habari ve iki asker de geriden gelmekteydi. Taita beline kınının içinde duran bir kılıç takmıştı ama asasını elinde taşıyordu.
Bütün vadiyi görebilecekleri bir yere geldiler. Sol tarafta arazi kıvrılıyordu ve sık ormanlarla kaplıydı. Yamacın altına yayılmış sayısız fil sürüsü gördüler. Devasa gri bedenleri her açıklıkta kolayca seçiliyordu ve sık sık koca bir meyve ağacını deviriyorlardı. Ağaç, tek bir filin gücüne direnecek kadar büyükse, öteki büyük filler yardıma geliyordu. Birleşmiş güçlerine hiçbir ağaç karşı koyamazdı.
Kabileler bu topraklardan kaçtığı için filler saldırıya uğramıyordu ve insanların yaklaşmasından ürkmüyorlardı. Atlılar yakınlarından geçerken kaçmayıp oldukları yerde kalıyorlardı. Ara sıra hırçın bir dişi tehditkâr bir tavır alsa da, kimseye saldırmıyordu. Fenn yavrulara bayılıyor ve Taita'ya bu güçlü hayvanlar ve âdetleri hakkında bitmek bilmeyen sorular soruyordu.
Karşılarına çıkan yabani hayvanlar fillerden ibaret değildi. Antilop sürüleri, açıklıkta bir şeyler atıştıran veya topluca en yüksek ağaçlann tepesine tırmanıveren sarı Habeş maymunları da vardı. Bir küme panik içinde çığlık çığlığa ayaklandı. Anneler yavrulannı kapıp karınlarının altına asarak daldan dala kaçıştılar. İri erkekler kavgacı bir tutum takınıp yelelerini kabarttılar ve öfke dolu seslerle ortalığı inlettiler.
Fenn, "Ne oldu onlara?" diye sordu.
"Herhalde bir leopar veya başka bir etçil hayvandır." Taita konuşurken, hemen önlerindeki otlann arasından san, siyah benekli güzelim bir kedi süzüldü. Leoparın benekleri ortama mükemmel uyum sağlıyordu.
Fenn hayranlıkla, "Yine haklı çıktın Taita. Bu dünyada bilinecek her Şeyi biliyor olmalısın," dedi.
293
Wilbur Smith
Bir sonraki tepeleri aşmak üzere bayır aşağı kıvrıldılar, ama onlgr zirveye ulaşmadan, ufukta tozu dumana katan bir zebra sürüsü belidi Herhalde atlan kendi familyalarından kabul etmişlerdi ki, pek aldırmadan yanlarından geçip gittiler.
Meren, "Bir şeyden korkmuş olmalılar," dedi.
Taita da, "Ya yangın ya da insanlar," diye ona hak verdi. "Başka hiç. bir şey bu ölçüde paniğe yol açamaz."
"Etrafta duman göremiyorum," dedi Meren. "İnsanlar olmalı." Artık ihtiyatla ilerlemeye başlamışlardı.
Aniden Fenn yine heyecanla bağırdı ve sol tarafı gösterdi. "Bir çocuk! Küçük bir siyah çocuk!"
En fazla üç, dört yaşında, çıplak bir bebekti bu. Çarpık adımlarla bayırı tırmanmaya çalışıyordu, her adımda minik poposu iki yana sallanmaktaydı.
Fenn, "Onu almaya gidiyorum," dedi. Kasırga'yı tırısa kaldırdı ama Taita dizginleri tuttu.
"Fenn, bu eski bir hileye benziyor."
Fenn, "Ama onu öyle bırakamayız," diye itiraz etti, o arada çocuk yukarı tırmanıp gözden kaybolmuştu. "Kaybolmuş, yapayalnız."
"Onu takip edelim," dedi Taita. "Ama dikkatli olalım." Yola çıktılar ama Taita, Kasırga'nın dizginlerini bırakmadı. Tepeye gelmeden yüz adım önce grubu durdurdu.
"Gel Meren!" diye emretti. İkisi hayvanlarından indiler ve dizginleri Fenn'e emanet ettiler.
Taita, "Burada kal ve atlarımızı tut," dedi. "Ama dörtnala gitmeye de hazır ol." Meren'le ikisi yürüyerek ilerlediler. Bir çalılığın arkasına sinip aşağıya baktılar. Çocuk tam karşılarında durmuş yuvarlak yüzünde keyifli bir tebessümle onlara bakıyordu. İki eliyle minik pipisini tutmuş, kavrulan toprağa çişini yapmaktaydı. O kadar sevimli bir manzaraydı ki, bir an
294
11. Yazıt
cin her şeyi unuttular. Meren sempatiyle sırıtmaya başlayacakken Taita kolunu sıktı. "Karşıya bak!"
Bir an gözlerini oraya diktiler ve Meren, "Basmara ordusu!" diye haykırdı. "Bu minik iblis tuzakmış."
Çocuğun durduğu yerden elli adım ötede omuz omuza çömelmişler-di. Tahta sopalar, uzun mızraklar, saplamak için daha kısa mızraklarla silahlanmışlardı. Ham deriden kalkanları sırtlarına asılıydı ve yüzlerine savaş boyalarını sürmüşlerdi. Başlarında kürk ve tüyler takılıydı, burun de-likleriyle kulak memelerine fildişi çubuklar geçirmişlerdi, el ve ayak bileklerinde istiridye kabuklanyla fildişi boncuklardan yapılmış süsler asılıydı.
Taita ile Meren seyrederken arı kovanına çomak sokulmuş gibi kızgın bir uğultu yükseldi. Tek bir uyumlu hareketle kalkanlarını sırtlarından aldılar ve mızraklarıyla dövmeye başladılar. Sonra da savaş ilahisi duyuldu. Boğuk, melodik sesler kalkan seslerine karıştı. Derken, antilop boynuzundan yapılma bir borunun tiz sesi öteki sesleri bastırdı. Bu, ayağa kalkmaları ve kütle halinde bayırı tırmanmaya başlamaları için işaretti.
Taita, "Atlara," dedi.
Fenn, onların geldiğini görmüş ve Duman Yeli ile Meren'in atını da peşine takarak dörtnala yaklaşmaya başlamıştı. Hemen atlanna atladılar ve ön saflardaki Basmaralar tepeyi çıkarken hayvanların başını geri döndürdüler. Sonra dörtnala Habari ile diğer devriyelerin beklediği yere gittiler.
Fenn üzengilerinin üstünde yükselip ormanı göstererek, "Yolumuzu kesmek için adamlarını yolladılar," diye bağırdı. Etraflarını sarmak üzere koşan adamları görmüşlerdi.
Taita, Nakonto'ya, "Üzengi iplerimi al," diye haykırarak sol ayağını bengiden çıkardı. Nakonto yakaladı.
"Meren kör tarafını korumak için îmbali'yi al!" Meren de ayağını Çekti ve İmbali, onun sağ üzengisini yakaladı. Nakonto ile ikisi atların yalında gidiyorlardı, ayakları yerden kesilmişti.
295
Wilbur Smith
Taita, "Hızlı sürün!" diye bağırdı. "Onlar etrafımızı kuşatmadan ya-rıp geçmemiz lazım." Basmaraların en hızlı koşanları diğerlerinin önüne geçmişti. "Fenn, Meren'le benim aramda kal. Bizden ayrılma sakın."
Çok hızlı koşan dört Basmara, Taita'nın geçmeyi hedeflediği boşluğa ulaşmıştı. Gelen atlılara yüzlerini döndüler, uzun kalkanları sırtlarında olduğu için elleriyle silah kullanabilecek durumdaydılar. Onlara yaklaşırken, Taita ile Meren sırtlarında asılı olan ve at sırtında kullanmak üzere tasarlanmış kısa, geriye eğik yaylarını aldılar. Dizginleri hayvanlarının boynunda bırakıp onları ayaklarının ve dizlerinin baskısıyla yöneterek doğruca mızraklıların üstüne sürdüler. Bir Basmara mızrağını fırlattı. Meren'i hedeflemişti, ama menzili uygun değildi. Meren'in tepki verecek zamanı oldu. Ayak parmağıyla dokunarak atını yana kaydırdı ve mızrak sol omzunun yanından geçip gitti. Meren de yayını gerip arka arkaya iki ok fırlattı. İlki yüksekten, adamın başının bir kol boyu üstünden uçtu ve elli adım uzağa düştü -böyle kısa menzilde yay çok etkiliydi- ama ikinci ok Basma-ra'nın göğsünün ortasına saplandı. Adamın köprücük kemiklerinin arasından kan fışkırdı. Daha yere çarpmadan ölmüştü.
Onun sağındaki Basmara da mızrak tutan kolunu kaldırmıştı ve o da Meren'e odaklanmış durumdaydı, üstelik Meren'in kör noktasında duruyordu. Meren, onu göremediği için kendini koruyacak bir hareket yapmadı. İmbali üzenginin üstünde dönüp baltasını fırlattı, balta havada ıslık çalarak uçtu. Basmara ağırlığını arkadaki ayağına vermiş durumdaydı... tam mızrağını fırlatmak üzere olduğu için kaçmaya fırsat bulamadı. Balta alnının ortasına indi ve kafatasına gömüldü. Adamın yanından geçerken İmbali baltasını geri almak üzere uzandı. Taita da üçüncü adama bir ok fırlatmıştı, adam savurmak üzere olduğu silahı düşürüp oku karnından çıkarmaya çalıştı ama kancalı uç derine gömülmüştü.
Dostları ilə paylaş: |